13/02/2008, 19:26
Sayfalar: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109
13/02/2008, 22:30
ŞahımMerdan yazdı:"Istırap...
Dün, bizim gazete nostalji yapmış...
Demirel manşet.
"Halk bölündü, ülkenin huzuru bozuldu, büyük ıstırap içindeyim, fevkalade üzgünüm" demiş.
*
Bi nostalji de ben yapayım.
Yazmıştım... Gene yazayım.
*
536 imam hatip lisesinin 327’sini tek başına açarak, erişilmesi adeta imkánsız bir rekor kıran kimdir?
a) Barack Obama.
b) Veli Küçük.
c) Maldonado.
d) Muhtar Kent.
e) Süleyman Demirel.
"Hákim kılınacak olan şeyler, İslam’ın getirdiği ana kaidelerdir, sünneti seniyyedir" diyen kim?
a) Sünnetçi Kemal Özkan.
b) John Rambo.
c) Hidayet Türkoğlu.
d) Bart Simpson.
e) Süleyman Demirel.
"İmam hatipler, imam yetiştirsin diye açılmadı. Dinini bilen doktorlar, avukatlar, mühendisler olsun diye açıldı" diyen toplum mühendisi kim?
a) Cemil İpekçi.
b) Jack Bauer.
c) Burhan Altıntop.
d) Çinturato Pirelli.
e) Süleyman Demirel.
"Müslüman bir ülkede, dinini bilen insanlardan niye korkuluyor ki" diye soran mütedeyyin isyankár kim?
a) Haile Selasiye.
b) Paris Hilton.
c) Memati.
d) Amy Winehouse.
e) Süleyman Demirel.
"Türkiye, laikliği dinsizlik olarak anlamış" diyen felsefe insanı kim?
a) Charles Bukowski.
b) Ayn Rand.
c) Alexandr Sergeyeviç Puşkin.
d) Acun.
e) Süleyman Demirel.
Türkiye’nin usul usul getirildiği "ıstıraplı" noktada, laikliği savunacak belki de en son kişi kimdir?
a) Justin Timberlake.
b) Recep İvedik.
c) Kostas Karamanlis.
d) Shrek.
e) Süleyman Demirel."
Yılmaz Özdil (gerçekgündemden alıntı)
Ne acı değil mi Atatürk Türkiyesinde, O'nun en değer verdiği ilkelerden birine "Laikliğe" Laikliğe düşmanlar yön veriyor...
Ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar, ne yaptıklarının kendileri de farkında değiller, ülkeyi karışıklığa sürüklüyorlar diye düşünüyoruz; komik karikatürler, komik sloganlarla yaptıkları şeylerin kara-mizahi yönünü birbirimize göstererek onları küçük görüyoruz biz...
Ama onlar yılmadan ilerliyorlar hatta idamı bile göze alarak...Niye mi?
Çünkü sıkıya sıkıya bağlılar birbirlerine, ümmetlerine, köklerine...
Çünkü aslında farklılıklardan nefret ediyorlar ama ümmet idealini gerçekleştirebilmek için her yolu mübah görüyorlar...
Çünkü Allah bu yolda onları en yüksek mertebeye ulaştırır zannediyorlar...
Çünkü bu görevi "Allah" tan alınmış bir "Kut" gibi görüyorlar...
Çünkü güçlü olmak istiyorlar, yeşil sermaye ülkenin dört bucağına ağlarını bir daha temizlenememek üzere sardığında pastadan pay almak istiyorlar...
Çünkü onlar bu ne bu ülkeyi, ne ayrım gözetmeksizin Anadolu halkını, ne de bu cumhuriyeti seviyorlar...
çünkü...çünkü...uzar gider...
ama hakkını verin bu belediyecilerin yöntemi çok -etiksiz- ama etkili...
Harika bir yazı, süper bir analiz....
Emeğine sağlık canım...
14/02/2008, 20:51
AKP iktidarı ile Doğan Grubu arasındaki kayıkçı kavgasını gülerek, neşemizi bularak izliyoruz! Evet, bunun adı dostlar alışverişte görsün misali, kayıkçı kavgasıdır. Yarın öbürgün biter, unutulur gider, Doğan Medya Grubu AKP iktidarına destek vermeyi, yıllardır olduğu gibi aynen sürdürür.
Bu olaya şimdi kapışmış görünen iki taraf açısından bakmakta yarar görürüm.
1 - AKP iktidarı ve Recep Tayyip açısından: Bunlar 2002 yılında iktidar olduktan sonra, Doğan Grubu’nun inanılmaz desteğini gördüler. Ucuz döviz gerçeği, AB masalları, özelleştirme beklentileri vesaire!..AKP iktidarı en büyük desteği onlardan gördü. (Yüreklice eleştiri yazabilen az sayıdaki köşe yazarı arkadaşımı tenzih ederim.)
Recep Bey mantığını ve belleğini herhalde yitirmedi. Doğan Grubu gazete ve televizyonlarının günümüz dahil geçmişte yaptığı yayınlara bir kez daha baksın. Kendisine ve iktidarına nasıl övgüler düzüldüğünü, nasıl göklere çıkarıldığını, hoşuna gitmeyecek haberlerin nasıl hasıraltı edilip çöpe atıldığını, “Aman üzerimize gelmesinler” anlayışıyla özellikle kendisi, Maliye Bakanı ve TMSF için nasıl dokunulmazlık sağladıklarını anımsasın.
Burada kendisine düşen görev, yatıp kalkıp Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök başta olmak üzere hepsine, son 5.5 yıl için dua ve teşekkür etmektir. Böyle bir ballı börek Türkiye’de hiçbir iktidara nasip olmamıştır.
Şimdi kalkmış Doğan Grubu ile horoz dövüşü yapıyor, ağız dalaşına giriyor. Çok ayıp, çok!..O grup sıkmabaş tantanası bitince yine övgüler düzmeye başlayacak, devran yine eski devran olacak. Niçin?..Çünkü değil Doğan Grubu, hiçbir güç şu andaki tek parti iktidarını sürekli karşısına alamaz. O medya gruplarının bütün ipleri iktidarın elinde. İki yasa çıkarır, POAŞ olayında olduğu gibi üzerlerine birkaç müfettiş gönderir ve karşı tarafı yere serer.
O nedenle, Recep Tayyip fazla heyecanlanmasın. Beş yılı aşkın süredir ilk kez Doğan Grubu ve Hürriyet kendisine karşı bir çıkış yaptı, onları hoşgörsün! Hiç kuşkusu olmasın, bu çıkış en kısa sürede sona erecek ve göstermelik muhalefet sona erecektir.
X X X
2- Doğan Grubu ve Hürriyet açısından: Hürriyet’te iken Ertuğrul Özkök isimli arkadaş bana sürekli bastırırdı: “Aman hükümetin üzerine fazla gitme, zor durumda kalırız.” Yazılarım bu doğrultuda makaslanırdı. “Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi” kitabımda bunları ayrıntılı olarak anlattım. Ben hırsızlıktan, yolsuzluktan, ahlaksızlıktan kovulmadım.
Ama bütün Hürriyet çalışanları –köşe yazarları dahil- bunların tutumunu eleştirdikçe, Ertuğrul şu eklemeyi de yapıp ağızlara bir tutam bal çalardı: “Merak etmeyin beyler, biz günün birinde bunlarla mutlaka papaz olacağız!”
Eğer şimdi papaz oluyorlarsa, çok geç kaldılar. Atı alan Üsküdar’ı geçti.
Bu iktidara 5.5 yıldan beri amansız destek verdiler. İktidarın hoşuna gitmeyecek haberleri kullanmadılar. Hürriyet’in ekonomi sayfalarına bakınız. Sürekli pembe tablolar çizilir, övgüler düzülür. Birinci sayfa –eğer magazin değilse- yine öyledir. Korku dağları bürümüştür.
Adam gibi bir manşeti ben Hürriyet’te –AKP döneminde- sadece bir kez gördüm. Ulaştırma Bakanı bir gezide. Bakan dahil bütün erkekler topluca bir masada oturmuşlar...Ve yandaki masada Bakan Bey’in sıkmabaşlı karısı tek başına, gariban bir biçimde oturuyor. Bu fotoğraf bir mucize eseri olarak manşetten yayınlandığı gün Ertuğrul’u arayıp kutladım. “İşte gazetecilik budur, ellerine sağlık” dedim. Ne yazık ki ikinci kez kutlama durumum olmadı!
Üniversitede sıkmabaş konusunda olacakları bundan tam üç yıl önce, 8 Şubat 2005 tarihinde aynen görmüş ve yazmıştım. İsteyen arşive girip okuyabilir. Ben onları yazarken, şimdi birdenbire sıkmabaş karşıtı (!) kesiliveren Ertuğrul Özkök yazılarında “türban üniversitelerde serbest olmalıdır” diye ve ısrarla yazıyordu. Aynı fikrini Meclis Komisyonu önünde de söylüyordu. İnanmayan açsın Komisyon tutanaklarını okusun.
Peki şimdi ne oldu da bunlar kapıştı? Bu kayıkçı kavgasının nedenleri nedir? Üniversitede türbanın serbest bırakılmasını yıllardır savunan Ertuğrul niçin bir anda döndü?
Bunun birkaç nedeni olabilir.
Doğan Grubu hidayete erdi!..Çünkü okurlarından gazetelerine, izleyicilerinden televizyon kanallarına korkunç baskı ve tepki geliyor. CNN-Türk, Taha Akyol’un yönetiminde adeta bir iktidar televizyonu oldu. Hürriyet AKP’nin yayın organına dönüştü.
Bunlar, özellikle Hürriyet’in okuyucu yapısının farkında değillerdi. Ya da farkındaydılar ama başka hesaplar yüzünden AKP iktidarına bu inanılmaz desteği veriyorlardı. Doğan Grubu Türk milletinden inanılmaz tepki alıyordu.
“Siz bu olanları görmüyor musunuz, siz neredesiniz, bu gidişe niçin karşı çıkmıyorsunuz” doğrultusunda binlerce mesaj yağıyordu. Doğan Grubu’nun patronu ve üst yönetimi protesto ediliyordu. Ertuğrul gazeteyi protesto eden Atatürkçü, laik, çağdaş kitleleri yazılarında “azgın azınlık” olarak tanımlamaktan çekinmiyordu. Tepkilere verecek yanıtları yoktu.
Üstelik Hürriyet’in satışı giderek azalıyordu. Son rakamlara göre 499 bin’e düştü. İşte bu ortamda oturup karar verdiler:
“Artık dönelim, biraz dişimizi gösterelim! Ama sadece sıkmabaşta! Böylece yeniden saygınlık (!) kazanalım, hem de satışımız artsın.”
Ve döndüler.
Ben Recep Tayyip’in yerinde olsam, şimdi onlarla kapışmak yerine Ertuğrul’a sorarım:
“Arkadaş yıllarca üniversitede türbanın serbest bırakılmasını savunan, bunu üç gün önce bile yazan sen değil miydin? Yoksa senin yazılarını sen uyurken başkaları mı yazıyor? İstedin, biz de senin isteğini yerine getirdik, serbest bıraktık.”
AKP iktidarı kamuoyunda güç yitiriyor. Doğan Grubu bunu gördü ve sıkmabaştan üzerlerine gitmeye başladı. Ama geç kaldılar. Çok geç.
Mertliğe yakışan, gücünün zirvesinde olanla kapışmaktır. Güçlü iken destek vermek, inişe geçince efelenmek kolaydır ve bunların yaptığı da budur.
“Efendim biz iktidarı her konuda destekleriz ama türbanda karşı çıkarız!”
Günaydın! Bu nasıl gazetecilik anlayışıdır? Nasıl yurtseverliktir? Bunların kim olduğunu, amaçlarının ne olduğunu koskoca Doğan Grubu olarak siz bilmiyor muydunuz? Yeni mi öğreniyorsunuz?
Fakat tekrar rica ediyorum, Recep Tayyip hiç endişe etmesin! Biz balık hafızalı toplumuz. Bu konu da yakında unutulur. Taaa ki sıkmabaşın bütün kamu kurumları, liseler ve ilköğretim okullarında da serbest kılınması gündeme gelene kadar Doğan Grubu ile yeniden el ele, kol kola verir ve onların her konuda desteğini almaya devam eder. Biz bu medyada ne atraksiyonlar, ne kıvırtmalar, ne cambazlar gördük.
Bay Başbakan Doğan Grubu’nun hakkını sakın inkar etmesin, günaha girip çarpılır. Makam koltuğunda rahatça oturuyorsa, bugüne kadar dikensiz gül bahçesinde yaratılan yapay pembe cennetlerde yaşatıldıysa, iktidarının üzerine gelinmediyse, bunu ilk sırada Aydın Doğan-Ertuğrul Özkök ikilisine borçludur. Şimdi kürsülerden bindireceğine, yatıp kalkıp onlara dua ve teşekkür etsin.
Emin ÇÖLAŞAN
14/02/2008, 23:00
SUUDİ Arabistan’da bugün sevgililerin birbirlerine kırmızı gül vermeleri yasaklandı.
Orada bir tür devlet gücü olan "İyiliği teşvik ve kötülükten men komitesi" çarşıda-pazarda kırmızı oyuncak ayıların da, kırmızı boncukların da satışını suç saydı.
"Dini polis" yakalarsa, ne yapıyorlar bilmiyorum.
Sebebi; Sevgililer Günü’nün dine uygun olmayışı.
Böyle olunca ne yapacaksınız, elbette oyuncak ayılar da, kırmızı boncuklar da, güller de yasak.
*
Yoksa öyle bir ülkede mi yaşamak isterdiniz?
Düşünün; Sevgililer Günü’nde elinizde bir kırmızı gül, anısı olan şarkınızı mırıldana mırıldana mutlulukla giderken polis devriyesi sizi kovalıyor. Siz ise, elinizdeki gül ruhsatsız tabancaymış gibi nasıl da kaçıyorsunuz.
Göz göze gelmek yasak...
El tutmak yasak...
Bence "seviyorum" demek de yasaktır.
"Aşk" yasak...
Oyuncak ayılar yasak...
Kırmızı boncuklar yasak...
Güller yasak...
*
Henüz o noktaya gelmemiş olsak dahi; haremlerin kurulduğu, saç ucunun gözükmesinin dahi günah sayıldığı...
"İçki yasağı" gibi masum gözüken dayatmalarla başlayıp, afişlerdeki kadın resimlerinin boya ile giydirildiği...
Ramazanlarda ağzı oynayanın dövüldüğü, yılbaşı kutlamalarının haram ilan edildiği...
Anayasa’sına "türbanın" girdiği...
En son dün; Başbakan’ının gazetelerdeki arka sayfa güzellerine içerleyip bunu sorun yaptığı...
Kısacası, "Arabistan" yapılmak istenen bir ülkede, Sevgililer Günü’nün "ahlaksızlık" sayıldığını bilmez miyiz?
*
Ve bugün Sevgililer Günü.
En büyük ibadettir sevmek, yobaz ne derse desin.
Aşk; yaşamaktır.
Oyuncak ayılar alın.
Renkli boncuklar...
Kırmızı güller verin sevgililerinize.
Bekir Coşkun
14/02/2008, 23:03
Ahlak zaptiyesi
BİLİNÇALTINDAN yavaş yavaş su yüzüne çıkıyor. Biz de gazetelerde ve diğer medya organlarında gördüğümüz özellikle mayolu kadın resimlerinin aslında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın lütufkár hoşgörüsü sayesinde yayınlanabildiğini o sayede öğreniyoruz. Siz de öğrenmek isterseniz Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dün sarf ettiği şu sözleri okuyunuz:
"Gazetelerinizin baş köşelerinde bu toplumun ahlak değerleriyle tamamen ters düşen çırılçıplak kadın resimlerini siz basıyorsunuz, affedersiniz ilavelerinde her şey tamamen ortada, ne yapıldı, hangi müdahale yapıldı?"
Hemen ardından "yasa çıkarıp bunlara engel olma yetkisine sahip olduklarını" da şu sözlerle ifade ediyor:
"Bu konuda yasama, yürütme olarak yaptığımız, yapabileceğimiz bir şey mi var, yaptık mı? O zaman nedir bu feryat?"
Biz söyleyelim:
Yapmayı çok hem de çok istiyorsunuz. Çünkü gazetelerin birinci sayfasında veya eklerinde mayolu bir kadın fotoğrafı gördüğünüz zaman -aklınızdan çok muhtemelen "Ya Rab! Şu güzelliğe insan hayran olmaz da ne yapar?" türü sözler geçse de- "şeytan görmüş" gibi tepki gösteriyor ve hemen "ahlak zaptiyesi" rolüne soyunuyorsunuz. Bunun gereği olarak da söz konusu fotoğrafların yayınlanmadığı bir medya özlemini dile getiriyorsunuz.
Tıpkı havalimanlarındaki mayolu kadın reklamlarını yasaklattırışınız gibi.
Medyanın kullandığı bu tür resimleri ve cinsel konuları işleyen yazıları yasaklama fırsatını ele geçirebilirseniz onu da yaparsınız. O zaman da "Yüzde 46.7’lik çoğunluğun ahlak anlayışı bizden bunu istiyor" diyerek yaptığınıza meşruiyet kazandıracağınızı sanırsınız.
Ama aynı gün kendinizi -ikide bir sözünü ettiğiniz ama ne anlama geldiğini bilip bilmediğinizi henüz anlayamadığımız- çağdaş uygarlığın kapısı önünde bulursunuz.
Başbakan Erdoğan kendisinin ne kadar hoşgörülü olduğunu sadece "gazetelerin birinci sayfalarındaki mayolu kadın resimlerine ses çıkarmamakla" değil, "Allah aşkına kimin yaşam tarzına dokunduk?" şeklindeki sorusuyla ortaya koymaya çalışıyor.
Önceki günkü konuşmasında da aynı düşünceyi, "İstanbul’da Belediye Başkanı olduğum sırada da bu oyunu oynadılar. Orada 4.5 yıl Belediye Başkanlığı yaptım. Ne oldu? Hangi yaşam şekliniz değişti?" diyerek ifade etmişti.
"İnsanların yaşam şekli değişmedi" demek doğru değil, Doğru olan şu:
"İnsanların yaşam şekli sizin istediğiniz kadar değişmedi."
Nitekim partinize ait "1800 Belediye"nin ilk hedefi "o yöredeki içkili yerleri tedirgin etmek, ruhsat süresi biten yerlere yeni ruhsat vermemek, bitmeyenleri şehir dışına sürmek" değil miydi? İçişleri Bakanlığı’nın bu amaçla gönderdiği genelgenin kopardığı fırtınayı unuttunuz mu?
Belediyelerin ve partinizin sözünün geçtiği yerlere alkollü içki sokmadığınızı -böylece kimseyi rahatsız etmeden orada içki içme özgürlüğünü kullanmak isteyenlere karşı ayırımcı bir politika izlediğinizi- reddedebilir misiniz?
Her apartmana bir mescit açma projesi, insanların yaşam şeklini değiştirme çabanızın bir örneği değil miydi?
Siz de biz de biliyoruz ki, asıl programınız yapmaya henüz cesaret edemediklerinizdir.
Oktay EKŞi
BİLİNÇALTINDAN yavaş yavaş su yüzüne çıkıyor. Biz de gazetelerde ve diğer medya organlarında gördüğümüz özellikle mayolu kadın resimlerinin aslında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın lütufkár hoşgörüsü sayesinde yayınlanabildiğini o sayede öğreniyoruz. Siz de öğrenmek isterseniz Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dün sarf ettiği şu sözleri okuyunuz:
"Gazetelerinizin baş köşelerinde bu toplumun ahlak değerleriyle tamamen ters düşen çırılçıplak kadın resimlerini siz basıyorsunuz, affedersiniz ilavelerinde her şey tamamen ortada, ne yapıldı, hangi müdahale yapıldı?"
Hemen ardından "yasa çıkarıp bunlara engel olma yetkisine sahip olduklarını" da şu sözlerle ifade ediyor:
"Bu konuda yasama, yürütme olarak yaptığımız, yapabileceğimiz bir şey mi var, yaptık mı? O zaman nedir bu feryat?"
Biz söyleyelim:
Yapmayı çok hem de çok istiyorsunuz. Çünkü gazetelerin birinci sayfasında veya eklerinde mayolu bir kadın fotoğrafı gördüğünüz zaman -aklınızdan çok muhtemelen "Ya Rab! Şu güzelliğe insan hayran olmaz da ne yapar?" türü sözler geçse de- "şeytan görmüş" gibi tepki gösteriyor ve hemen "ahlak zaptiyesi" rolüne soyunuyorsunuz. Bunun gereği olarak da söz konusu fotoğrafların yayınlanmadığı bir medya özlemini dile getiriyorsunuz.
Tıpkı havalimanlarındaki mayolu kadın reklamlarını yasaklattırışınız gibi.
Medyanın kullandığı bu tür resimleri ve cinsel konuları işleyen yazıları yasaklama fırsatını ele geçirebilirseniz onu da yaparsınız. O zaman da "Yüzde 46.7’lik çoğunluğun ahlak anlayışı bizden bunu istiyor" diyerek yaptığınıza meşruiyet kazandıracağınızı sanırsınız.
Ama aynı gün kendinizi -ikide bir sözünü ettiğiniz ama ne anlama geldiğini bilip bilmediğinizi henüz anlayamadığımız- çağdaş uygarlığın kapısı önünde bulursunuz.
Başbakan Erdoğan kendisinin ne kadar hoşgörülü olduğunu sadece "gazetelerin birinci sayfalarındaki mayolu kadın resimlerine ses çıkarmamakla" değil, "Allah aşkına kimin yaşam tarzına dokunduk?" şeklindeki sorusuyla ortaya koymaya çalışıyor.
Önceki günkü konuşmasında da aynı düşünceyi, "İstanbul’da Belediye Başkanı olduğum sırada da bu oyunu oynadılar. Orada 4.5 yıl Belediye Başkanlığı yaptım. Ne oldu? Hangi yaşam şekliniz değişti?" diyerek ifade etmişti.
"İnsanların yaşam şekli değişmedi" demek doğru değil, Doğru olan şu:
"İnsanların yaşam şekli sizin istediğiniz kadar değişmedi."
Nitekim partinize ait "1800 Belediye"nin ilk hedefi "o yöredeki içkili yerleri tedirgin etmek, ruhsat süresi biten yerlere yeni ruhsat vermemek, bitmeyenleri şehir dışına sürmek" değil miydi? İçişleri Bakanlığı’nın bu amaçla gönderdiği genelgenin kopardığı fırtınayı unuttunuz mu?
Belediyelerin ve partinizin sözünün geçtiği yerlere alkollü içki sokmadığınızı -böylece kimseyi rahatsız etmeden orada içki içme özgürlüğünü kullanmak isteyenlere karşı ayırımcı bir politika izlediğinizi- reddedebilir misiniz?
Her apartmana bir mescit açma projesi, insanların yaşam şeklini değiştirme çabanızın bir örneği değil miydi?
Siz de biz de biliyoruz ki, asıl programınız yapmaya henüz cesaret edemediklerinizdir.
Oktay EKŞi
15/02/2008, 13:56
Kızlarımızı rahat bırakın!
Bu siyaset denilen şey, bazen ne belalı, ne tehlikeli, ne pis bir şey olabiliyor. Halkın sorunlarını çözmesi beklenirken toplumu hırpalıyor, insanları birbirine düşürüyor, hatta kırdırıyor.
Türkiye’yi bu hale kutuplaşmadan, gerginlikten medet uman siyasetçiler getirdi.
Bugün hâlâ, yelkenlerini nefret rüzgârlarıyla şişirme peşindeler.
Televizyonlara bakınca, gazeteleri okuyunca vicdan sahibi bir insanın yaralanmaması imkânsız.
Şu hale bakın.
Tarsus’ta iki genç kızımız, etekleri kısa olduğu gerekçesiyle saldırıya uğruyor, bacaklarına kezzap atılıyor.
İğrenç bir şey değil mi bu?
Aşağılık bir saldırı değil mi?
Etek giymiş kızlarımız bu vahşete uğrarken, türbanlı kızlarımıza da başka bir şiddet uygulanıyor.
Birkaç gündür hangi televizyonu açsam, üniversite kapısında kameraların tacizine uğrayan türbanlı öğrencileri görüyorum.
Hani gece kulüplerinden çıkan artistleri “yakalayan” paparazzi kameraları var ya; aynen o biçimde, okula giden genç kızın üstüne saldırıyorlar.
Kızcağız kapıda başını açıyor, türbanını cebine koyuyor, içeri giriyor; kameralar teleobjektifle peşinde. Bazen okula birlikte geldikleri başı açık arkadaşları, türbanlı kızları korumak ve kameraları engellemek istiyor ama ne mümkün.
Bütün kameralar, bir av gibi türbanlı kızın peşinde. Bütün mikrofonlar ağzına dayanmış. O utanıp kaçmaya çalıştıkça, kovalayıp duruyorlar.
Bu bir insan hakları ihlali değil mi?
O gencecik kızın, kameraların önünde teşhir edilmesi hem kendisini, hem ailesini yaralamaz mı?
Siz kendi kızınızın böyle bir muameleye uğramasını ister misiniz?
Bu ülkede makul insanlar çok azaldı.
Her kesim aşırılaşıyor, her kesim geriyor, her kesim birbirine saldırıyor.
Olan aradaki masum yurttaşlara oluyor. Oysa siyaset başka, yurttaş hakkı başka. Tarsus’ta kezzap atılan da bizim kızımız, üniversite önünde kamera tacizine uğrayan da.
Birilerinin dillendirmeye başladığı “iç savaş” felaketine uğramak istemiyorsak aklımızı başımıza alalım.
Hangi siyasete, hangi partiye, hangi ideolojiye mensup olursak olalım; hep birlikte, başı açık kızlarımıza da sahip çıkalım, türbanlı kızlarımıza da. Çünkü bu ülkedeki en masum insanlar onlar.
zülfü livaneli
Bu siyaset denilen şey, bazen ne belalı, ne tehlikeli, ne pis bir şey olabiliyor. Halkın sorunlarını çözmesi beklenirken toplumu hırpalıyor, insanları birbirine düşürüyor, hatta kırdırıyor.
Türkiye’yi bu hale kutuplaşmadan, gerginlikten medet uman siyasetçiler getirdi.
Bugün hâlâ, yelkenlerini nefret rüzgârlarıyla şişirme peşindeler.
Televizyonlara bakınca, gazeteleri okuyunca vicdan sahibi bir insanın yaralanmaması imkânsız.
Şu hale bakın.
Tarsus’ta iki genç kızımız, etekleri kısa olduğu gerekçesiyle saldırıya uğruyor, bacaklarına kezzap atılıyor.
İğrenç bir şey değil mi bu?
Aşağılık bir saldırı değil mi?
Etek giymiş kızlarımız bu vahşete uğrarken, türbanlı kızlarımıza da başka bir şiddet uygulanıyor.
Birkaç gündür hangi televizyonu açsam, üniversite kapısında kameraların tacizine uğrayan türbanlı öğrencileri görüyorum.
Hani gece kulüplerinden çıkan artistleri “yakalayan” paparazzi kameraları var ya; aynen o biçimde, okula giden genç kızın üstüne saldırıyorlar.
Kızcağız kapıda başını açıyor, türbanını cebine koyuyor, içeri giriyor; kameralar teleobjektifle peşinde. Bazen okula birlikte geldikleri başı açık arkadaşları, türbanlı kızları korumak ve kameraları engellemek istiyor ama ne mümkün.
Bütün kameralar, bir av gibi türbanlı kızın peşinde. Bütün mikrofonlar ağzına dayanmış. O utanıp kaçmaya çalıştıkça, kovalayıp duruyorlar.
Bu bir insan hakları ihlali değil mi?
O gencecik kızın, kameraların önünde teşhir edilmesi hem kendisini, hem ailesini yaralamaz mı?
Siz kendi kızınızın böyle bir muameleye uğramasını ister misiniz?
Bu ülkede makul insanlar çok azaldı.
Her kesim aşırılaşıyor, her kesim geriyor, her kesim birbirine saldırıyor.
Olan aradaki masum yurttaşlara oluyor. Oysa siyaset başka, yurttaş hakkı başka. Tarsus’ta kezzap atılan da bizim kızımız, üniversite önünde kamera tacizine uğrayan da.
Birilerinin dillendirmeye başladığı “iç savaş” felaketine uğramak istemiyorsak aklımızı başımıza alalım.
Hangi siyasete, hangi partiye, hangi ideolojiye mensup olursak olalım; hep birlikte, başı açık kızlarımıza da sahip çıkalım, türbanlı kızlarımıza da. Çünkü bu ülkedeki en masum insanlar onlar.
zülfü livaneli
18/02/2008, 20:52
BOĞAZİÇİ Üniversiteli Türkiye 7'ncisinden ÖSS dersleri verilir.
Dereceli ODTÜ'lüden 2 saati 100 YTL'ye matematik dersleri...
Galatasaray Üniversitesi ve Sion Üniversitesi mezunundan Fransızca.
İTÜ'lüden sayısal, sözel...
ÖSS Türkiye 37'ncisi, Boğaziçi Üniversitesi mezunundan OKS...
Westminster Üniversitesi sertifikalı öğretmenden, gramer, British English.
TÜBİTAK masterli Boğaziçi mezunu, garantili fizik, kimya, matematik, hızlandırılmış OKS dersleri verilir.
Maryland Üniversitesi işletme mezunundan evinizde, ofisinizde gramer, akıcı, American English.
Saint Joseph'li, Sorbonne'lu öğretmenden fizik, Fransızca.
TÜBİTAK masterli araştırma görevlisinden matematik, fizik.
Boğaziçili bayandan saati 50 YTL, lise öğrencilerine tüm dersler...
ODTÜ'lü mühendisten, sayısal...
Boğaziçi mezunundan matematik.
*
Hürriyet seri ilanları açın...
Hepsi orada.
*
İş yok, iş.
Bırak hikáye anlatmayı.
*
Türkiye'nin en seçkin üniversitelerinden dereceyle mezun olan, dil bilen, master yapmış, yurtdışında okumuş gençlerimiz... Sigortalı bir işe kapağı atamadıkları için, üç beş kuruşa ders verip, maaşı zaten boşverdik, harçlık çıkarmaya çalışıyor.
*
Boğaziçili Türkiye 7'ncisini evine getiriyorsun, çocuğunun beynini parlatsın diye, 50 lira...
Okuma yazma bile bilmeyen garibanı evine getiriyorsun, taşlarını falan silsin diye, 70 lira!
*
Her şeyi sattık...
Borç büyüdü.
Ekmek küçüldü.
İşsizlik arttı.
Paranın p'si yok piyasada.
2 sene sonraya çek yazılıyor.
Protestolu senet patlamış.
İcra patlamış.
Emekli 9 lira zam alıyor.
9 lira.
*
20-25 yaşındaki gençlerin saçları beyazladı, kara kara düşünmekten...
Babalarından utanıyorlar.
Babalar evlatlarından.
*
Özetle...
Ört gitsin.
Türban karın doyurmuyor ama, sadece saçı değil, bu "çıplak gerçeği" de gayet güzel örtüyor nasıl olsa...
Yılmaz Özdil
]ALINTIDIR
Dereceli ODTÜ'lüden 2 saati 100 YTL'ye matematik dersleri...
Galatasaray Üniversitesi ve Sion Üniversitesi mezunundan Fransızca.
İTÜ'lüden sayısal, sözel...
ÖSS Türkiye 37'ncisi, Boğaziçi Üniversitesi mezunundan OKS...
Westminster Üniversitesi sertifikalı öğretmenden, gramer, British English.
TÜBİTAK masterli Boğaziçi mezunu, garantili fizik, kimya, matematik, hızlandırılmış OKS dersleri verilir.
Maryland Üniversitesi işletme mezunundan evinizde, ofisinizde gramer, akıcı, American English.
Saint Joseph'li, Sorbonne'lu öğretmenden fizik, Fransızca.
TÜBİTAK masterli araştırma görevlisinden matematik, fizik.
Boğaziçili bayandan saati 50 YTL, lise öğrencilerine tüm dersler...
ODTÜ'lü mühendisten, sayısal...
Boğaziçi mezunundan matematik.
*
Hürriyet seri ilanları açın...
Hepsi orada.
*
İş yok, iş.
Bırak hikáye anlatmayı.
*
Türkiye'nin en seçkin üniversitelerinden dereceyle mezun olan, dil bilen, master yapmış, yurtdışında okumuş gençlerimiz... Sigortalı bir işe kapağı atamadıkları için, üç beş kuruşa ders verip, maaşı zaten boşverdik, harçlık çıkarmaya çalışıyor.
*
Boğaziçili Türkiye 7'ncisini evine getiriyorsun, çocuğunun beynini parlatsın diye, 50 lira...
Okuma yazma bile bilmeyen garibanı evine getiriyorsun, taşlarını falan silsin diye, 70 lira!
*
Her şeyi sattık...
Borç büyüdü.
Ekmek küçüldü.
İşsizlik arttı.
Paranın p'si yok piyasada.
2 sene sonraya çek yazılıyor.
Protestolu senet patlamış.
İcra patlamış.
Emekli 9 lira zam alıyor.
9 lira.
*
20-25 yaşındaki gençlerin saçları beyazladı, kara kara düşünmekten...
Babalarından utanıyorlar.
Babalar evlatlarından.
*
Özetle...
Ört gitsin.
Türban karın doyurmuyor ama, sadece saçı değil, bu "çıplak gerçeği" de gayet güzel örtüyor nasıl olsa...
Yılmaz Özdil
]ALINTIDIR
Sayfalar: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109