Pir Zöhre Ana Forum

Tam Versiyon: Köşeli Yazılar...
Şu anda arşiv modunu görüntülemektesiniz. Tam versiyonu görüntülemek için buraya tıklayınız.
ERTUĞRUL ÖZKÖK

Bir manşetin arka yüzü


Sabah Gazetesi’nin dünkü nüshasında, Mustafa filmi etrafında başlayan tartışma bahane edilip, Hürriyet’e yönelik bir iftira, güya gazetecilik adına manşete taşınmıştı.

Tam bir şark usulü Babıali kurnazlığı.

Güya, biz "Mustafa" olayını, ilan vermeyen Turkcell’e karşı şantaj olarak haber yapmışız.

Turkcell, 3 yıldan beri Hürriyet’e ilan vermiyor.

Canları sağolsun.

Onlar ilan vermedi diye, Hürriyet’in ilan gelirlerindeki büyüme eksilmedi, tam aksine iyice arttı.

Hürriyet 60 yıldan beri Türkiye’nin uzak ara en büyük ilan mecraı.

Bu kadar yıllık tecrübe, hem bize hem ilan verene şunu öğretti.

Şirketler ve şahısların parası kıymetlidir. Ancak sonuç aldıkları gazete ve dergilere ilan verirler.

Etkisiz bazı gazeteler oraya buraya baskı yaparak üç beş kuruşluk ilan toplayabilir.

Ama böyle yapan gazete sahiplerinin hiç biri bu sektörde kalamamıştır.

Babıali mezarlığı, bu yola başvuranların, mezartaşı bile kalmamış çukurlarıyla doludur.

* * *

Şimdi Sabah’ın yeni bir sahibi var.

Öyle anlışılıyor ki, eski yöneticileri, gazetenin genlerindeki kompleksi, ona da aşılamışlar.

Peki daha ilk günden bu telaş niye?

Sabah, yeni sahibi ile birlikte yayın politikasını değiştirdi.

Yeni sahipleri bunu içlerine sindirdi, ama Türk kamuoyu ve Sabah okuru bunu içine sindiremedi.

İktidar borazanı haline getirilen gazete 100 bine yakın tiraj kaybetti.

Taban okuru 300 binin altına indi.

Daha çok şehirli ve satın alma gücü yüksek kesimi, gazeteyi terkedince, Hürriyet’le arasındaki tiraj farkı, hafta içinde 160 binlere çıktı.

Hafta sonu bu fark 210 binlere yükseldi.

Giden tirajı geri almaktan umudu kesen Sabah yönetimi bu defa kriz ortamında 1.5-2 milyon dolara varan harcamalarla, ansiklopedi savaşları dönemine benzeyen promosyon kampanyalarına başladı.

Bu anormal harcama da farkı kapatamadı ve eski haline getiremedi.

Gazete ilan kaybetmeye başladı.

* * *

Satın alma gücü yüksek okurunu kaybeden Sabah, hem "tiraj liginde" hem "ilan liginde" alt kategorilere düştü.

Turkcell’in ilan vermediği Hürriyet’in ilan geliri artarken, Turkcell’in ilan verdiği Sabah’ın ilan gelirleri, tepetakla gitti.

Turkcell’in ilan vermediği Hürriyet, neredeyse, Turkcell’in ilan verdiği Sabah’ın üç katı ilan alır hale geldi.

Sabah’ın iftira manşeti işte bu telaşın deklarasyonudur.

Hem tirajda hem ilanda tepetakla giden Sabah’ın sahibi, faiz borcunu ödeyebilmek için elindeki öteki şirketlerini satmak zorunda kaldı.

Şimdi, son çare olarak, yine genlerindeki iftiracılığa dönüyor.

Babıali’nin bir kuralı vardır.

Hürriyet’in ilan gücü karşısında en derin aşağılık komplekslerine sahip olan gazeteler hemen şu yola başvurur.

Hürriyet’e bulaşmak, iftira atmak.

Pazar’ın en büyüğü olmanın maalesef ödenmesi gereken bedeli budur.

Sabah’ın yeni sahibine sesleniyorum.

Gazetenizin geçmişteki sahipleri bunu denedi.

Ne okur, ne ilan veren yuttu.

Sizinkini de yutmaz.

Bu yolla gazetesini kurtaran hiç olmamıştır.

Tabii en komik olanı da, bu gazetenin bize "etik" dersi vermeye kalkmasıdır.

Buna cevap bile vermem.

Yapabileceğim tek şey, ellerine bir ayna tutuşturmaktır.

Oradaki surat hoşlarına gidiyorsa, ben ne diyebilirim.

* * *

Turkcell yönetimine gelince...

Şurası kesin ki, Mustafa krizini çok kötü yönettiler.

Kamuoyundaki büyük tartışma, bu yanlışlığın kendilerine yüklediği maliyettir.

Hürriyet sektörün ilan devidir.

60 yıllık tarihi, ilan konusundaki sicili, hem kamuoyunca, hem de ilan veren tarafından çok iyi bilinmektedir.

Kamuoyunun bu kadar konuştuğu bir olayda, Turkcell bize ilan veriyor olsaydı da farklı davranmazdık.

Turkcell’in başındaki en büyük felaket, elinde kalmış küçücük hisseyle, koskoca şirketi babasının malı gibi kullanan kişidir.

Yani Mehmet Emin Karamehmet’tir.

* * *

Hürriyet’e ilan vermedi diye, kimsenin Turkcell’e bir şey söyleme hakkı olamaz.

Turkcell’in, azınlık hissedarının keyfi inadı ile ilan verdirttirmediği Hürriyet, son 3 yılda büyük gazeteler arasındaki ilan payını ezici şekilde artırmıştır.

Turkcell’in ilan verdiklerinin zavallı durumu ise ortada.

Sabah yerlerde sürünüyor, Akşam ise kapanmak üzere.

Onlar için Turkcell’in vereceği para elbette hayati öneme sahip.

Karşılığında suspus olacak kadar hayati önemde.

Bizim açımızdan ise, Türkcell’in ilan vermemesinin hiç bir olumsuz sonucu yoktur.

Ama, Turkcell gibi, büyük ve halka açık bir şirketin kaynaklarının, azınlık hissedarının tirajı yerlerde sürünen medyasına, sırf şantaj silahı olarak kullansın diye oluk oluk akıtılmasına hem ahlaki, hem de hukuksal sonuçları vardır.

Bu da bizi değil, Turkcell’i ilgilendirir...
Melih AşıkAçık Pencere

Taraf’ta durum

Taraf gazetesi, Aktütün saldırısından sonra Genelkurmay’a ağır eleştiriler yöneltmiş, komuta kademesini bu saldırıyı bildiği halde önlem almamakla suçlamıştı. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ bu yayın üzerine sert tonlu açıklamalar yaptı, “herkesi doğru yerde durmaya” davet etti.
Taraf gazetesi bu ağır eleştiri karşısında biraz daha üste çıktı, Başbuğ’a hitaben:
“Tehdidi bırak, hesap ver” manşetini attı.
Bu arada devreye giren Başbakan Erdoğan, Genelkurmay’ın yanında tavır aldı. Taraf gazetesini kast ederek dedi ki:
“Başbuğ’un üslubundan ve sertliğinden şikâyet edenler, önce dönüp bir de kendilerine baksınlar...”
Taraf gazetesi, bunun üzerine Başbakan’ı hedef alarak:
“Paşasının Başbakanı” manşetini attı.
Başbakan Erdoğan da şu yanıtı verdi:
“Peki siz kimin medyasısınız?”
* * *
Sonra ne oldu diyeceksiniz.. Şunlar oldu.. Başbakanlık harekete geçti. Vakıfbank, Taraf gazetesine ilan vermeyi kestiğini bildirdi.
Gazete maaşları zaten zor ödüyordu.
Ekim ayı maaşları ödenemedi...
Kasım ayı maaşları konusunda da çalışanlara söz verilmedi...
Gazetenin basım ve dağıtımını yapan Çalık Holding de her an bir sürpriz yapabilir...
Gazete aylardır Genelkurmay’a saldırıyor, cumhuriyetçileri Ergenekoncu ilan ediyor, emekli paşalara darbeci damgasını vuruyor, AKP’yle omuz omuza demokrasi mücadelesi veriyordu! Bir defacık da Başbakan’a çatacağı tuttu. Olan oldu... Acaba Ahmet Bey ülkede demokrasiyi kimin tehdit ettiğini, demokrasi mücadelesinin kime karşı verilmesi gerektiğini nihayet anlamış mıdır?



Soru: Bizim hükümet IMF’den ne istemiş olabilir?
Yanıt: “Yerel seçimlere kadar bizi serbest bırakın, seçimlerden sonra vatandaşın ümüğünü sıkarız.”
Haldun Ertem



* Profesör Dawkins, “Atatürk’ün mirasına ihanet edilmesini ‘trajik’ buluyorum” demiş.
İngiliz profesörün ‘trajik’ bulduğu bu ihaneti, bu ülkenin dönekleri “demokratik” buluyor...
(Akif Kökçe)



Teşekkür...
Gülhan Elmas eliyle gönderilen “teşekkür” ilanıdır...
Işık hızıyla tahliyemi sağlayan yargı mensuplarına...
Beni 3 avukat savunurken, çocuk için avukat tutmayan SHÇEK yetkililerine...
“İntihar etmeyi düşünüyorum” diyen çocuk için “Psikolojisinde bozulma yok” diyen İstanbul Adli Tıp Kurumu’na ve Adalet Bakanı’na...
Çoluk - çocuk sahibi olduğu halde sessiz kalarak benden yana tavır koyan Sağlık Bakanı’na...
Kadının saçının teli görünecek diye ortalığı birbirine katarken benim olayda kıllarını kıpırdatmayan din kardeşlerime...
Türban için İnsan Hakları Mahkemesi’ne giderken bu olayı görmezden gelen First Lady’ye...
“Din tüccarı yazar” olduğum için benden desteğini esirgemeyen F - Tipi medya organlarına...
Toplumsal sorumluluğu “Ermeni ve Kürt sorunuyla” sınırlı yazar ve aydınlara..
Beni almaya geldiğinde gururlu şekilde sırıtan eşime... Teşekkürü borç bilirim...
Hüseyin Süzmez



Kitap fuarından
K itap fuarı başlarken birkaç kitap... * Batı’nın Yeni Türkiye Politikası, Erol Manisalı (Cumhuriyet Kitapları): Batı’nın yeni politikalarının hedefleri ve araçları nelerdir? Batı, karşısında nasıl bir Türkiye istiyor? Ayrıştırılmış ve bölünmüş bir Türkiye neden Batı’nın işine geliyor? Batı, Türkiye’de neden gerçek ve katılımcı bir demokrasi istemiyor?.. Manisalı Hoca kitabında bütün bu soruları doyurucu bir şekilde yanıtlıyor...
* Destina... Mine Kırıkkanat (Literatür Yayıncılık): Yakın bir gelecekte, İstanbul Küresel Yönetişim’in idaresine geçmiş, Türkler de göç ettikleri farklı ülkelerde asimilasyona uğramıştır. Haç ile Hilal’in savaşı sona ermiş, yerini Hıristiyanlığın mezhep çatışması almıştır. Konuya ve bölgeye hâkim olmaları nedeniyle seçilen üç Türk ajan, rüyaların izinden giderek çıktıkları zaman yolculuğunda kıyasıya bir mücadelenin tam ortasında bulacaklardır kendilerini. Kitapta yazılan her şey doğru ama hiçbiri gerçek değildir!..
* Eğitime Dinci Çember, Mustafa Gazalcı (Bilgi Yayınevi): Değerli eğitimci ve eski CHP Milletvekili Mustafa Gazalcı, AKP iktidarı boyunca eğitimin dinselleştirilmesi sürecinde yaşanan çarpıcı gerçekleri belgelerle anlatıyor.
* Gladyo ve Ergenekon, Doğu Perinçek (Kaynak Yayınları): Ergenekon davası tutuklularından İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek cezaevinde kaleme aldığı kitapta “Gladyo”yu ABD’nin NATO ülkelerini denetleme örgütü olarak tanımlıyor. Perinçek, Türkiye’nin Gladyo tarihini aynı zamanda Kemalist Devrimi yıkım tarihi, Türk Ordusu’na darbeler tarihi olarak da tanımlıyor. Kitapta Perinçek’in Emniyet ve Savcılık ifadelerinin tam metinleri de yer alıyor.
* Ziya Gökalp’i Doğru Tanımak, Orhan Karaveli (Doğan Kitap): Değerli araştırmacı yazar Orhan Karaveli, Ziya Gökalp’in 84. ölüm yıldönümünde bize tarihin önemli ve renkli şahsiyetlerinden birini tanıtıyor... Türkiye’nin yakın geçmişini anımsatmak ve yaşananlardan ibret almak için...



Ergenekon davasının tutuksuz sanıklardan Fuat Ermiş, ekonomik zorluklar nedeniyle duruşmalara gelmekte zorlandığından “cezaevinde kalma talebinde” bulunmuş.
Ekonomik kriz böyle devam edersemillet Ergenekon’dan “içeri girmek için” torpil arayacak...
Ahmet Nedim
Ece Temelkuran

AKP'li kadın vekillere destek ve soru:

14 yaş!


[FONT="Tahoma"]Yazamadığım tek bir konu var. Daha önce de söylemiştim bunu. Çocuklara cinsel istismar meselesini yazamıyorum. İçim almıyor.
Mayından bacağı kopmuş çocuk gördüm, cezaevi operasyonlarında bütün vücudu yanmış, kömür olmuş adam gördüm, beynine gaz bombası saplanmış çocuğun otopsisini izledim, ölüm orucundan sonra Wernicke Korsakoff hastalığıyla çocuklaşmış kadınlar gördüm... Daha bir araba berbat şey gördüm. Ama dayanamadığım bir tek şey var, o da bu.
O yüzden anlamıyorum bütün Türkiye’nin hep birlikte bu Hüseyin Üzmez pisliği içinde eşelenip durmasını. Nasıl bir eşelenmek, sürtünmek, sürünmek, siftinmektir bu, anlamıyorum. Ne mide varmış bu ülkede! Helal olsun.

Şaşırmam!
Daha önce kızının kafasını traktörün altında ezerek öldüren bir anne görmüştüm, namus cinayetiydi. Dolayısıyla bir annenin kız çocuğunu aşağılık bir herifin eline ‘ellesin’ diye vermesine şaşırmam. Anneler kızlarına çok acayip şeyler yapabilirler.
Daha önce çocuklara tecavüz edip sonra da o çocuk-gelinleri ‘Allah’ın emri, peygamberin kavliyle’ koluna takıp gururla gezen berbat adamlar gördüm. O çocukların üzerine abanmaktan yağlı yağlı mutludurlar. Bir adamın Müslüman olması, olmaması hiçbir fark yaratmaz adamda. Yüzüne kusulmayacak adamlar, Müslüman adamlar gördüm. O adamların yapacaklarına da şaşırmam.

Helal olsun ama
Dinci basının ne aşağılık şeyler yazabileceğini gördüm. ‘Bu Ergenekon’un işidir’ diye çocuk tecavüzünü savunmalarına şaşırmam. Başını örtmeyen benim gibi kadınlara tecavüz etmeyi mübah sayabileceklerini çok iyi bilirim. Benim gibilerin gövdeleri onlara ‘Dar-ül Harp’. Nereden biliyorum? Mail atarak bildiriyorlar çünkü. Onların yapabileceklerine de şaşırmam.
Laik basın tarafından bazı gazetelerin Hüseyin Üzmez olayıyla ilgili ‘Kart zampara!’ başlığını atmasına da şaşırmam. Bir çocuğa edilen tecavüzü böyle ‘komikleştirmelerine’ şaşırmam, erkek ideolojisi laiklik filan dinlemez çünkü.
Ama bütün bu olayda şuna şaşırırım. AKP’li kadın vekillerin bu işe tepki vermesine. Helal olsun! Hakikaten helal olsun. Ama şu meseleleri bir açıklığa kavuşturalım sevgili kadın arkadaşlar. Tüm samimiyetimle soruyorum bunları:

Tepelerdeki cevaplar
Erkek vekil arkadaşlarınıza sorunuz:
14 yaşındaki kız çocuğu ile bir yetişkin adamın cinsel ilişki yaşaması meşru mudur? Kızın ailesi veya kendisiyle yapılan herhangi bir dini veya hukuki akit bunu meşru kılar mı?
14 yaşındaki bir kız çocuğunun cinsel ilişkiye gösterdiği rıza, rıza sayılır mı?

14’ünde evlenmek
14 yaşında evlenmek o kız çocuğuyla girilen cinsel ilişkiyi tecavüz olmaktan hakikaten çıkarır mı?
Bu soruların cevapları Ankara’nın hangi yüksek rakımlı tepesinde? Ya da tepelerinde?
Sorun bakalım sevgili AKP’li kadın arkadaşlar erkek vekil arkadaşlarınıza. Şöyle sorun:
Kaçınız 14, 15, 16 yaşında kız çocuklarını alıp, evlenip başlarını kapattı? Kaçınız bu kız çocuklarını okullarından ayırıp eğitim hakkından mahrum etti? Şimdi kaçınız ‘kadınların eğitim hakkı’ diye ‘özgürlük papağanlığı’ yapmayı hayal ediyordu bu kız çocuklarını okulsuz bırakırken?

Zihniyetin ortası
AKP’li kadınları Hüseyin Üzmez olayına gösterdikleri hassasiyetten dolayı kutluyor ve destekliyorum. Ama bir gün bu sorulara dürüst cevap vermelerini ve nasıl kadın düşmanı bir zihniyetin ortasında yer aldıklarını anlamalarını da diliyorum.
3 Kasım 2008

Ahmet HAKAN

Sen giderken ben geliyordum


İFLAH olmaz bir Abdullah Gül karşıtı olduğum halde...

Gül’e "gül uzatan" bir yazı yazdım ya...

Türk düşünce hayatının Recep İvedik’i Emre Aköz, üst perdeden açmış ağzını, yummuş gözünü...

Sabah gazetesindeki köşesinde bana isim vermeden "dansöz" demiş...

"Başbakan Erdoğan ile papaz olunca Cumhurbaşkanı Gül’e yanaşmaya çalışıyor" demiş...

"Gül ile Erdoğan’ın arasını açmak istiyor" demiş...

Kısacası demiş de demiş...

Madem öyle...

O zaman ben de kendisine bir şeyler diyeyim...

* * *

Yahu Emre Aköz!

Hiç farkında değil misin? Sen promosyon gezileriyle Türkiye’yi turlayıp otel, restoran yazarken, ben bugünkü iktidar çevrelerine çok yakın bir adamdım...

Ama sonra ne oldu?

Ne olacak?

Tam "nimetlerden yararlanma" aşamasına gelindi...

Sen yakınlaşmaktan medet umdun... Bense uzaklaşmaktan...

Sen yakınlaşarak kariyer yaptın... Bense uzaklaşarak...

Eğer ben, senin karakterinde bir adam olsaydım...

Senin bugün yakınlaşmaktan medet umduğun ve yakınlaştıkça da kárlı çıktığın iktidar sahiplerinden uzaklaşmaz, "Hadi bana eyvallah" demezdim...

Eğer iddia ettiğin gibi, "Tayyip Erdoğan’la papaz olunca hemen Abdullah Gül’e yanaşacak" karakterde bir adam olsaydım...

Onların yakın dairesinde kalırdım yahu!

Hem hiç belli olmazdı, belki bugün senin şu anda kalem oynattığın gazetenin başına bile getirirlerdi beni... Tepende olurdum yani...

Ama ben senin gibi, siyasi yakınlıklarla kariyer çıkışı yapan bir adam değilim ki...

Ben aklımın yattığı işleri gözetirim, iktidar sahiplerine yakınlığı değil...

Kısacası...

Hakkımda üst perdeden ahkam kesecek halin yok...

Çünkü...

Sen şu anda gidiyorsun... Oysa ben çoktan geldim...

Bu da benim kábusum

HERKESİN bir bittiği an vardır...

Mesela...

Bin sekiz yüz seksen kiloya çıksa dahi, "Tığ gibiyim ayol" beyanatları vererek, magazin medyasını çıldırtan Banu Alkan’ın bittiği an, gittiği bir kebapçı açılışında pantolonunun fazla kilolara isyan ederek patlamasıdır...

Şöyle bir düşündüm:

Acaba benim bittiğim an, hangi an olabilir?

İşte benim kábus senaryom:

Les Ottomans Hotel’de düzenlenen "Cadılar Bayramı" saçmalığının tam ortasına düşmek...

Bırrr.... Hafazanallah!

Ata ile malı götürenler

YAŞAR Nuri Hoca, "Allah İle Aldatanlar" diye bir kitap yazdı...

Emekli olduktan sonra ayda bir kitap çıkaran "onursal savcımız" Vural Savaş durur mu?

O da hemen "Hukuk İle Aldatanlar" diye bir kitap yazdı... Bence şu sıralar, "Ata İle Aldatanlar" adlı bir kitabın tam zamanıdır...

"Mustafa", "Sarı Zeybek" adlı ticari ürünlerin hem gişeden, hem sponsorlardan elde ettiği ya da edeceği yüklü hasılatı göz önünde bulundurursak, kitabın adı "Ata ile Köşeyi Dönenler" de olabilir...

Yiğit Bulut kardeşim, uyuma!

Haftanın beşi

HAYRÜNNİSA GÜL - 29 Ekim Resepsiyonu’nda ilk kez "bu sefer oldu galiba" dedirten bir kostümle arz-ı endam etmesiyle...

ABDULLAH GÜL - Yaşar Kemal babaya ödül vererek, Cumhurbaşkanlığı Özel Ödülü’nü onurlandırmasıyla...

KADİR TOPBAŞ - 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı cumhuriyetçilere bile parmak ısırtacak bir gayret ile kutlamasıyla...

TUNA KİREMİTÇİ - Medyada küslük olmaz ilkesine uyarak, bendenize "Bu akşam şurada çalıyoruz, istersen gel" diye mesaj göndermesiyle...

MÜJDE AR - Hüseyin Üzmez olayı karşısında söyledikleriyle, "Bazen Müjde Ar türü dobralığa ne de çok ihtiyaç oluyor" dedirtmesiyle...
AYŞE ARMAN

Ölünceye kadar bu utancı yaşasın


76 yaşındaki bir adam, 14 yaşındaki bir kızın orasında, burasında...

Islak bir fare gibi...

Değiyor, dokunuyor, dayanıyor, abanıyor, kokluyor, öpüyor...

Leş kargası gibi, kızın gençliği ve bedeniyle beslenmeye çalışıyor.

Bütün bunları da karşısındaki kızın rızası olmadan yapıyor.

Sorarım size...

Bundan daha zavallı, daha pespaye, daha düşük ne olabilir?

* * *

Hepimiz 76 yaşındaki bu adamla, 14 yaşındaki kız arasında yaşananları az çok gözümüzün önüne getirebiliyoruz.

Zaten o yüzden bu kadar tepki gösteriyoruz, isyan ediyoruz.

Özellikle biz kadınlar...

O kızın neler hissetmiş olacağını az çok kestirebiliyoruz.

Ve bu içler acısı durumdan iğreniyoruz.

Doğrusu da budur:

İğrenmek.

Ve...

Lanetlemek.

Ben ahlákçı bir insan değilim.

İnsanların karşılıklı rızaları varsa, ne halt ederlerse ederler.

Ama 14 yaşında bir kız, -Allah beni affetsin ama- fare gibi çirkin bir adamla, üstelik dedesi yaşında, yatağa girmez.

Burada, bir rızadan söz edilemez.

Bunun adı "cinsel taciz" bile değildir, resmen "tecavüzdür."

Beden fonksiyonları el vermediği için tecavüz edememiştir.

Bu yaşanan pespayeliğe ve zavallılığa imkan veren anne de, en az bu aşağılık adam kadar düşük ve iğrençtir.

Bu rezilliğe adı karışan kocayı, cezaevinden alırken pişmiş kelle gibi gazetecilere sırıtan eş de.

Psikolojik olarak zarar görmemiştir raporu veren Adli Tıp da.

Bu olayı örtbas etmek isteyenler de.

Ne biçim bir ülke olduk?

Bu utanmazlık sirkine, bu rezalete, dur diyecek hiç kimse yok mu?

* * *

Ben hep empati yapmaya çalışırım, sürekli herkese her şeye acırım, hatta bazen gereğinden fazla, olaya gerçekten "öteki" açısından da bakmaya uğraşırım, ama hayır bu vakada, bakacak açı- maçı yok.

Bu adamın Avusturya’daki sapıktan farkı yok.

Bazı şeyleri yapamazsın.

O kadar.

Yaparsan da, anandan emdiğin süt burnundan gelir.

Gelmeli.

Bunun affı- maffı yok.

Hiçbir erkek, bir kadına onun rızası olmadan dokunamaz.

Hele bir çocuğa...

Daha da rezil olan, bütün bunların din kisvesi altında yapılması, bir kesimin de bunu normal karşılaması.

Midem bulanıyor.

Hüseyin Üzmez davası sembol bir dava olsun, peşini bırakmayalım, bütün kadınları da bu mesele için mücadele etmeye çağıralım.

Emine Erdoğan, Hayrünnisa Gül mesela ne düşünüyor bu konuda?

Bir zahmet onların da seslerini duyalım.

Kadın kuruluşlarına nasıl destek verecekler?

Nimet Çubukçu’yu aradım bu meseleyi bir röportajda enine boyuna konuşmak için, çok meşgulmüş, yine arayacağım.

Kapanıp gitmesin bu mesele.

Hüseyin Üzmez adındaki o adam, hiçbir erkeğin böyle davranma hakkının olmadığını anlasın.

Ölünceye kadar da bu utancı yaşasın...

Hep o zihniyet

"Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’nin en çok nesini sevdim biliyor musun?" dedi bir arkadaşım. "Nesini?" dedim. "Bu müzede öpüşmek yasak değil, öpüşebilirsiniz diyor ya çok hoşuma gitti..."

Gerçekten de büyük sorun bu...

Nerede öpüşeceksin bu ülkede?

Zavallı gençler.

Zavallı sevgililer.

* * *

Siz ilk nerede öpüştünüz bilmiyorum.

Ben eski püskü bir apartmanın birinci kat balkonunun altında. Sürüne sürüne girdik oturduk oraya. Sanki o toz içindeki salak yerde oturmak çok normalmiş gibi. Sanki biz hep balkon altlarına girer otururmuşuz gibi. Bir an göz göze geldik. "Tamam hazırım" dedim. Gözlerimi kapattım ve bekledim, sevgilim de öptü beni. Dudaklarımız birbirine değdi o kadar. Yine de çok çok acayip hissettim ki kendimi, içimden "Yaşasın" dedim, "Sonunda ben de öpüşüyorum, tıpkı filmlerdeki gibi..."

* * *

Ama daha ne olduğunu anlayamadan...

İlk öpücüğün keyfini bile varamadan...

Kıkırdamalar duydum.

İstemeye istemeye gözlerimi açtım.

Aman Allah’ım!

Bizim mahallenin ve arka mahallerin bütün veletleri toplanmışlar, bize bakıp gülüyorlar, o zaman anladım dokunmanın, öpüşüp, koklaşmanın bu ülkede hiç ama hiç hoş karşılanmadığını...

Ya alay ederler ya da seni orospu ilan ederler.

Sürünerek girdiğimiz yerden sürünerek çıktık ve hızla oradan uzaklaştık.

* * *

Sonraki günlerde de kara kara düşünmeye başladık:

İyi ama biz nerede öpüşeceğiz?

Mami, "Arkadaşın eve oturmaya gelebilir" diyor ama...

Otur otur nereye kadar.

Biz öpüşmek istiyoruz, bizi kimse anlamıyor.

Öpüşecek yer yok.

Okulda öpüşemezsin.

Yasak.

Sokakta öpüşemezsin.

Yasak.

Parklarda banklarda otursan şüpheli şüpheli bakıyorlar, gençleri oralardan kovalıyorlar.

Piknik yerlerinde filan, delirdin mi sen, jandarma basıyor, kimlik soruyor.

Kabus yani.

Öpüşmeyi, aklından bile geçirmeyeceksin.

Bunun sebebini asla anlayamadım ben.

Neden gençlerin öpüşmesinden insanların bu kadar korktuğunu, rahatsız olduğunu da...

* * *

Serin apartman bloklarına giriyorduk öpüşebilmek için.

Asansörlere biniyorduk, 10. kata çık, sonra zemine geri in.

Hatta yüzmek bile öpüşmek için bir fırsattı.

Boş binalar, kimsenin olmadığı mekanlar, arkadaş evleri...

Suç işliyormuşsun gibi...

Suç mu öpüşmek?

Sevdiğin insanın elini tutmak, sarılmak.

Şimdi düşünüyorum da...

Yazık bize ya.

Böyle büyüdük bir nesil.

Bizden öncekilerin durumu, bizden de vahim.

* * *

Geçen gün, parkta gençlerin banklarda ele ele oturmasını, öpüşüp koklaşmasını engellemeye çalışan "Buranın aile parkına dönüştürülsün istiyoruz!" diyenlerin haberlerini okuyunca geldi bunlar aklıma...

Gençlerin dokunma hakkını elinden almak isteyen bir zihniyet.

Her şeye yasak getiren bir zihniyet

Seksi lanetleyen, kötü bir şey gibi sunan bir zihniyet.

Seksten korkan bir zihniyet.

Ama buna karşılık Hüseyin Üzmez gibi sapıkları normal karşılayan bir zihniyet.

Belki de bu yasaklar yüzünden böyle iğrenç adamlar çıkıyor.

Çocuklarımızı yetiştireceğimiz ülke bu ülke mi?

Düşündükçe acayip moralim bozuluyor.
[COLOR="red"] Çıplak ayaklı Cumhuriyet


29 Ekim geçti... Ama bir fotoğraf var ki...


Ruhumdaki resmi geçidini bir türlü tamamlamıyor.

O çıplak ayaklı koşucu bir türlü gitmiyor. Nefes nefese kalıyorum...

Batman’daki o cumhuriyet koşusunda..

Başı hafif yana eğik... Siyah saçları ve zeytin gözleriyle cumhuriyet için koşan o çocuk...

İşte o çocuk, içimdeki o mazlum soruyu ayaklandırıyor:

- 85 yıl sonra neden hálá cumhuriyet koşusu çıplak ayaklıdır?

Oysa, okul bahçelerindeki "Atatürk büstleri" önünde 85 yıldır şöyle demedik mi:

- Size emanet.

Nasıl?

- Emanet bir ayakkabı bile olmadan...

Ben bu fotoğrafa baktıkça o temiz yüzlü güzel çocuğun çıplak ayakları büyüyor.

29 Ekim bitiyor. Tören alanları boşalıyor. Dev askeri araçlar kışlalarına dönüyor. Siyah elbiseli büyük adamlar çekiliyor. Valiler makamlarına dönüyor.

Sonra bir sessizlik başlıyor. 29 Ekim gecesi. Sonra 30 Ekim. Törenler bitiyor...

Ama o çocuk bir türlü durmuyor... O dursa çıplak ayakları koşuyor...

Ve o öyle koştukça ben, boş tören alanlarında çırılçıplak kalıyorum...

Ter basıyor. Üşüyorum...

İKİNCİ YAZI

Her şeyi anlatan satırlar

ŞİMDİLERDE, eski CIA şefi Graham Fuller’in kitabını övüyorlar... Demiş ki: "Türkiye yüz yıl sonra yeniden büyük güç oldu."

O kitapta bir paragraf daha var. Ankara’nın eski CIA uzmanı şöyle diyor:

"Kemalist Türkiye, Müslümanlar ve özellikle Araplar ile Türklerin kadim bağlarının tümüyle reddini temsil etmektedir."

"Daha da ötesinde Kemalist Türkiye, İslam’ın bir din olarak aşağılanmasını..... Müslüman gücünün zayıf düşürülmesini temsil etmektedir."

İşte budur...

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının emperyalizme karşı mücadelesini ve çağdaş devlet projesini sürekli olarak "din düşmanlığı" gibi göstermeye çalışan kafa işte budur...

CIA kafası...

Bu kafa ve tespit, "ılımlı İslam modeli"ni ortaya atmıştır.

Kravatlı "snop"ların, Washington’da "çabuk yükselmek" için Potamak Nehri’ne doğru bakarak, "Müslümanlar nasıl ehlileştirilir" diye sordukları yerdir orası...

"İncil’e uygun Kuran... Emperyalizme uygun Müslüman" projesi böyle çıkmıştır.

Düşman Sovyet mi?

Türkiye’de Müslümanlığı destekleyin. Solcuları asın... Gladio’yu kurun. Afganistan’da Taliban’ı silahlandırın...

Düşman İran mı?

Türk ordusunu önemseyin. Dini ve etnik kimliği kullanın. Arabı Türk’e, Kürt’ü Türk’e...

Budur işte o kafa...

Kitabın adı Yeni Türkiye Cumhuriyeti... Fuller’in kitabını okuyunca "Bush kafası"nın, dini, etnisiteyi, gücü ve parayı kullanarak dünyayı ne hale getirdiği daha iyi anlaşılıyor.

Ne yazık ki, bugüne kadar dünyayı "siviller" değil, bu paranoyak "CIA kafalılar" yönetti.

ÜÇÜNCÜ YAZI

DTP’den arabuluculuk

ADI, "Kürt sorununa çözüm raporu"... Türkçe, İngilizce, Kürtçe basıldı. TBMM’de dağıtıldı. Yabancı büyükelçiliklere gönderildi...

20 sayfalık raporun teklifi ve sonucu şu iki cümledir:

- Anayasa’yı değiştir. Bölgesel meclisleri kabul et (örtülü federatif yapı). Askeri yumuşat...

- Ben de buna karşılık kanın durması için arabulucu olurum..

Bu rapor göstermiştir ki, terör bir pazarlık unsurudur... Ve satır aralarına gizlense de hakim teklif bir arabuluculuktur...

Diyor ki;

"Ortam oluştuğunda, (yani bu alternatif öneriler ve istekler yerine geldiğinde) ve ilgili güçlerin olumlu yaklaşımı geliştiğinde, (ilgili güç, yani asker yumuşadığında) arabuluculuk misyonu da üstlenebilecektir... (Yani ben de gider o zaman dağdakine silah bıraktırabilirim...)

Evet işte geldiğimiz nokta budur...

Bu raporu TBMM’de dağıtıyorlar. Basın toplantısıyla açıklıyorlar. Her şey apaçık ortada. Yani artık sınır ötesinde ne olduğunu anlamak için uydu istihbaratına filan gerek yok...

Uydu zaten kafamıza düşüyor...

DÖRDÜNCÜ YAZI

Barzani ile görüşülür

ZEYNEP Gürcanlı Washington’daki resepsiyonda Barzani ile görüşüp mesajı gönderdi:

- Türkiye ile görüşmeyi elbette istiyoruz...

Hemen ardından Çankaya Köşkü’ndeki 29 Ekim resepsiyonunda Dışişleri Bakanı Ali Babacan’a sordum:

- Barzani ile bir temas ve Irak’a gidilmesi için Dışişleri ne düşünüyor?

- Biz görüşülmesinin doğru olacağını değerlendiriyoruz.

Belli ki önümüzdeki dönemde Irak yönetimiyle ve Kuzey Irak’la çok önemli gelişmeler olacak...

İlk gelişme Cumhurbaşkanı Gül’ün Erbil’deki havaalanını açması...

Peki açmalı mı? Oraya gitmeli mi?

Babacan bir cevap vermiyor...

Ama o sessizlik bana "Evet, Bağdat’a gitmeli" der gibi...

BEŞİNCİ YAZI

Hükümete Libya teklifi

ÖNCEKİ hafta Müteahhitler Birliği Libya’ya bir gezi düzenledi.

Libya’da 80 milyar dolarlık bir yatırım olanağı var. Tek sıkıntı Türkiye’deki bankalar Libya’da iş yapacak yatırımcıya teminat mektubu vermiyor.

Rusya’da zaten sıkıntı başladı. Şu ana kadar Türk şantiyelerinden 10 bin işçi çıkarıldı yurda döndü. Ağır bir kriz geliyor.

Oysa Libya olanağı açık. Ama bir türlü teminat mektubu meselesi çözülmüyor. Oysa şu anda Libya lideri Kaddafi Rusya’da...

Rusya durumun farkına vardığı için oradaki dolara göz dikmiş durumda. Biz ise Rusya’daki şantiyeleri durdurup, Libya’ya "teminat"ı kapatıyoruz...

Peki kriz nasıl fırsata çevrilir?

Fırsat Çin, Alman, Fransız gibi dev firmaların kendi derdine düştüğü bir dönemde Körfez gibi, Libya gibi olanakları kaçırmamaktır...

ALTINCI YAZI

Kaybederse solda yeni bir tartışma

Artık açıkça belli... Murat Karayalçın’ın Ankara için koyduğu adaylık yalnızca bir belediye başkanlığı meselesi değildir... Ötesindedir...

Karayalçın şöyle diyor:

- Eğer Ankara’yı kaybedersek, yalnızca benim meselem olmaz. Bu her şeyi bitirir.

Şule Bucak’ın evinde Erdal İnönü’nün ölüm yıldönümü için düzenlediği anma gecesinde söylüyor Karayalçın bunu... (Şule yine operanın kıyısında güzel bir gece düzenlemiş.)

Karayalçın’a gelince;

Seçim için "Hukuken CHP’li oluyorum" diyor...

Mantık olarak SHP’yi bırakıyor ama kalben CHP’li olmuyor. İlginç bir durum.

Olayın özeti şu:

- Karayalçın eğer Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı alırsa bu seçim sonrası CHP’ye gelen eleştirileri durduracak. Ama kaybederse...

İşte o zaman bir yıkım... Yeniden bir sol tartışma doğacak...

Karayalçın’ın Baykal’la el sıkışması DSP’yi de boşa düşürüyor. Zeki Sezer’in yapacak bir şeyi kalmıyor. Bu birleşme karşısında, "bölen olmamak" için susacak. Çekilecek.

Bu nedenle Ankara’da Baykal-Karayalçın el sıkışması, sol için yerelin ötesinde bir anlam kazanıyor.

YEDİNCİ YAZI

4 milyar dolar ’denizaltı’na batmasın

SAVUNMA Sanayii Müsteşarlığı’nın önüne bir ihale geliyor. Türkiye’ye denizaltı alımı...

Bedeli yaklaşık 4 milyar dolar...

Peki bu krizde bu para verilir mi?

Verilmez. Geçen hafta yazdım. Ses çıkmadı. Türkiye IMF’den kredi almayı tartışırken bu kadar paranın verilmesinin bana göre tek bir tanımı vardır:

- Denizaltına para batırmak!...

Yapmayın, batırmayın...

SEKİZİNCİ YAZI

Yerel seçimde SP ve AKP

NUMAN Kurtulmuş Saadet Partisi’nin başına geçti...

Önceki gün sordum:

- Peki şimdi ne olacak? Yerel seçimde AKP ile örtülü ittifak olur mu?

Yeni Genel Başkan çok açık bir cevap veriyor:

- Kesinlikle böyle bir şey olmaz. Eşyanın tabiatına aykırı...

Eşyanın tabiatına aykırı sözünün anlamı şudur:

- AKP ile Saadet taban tabana zıttır...

Belki de bu yüzden Erdoğan IMF ile anlaşmayı imzalamıyor. İmzalasa tabanın öteki kıyısından şu ses yükselecek:

- Sizi gidi IMF’ciler sizi...

DOKUZUNCU YAZI

Doğalgaz zammı neden bu kadar

Doğalgaza gelen bu ağır zammın en önemli nedeni şudur:

- Hilmi Güler göreve geldiğinde Rusya’ya gitti ve doğalgaz anlaşmasını değiştirdi. Fiyatlandırmayı petrol üzerinden değil dolar üzerinden yaptı. Ve petrol fiyatları 160 dolara çıkınca fatura Türkiye’ye böyle yansıdı:

Yüzde 22 zam...
[COLOR="red"]3 Kasım 2008

Şükrü KÜÇÜKŞAHİN


Gül, Erdoğan’ın başını ağrıtacak


CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, yasama ve yürütmenin AB ile ilgili birimlerini buluşturmayı başından beri çok önemsedi.

Köşk’te 27 Ekim’de yapılan toplantıda CHP ve MHP temsilcilerinin bulunmasını özel olarak sağlayan da kendisiydi.

Toplantıda, CHP’li Onur Öymen, "AB’ye desteğe tamam da" deyip ekledi:

"Ulusal Program’da, dokunulmazlıkların sınırlanması, Adalet Bakanıyla Müsteşarın Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğinden çıkarılması niye yok?"

Öymen, Ulusal Program’da yer alan bazı konulara da itiraz etti:

Kıbrıs’la ilgili "egemen eşitlik" ibaresi neden çıkarılmıştı; "medeniyetler ittifakına destek" ifadesi, "Türkiye ayrı bir medeniyetin parçası" demek olmaz mıydı; "din özgürlüğü alanındaki eksiklikler" hangi eksiklikleri anlatıyordu?

Lobi faaliyetlerinde eksiklik gören MHP’li Osman Çakır da, "Hem Dışişleri Bakanı hem de Başmüzakereci olunmaz" dedi.

ÇOK İYİ BİR FIRSAT

Muhalefet temsilcileri söylediklerine bir tek yanıt alamamaktan dertli.

Kendilerini dikkatle dinleyen Gül ise açık mesaj verdiği inancında.

"Bazı düzenlemelerin içeriğine katılmamak muhalefetin en doğal hakkı; ancak, ilke olarak ters düşmüyorsa, AB için zorunlu olan yasaları bir an önce TBMM’den geçirelim" sözlerinin adresi daha çok CHP ve MHP’ydi.

AB İlerleme Raporu da gösteriyor ki şu anda devlet zirvesinde konuyu önemseyen tek isim olan Gül, şu sözlerindeki hedef ise sadece CHP’ydi:

"Önümüzdeki çok iyi bir fırsat, bunu heba etmeyelim. Şöyle düşünelim: Bu süreçte atılacak adımlar çıkarlarımıza ters mi, değil mi? Ters değilse, yapalım. AB standartlarını yakalamış bir Türkiye, kötü mü olur? Standartları yakalayalım sonrasına bakarız; gireriz veya girmeyiz, o karar bizim."

Doğrusu kimse de bu toplantıdan can alıcı bir sonuç çıkmasını beklemiyordu; ama Gül, iki tarafı da bir araya getirerek 2005’ten beri uyuma sürecine terk edilen AB hedefini yeniden öne aldırmak istedi.

KEŞKE ERDOĞAN DA OLSAYDI

Bu noktada TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın, "Gerekirse hafta sonları da çalışır, yasaları çıkarırız" demesini çok önemsedi Gül.

Ancak herkesten daha iyi Gül bilir ki, bu yasaların öncelik alması doğrudan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın istek ve inanmasına bağlı.

Köşk’teki masa etrafında buluşanların da, "Keşke Başbakan da burada olsaydı" diye içinden geçirmemiş olduğunu düşünemeyiz.

Başbakan, programı elvermediği için toplantıya katılamadı; ama Gül’ün, ilk buluşmada bütün detayları kendisine aktarıp, yapılması gerekenler için "ensesinde boza pişirebileceğinden" kuşku duymamalı.

Aslında, Gül’ün bu bozayı bugüne kadar her fırsatta pişirdiğine inanırım.

Dilerim yanılıyorumdur; çünkü Gül’ün bütün çabasına karşın AB konusunda ileri adım atmayan bir Erdoğan varsa, bu rüya bitmiş demektir.

NOT: RTÜK üyesi Mehmet Dadak, bir hayat kadınının otel ücretini kuruma ödettirmediğine dair teftiş raporunu gönderdi. Ödemeyi, RTÜK ihalesiyle organizasyonu üstlenen firma yapmış. Ne iyi bir aklanma! Demek ki RTÜK ihalesi ekstraları da ödeyecek kadar yüksek rakamlı. Acaba Zahid Akman, bunu birine inceletebilir mi? Firmayı iyi tanıyan bir RTÜK avukatı da olabilir!