Pir Zöhre Ana Forum

Tam Versiyon: Köşeli Yazılar...
Şu anda arşiv modunu görüntülemektesiniz. Tam versiyonu görüntülemek için buraya tıklayınız.
Vapurda tacizli provokasyon

Ataklı, Kadıköy'de çarşaflı ve sakallılarla yaşanan inanılmaz olayı aktardı.

[Resim: karacarsafiran.jpg]
Vatan Gazetesi Yazarı Can Ataklı'nın köşe yazısından:

Her gün AKP ve yanlılarının çeşitli yerlerde sergiledikleri garip davranışları anlatan mesajlar alıyorum. Ama bugüne kadar hiçbirini yazmadım çünkü (lütfen gönderenler alınmasın) bunların doğruluğunu bilmek mümkün değil. Bu tür mesajlarla kolaylıkla oyuna da getirilebilirsiniz.

Ancak bugün ilk kez bu tür bir olayı size de anlatmak istiyorum. Çünkü bu kez neredeyse 40 yıldır tanıdığım okul arkadaşım bir iş kadınından dinledim olayı. İsterseniz onun ağzından okuyalım;
Pazartesi günü Eminönü’nden kalkan Kadıköy vapuruna bindim. Üst salonda oturuyorum. Karşımda simsiyah çarşaf içinde bir kadın oturuyor. Yanında da 7-8 yaşlarında bir oğlan çocuk var.

Çocuk bayağı haşarı. Bir aşağı bir yukarı koşturup duruyor. Ara sıra da benim yanıma geliyor. Dirseğini dizime dayıyor. Çocuktur, yapar. Benim kızım da küçükken otobüste vapurda tanımadığı kişilerin yanında durur, hatta yaslanırdı bile, çocukların genel davranışıdır bu.

Ancak biraz sonra garip bir şey olmaya başladı. Çocuk önce dirseğini dayarken daha sonra bacağımı tutmaya başladı. Daha sonra elini etiğimin altına sokmaya çalıştı. Bir iki sefer kızıp “Haydi git bakayım annenin yanına” diye seslendim. Oralı olmayınca çarşaflı kadına dönüp “Hanım şu çocuğuna biraz sahip çık, bak ne yapıyor” dedim.

Dememle birlikte kadın ayağa kalkıp bana ne söylesin? “Kadın kadın çocuk diye kızıyorsun değil mi, büyük biri okşasa çok hoşuna giderdi ama.” O an kendimi kaybetmişim. Yerimden fırladığım gibi kadının üzerine atladım. Boğuşmaya başladık. Kadının çarşafı açıldı, altından 20-22 yaşlarında bir kız çıktı. Tam bu sırada cüppeli, beline kadar siyah sakallı bir adam peydah oldu.

Kalabalığa dönüp “Ey ümmeti Müslüman, görüyorsunuz değil mi bu dinsizleri, Müslüman kızlara nasıl saldırıyorlar?” diye bağırmaz mı?

Çok şükür ki vapurdakiler hem olayı görmüşlerdi hem de aralarında fanatik dinci yoktu herhalde adamın etrafını çevirip “Her şeyi gördük, milleti tahrik etme, burayı İran’a çevirmeyin” diye çıkıştılar. Adam, kız ve çocuk hemen alt kata indiler, bu sırada iskeleye yanaşıyorduk, yok olup gittiler.

Eğer çok güvendiğim biri başına geleni anlatmasa dünyada inanmazdım.
Erdoğan'ı eleştirirken kendi yaptığını görmezden gelen bu adama, Türkiye daha ne kadar katlanacak?

Türkiye'de bir siyasi partinin Meclis'e girebilmesi için yüzde 10'luk ülke barajını aşması gerekir.
CHP'de bir partilinin başkanlığa aday olması için aşması gereken baraj yüzde 20.
Baykal ve arkadaşları genel başkanlık yarışına katılabilmek için delegelerden 5'te birinin imzasını almayı şart koşuyor.
Üstelik delegeler imzayı Divan Başkanlığı'nın önünde atmak zorunda.
Türkiye'de demokrasinin güvencesi olduğunu söyleyenlerin kafa yapısı bu.
İmam-cemaat hikayesini bilirsiniz.
Bu kafa yapısındaki adamların, adamlarının yaptıklarına bakın.
Genel Başkan Aday Adayı Haluk Koç Tekirdağ il binasına sokulmuyordu.
Partinin çaycısı, "Böyle CHP'lilik olmaz" dedi de Koç binaya girebildi.
CHP İzmir İl Başkanı Kemal Karataş, Haluk Koç'un il merkezini ziyaret talebini geri çevirdi.
Bu yetmiyormuş gibi Koç'un delegelerle, il binasında buluşmasına da izin vermedi.
O binayı babasının ya da Baykal'ın malı zanneden bir il başkanı ile CHP nereye gidebilir?
Haluk Koç Grup Başkanvekili olduğu zaman önünde ceket ilikleyen adamlar şimdi onu parti binasına sokmuyorlar.
Dün Haluk Koç binaya sokulmadı tahminen bugün de diğer aday Umut Oran aynı sorunla karşılaşacak.
Böyle bir demokrasi anlayışı dünyanın neresinde var.
Yangından mal kaçırır gibi delegeleri başkan adaylarından kaçıran bir İzmir İl Başkanı ile CHP nereye gider?
Deniz Baykal kürsüye çıktığında çoğunluk diktasından dem vurup, Erdoğan'ı eleştiriyor.
Kendi yaptığını görmezden gelen bu adama, Türkiye daha ne kadar katlanacak?
Hoş artık son tango dönemindeyiz.
Biliyorum, bu delege yapısı ve bu tüzükle Baykal bu Kurultay'ı da kazanacak.
Yerel seçim Baykal 72 yaşındayken yapılacak, bir daha ki Olağan Kurul'da 73, bir daha ki genel seçimse 74 yaşındayken.
İnsanların yaşları üzerinden siyaset yapılmasından nefret ederim ama Baykal'ın gitmesi için yaşından başka bir umut kalmadı.
Bugün Haluk Koç'u parti binasına sokmayan il başkanları yeni genel başkan önünde ceket iliklerken mutlaka Baykal dönemini de eleştireceklerdir.
CHP bana iki dedemden de miras kalmış bir partiydi, kayyum mirası yedi bitirdi.
Afiyet olsun diyemiyorum çünkü harcanan hepimizin geleceği...

Özay Şendir
haberturk.com
Koltuk

Bugün bir sürü hırslı kadın, "Boyun posun devrilsin" diye, kocasının başının etini yiyecek: "Elalem çocuğunu bakan yaptı, vali yaptı, sen kaymakam bile yapamadın!"

*

Çocukları vali yapacaklar bugün.

Bakan yapacaklar.

Meclis Başkanı yapacaklar.

Başbakan yapacaklar.

Cumhurbaşkanı yapacaklar.

*

Gazeteciler "çocuk bakan"lara geri zekálı geri zekálı sorular soracak; "büyümüş de küçülmüş" cevaplar alacak... Matah iş yapılmış gibi, topluca sırıtılacak.

*

"23 Nisan" denince, akıllarına gelen tek vizyon bu çünkü... Koltuk!

*

Çocukların kafalarını açacaklarına, kıçlarını alıştırıyorlar... "Şöyle oturacaksın, böyle kaykılacaksın, patlat bi talimat" filan.

*

Peki, hiç merak ettiğiniz mi, neden bugüne kadar bir Allah’ın kulu çıkıp da, "Çocukları 23 Nisan’da Yıldız Kenter’le aynı sahneye çıkaralım" demedi?

"Bir çocuğu Fazıl Say’ın piyanosunun başına oturtalım, bir çocuğun eline Suna Kan’ın kemanını verelim" diyeni gördünüz mü?

İlla koltuğa oturtacaksak, "Profesör Bingür Sönmez’in koltuğuna, Profesör Münci Kalayoğlu’nun koltuğuna, Profesör Gazi Yaşargil’in koltuğuna oturtalım" diye önerildi mi?

Hayrettin Karaca ile ağaç diktirelim mesela, Yılmaz Büyükerşen’le balmumu heykel yaptıralım...

Rahmi Koç’un teknesine bindirelim, balık tutarken anlatsın çocuklarımıza, parayı kazanmak kadar yemenin de ne kadar önemli olduğunu... Ali Sabancı’nın uçağına bindirelim, aslında "para"nın değil, "fikirlerin" uçtuğunu dinlesinler diye...

Ya da ne bileyim, Saffet Karpat’la tanıştıralım... Babasız büyüyen, Darüşşafaka’da okuyan bir yetim, nasıl başardı da, Türkiye’deki en büyük yabancı sermaye yatırımının genel müdürü olabildi? Rıza Çalımbay’la top oynatalım, anlatsın, kapıcının oğlunun önünde neden ceket ilikleniyor bugün? Lağım temizleyen "en alttakiler" en üste nasıl çıkabildi, tane tane anlatsın Vural Öger çocuklarımıza... Tanıştıralım Muhtar Kent’le, "gazozdan işlerle uğraşan" bir Türk çocuğu nasıl oldu da, Coca Cola’nın zirvesinde?

Bakın zirve dedim aklıma geldi... Niye Nasuh Mahruki ile bir araya getirmiyoruz çocuklarımızı, anlatsın onlara bağımsız ruhun nasıl rüzgár aldığını? Mehmet Güleryüz’ün paletini tutsunlar, Mehmet Aksoy’un çamurunu karsınlar, Ara Güler’in deklanşörüne bassınlar, bakmakla görmek arasındaki farkı fark edebilmek için.

*

Madem, varsa yoksa koltuk...

*

Niye GATA’ya götürmeyiz çocuklarımızı, "o koltuklar" için ödenen bedelleri görsünler diye?

YILMAZ ÖZDİL


]Ters pozisyon...


DOĞRUSUNU isterseniz konu "ayaklar ile başın yeri" olduğunda, Türkiye ters durmaktadır.

Başı aşağıda, ayakları yukarıdadır.

Nitekim sorun ne olursa olsun, bizler tartışmalarımızda birbirimize bunu sorarız aslında:

"Her şey tersine bizde..."

"Bu kadar ters iş görmedim..."

"Yani terslik bu kadar olur..."

Dünya düzgün durduğu halde, bizde baş ayak, ayaklar baş yerine konulduğunda, böyle olması doğaldır.

Sadece orta yerlerimizin ters olmakla birlikte yerinde durması bir avuntudur, o kadar...

*

Misal ekonomide:

Türkiye zenginleşirken, halkın fakirleşmesi... Yerli-yabancı holdingler kazanırken, üreticilerin, esnafın, çiftçinin iflas etmesi nedir?

Ters pozisyon...

Ayakları yerden kesilmiş bir ekonomide, ekonomi yönetiminin ayağa düşmesinin sonucu.

Ya da sosyal hayatta:

Bu ters pozisyon yüzünden değil midir ki uygar Batı yerine Arabistan’a gidiyor memleket.

Ben biliyorum; siz sandınız ki Türkiye Batı’ya gidiyor...

*

Diyelim ki demokraside:

Durmadan tek karar vericinin millet olduğunu söyleyen Başbakan’ın, sıra milyonlarca emekçinin bayramlarını Taksim’de kutlama istemlerine gelince çok kızması ve "Ayakların baş yerine geçtiği yerde kıyamet kopar" demesi neyi gösteriyor?

Ters pozisyonu...

Çünkü millet hiçbir zaman baş ya da başta olmadı.

O bir yalandı.

Bir tersliktir, başta olan arkadaşlara inanan, nihayet başa geçtiklerini düşünen saf insanlar öyle sandılar sadece.

Ters zihniyetin pozisyonudur bu.

Ayaklar yukarıdadır...

Her şey size ters gelse de... Tersine tersine gitseniz de... Bir türlü düzelemezseniz bile...

Başınız her zaman yerdedir...

Ya düzelirse pozisyon:

"Kıyamet kopar..."


BEKİR COŞKUN


Hiç düşündünüz mü, neden Avrupa’nın her yanını Brezilyalı futbolcular sardı? Sadece yetenekli oldukları için mi? Veya şöyle soralım... Fenerbahçe’de eşşek yüküyle parası olan Brezilyalı futbolcular var, neden hiçbirini gece álemlerinde, barda, kumarda, fuhuşta görmüyoruz?

*

Çünkü onlar, Atleta de Cristo.

Yani, İsa’nın sporcusu.

*

Bu adamlar, eğer evliyse, dünyanın en güzel kadınını getir, dönüp bakmaz. Yoldan çıkmaz... Hayatları "ev-idman-stat" arasında geçer. Yobaz değildirler. Ama, Allah’tan korkarlar... Yamuk iş yapmazlar. İçki içen bile, ağzıyla içer, insan gibi.

*

Futbol artık, sanayi...

O nedenle, futbol kulüpleri bu tür topçulara yatırım yapıyor. Parayı aldığı gün dağıtan, maç öncesi telekız pazarlığı yapan, kendine bakmayan, ailesine sadık olmayan futbolcu, istediği kadar yetenekli olsun, transfer edilmiyor. Paraya günah!

*

Bazıları yadırgadı ama, "Fenerbahçe derbisi Kutlu Doğum Haftası’na denk geldi, Allah kime nasip ettiyse, o kazansın" diyen Hakan Şükür, bunların Müslüman versiyonudur... İşini namusuyla yapan, yamuk yapmayan, ailesine bağlı, özetle Allah’tan korkan bir futbolcudur Hakan... Yobaz değildir. Baskı yapmaz, eşinin, kızının zorla başını örtmez.

*

Hal böyleyken...

Laiklere faul yapmak için fırsat kollayan bazı arkadaşlar, topa girmiş hemen, döşenmişler köşelerinde, "Noel’den rahatsız olmayanlar, Hakan Şükür’e tepki yağdırdı" falan diye.

Halbuki...

Hakan’a tepki mepki yok.

*

Laiklerin tepkisi, sırf imam hatip bitirdi diye, kendini İslam’ın sahibi zannedenlere... Laiklerin tepkisi, ağzından Allah’ı, Kitap’ı düşürmeyip, elalemin karısına sulanana, çocuk yaştaki kızlara nikáh kıyanlara... Laiklerin tepkisi, cemaat evlerinde etek öpüp, yaş gününde sosyete barlarında, hem de Kandil Gecesi, gizlice kadeh tokuşturanlara... Laiklerin tepkisi, dindarım ayaklarıyla milleti dolandırıp, Kábe manzaralı ev alanlara... Laiklerin tepkisi, cami bombalayanlara bu vatanın malını mülkünü peşkeş çekenlere... Laiklerin tepkisi, ramazanı hicri takvimle, peygamberimizin doğumunu miladi takvimle kutlayanlara... Düşün dinimizin yakasından kardeşim, çekin elinizi.

Yılmaz Özdil
Yeniçağ Gazetesi köşe yazarlarından Sebahattin Önkibar, 5 ayrı cemaati araştırıp inceledikten sonra, İslami cemaatlerin ortak özelliklerini şöyle belirlemiş:
Bir-iki istisna hariç hepsi Atatürk düşmanıdır. Mustafa Kemal onlar için ya deccal, ya geberen ya da şeytandır.

Önemli bir kısmına göre Türkiye laik olduğu için dar-ül harp, yani kafir devletidir. Dolayısıyla devletten çalmayı cihat gibi görürler.

Tabanları temiz ama zavallıdır.

Bu cemaatlerde şahsi irade söz konusu değildir.
Oylarını da önderlerini işaretine göre verirler.

Bir mürit ya da mensubun cemaat ve şeyhle ilgili sorgulama yapması, Kuran’ı sorgulamasından bile tehlikeli görülür. Şeyh, Abi ya da Önder, Allah’ın veliahtıdır.

Kuran’a göre değil, şeyh ya da önderlerinin hükümlerine göre inanırlar. Şeyhleri bugün Hıristiyan olmaya karar verdik dese, emin olun bir hikmet var deyip ona bile boyun eğerler. İslam onlar için şeyhleri ve cemaatleridir. Onlara göre, kendi cemaatleri dışındaki herkes küfürdedir ve helâk olacaktır.

Tamamında değil ama, özellikle dış dinamiklerin etkisinde olanlarda vatan kavramı yoktur. Vatan onlar için seccadenin serildiği yerdir.

l Cemaatlerin önemli bir bölümü, önderleri bağlamında yabancı istihbarat birimlerinin güdümündedir.

Ülke satılsa umurunda değil

Sebahattin Önkibar’ın bu tespitlerini içeren yazısı, Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Görevlisi Dr. Fahrettin Şanal’ın başına çok dert açtı.
Konya’da yayınlanan Anadolu Manşet Gazetesi’nde haftalık yazı yazan ve Konya Televizyonu’nda her hafta “Empati” adlı program yapan Dr. Şanal, dini cemaatlerde vatan sevgisi konusunu ele almayı uzun zamandır planlıyordu.

Sebahattin Önkibar’ın yazısından da cesaret alarak ve alıntılar yaparak, “Vatan sevgisi imandandır” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Dr. Şanal, yirmi yıl kadar önce yaz tatili için gittiği Osmaniye’de, 30 yaşlarında mütevazı bir Anadolu çocuğu olan Toprakkaleli emmioğlu İrecep’in dini bir cemaate girdiğini, cemaatin şeyhini ziyaret ettiğini ve suyu bile üfleyerek içmeye başladığını öğrenir.
Osmaniye’ye ikinci kez tatile gittiğinde, Emmioğlu İrecep, kendisine şunları anlatır:

“Bunlar vatan, devlet, millet kavramlarından çok uzak. Her sohbette lafı bir şekilde devletin la dini devlet olduğuna getiriyorlar... Ben de cemaatiniz sizin olsun dedim onlardan ayrılıp, dinimi onlarsız yaşamaya karar verdim. Yani insan hem vatansever, milliyetperver hem de dinini yaşayan bir Müslüman olamaz mı?”

Dr. Şanal, emekli bir din bilgisi öğretmenine geçenlerde sormuş:

“Hocam milli kuruluşları, toprakları, limanları yabancılara satıyorlar. Nasıl karşılıyorsunuz bu durumu ?”

Emekli öğretmenin cavabı şu olmuş:

“Türbana özgürlük tanınmayan ülkede vatanın tamamı satılsa umurumda değil!”


Doç. Filiz’den sonra Dr. Şanal

Dr. Fahrettin Şanal, yazısında bunları anlatmış.
Sen misin dini cemaatlere dil uzatan?
“Kuran’da türban yoktur” dediği için ölüm tehditleri almaya devam eden Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Şahin Filiz’den sonra Dr. Fahrettin Şanal’a da “asarız, keseriz” yollu tehditler yağmaya başlamış.
Türkiye, tesettür defilelerinin dış basında geniş yankı bulduğu, Kuşadası’ndaki bir tarikat konferansında alenen “İnşallah kısa sürede Osmanlı devleti olacağız’’ şeklinde incilerin yumurtlandığı bir ülke haline geldi.

Sinek henüz küçük ama mide bulandırıyor.



Sırrı Y. Cebeci


LİSE yıllarından bu yana ilk kez "takım tutmak" geçti içimden.

Muhterem karıma haber verdim:

"İşte tutuyorum..."

O "Lütfen yapma..." dedi:

"Sen duygusalsın, top kenara kaçtı diye aşağı kapanıp keman çalmanı istemem... Ayrıca futboldan anlamıyorsun, durmadan kuzen Atilla’yı arayıp ’Şimdi ne oldu?’ demen hoş olmaz..."

*

Takım tutmaya karar vermemin sebebi, ilk kez bir futbol camiasına sempati duymam:

Galatasaray’a...

Fethullahçı Hakan Şükür, dini-imanı futbol ile karıştırıp dinci gazetelere "Kutlu Doğum Haftası vesilesi ile derbi maçının önemi" üzerine demeçler verince, kulübün bilinçli-aklı başında taraftarları tepkilerini yüreklice gösterdiler.

Bilgisayarıma gelen genel mesaj ise şöyle:

"Galatasaray, Fethullah’ın tarikat evi değil. Laikliğin ve Atatürkçülüğün kalesini yıktırmayız. Atatürk’ü Galatasaray Lisesi’ne geldiğine pişman etmeyiz..."

*

Türkiye’nin birçok sanatçısı, gazetecisi, işadamı, edebiyatçısı, tarihçisi, akademisyeni dincilerin eteğine yapışmışken... Muhalefet yapan siyaset önderleri dahi eleştirdikleri sofralara koşup otururken... Galatasaray camiasının taraftar duygusallığını bile aşıp kendi futbolcularına tavır alarak Atatürk’e sahip çıkmaları, önce onları yüceltti gözümüzde.

Önemli olan; "din-iman" diyen, ama işine geldiğinde "gavur" takımlarının üniformasını giymekte bir sakınca görmeyen... Ya da 270 milyon maaşlı yoksul insanlar kazançlarının yarısını vergi olarak verirken, vergisiz trilyonları cebine indiren bir futbolcunun lafları değil...

Önemli olan; Galatasaraylıların kendi futbolcuları olsa dahi, önce laikliğe ve çağdaşlığa sahip çıkmaları.

*

Yoksa o tarikatçı futbolcuya anlatamazsınız zaten; Müslüman ülkeler içinde, dünya yeşil sahalarında top koşturanın niye sadece Türkiye olduğunu...

Ve o futbolcuların, Mustafa Kemal’in kurduğu modern Türkiye’nin yeşil sahalarında yetiştiğini...

Ama Galatasaray’ın aklı başında önderleri tüm Türkiye’ye bir şey anlatıyorlar:

Önce laik, çağdaş, aydınlık Türkiye...

O yoksa...

Kimse yok.

Bekir Coşkun