Duvardaki anayasa...
BAŞBAKAN milletvekillerine duvardaki "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" yazısı gösteriyor:
"Bu ne?.."
"Yazı..."
"Ne diyor?.."
Milletvikelleri hep birlikte heceliyorlar:
"Ege...men...lik...Kayıtttt...tırsız...milleeeetin....dir..."
"Eeee...Bu ne demek?..."
Milletvekilleri bir ağızdan:
"Yani millet ne derse o..."
"Hah işte gördünüz mü... Bunu buraya yazacaksın, sonra da milleti dinlemeyeceksin..."
*
Size söylemiştim; Başbakan Anayasa’yı bir kez okumadığı için o "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" sözünün Anayasa’daki devamını da okumuş değil.
Hemen arkasından gelen cümle ile birlikte veriyorum:
"Anayasa madde 6; Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti egemenliğini, Anayasa’nın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır..."
O organları da sayar Anayasa; Yasama, Yürütme, Yargı... Yani yargı da yürütme ve yasama gibi millet egemenliğinin parçasıdır.
Ve yargı üniversitede türbana karşı...
*
Yok eğer Başbakan duvardaki yazıya bakıp "millet ne derse o..." derse, tamam o zaman:
Getirin gündeme; vergilerin kökten kaldırılmasını...
Getirin; Merkez Bankası kasalarının boşaltılıp, paranın millete dağıtılmasını...
Getirin; ne kadar orman alanı varsa, ağaçların kesilip her vatandaşa bir parsel, Başbakan’a iki parsel verilmesini...
Halkımızın bunlara "Aman, hemen yapalım" diyeceğini hangimiz bilmeyiz, hangimiz?
*
Hukuk devletlerinde Başbakan’lar "millet istiyor" diye her şeyi yapamazlar.
Hoş türban üniversitelere girecektir.
Çünkü; Araplaşmayı "iman" sanan bir milletle, duvardaki yazıyı "anayasa" sanan bir Başbakan bir araya gelirse...
Neler olmaz?..
Neler?..
BEKİR COŞKUN
Hürriyet
ULUSALCILARIN YANILGISI!..
AKP iktidarı karşısında olan “ulusalcılar”, 22 Temmuz(2007) genel seçimleri öncesinde “arayış” içinde idi.
Ancak, aranılan bulunamadı.
Cumhuriyet mitinglerinde gücünü gösteren milyonlarca ulusalcı vatandaş, yeni bir “parti” ve yeni bir “lider” arıyordu... Amaçları, savundukları Atatürk ilkelerine uygun politikalar üretmeyen AKP iktidarına karşı bir yerde birleşmekti. Olmadı.
Hem bu olmadı, hem de -çaresizlikten doğan- bir yanılgı yaşadılar.
ULUSALCI KİMDİR?. .
O dönemde bir adım öne çıkmasını bekledikleri kişiler, nedense çekingen davrandılar. (Bunları daha sonra yazarız.)
Peki yaşadıkları yanılgı neydi?..
Önce, “ulusalcı” ne demek onu açıklayalım... Sayıları milyonları bulan ve bu bilimsel olarak da kanıtlanan bu insanlar; Atatürk ilkelerinin ödünsüz olarak uygulanmasını isteyen çok samimi kitleler idi. Halen de aynı görüşteler.
İçlerinde, köyünde tarım ve hayvancılıkla uğraşanlar olduğu gibi, en çok okumuş ve yazmış biliminsanı, yazar, eski ve yeni politikacı, emekli ve görevli asker gibi toplumun her kesiminden insan bulunuyor. Namuslu ve inançlı vatandaşlar bunlar.
Türkiye’nin sömürge olmasını istemiyorlar, Türklüğe, hurafeden arındırılmış İslâmiyet’e ve Atatürk’e inanıyorlar. (TV’de çok daha uzun anlatabiliriz.)
TUTARSIZLIK MI, YALANCILIK MI?..
Peki 22 Temmuz öncesi (aslında sonrasında) nerede yanıldılar?..
Bekledikleri nitelikte bir parti ve lider çıkmadığı için, çaresizlikten AKP karşısında güçler dağılmasın diye, şunu söylediler:
“Sağcıysanız MHP’ye, solcuysanız CHP’ye oy verin!..”
Çünkü ulusalcılar için -bölünmeye yol açtığına inandıkları için- sağ ya da sol gibi kavramlar geçerli değildi.
Ben ise, o dönemde bu sütunlarda (arşivde var) şunu soruyordum:
“CHP ve MHP’nin genel başkanları (2B: Baykal ve Bahçeli), AKP’den farkının ne olduğunu açıklamalıdır..”
AKP’den kaçarken doluya tutulmayalım, istiyordum.
Ne kadar haklı olduğum seçimden hemen sonra kanıtlandı. (Aslında bu 2B’nin-isimleri de tuttuğu için 2DB’nin diyebiliriz- temel politikalarının AKP’ninkilerden hiçbir farkı olmadığını kitleler de görüyordu ama, dediğim gibi “çaresizlikten” böyle bir söyleme sarılmıştı.)
Kitleler meydanlarda “Çankaya’da türban istemiyoruz” diye slogan atarken, seçimlerden bir hafta önce, Deniz Baykal, “Cumhurbaşkanının eşi türbanlı olabilir” deyiverdi (Bkz.: Posta Gazetesi, 15.07.2007, s.1, sürmanşet.) Şimdi ne diyor?.. “Üniversiteye türban giremez!..”
Yani ona göre, Çankaya’ya girer ama üniversiteye giremez!..
Peki Devlet Bahçeli ne diyordu?: “AKP’den hesap sormazsam namerdim!..” (Lütfen, 11 ve 12 Temmuz 2007 tarihli arşivleri internetten bulup, okuyunuz. Türk siyaset tarihine geçecek ne sözleri vardı sayın Bahçeli’nin)
“AKP inanç hortumcusu” diyordu, “AKP siyasi terörist ve kundakçı” diyordu, “Erdoğan’ın son ümidi Barzani ve PKK” diyordu, “Ne çalarsanız yalnızca 11 gün çalacaksınız. Sonra hesap vermeye başlayacaksınız” diyordu.
Sonra ne yaptı?.. AKP’li Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı yaptı; şimdi de din üzerinden siyaset yapan AKP’nin “türbanın serbest olması” projesine en büyük -ve tek- desteği veriyor!..
AKP’ye “inanç hortumcusu” diyen MHP’nin, Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Tunca Toskay’ın bugünlerde dediğine bakar mısınız?: “Türbanla siyaset yapanlar avantajlı. Biz ne yaptığımızı biliyoruz, maliyetini de ödemeye hazırız, hasadını da yapacağız!..” (Bkz.: Vatan Gazetesi, 03.02.2008, s.1, manşet.)
KANADOĞLU: “YAPAMAZLAR!..”
Oysa, Kur’an’ı Kerim’de başörtüsünün olduğu konusunda din bilimciler birleşemedi. “Hımar” sözcüğü, takva örtüsüdür, ya da cinsel organların örtülmesi anlamına gelir deyip, kanıt gösterenler var. Bu tartışma ilahiyatçılar arasında sürüp giderken, Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, “Türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasının, Cumhuriyet devrimlerini yok etme çalışması” olduğunu vurguluyor. Kanadoğlu, yapılacak anayasa değişikliğinin buna imkan veremeyeceğini de açıklıyor:
“Anayasa’da 2. madde durduğu sürece isterlerse açıkça ’türban serbesttir’maddesini eklesinler. Yapmaya çalıştıkları değişiklikle türbanı üniversitelere sokmaları mümkün değil\’85” (Bkz.: Ceviz Kabuğu programı, 01.02.2008, Kanaltürk Tv.)
Oysa, Cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal Atatürk, 1926’da, “din üzerinden siyaset yapmanın vatan hainliği olduğuna” ilişkin bir yasa çıkarmıştı.
Bugün ise, “avantaj” olarak görülüyor!..
Hulki CEVİZOĞLU
Yeniçağ
7.0 Yetmedi mi
Bir hafta önce türban protestoların sırasında '7.4 yetmedi mi?' pankartını açan sevgili kardeşime seslenmek istiyorum bugün... 20 bin insanın acısı ve cenazesi üzerine politika yapmaya kalkan 'o güzel insana' bir çift sorum var. Ey mantosu uzun, aklı kısa kardeşim benim. 7.0 yetmedi mi?
Senin okuduğun gazeteler yazdı mı bilmiyorum ama Amerika'nın, hani o gavur ve Hıristiyan Amerika Birleşik Devletleri'nin, hani o Siyonistlerle iş birliği yaptığı için her yerde bayrağını yaktınız ABD'nin Los Angeles şehrinde 7.0 büyüklüğünde bir deprem oldu bacım... Neredeyse bizimkine yakın bir deprem. Bizde ayni şiddetteki bir deprem 20 bin kişi olup 20 bin kişi sakat kalırken, gavur, Hristiyan ve Siyonist dostu Amerika'da sadece 2 kişi yaralandı güzel ablam.
Şimdi türbanlı başını ellerinin arasına alıp düşünüyor musun acaba? Sakarya gibi muhafazakar bir bölgede Allah binlerce Muslumanı öldürerek cezalandırıyorsa eğer, Hristiyanlara ve Siyonist dostlarına niye kıyak geçiyor? Seks shoplarıyla, porno filmleriyle tüm dünyaya 'seks', 'uyuşturucu' ve 'günah' ihraç eden bu ülkenin Allah katında ayrıcalığı ne olabilir ki güzel annem?
Oysa adım gibi eminim Sakarya'da, Gölcük'te hayatlarını kaybedenlerin çoğu ölmeselerdi eğer sabah ezanı ile birlikte camilerin yolunu tutacaklardı. Üç aylarda oruç tutacak, Ramazan'da devrilmeyen minarelerin ışıklarıyla birlikte senin ağzına adı bile yakışmayan Allah'ın adı ile birlikte oruçlarını açacaklardı. E nooldu şimdi? 7.0 yetmedi mi güzel ninem? Eğer her coğrafya olayını, her doğal afeti bilimin ve aklın süzgecinden geçirmeden böyle yorumlarsan bu ülkenin yarısı her deprem felaketinden sonra dinsiz olur güzel hala kızım...
Fay hattında 10 katlı binalara izin veren şapşal belediyecilik anlayısını, deniz kumundan inşaat yapan edebiyatçı muteahhitleri, depreme dayanıklı konut üretme çabalarını, hırsızları, uğursuzları bir kenara bırakıp her şey ilahi kudretin intikamı olarak açıklarsan bu deprem 10 yıl sonra gene aramızdan binlerce 'dinsizi' alır gider güzel amca kızım... Beynin var mı bilmiyorum, betonların altında inleyerek can veren 20 bin insanı, kadını, çocuğu ve bebeği bir kalemde günahkar diye silip atan kuş beynini türbanın altında görmek mümkün olamıyor cünkü ama bence bu yazıyı oku ve bütün gece uyumadan düşün.
Allah'ın kullarına böyle cezalar verebileceğini hala düşünüyorsan da git Hristiyan ol...Çünkü senin bu mantığına göre Allah onları daha çok seviyor. 'Gavurlar' hem senden daha zengin, hem de evleri tepelerine yıkılmıyor.
Gani MUJDE
O yemini kim etti?..
MİLLETVEKİLİ yemininin orası şöyleydi:
"...
laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma ...
namus ve şerefim üzerine ant içerim..."
Şimdi
TBMM’de laiklik üzerine
"namus-şeref" yemini edenlerin türban oylaması var.
Tabii ki türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasına
"evet" diyecekler, bilirsiniz.
*
Milletvekilleri, oldum olası
namus-şeref yeminlerinde durmadılar. Ve yeminlerini her çöpe atışlarında bir kılıf, bir bahane buldular.
Ancak bu sefer öyle değil:
Üniversitelere tesettürü sokmanın
laikliğe aykırı olduğu, içerde
Anayasa, Yargıtay, Danıştay... Dışarda
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ile sabit.
Yani
namus-şeref yeminine kılıf zor.
Bahane yok...
Yüksek yargı; üniversitelerde
türbanın laikliğe aykırı olduğunu karara bağlamıştır... Ve
"laikliğe bağlı kalacağına namusu ve şerefi üzerine" yemin eden milletvekilleri ise o kararları bile bile üniversitelerde türbana
"evet" diyeceklerdir.
Bu kadar...
*
Daha da açıkçası;
namus ve şeref mahkeme kararlarına tosluyor.
Şimdiye kadar sadece toplumun vicdanında yargılanan yeminler, bu kez mahkeme kararlarıyla kesin biçimde mahkûm...
Namus ve şeref...
Öyle mi?..
Dahası; o yemini etmeden milletvekili olamayanların, o yemini çiğnedikleri an
milletvekilliklerinin düşmesi gerektiğini de düşünüyorum ben...
(.......)
Diyeceksiniz ki;
sen kimsin?..
Ben;
Mehmet Zeki oğlu...
Küçük okuru
Tuğçe’ye söz vermiş birisi...
Umutları tükenen, ufku kararan, içi yanan, ülkesi Arabistan’a döndükçe dizine vuran... Bu kaypak zeminde yurtsever okurları ile el ele tutuşup düşmemeye çalışan... Öyle
"namus-şeref yemini" etmemiş... Ama sokakta iyi insanların yüzüne
utanmadan bakmak isteyen birisi...
Ben soruyorum, ben:
O namus-şeref yeminini kim etti?..
Bekir Coşkun
MHP (2) Bahçeli, Ankara’da...
"Sapla saman karıştı, gaflet ve teslimiyetin adı demokratlık oldu."
Bahçeli, İzmir’de...
"Başbakan ateşle oynuyor."
Bahçeli, Kırşehir’de...
"Hesap sorma dönemi başlıyor."
Bahçeli, yazılı açıklama yaptı...
"Özgürlükler adına ortaya çıkan tahrikler, Türkiye’nin iç bünyesini, toplumsal dokusunu tahrip edecek boyutlar kazanmıştır. Yola düzülen kin ve husumet kervanının başını, maalesef Başbakan çekmektedir."
Bahçeli, Mersin’de...
"Pısırık."
Bahçeli, grup toplantısında...
"Başbakan’a Türk milleti adına sormak isteriz... Siz önce nasıl bir Türkiye istediğinizi, nasıl bir kamuoyu özlemi içinde olduğunuzu, neyin peşinde koştuğunuzu anlatın."
Bahçeli, Ankara’da...
"Karanlığı kendi siyasi çizgisinde araması gereken Başbakan..."
Bahçeli, Adana’da...
"Kaçışın, kurtuluşun yok. Mutlaka hesabını vereceksin. İster Türkiye’de bir yere saklan, istersen okyanus ötesine kaç, nereye gidersen git, seni alıp, Türkiye’ye getireceğiz."
Bahçeli, Kayseri’de...
"Sendeki bu kafayla 500 milletvekilin olsa, ne yazar..."
Bahçeli, Star TV’de...
"Kendisinden başka herkesi küçük görüyor. Argo, saldırgan... Bize siyasi terörist dedi. Bizi mafya artıklarının partisi olarak lanse etmeye kalktı."
Bahçeli, Gaziantep’te...
"Başbakan’a sesleniyorum...
Hangi diyetin gerçekleşmedi?
Hangi emellerin yarım kaldı?"
*
Güzel soruydu...
"Hangi emellerin yarım kaldı?"
yemini onlar ettide..... acaba yemin onlar için ne ifade ediyor demeki.... bir şey ifade etmemiş