Pir Zöhre Ana Forum

Tam Versiyon: Köşeli Yazılar...
Şu anda arşiv modunu görüntülemektesiniz. Tam versiyonu görüntülemek için buraya tıklayınız.
Gaziler...



MİLLETVEKİLLERİNİN kendilerini de "gazi" sayarak, gazilerin sağlık haklarından yararlandıklarını medyadan izlemişsinizdir.

(.......)

Ve o gün başkan oturumu, "Sayın gaziler" diye açtı. "Milletimiz size minnettardır" dedi.

"Gaziler" bir ağızdan "Vatan sağolsun" dediler.

Başkan:

"Efendim şarapnel parçası ile yaralandık diyerek öyle topal topal yürümeniz gerekmiyor sayın üyeler... Yasa geçmiştir, gazi olmanın gereklerini yerine getirme hassasiyetinizi anlıyorum ama bu koltuk değnekleri ne oluyor?.."

"......."

Başkan:

"Arkadaşlar, iç tüzük bakımından hatırlatmam zarureti doğmuştur, ikide bir de bir ağızdan ’Burası Muş’tur, yolu yokuştur’u okumanız da başkanlık divanı tarafından uygun görülmemektedir..."

"......."

Başkan:

"Sayın gaziler, sayın gaziler... Efendim her tokmağı vurduğumda ’Düşmanın havan topu taarruzu başladı’ diyerek aşağıya yatmanız usule aykırı. İşte bakın vuruyorum, neresi havan topu?.. Ayrıca genel kurul salonunda görevli odacı arkadaşlara ’parola’ sormanızın da bir manası bulunmamaktadır..."

"......."

Başkan:

"Rica ederim sayın gazi, sayın gazi... Efendim 276 kilo top mermisini kaldırıp topa sokmayı temsilen Maliye Bakanımız Sayın Unakıtan’ı ikide bir de sırtınıza alıp salonda gezdirmeniz uygun düşmemektedir efendim..."

"......."

Başkan:

"Sayın gaziler, bilhassa rica ediyorum efendim; Cemil Çiçek Bey’e ’Teğmen Korkmaz’ deyip durmayın...Şurada hepimiz gaziyiz... Burda mayın ne arasın arkadaşlar... Öyle her adım atışta ’mayına bastım’ diyerek bağırmanızı da anlamış değilim..."

"......."

Başkan:

"Rica ederim acele etmeyiniz, çocuklara mama yardımından siz sayın üyelerin yararlanması için ise Çocuk Esirgeme Kurumu Yasası’nın gelmesini bekleyeceğiz arkadaşlar... Lütfen o zaman da altınıza bez bağlayıp gelmeyiniz... Geriye kalıyor diş protezi yardımından yararlanmanız ki, onu da Karpuzculuğun Islahı Yasası içine koyduk mu....."


Bekir Coşkun


Bundan altmış sekiz yıl önce başlamıştı Aydınlanma yolculuğu…

Köylü çocuklar kendi yerellerine en yakın okullarda kızlı erkekli eşit şartlarda eğitim görerek, iş üzerinde öğrenerek gittikleri köyleri aydınlatacak, canlandıracaklardı…

Bu çalışmaların başlamasına neden olan önemli koşullar vardı.

Yoksulluk ve savaş koşullarının ardından Cumhuriyet ilan edildiğinde yaklaşık 340 bin okuryazarımız vardı. Bu Okuryazarların yaklaşık 34 bini %10’nu kadındı. Büyük savaşlardan zaferlerle çıkan Mustafa Kemal Atatürk “Asıl savaşın cehaletle savaş” olduğunu açıkça ifade ederek zaman kaybetmeden halkı okuryazar yapacak devrimlere girişmişti.
Özellikle 3 Mart 1924’te çıkarılan, Öğretim Birliği Yasası, 1 Kasım 1928’de kabul edilen Yeni Türk harfleri halkı okuryazar yapmak için önemli adımlardı.

1935 yılına gelindiğinde, Türkiye'nin nüfusunun yaklaşık yüzde 80'i köylerde yaşıyordu. 40 bin köy vardı ve bunların 35 bininde okul yoktu.
Köylerimiz okulsuz, öğretmensiz, insanlarımız eğitimden yoksundu.

Kentler ve köyler arasında, kızlar ve erkekler arasındaki eğitimsizlik uçurumu köy enstitülerini ortaya çıkaran önemli etkenler olmuştu.

Köy Enstitüleri köyü içten canlandıracak alışılmış yöntemlerin dışında öğretim programları uygulayan; öğretim ilkesi olarak; “İş İçinde, iş aracılığı ile üretim için eğitim” ilkesiydi.

Önce eğitmen kursları açıldı, hemen ardından köy öğretmen okulları.

17 Nisan 1940'ta çıkarılan 3803 sayılı yasa ile kurulan Köy Enstitüleri kapatılacağı güne kadar açılan Köy Enstitüsü sayısı 21 ulaşmıştı.


Köy Enstitüleri eğitim-öğretim modelinin fikir babası Mustafa Kemal’in kritik anlarda verdiği önemli kararlardan biride özellikle Köy Enstitülerinden önce kurulan Eğitmen Kurslarının Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’a öneren de Mustafa Kemal’dir. Mustafa Kemal, eğitimi süs olmaktan çıkarıp yararlı bir iş olmasını önermiştir.

Ancak Köy Enstitülerinin kuruluşunu gerçekleştiren "Benim en büyük eserim köy enstitüleridir." diyen Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'dür.

Milli Eğitim Bakanları, Saffet Arıkan ve Hasan Âli Yücel, Kurucusu, kuramcısı ve uygulayıcısı İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ve arkadaşlarıdır.

Köylere aydınlık taşıyan öğretmenler…

Enstitüde çağdaş ve demokratik iş eğitimi alan öğrenciler kısa sürede ülke yönetimine katıldı. Köy Enstitülü öğrenciler görevli olarak gittikleri köyleri içeriden canlandıracak köy öncüleri oldular.
Enstitüde kazandıkları okuma alışkanlığı sayesinde kendilerini sürekli yenilediler ve geliştirdiler.
Enstitüde aldıkları demokratik eğitim, eleştiri, özeleştiri yapabilen özellikleriyle haksızlıklara karşı çıktılar...
.
17 bin mezun veren enstitü mezunları görevli olarak gittikleri köylerde öğretmenlik dışında, birçok alanda da başarı kazandılar.

İş içinde yetişen ve köyü içinden canlandırmak için yetiştirilen köy önderleri yaptıkları, söyledikleri, yazdıkları ve çizdikleriyle aydınlanmanın tohumlarını atmaya başladılar.

Aydınlanan Anadolu köylüsünü yönetemeyeceğini anlayanlar harekete geçti. Köy Enstitüleri kurulurken oylamaya katılmayarak tepkilerini gösteren bazı milletvekilleri açıktan Köy Enstitülerine karşı tavır almaya başladı. Köy Enstitülerine karşı korkunç bir karalama kampanyası başlatıldı. Köy Enstitülerine saldırılara karşı CHP içindeki tutucu milletvekilleri de katkı sağladı. 1946 seçimleri sonucu yeni açıklanan kabinede Hasan Âli Yücel Milli Eğitim Bakanı olarak yer almadı. Onun yerine tutucu ve gerici bir politikacı olan Reşat Şemsettin Sirer Milli Eğitim Bakanı oldu. Sirer İsmail Hakkı Tonguç ve arkadaşlarını görevden aldı. Enstitünün özgür okumaya, üretim ve eleştiri gibi özgün ilkelerine son verildi. 1948'de Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı. 1954'te de bu okullardan köy enstitüleri adı kaldırıldı.

Köy Enstitüleri deneyiminin yaşanmasında emeği geçen Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Saffet Arıkan, Hasan Ali Yücel, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç olmak üzere köy enstitülerini kuranları, köy çocuklarına eğitim veren öğretmenlerimizi saygı ile anıyoruz.

(Bu yazının oluşmasında sağladığı önemli kaynaklardan dolayı Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Atıcı’ya sonsuz teşekkürler.)

Aydın İleri- gercekgundem.com


[Resim: 196.jpg][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Vallahi ben nihayet Nimet Çubukçu’nun sesini duyduğumuza sevindim. İyi ki Başbakan “3 çocuk”tan söz etmiş.
Çocuklara, hem de devlete emanet edilmiş, kendi sorumluluğundaki Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu yuvalarında kalan kimsesiz çocuklara tecavüz edildiğinde sesini duyamıyoruz.
Kızlar, kadınlar tecavüze uğrar, öldürülür, töre cinayetleri işlenir, kadınlar Anayasa taslağında özürlü vatandaşlarla birlikte “korumaya muhtaç varlıklar” sınıfına konur, Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı’nda kadınlar aleyhine değişiklikler yapılır, onlara verilen yardımlar kaldırılırken de duyamıyoruz.
Köşelerden “İlgili Bakan nerede” diye sorduğumuzda yine sesi çıkmıyor.
Amaa... Başbakan ne zaman ki “3 çocuk yapın, bunda ısrar ediyorum” diyor, işte o zaman birden Bakan Hanım “aile ve çocuk” konusunun kendisiyle ilgili olduğunu hatırlıyor ve konuşmaya, hatta kavgaya başlıyor.
Bu milletvekili ve lider kavgaları kadar nefret ettiğim bir şey yoktur, onun için de hiç ilgili yorum yapmamaya çalışırım.
Daha önce de yazdım CHP Milletvekili Canan Arıtman’ın, katıldığı her tartışmada üslubunu bir milletvekili için gereğinden fazla sert ve agresif buluyorum. Eğer “konuya dikkati ancak böyle çekebileceğini” düşünüyorsa onu bilemem.
“3 çocuk” konusunda söylediklerinin büyük kısmı doğru olmasına rağmen örneğin “vatana ihanettir” vurgusunun hiç gereği yok.
“Kadın düşmanlığıdır, bilim bilmemektir, daha çok çocuk daha çok yoksul, işsiz demektir. Daha çok erzak torbası, daha çok oy içindir” demiş, bunların hepsini bir siyasetçi söyleyebilir, benzer tepkiler basında da yer alıyor ve yeterli...
Arıtman’ın sözlerine karşılık “konuşmaz bakan” Çubukçu da geri kalmamış ve cümle aleme iki rakip partinin kadın milletvekillerinin demokrat şekilde (!) nasıl tartışması gerektiğini bir de o göstermiş:
“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma özelliğine sahipsin. Herhangi bir bilgisi olmadan fikir beyan edenlerin durumuna düşüyorsun” demiş.
Kendisinin bilgi sahibi olduğunu kanıtlayabilmek için de 2050 yılına kadar 0-14 yaş grubunun 20.2 milyondan, 17.1 milyona gerileyeceğini filan rakamlarla vermiş.

ÖNCE HER ÇOCUĞA BURS BULUN!

Oysa Canan Arıtman’ın söylediklerinde hata yok. Bugünün Türkiye’sinde daha çok nüfusun daha kalabalık yoksul, işsiz, eğitimsiz kitleler demek olduğunu, en iyi üniversitelerden (girmeyi ‘senelerce dershane parası dökerek’ başaranlar tabii) mezun gençlerin işsiz gezdiğini, milyonlarca açlık sınırında insanımızın yaşadığını bilmeyen, ya da inkar edebilen yok.
Nimet Çubukçu Atatürk’ün “Efendiler, nüfus bir milletin en hayati sorumluluklarından biridir” sözünü hatırlatmış. Atatürk bu sözü söylediğinde Türkiye nüfusu 15 milyondu (Bkz: 10. Yıl Marşı), şimdi 70 milyonun üstünde....
Atatürk bugün olsaydı (Nur içinde yatsın Cemal Kutay, bu isimde bir kitap yazmıştı), hiç şüphesiz tamamen farklı bir söz söylerdi.
“Aklınızı başınıza toplayın, önce mevcut nüfusu doyurun, eğitin, kendi çocuklarınıza yaptığınız gibi bütün çocuklara burs ve iş alanı bulun, doğurup sokaklara salmayı öğütlerseniz binlerce sorunla karşılaşırsınız” gibi mesela...
Bu şartlar altında nüfusu arttırmaya teşvik ettikleri takdirde 2050 yılında genç nüfusun 3 milyon gerileyecek olması önemsiz bir detay olarak kalacak.
Kessinler artık bu “3 çocuk” tartışmasını!

*****

RTÜK uyarısına hukukçulardan destek!

Hazırladığım TV programına RTÜK’ten gelen haksız uyarıyı anlatan yazılarımla ilgili birçok hukukçudan hem kutlama, hem destek telefonları, mesajları geliyor.
Gösterdiğim tepkide çok haklı olduğumu, RTÜK’ün bu tür uyarılarla kapatma, durdurma korkusu yaratarak canlı yayın haber programları üzerinde baskı oluşturduğunu, bu baskının Demokles’in kılıcı gibi her an hissedileceğini, yapılanın “belirsizlik yaratarak basın özgürlüğünü kısıtlama” olduğunu söylüyorlar.
Bir de “Bu kadar önemli bir ceza verilirken mutlaka mahkeme kararı olması gerektiğini”... Ben de aynı şeye inandığım için Kanal’dan idare mahkemesine dava açılmasını istedim.
Gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gidip “basın özgürlüğü açısından RTÜK’ün yetkilerini” tartışacağım.

Ruhat Mengi-gazetevatan.com

] Kafa çalışıyor akıl yok...


KAFALARI çalışıyor:

İktidarın adamları, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) kapatma davası konusunda "Türkiye’yi eleştiren bir bildiri yayınlamasını" istediler.

Gizli tezgáhlarıydı bu, kafaları çalıştı.

Dönüp "Bakın, AKP’ye yapılanın çok ayıp olduğunu AB de söylüyor" diyeceklerdi.

Kafaları çalıştı; ama akılları yoktu.

Çünkü bu türlü pis tezgáhların gizli kalmadığı bilinen AKPM’nin Başkanı Luiz Maria De Puig, medyaya yaptığı açıklamada "Bildiriyi yayınlamamızı Türk heyeti istedi" deyince kepazelik ortaya çıktı.

*

Eli kulağında, bildiri bugün-yarın yayınlanacak.

Böyle bir bildiri yayınlanmasının -içeriği ne olursa olsun- elbette kimi sonuçlara ve etkileri olacak.

İlk etkisi; duyan bir Batılının gözünde, Türkiye’nin yeterince adam gibi bir devlet olmadığıdır.

Yeterince demokrat...

Yeterince medeni...

Ve AB’ye girmeyi yeterince hak etmeyen, işte böyle hukukun olmadığı bir uyduruk ülke...

Bunun böyle olmasını isteyen kim?..

Türkiye’yi yöneten iktidar...

*

Türban için ülkesini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne veren kişinin Cumhurbaşkanı yapılmasında, ya da Başbakan’ın Batılılara cumhuriyetimizi şikáyet etmesine "O eskiden olmuş" deyip geçiştirenler, şimdi ne diyecekler?..

Ama bu daha önceki gün oldu:

Türkiye’yi yönetenler, AB’nin Türkiye aleyhine bildiri yayınlamasını istediler...

O hálá görmeyen, anlamayan, idrak edemeyen, farkına varamayan, akılsız kafa ne der bilemem. Ama siz söyleyin; ele-áleme "aleyhimize bildiri yayınlayın" diyen bir başka iktidar var mıdır yeryüzünde?..

Rezalet bu...

Kepazelik...

Türkiye’ye bu kötülüğü kim yapabilirdi?..

Akıllarınca Türkiye aşağılanırken, kendileri güçleneceklerdi ve kazanacaklardı.

Kafaları çalışıyor, akıl yok...

Bir de biraz olsun utanmak...


BEKİR COŞKUN
[Resim: 9.gif]
Benim oyum matadorun oyuyla bir mi?

TBMMde göbekli göbekli adamların "Konuşma lan aşşağılık şerefsiz hıyar" diye birbirlerine tekme tokat girmesiyle, İspanyada 9 zarif kadının bakan olması, aynı günlere denk geldi.

*

Sosyal Güvenlik Yasasının en büyük darbeyi kadınlarımızın sosyal haklarına vurmasıyla, İspanyada Sosyal Haklar Bakanlığının bir kadına verilmesi de...

Aynı gün.

*

Onlar, Savunma Bakanlığını 7 aylık hamile kadına verdi... Biz, kadınlarımızın "emzirme yardımı"nı kestik.

*

Onlar, dul kadını Kamu Yönetimi Bakanı yaparken... Biz, kadınların bırakın çalışmasını, yeniden evlenmesine bile gıcık olduğumuz için "dullara çeyiz yardımını" iptal ettik.

*

Mesela, Eşitlik Bakanı var; kadın...

Farz edelim çıkıp gelse Türkiyeye, "eşit" muhatabı kim olacak?

*

Bizde "Yuvayı dişi kuş yapar" diye atasözü var ama, "dişi" Konut Bakanı onlarda... Vazgeçtik kadın bakandan, konut tapuları bile erkeklerin üzerine.

*

Bilim Bakanı var; kadın... Bizde zaten öyle bir bakanlık yok! Gerek de yok...

Bilim işine ulemalar bakıyor.

*

Zil, şal ve...

Gülümüz bile bıyıklı.

*

Medeniyetler İttifakının eşbaşkanı iki ülke... Bir tarafta, kız çocuklarını evlat edinip, pilot yapan, sanatçı yapan, öğretmen yapan, taaa 1934 te seçme ve seçilme hakkı veren vizyoner liderin "demokratik cumhuriyet"ini getirdikleri yer... Öbür tarafta, "yarı monarşi" yönetimin geldiği yer.

Yılmaz Özdil
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) beklenen bildirisini yayımladı.


Özü şu:


“AKP kapatılamaz!”


AKPM’yi kutluyoruz, AKP’den çok iyi takıyye yöntemleri öğrenmişler! Bildirinin açıklanma biçimini değiştirerek hem kurumsal sorumluluk almamış oldular, hem de AKP’yi bir ölçüde tatmin etmenin mutluluğunu yaşadılar.
Önce bilgiler, açıklamalar ve kulisler ışığında olayın öyküsünü aktaralım:
Anayasa Mahkemesi’nin AKP davasını resmen gündemine almasıyla birlikte AKP yönetimi temel yollardan biri olarak, Avrupa kurumlarını Türkiye kurumlarının üzerine salmayı benimsiyor.


Bunun ardından Türkiye’ye ‘ AB ‘a altından sopa gösteren bir dizi açıklama geliyor. Yetmiyor; AKPM’nin de devreye sokulması için çaba harcanıyor.
AKPM’nin başkanı da mademki Türk heyeti bizden AKP’nin kapatılmasına karşı çıkan bir açıklama istiyor. Başkanlık olarak bir bildiri yazar, açıklarız, diyor.


Durumun bildiri yayımlanmadan ortaya çıkması üzerine, AKP hemen kenara çekiliyor. AKPM de başkanlık bildirisi yerine, tek tek üyelerin altına imza attığı, hiçbir yaptırımı olmayan bir açıklama yapılmasını kararlaştırıyor.


***


Girişte özünü aktardığımız AKPM bildirisinde şunlar vurgulanıyor:
1- Yargı bağımsızlığına saygımız var ama çoğulcu demokrasinin çalışması için örgütlenme ve ifade özgürlüğü de önemlidir.
2- Anayasa Mahkemesi’nin davayı kabul etmesi kaygı uyandırmıştır.
3- Bu durum Türkiye’de reformların devam etmesi gerektiğini ortaya koymuştur.


Yeniden altını çizelim; bu bildiri AKPM’nin resmi görüşü niteliği taşımıyor, sadece altına imza atan demokrat, sosyalist, liberal her kesimden 21 milletvekilini bağlıyor.


Bu, AKP’nin istediği durum değildi! Açıklama “AKPM’nin temel değerleri” diye başlayıp, Türkiye’yi yerden yere vuran bir nitelik taşımalıydı ki, işe yarasın!


AKPM Başkanı, bildiri yayımlamasını isteyen Türk heyetinin kendisini Türkiye’ye davet ettiğini, Türk parlamentosunun konuğu olarak gelebileceğini söylemişti.


Bakalım, işin bu yanını nasıl bir açıklamayla kılıfına uyduracaklar! Çünkü TBMM Başkanı Toptan ‘ın böyle bir davetten haberinin olmadığı anlaşıldı!


***


Olayın kamuoyunda “tam bir rezalet” olarak algılanması üzerine AKP’liler açıklama üstüne açıklama yapıp “Biz istemedik” diyorlar. Son açıklama Başbakan’dan geldi. Dün Mudurnu dolaylarında görülen Erdoğan , aynen şöyle dedi:

“Bu iddiaların hiçbirinin ispatı söz konusu değil… Komisyonlar böyle bir bildiriyi hazırladılar veya belki imzaya açtılar… Bizim arkadaşlar bizim tarafımızdan böyle bir şeyin talep edilmediğini söylüyor.”


Her şey bir yana, eğer Erdoğan doğru söylüyorsa, Türk heyetinin AKP’li başkanı böyle bir istemde bulunmamışsa çıkar gazetecilerin karşısına, yapar açıklamasını:

“Bizim AKPM’den bir beklentimiz ve bildiri istemimiz yoktur. Bildiri yayımlamalarına karşıyız. Biz kendi sorunlarımızı kendimiz çözeriz. Kurucusu olduğumuz bir kurumun bize yönelik haksız eleştirilerine katılmıyoruz…”


Buyursunlar, böyle bir açıklama yapsınlar…


Yapamazlar!


Bu duruma hukukta şu adı veriyorlar:


Suçüstü!


[COLOR=RoyalBlue]Mustafa Balbay
YILLARCA parlamento muhabirliği yapmış birisi olarak adam dövücüleri yakından tanımışımdır.Meclis’in adam dövücülerinin en büyük özellikleri, hiçbir zaman kürsüye çıkmamış ve konuşmamış olmalarıdır, bu nedenle adam döverler.


Bu, düğünlerde şarkı ya da şiir patlatamayan Türk erkeklerinin tabanca patlatması gibi bir şeydir.


Gerektiğinde konuşmaları gerektiğini bilirler, ağızları ile konuşamadıkları için yumruklarını konuştururlar adam dövücüler.


Ben onları tanırım.


*


(Bu yazıyı dün TBMM’de iktidarın adam dövücüleri tarafından dövülen Kamer Genç için yazıyorum. O tek başına muhalefet boşluğunu dolduran ve muhalefet partilerinden de daha iyi muhalefet yapan birisidir. İktidarı eleştirip sonra onlarla birlikte oy kullanan, resepsiyonlarına-sofralarına koşup oturan, kaypak ve ikiyüzlü birisi değildir. Bu yüzden canını zor kurtarmıştır adam dövücülerin elinden.)
*
Dönüyorum adam dövücülere:


Adam dövücülerin adam dövme işleri, memleketin durumuyla ters orantılıdır. Memleketin durumu bozuldukça adam dövücülerin durumu düzelir.


Çünkü laf bitmiştir.


Başbakanlar, bakanlar, iktidardakiler laf bulamadıklarında, işte o zaman adam dövücü yerinden kalkar.


İki elini yumruk yapıp, sancak ipi çekme pozisyonunda hızlandırarak ilerler.
Önünde oluşan barikatı aşmak için ise, sağ ayağını kaldırıp en yakın üyenin boynuna koyduktan sonra, sol ayağını da diğer en yakın üyenin boynuna yerleştirir. Ki bu parti grubu nereye giderse sırtlarında oraya gitme olanağı sağlar onlara.


Bir diğer pozisyon:


Adam dövücü ters dönerek domalır.


Sağ-sol kalça darbeleri ile barikatı aşıp dövülecek kişinin önüne kadar ilerler.


Burada yanlış yön tayini ile divan kátibinin önüne gidip durma yanlış anlaşılacağından, alttan bakarak hedef kontrolü önemli bir noktadır.


(…….)


Ne bileyim ben?..


Son tespit; bir iktidarın milletvekilleri Meclis’te adam dövmeye başladıklarında…


O iktidar bitmiştir.


Bu kadar…



[COLOR=RoyalBlue]Bekir Coşkun