Pir Zöhre Ana Forum

Tam Versiyon: Köşeli Yazılar...
Şu anda arşiv modunu görüntülemektesiniz. Tam versiyonu görüntülemek için buraya tıklayınız.
Bir Başbakan...
[Resim: 89.jpg]
Siz hiç, dolandırıcılığı mahkeme kararıyla sabit olmuş, kendi yurttaşını, kendi dindaşını gözünün içine baka baka, “bağış” adı altında soymuş, o paralarla şirketler kurmuş, Türkiye"ye bavullar içinde aktarmış bir hırsız için “bu adamı tanımıyorum” dedikten sonra birlikte çekilmiş, hem de o çalıntı paralarla kurulduğu tesbit edilen Almanya Kanal 7 stüdyolarında çekilmiş fotoğrafı, mahkeme salonunda teşhir edilen bir başbakan gördünüz mü?..

- O kişi, savcının tanımıyla “suç potansiyeli yüksek” o kişi, “bağış paralarıyla şirketler kurduğu için soyduğu kişilerden özür dileyen” o kişi dün 5 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırılan Deniz Feneri Almanya"nın başındaki Mehmet Gürhan!..

Siz hiç, Alman savcı tarafından “suç örgütünün Türkiye"deki lideri”olarak ilan ettiği, “bağış paralarının bavullar içerisinde kendisine teslim edildiğini” söylediği, yetinmeyip, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı"yla akraba kadar yakındiye vurgu yaptığı kişinin kızının düğününde nikâh şahitliği yaptığı video görüntüleri mahkemenin duvarında gösterilen bir başbakan gördünüz mü?..

- O kişi, “Deniz Feneri skandalında tüm yolların kesişme noktasında bulunduğu” Alman mahkemesinin kararıyla tescillenmiş olan o kişi, Kanal 7"nin Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman!..

***

Daha bitmedi...

Siz hiç, Almanya"da suça iştirak ettiği mahkeme kararıyla sabit olmuş tüm şirketlerde ortaklığı bulunduğu, yöneticilik yaptığı saptanmış, Zekeriya Karaman"la birlikte hiyerarşinin en tepesinde olduğu, Türkiye"ye bavullarla gönderilen paralara kuryelik yaptığı, teslim aldığı paraların miktarı ve tarihi Alman soruşturmacı tarafından tek tek açıklanan bir kişiyi Türkiye"deki en önemli kurumlardan birinin başına getiren ve gözü gibi koruyan bir başbakan gördünüz mü?..

- O kişi, Deniz Feneri iddianamesinde adı 34 kez geçen, ayrıldığı tarihten beri Almanya"ya gidemeyen o kişi, televizyon ve radyoların ahlaka ve yasalara saygılı yayın yapmasını denetlemekle yükümlü RTÜK"ün Başkanı Zahit Akman!..

Siz hiç, Deniz Feneri kepazeliğini soruşturan ülkenin büyükelçisiyle bambaşka bir konuyu konuşmak üzere bir araya gelen, ancak “Deniz Feneri ile Kanal 7 arasında ilişki var mı? Dört tutuklu var, bu iş niçin bu kadar uzadı” diye soran, karşılığında “sizden interpol aracılığıyla Deniz Feneri hakkında bilgi istedik, cevap vermediniz” acılıkta bir yanıt alan, daha sonra gazetecilerin, “üç tutuklu var, dördüncüsü kim?” sorularına yanıt veremeyen bir başbakan gördünüz mü?..

- O kişi Almanya"nın Ankara Büyükelçisi Eckar Cuntz!..
Bugüne dek, böyle bir başbakan ne gördük, ne duyduk diyorsanız, uyanın ey halkım, o başbakan, yukarıda sıraladığım tüm ilişkilerin bire bir içinde olan başbakan burada, yanı başımızda, tepemizde, bizi yönetiyor...
- Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan!!!

***

Almanya"daki dolandırıcılar dün layık oldukları cezaya çarptırıldılar..
Müslümanları soyan Müslümanlar, Hırıstiyan yargıç tarafından yıllar sürecek bir kodes hayatına mahkûm edildiler. Yargıcın da soruşturmayı yapan polis şefinin de, iddianameyi hazırlayan savcının da ellerine sağlık...

- Pekiii, TBMM"den üstün hizmet madalyası alan, AKP iktidarının yasa değiştirip sorgusuz sualsiz para toplamasının önünü açtığı, halen para toplamayı sürdüren, reklamlar veren Türkiye Deniz Feneri, onunla iç içe olduğu belgelerle ortaya çıkan Almanya"daki Kanal 7"nin bu paralarla kurulduğu, başındaki kişinin tüm işlerin başında bulunduğu açıklanan Türkiye Kanal 7 ne olacak?..

Savcının isimlerini açıklayarak “asıl failler Türkiye"de” dediği kişiler ne olacak?.. Bunlara kol kanat gerdiği ayan beyan ortada olan “zirvedekiler” ne olacak?.

- Bu günah nasıl temizlenecek???


Ümit Zileli
Ertuğrul eski yoldaşın oruç kamuflajı


Akşam Gazetesi sağolsun, resimli fotoroman gibi vermiş eski yoldaş yeni Bakan Ertuğrul Günay’ın oruç vakti eline aldığı meyve suyunu, aniden nasıl sihirbazlara taş çıkartan yöntemle danışmanın eline tutuşturduğunu...

Eski CHP’li yeni AKP’li Ertuğrul Günay Bakanım’ın durumunu görünce içim fena halde cız etti...

Cız etmesinin nedeni, “koskoca Kültür Bakanı’nın yabancı bir misafirin önünde oruç tutmadığının ortaya çıkması ve bunun devr-i hükümetlerinde olası bir siyasi skandal sayılması” değil...

Haşa!..

Benim üzüntüm Ertuğrul Günay gibi bir zamanlar TKP (Türkiye Komünist Partisi) mahallesine yakın top oynayan, sonra sosyal demokratların potanisyel lideri olarak CHP’nin başına geçmesi beklenen bir sol önder portrenin “niyetsiz olduğunun anlaşılacağı fotoğraftan kaçmak için bu yaştan sonra sihirbazlığa” soyunmasıdır...

Benim üzüntüm Ertuğrul Günay’adır...

Ertuğrul eski yoldaşın, Ramazan vakti içtiği meyve suyunu saklaması, Tayyip Erdoğan’ın “Ramazan vakti içki kadehini şerefe diye kaldırması” kadar garip ve absürd bir vakadır...


***

Şöyle ki:

1) Bir siyasi kimlik, hele hele lider adayı bir sol önder, kadro mensubu bir kişilik, elli beş yıl öz değerlerini bir kalemde silip atmaz, gizlemeye çalışmaz...

2) Eğer bunu gizlemeye çalışıyorsa, gizlemek istediği bizzat kendisi olur, kendi geçmişinden kaçmaya çalışır...

Ertuğrul eski yoldaşın durumu budur...

3) AKP, Ertuğrul Günay, Nursuna Memecan, Reha Çamuroğlu gibi kişileri alarak kendisinin “İslamcı bir parti olmadığını, her görüşten ve düşünceden insanı barındıran bir merkez parti olduğunu” ispatlamaya çalışıyor...

Oysa Ertuğrul eski yoldaş, Ramazan günü içtiği meyve suyunu apar topar danışmanın eline tutuşturarak oruç tutmadığını gizlemeye çalışıyor...


***

4) Kusura bakma Ertuğrul eski yoldaş...

Senin bu meyve suyuna Ramazan günü saklambaç oynatan halin senin AKP’ye kendi farklı eğilimlerinle katılmadığını, tam tersine, AKP’ye asimile olduğunu gösteriyor...

5) Asimile olduktan sonra fark etmez...

Mesele asimile olmadan, kendi kimliğin, duygun, düşüncen ve hayat tarzınla o partinin içinde yer alabilmen...

Asimile görünmeye çalışmasan niye meyve suyuna saklambaç oynatasın ki?..


***

6) Durumu açıklayabilmek için tersten bir farazi örnek vereyim:

Diyelim ki, CHP’den AKP’ye değil de, AKP’den CHP geçmek muteberdir...

Faraza, Tayyip Bey, AKP’den CHP’ye geçse ve Ramazan vakti, kırmızı şarap kadehini doğrultarak şerefe çekse ne olur söyler misin?..

CHP muhafazakâr eğilimi temsil etmeye başlamış mı olur yoksa “Vah vah Tayyip Bey’e bir haller oldu, döndü” mü denir?..

7) Elbette sosyalizm ve sosyal demokrasi ve hizip imbiğinden geçmiş, demagojik birikimlerinle diyebilirsin ki, “Her Müslüman oruç tutar... Bunun için AKP’li olmaya gerek yok...”

Elbette her Müslüman oruç tutar ve bunun için AKP’li olmaya hiç gerek yok...

Konu şu ki, Ertuğrul eski yoldaş, fotoğraflar diyor ki siz o gün oruçlu değlsiniz!..

Boş bulunup elinizde meyve suyuyla fotoğraflara girince, el çabukluğuyla suyu danışmanınıza geçirtmektesiniz...

8) Yaşam biçiminizi, duruşunuzu, AKP’ye uymadığı için gizlemektesiniz...

Oldu mu şimdi Ertuğrul eski yoldaş?..

Bu mudur yani bu kadar yıllık Ertuğrul Günay?..

9) Zannediyorsunuz ki, eleştirdiğim için alttan alta mutlu olarak yazıyorum bu yazıları...

Hayır...

Çıkıp savunsanıza kendinizi cesurca, “Ben AKP Bakanı’yım... Ama Ramazan’da oruç tutmuyorum... Farklı yaşam biçimlerinin bir arada yaşamasını yani demokrasiyi savunuyorum, bundan gocunmuyorum...” desenize...

Eski bir potansiyel sol lider adayının, ismini kamuoyuna bir davayla yazdırmış bir önder kadronun, sanki hırsızlık yapıyormuş gibi, “zavallı bir meyve suyuna saklambaç oynattıran resmi” yakışıyor mu şimdi?..

Elveda karizma...




*****

KİM NE ALIYOR?..

Eminim soruyorsunuzdur... Yıllar yılı tanıdığımız, güvendiğimiz, sevdiğimiz isimler, yüzler, hiç ummadığınız medya mecralarında hatta devlet televizyonunda boy gösteriyor...

Demek ortada bir sorun yok, herkes her yerde çalışmakta...

Kim bilir belki de muhalif medya olayları abartmakta...

Değerli dostlar, sevgili arkadaşlar...

Bu çok sevdiğiniz, güvendiğiniz tanıdık “simalar”ın kaçı oralarda boy gösteriyor, isterseniz biraz kurcalayın...

Bir de şeyi kurcalayın...

Bu paraları almazdan önce nereden ne kadar alıyorlardı acaba, ya da hiç para alıyorlar mıydı?..

O zaman anlayacaksınız, dünyadaki ve medyadaki dönüşümün değerini!

Pusulaya dikkatli bakın, mıknatıslı iğnesinin nasıl döndüğünü göreceksiniz...

Ne fabrikaymış be!..

Hepsi tornadan çıkmış dönme dolap gibi mübarek!..

Reha Muhtar
Susturucu!
[Resim: 52.jpg]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ergenekon in midir, cin midir? Ülkenin demokratik geleceğine ipotek koymuş devasa bir ahtapot mudur?

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kimileri Ergenekon’un Türkiye ve Orta Doğu’da kullanmadığı terör örgütü ve istihbarat örgütü, karışmadığı komplo kalmadığını düşünüyor. Bunu ezbere değil savcının iddianamesine bakarak söylüyor.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bu düşüncede olanlara göre Türkiye’nin kanlı ve karanlık geçmişindeki meşum olayların neredeyse tümünde Ergenekon’un izini bulmak mümkündür.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ama bir kesim de şişirilmiş bir masal devine benzetiyor onu.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Tatsız bir gerçek olabilir ama şu anda daha çok siyasi amaçlarla kullanılan, susturucu takılmış bir silâh gibi duruyor.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Sanki iktidar muhaliflerini suçlama kabiliyeti olan bütün pislikler vakumlu süpürge ile toplanmış, bir torbaya doldurulmuş, üstüne de “Ergenekon” yazılmıştır.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Gerçek nerede derseniz, bizce ikisinin ortasında bir yerdedir.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ve sorunun cevabını adalet verecektir ama nasıl? Siyaset bu konuyu o kadar hoyratça kullanıyor ki, insan ister istemez endişeye düşüyor.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Muhaliflere gözdağı

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ergenekon davası, Türkiye’nin hayaletlerden kurtulacağı, özgür ve güvenli bir geleceğin umuduna kavuşacağı bir arınma süreci olabilir ve olmalı da.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ama olaylar bu cesareti vermiyor.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Çünkü iktidarın elinde bu soruşturma toplumsal muhalefeti bastırmak için kullanılan bir terör makinesi halini almıştır.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Soruşturmanın ses getiren büyük vuruşlarından biri temmuzun başında emekli orgenerallerin tutuklanması ile gerçekleşti.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Olay o günler, Anayasa Mahkemesi’nde sonuçlanmak üzere olan kapatılma davasına iktidarın misillemesi diye yorumlandı.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Dün de toplumda heyecan uyandıran ve gündemi değiştiren yeni dalga bir gözaltı operasyonu gerçekleşti.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Tuhaf ama şu ara da Deniz Feneri yolsuzluğunun yıpratıcı etkilerinden bunalmış olan iktidarın gündem değişikliği ile nefes almaya ve muhaliflerine gözdağı vermeye çok ihtiyacı var.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Zamanlama şüphe çekici

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Dünkü gözaltına alma dalgasında “Biz Kaç Kişiyiz” hareketinin lideri Tuncay Özkan da gözaltına alındı.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kanal Türk’ün eski sahibi olan Özkan Cumhuriyet Gazetesi yazarı İlhan Selçuk’un gözaltına alınmasından sonra “Mustafa Kemal’in askeri olarak beni götürmezlerse işkence tezgâhlarından geçirmezlerse ben de onların yüzüne tükürmezsem namerdim” diye meydan okumuştu.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Özkan’ın gözaltına ne zaman alınacağı merak ediliyordu.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bu bekleyişin tam Deniz Feneri rezaletinin ortasında gerçekleşmesi siyasi iktidara olduğu kadar yargıya olan güveni de sarsmaktadır.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]AKP hukuk devletine ağır hasar verdi.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınıp bırakılan tiyatro sanatçısı Nurseli İdiz “Paranoyak oldum. Bir daha cep telefonu kullanmayacağım” diyor.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]İktidar, kendisini korumak için Ergenekon’u devlet terörü estirmenin bahanesi olarak kullanacak yerde yargının, adaletin önünü açsın

Güngör Mengi
Herkesi değil canları kimi istiyorsa onu dinliyorlar

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] Emniyet İstihbarat Müdürü “Telekulak” iddialarına karşı “Herkesi dinlememiz teknik olarak mümkün değil” diyor. Sonra da bu iddiaları ortaya atanları suçlayarak “İşi magazinleştiriyorlar. Halkı korkutuyorlar” diyerek adeta meydan okuyor.

Konu MİT ve polis istihbaratına “genel izleme” izni verilmesi üzerine patlak verdi biliyorsunuz. Olayın ortaya çıkmasına ise aynı konuda Jandarma İstihbarat’ın istediği yetkiye izin verilmemesi neden oldu.

Yani açıkçası “hükümetin güdümündeki” istihbarat örgütleriyle, “nispeten hükümetin güdümünde olmayan” istihbarat örgütünün iç kapışması nedeniyle öğrendik bu rezaleti.

Halkın bir paranoya içinde olduğu doğru. Herkes telefonunun dinlendiğinden endişe ediyor. Kendi telefonunun dinlenmediğini düşünenler ise konuştukları kişinin dinlendiğini ve bu yolla kendilerinin de kayıt altına alındığını düşünüyor.

Peki, vatandaş bu paranoya kapılmakta haksız mı? Değil elbette. Çünkü hemen her gün, konu ne olursa olsun birilerinin telefon konuşmaları gazetelerde veya televizyonlarda yayınlanıyor. Türkiye’nin en büyük davası diye nitelenen Ergekon’un binlerce sayfalık iddianamesinin ve kanıt eklerinin neredeyse yüzde 90’ı telefon dinlemelerinin deşifrelerinden oluşuyor.

Sanık hatta tanık olmayanların kendi aralarındaki konuşmaları bile iddianamede yer alıyor. Bu durumda halkın paranoyaya kapılmasından daha doğal ne olabilir?

Emniyet İstihbarat Müdürü “Herkesi dinlemiyoruz” diyor ya, bunda doğruluk payı çok. Herkes dinlenmiyor elbette, iktidar canı kimi isterse onu dinliyor, mesele bu kadar basit.

Tabii işin bir de “Kimse mahkeme izni olmadan dinlenmiyor” tarafı var. Yetkililer en çok buna sığınıyor. Şimdi çok merak ediyorum, örneğin Ergenekon davası başladığında ve telefon kayıtları sunulduğunda, mahkeme başkanı “Bunların izinleri nerede?” diye soracak mı? Gerçekten her telefon kaydı için mahkemeden izin çıkmış mı?

Çünkü, eğer gerçekten her dinlenen için mahkemelerden izin alındıysa, mahkemeler son birkaç aylarını sadece telefon dinleme izni vererek geçirmiş demektir. Bakalım, göreceğiz...



*****

Sıra kimde?

Artık AKP’li olmayan herkes birbirine soruyor “Sıra kimde?” diye. Ergenekon adı altında yürütülen operasyonlarda dün de Tuncay Özkan, Gürbüz Çapan, Adil Serdar Saçan ve aralarında gazetecilerin de bulunduğu çok sayıda kişi gözaltına alındı. Yaygın inanış “Kim iktidara yönelik eleştirilerde bulunuyorsa tek tek toplanıyor” şeklinde. İsterseniz sokağa çıkın ve rastgele bir vatandaşa sorun. Alacağınız cevap budur. İnanın, ben bunu yaptım, farklı cevap almadım hiç.

Bu olay artık giderek bir gözdağı vermeye dönüştü. Anlaşılan şu denmek isteniyor: “Hepiniz aklınızı başınıza alın, canımız kimi isterse canımız istediği an içeri alırız, ona göre.”


*****

Tayyip Bey internet 30 yıllık değil

Başbakan Erdoğan dün Urfa’da Harran Üniversitesi’nin açılışında konuşma yapıyor. Öğrencilere ne kadar geniş imkânlar tanıdıklarını anlatıyor. Söz bilgisayarlı eğitime geliyor. Başbakan diyor ki “İnterneti çok hızlı hale getirdik. Peki daha önce neden yapmadılar. Bu internet iki yıldır üç yıldır mı var? Yooo, 20 yıldır var, 30 yıldır var, ama yapmadılar, gençlere bu imkânı vermediler.”

Eskiyi kötüleyerek politika yapmak elbette tıpkı “öfke” gibi bir iletişim yöntemi olabilir Erdoğan için. Ama işin içine bilimsel yanlış girince hoş kaçmıyor. Çünkü internet 20 yıl önce 30 yıl önce yoktu. Başlangıcı 1970’tir ama sadece 15 kişinin kullandığı kapalı bir sistemdi. Yaygınlaşması 1994’ten sonra oldu. Türkiye’de de hemen kullanılmaya başlandı.

Yeni programlar sayesinde internette ulaşım hemen her gün hızlanıyor. 10 yıl önce internet teknik olarak çok yavaştı, bir siteye ulaşmak için 10 dakika beklemeniz gerekirdi.

İnternetin hızlanması telekom şirketlerinin alt yapılarını geliştirmeleriyle sağlandı. Şu anda Türkiye’de de alt yapı çalışmaları sürüyor. Telekom çok hızlı internete henüz birkaç ay önce geçti.

Yarın öbür gün yazılacak yeni program ve kurulacak alt yapılarla internet hızı belki de ışık hızına ulaşacak.

Yani demem o ki, Tayyip Bey eskiyi kötülerken biraz da teknik bilgi edinmeli.


*****

Kazlar uydurmuştur

Bektaşi bir arkadaşı ile kazına bahse girmiş. Sonunda da bahsi kazanmış. Aradan uzun süre geçmiş ancak arkadaşı borcunu ödememiş. Bektaşi bu duruma çok kızarak, “Nerede benim kazım?” diye hiddetlenmiş.

Arkadaşı kazların en yağsız mevsimi olduğunu, yağlanmaları için biraz beklemesi gerektiğini anlatmış. Bunun üzerine Bektaşi atılmış: “Kazlar uydurmuştur, inanma!”



Her hata bir

bilgisizliğin ya da bir yanılmanın sonucudur. Edmont Goblot


[B]Can Ataklı[/B]
'Bırak başbakanlığı, Vakit'e başyazar ol'

[Resim: 250920081013270386589_2.jpg]






[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Erdoğan Vakit’e başyazar olsun

BAŞBAKAN Erdoğan uçağına Vakit’in küfürbaz yazarını aldıkça...

Ben şu türden analizler patlatıyordum:

"Tayyip Erdoğan, Vakit gibi cepheleştirici bir yayın organının sırtını okşayarak, oradan gelecek desteğe tenezzül ediyor."

Meğer ben ne büyük bir yanılgı içindeymişim!

Meğer Tayyip Erdoğan’ın içinde bir "klasik Vakit yazarı" uyuyormuş...

Görmüyor musunuz?

Frenler boşalınca, içindeki "klasik Vakit yazarı" nasıl da uyanıverdi?

Artık o da cepheleştiriyor... Artık o da nefret ettiriyor... Artık o da Vakit üslubuyla racon kesiyor...

Hatta Vakit’ten ilham alıyor: Medyaya boykot çağrısı fikrinin babası Vakit’tir...

Şimdi de tutmuş, "Ramazan Bayramı’na Şeker Bayramı denmez" diyerek ahkam kesiyor...

Sanki memleketin başbakanı değil de Vakit’in fıkıh köşesi yazarı konuşuyor...

* * *

Ey Tayyip Erdoğan...

Sen merkez sağ bir partinin liderisin...

Bırak isteyen vatandaşın "Şeker Bayramı" desin, isteyen vatandaşın "Ramazan Bayramı"...

Bırak isteyen vatandaşın, "selamünaleyküm" desin, isteyen vatandaşın "merhaba"yı tercih etsin...

Bırak isteyen vatandaşın "baklava" yesin, isteyen vatandaşın "likör artı kahve" takılsın...

Sana ne?

Toplumu bayram adları üzerinden cepheleştirme işini neden Vakit yazarlarına bırakmıyorsun ki?

Sen ne diye giriyorsun bu topa?

Yok, eğer nefsine hakim olamıyorsan...

Bırak başbakanlığı, git Vakit’e başyazar ol...


Gürbüz Çapan için bir tanıklık

TUNCAY’a kefil olmam...

Bir haltlar karıştırmış olabilir... Ya da hiçbir şey yapmamıştır da, kasten "bir haltlar karıştırdığı" izlenimini vermiştir... Bilmiyorum, bilemiyorum...

Eski polis şefi Adil Serdar Saçan’a da kefil olmam...

Adı işkenceciye çıkmıştır... Hüküm falan giymiştir...

Ve ben öyle bilirim ki işkence yapmayı içine sindiren adam, her şeyi yapar...

Ancak iş Gürbüz Çapan’a gelince, durum fena halde değişir...

* * *

Gürbüz Çapan, kafa dengi bir adamdır...

Bırakın "Ergenekon Çetesi"ne üye olmayı, herhangi bir "ekip işi"nin içinde yer almaz, alamaz...

Çünkü böyle bir etkinliğin içinde yer almak adamın doğasına aykırıdır...

İstese de çete faaliyetine ayak uyduramaz ki... Çetenin elebaşıları, üç günde atarlar onu çeteden... Öylesine aykırıdır, terstir... Türküsü her saza uymaz... Emir komutaya gelemez...

Cins bir adamdır Gürbüz Çapan...

Bir yandan Cumhuriyet gazetesine destek çıkar, bir yandan Kanal 7’cilerle dost olur...

İdeolojisi belli bir kalıbın içine sokulamaz...

Dostlukları da tuhaftır... Gürültüsü de... Üslubu da...

Tam 20 yıldır tanırım kendisini...

Ben "dinci" idim, o dostum idi... Ben 28 Şubat’a karşı aslanlar gibi direnişte idim, o dostum idi... Ben hafiften yan çizmeye başlamış idim, o yine dostum idi...

Dostluklarını, ideolojik duruşlara göre şekillendirmeyen ve bütün karakter sınavlarını başarıyla geçen biri, "Ergenekon Çetesi"ne atfedilen alçaklıkları yapabilir mi?

Hadi diyelim ki bana "Sisi"yi, "Nurseli"yi "Ergenekoncu" diye yutturdunuz...

20 yıllık dostumu da mı yutturacaksınız?
12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra İslami kesimde ardı ardına dergiler çıktı. Bunlardan biri de "İslam Dergisi"ydi. Derginin sahibi Nakşibendi Gümüşhanevi Dergáhı’ydı. Başyazarı, dergáhın şeyhi M. Esad Coşan’dı. Genel Yayın Yönetmeni Hasan Hüseyin Ceylan, Yazı İşleri Müdürü Zahid Akman’dı. Dış Haberler Şefi Fehmi Koru’ydu. Derginin para işlerine ise, adı Deniz Feneri olayına karışan Zekeriya Karaman bakıyordu! Ankara’da bir şirketin mescidinde kırık bir daktilo ve bir masayla başlayan idealler zamanla nasıl bir dönüşüme uğradı?

12 Eylül 1980 askeri darbesi, İslami kesimde dergiler dönemini başlattı. Neredeyse her tarikatın, dergáhın, cemaatin dergisi vardı:

"Sızıntı", "Zafer" Fethullah Gülen Cemaati’nin dergileriydi.

"Altınoluk" Nakşibendi Erenköy Cemaati’nin dergisiydi.

"Öğüt", "İcmal" Kadiri Haydar Baş çevresinin çıkardığı dergilerdi.

"Köprü", "Bizim Aile" Mehmet Kutlular ekibinin çıkardığı dergilerdi.

"Fetih", "Genç Akademi" Süleymancılar’[FONT=Times New Roman TUR]ı n dergileriydi.

"Dava" radikal Nurcular’[FONT=Times New Roman TUR]ı n dergisiydi.

"Girişim" radikal İslamcı Kürtlerin dergisiydi.

"Şehadet", "Tevhid" Hizbullah’[FONT=Times New Roman TUR]ı n dergileriydi.

"İktibas" tasavvuf karşıtı Ercüment Özkan çevresinin çıkardığı dergiydi.

"Rönesans" Adnan Oktar çevresinin dergisiydi.

"Kitap Dergisi", "Mavera" İslamcı edebiyatçıların dergileriydi.

"Hareket", "Ülke" İslamcı sosyalistlerin dergileriydi.

"Tezkire", "Umran" İslamcı entelektüellerin dergileriydi.

1980’ler; kendi ifadelerine göre, "İslami uyanışın" başladığı yıllardı.

Kuşkusuz aralarında farklılıklar vardı ama hepsi idealistti. Coşkuluydu. Fedakárdı. Tek istekleri "İslami bir toplum" yaratmaktı.

Sonra... Sonra ne mi oldu?..

Yeni bir dergi:İslam

Tarih: 1 Eylül 1983.

Nakşibendi Gümüşhanevi (İskenderpaşa) Dergáhı’nın yarı resmi yayın organı "İslam" Dergisi çıktı. Aylıktı.

Derginin başyazarı "Halil Necatioğlu" idi. Aslında bu isim; Profesör Mahmud Esad Coşan’ın müstear adıydı. Prof. Coşan müstear isim olarak, babası Halil Necati Coşan’[FONT=Times New Roman TUR]ı n adını kullanmıştı.

M. Esad Coşan sıradan bir başyazar değildi. Gümüşhanevi Dergáhı’nın şeyhi Mehmed Zahid Kotku’nun kızı Muhterem ile evliydi. 1977 yılında kayınpederinin bizzat elinden tutarak kürsüye çıkarması üzerine İskenderpaşa Camii’nde hafta sonları hadis dersleri vermeye başladı. İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesiydi.

Şeyh Mehmed Zahid Kotku, Ankara’ya geldiğinde mutlaka damadının evinde misafir oluyordu. Damadını seviyor, saygı duyuyordu. Dergáh çevresinde artık herkes biliyordu ki, Şeyh Zahid Kotku’dan sonra dergáhın postnişine Prof. Coşan oturacaktı.

Ama bir sorun vardı. 1970’li yılların sonunda dergáh ile partinin/MSP’nin arası açılmaya başladı. Şeyh Zahid Kotku, Erbakan’ın "Akıncılar" gibi radikal hareketlere sıcak bakmasına karşı çıktı. Sonra bir gün Erbakan’a, eniştesi Prof. Osman Çataklı aracılığıyla haber gönderdi: "Necmi partinin başından çekil!"

Erbakan dergáhın dinsel otoritesine karşı geldi. Gümüşhanevi Dergáhı ile gerginliği sürerken 12 Eylül 1980 askeri darbesi oldu. Tutuklamalar sorunu geçici olarak unutturdu.

Darbeden hemen sonra da Şeyh Zahid Kotku vefat etti. Prof. Coşan yeni şeyh oldu.

Erbakan, dergáhta değil akademide yetişen yeni şeyhe "biat" etmedi. 19 Temmuz 1983’te Refah Partisi’ni kurdu.

Prof. Esad Coşan ise, RP’nin kuruluşundan bir buçuk ay sonra "İslam" Dergisi’ni çıkardı.

Derginin künyesi

Prof. Esad Coşan, İslam Dergisi’nde genellikle Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden tanıdığı öğrencileriyle birlikteydi.

İslam Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Hasan Hüseyin Ceylan’dı.

Yazı İşleri Müdürü ise Aykut Zahid Akman’dı.

Hasan Hüseyin Ceylan ve Aykut Zahid Akman, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden sınıf arkadaşıydılar. Ankara’da yaşıyorlardı. Şeyhleri Esad Coşan’ın dizinin dibinden ayrılmıyorlardı. Dergi çalışmalarından arta kalan zamanlarda, Prof. Coşan’ın Ankara Demetevler Özelif Sitesi’ndeki "hadis sohbetlerini" organize ediyorlardı.

İslam Dergisi, Ankara’da bir şirketin mescit olarak kullandığı küçük odasında, bir masa, bir eski daktilo ile yayın hayatına başladı.

Darbe günleri nedeniyle biraz ürkek yayın çizgileri vardı. Dergi içerik olarak, daha çok tasavvuf, geleneksel medrese ile radikal söylemlerin iç içe geçtiği bir politika takip etti.

Hasan Hüseyin Ceylan tarafından yazılan "Unutulan Sünnetlerimiz" bölümünde, Hz. Muhammed’in yaşamından örnekler verildi; okurlara günlük yaşama ilişkin tavsiyelerde bulunuldu: "Futbol karşılaşmalarında giyilen şort, erkeğin göbeği ile diz kapağı arasını örtüyorsa caizdir."

Dergi, genellikle yurtdışındaki İslami gelişmeleri haber verdi; Afganistan’[FONT=Times New Roman TUR]ı işgal eden Sovyetler Birliği’ne ateş püskürüyorlardı. İran-Irak Savaşı’nda İran’[FONT=Times New Roman TUR]ı destekliyorlardı. Ama Humeyni’ye mesafeliydiler.

Dünyayı ikiye bölmüşlerdi; Müslümanlar ve káfirler. Avrupa Birliği’ne karşıydılar. Kendilerini, Mısır’daki Müslüman Kardeşler’e yakın görüyorlardı.

İslam Dergisi’nin dış haberler sayfasını kim hazırlıyordu biliyor musunuz; Fehmi Koru!

Dergiye, Zahid Akman’ın ağabeyi Turgut Akman’la evli gazeteci Nuriye Akman da gönüllü destek veriyordu.

İslam Dergisi, ANAP’a yakındı; çünkü bu partinin kadrosu içinde, başta genel başkanı Turgut Özal olmak üzere, Gümüşhanevi Dergáhı’na bağlı politikacılar vardı. Ancak ANAP’[FONT=Times New Roman TUR]ı n serbest piyasacı, AB’ye yakın siyaseti bu yakınlığın daha ileri gitmesine engel oldu.

RP arasında gerginlik ise her geçen yıl arttı. Parti, İslam Dergisi’nin parti binalarına girişini yasakladı.

Ayrılık gerçekleşiyor

1990’lı yıllarda RP yükselişe geçti. Artık büyük şehirlerde yeni bir dönem başlamıştı. İstanbul, Ankara gibi şehirleri RP adayları kazanmıştı.

Bu seçim başarısına rağmen İslam Dergisi, Erbakan’a hálá soğuktu.

Ancak...

1984 yılında Şeyh Zahid Kotku’nun adını alacak kadar dergáha bağlı olan Aykut "Zahid" Akman ve Hasan Hüseyin Ceylan gibi isimler, Şeyh Coşan’dan ayrılıp Erbakan’a biat ettiler.

O yıllar faaliyete geçmek için hazırlıklar yapan Kanal 7 televizyonunun başına da İslam Dergisi İdari Müdürü Zekeriya Karaman getirildi.

İslam Dergisi’nin yazı işleri kadrosundan Ferman Karaçam da Kanal 7 radyonun başındaydı artık.

Fehmi Koru, İslam Dergisi’nden sonra Erbakan’ın ekibine dahil oldu; Milli Gazete’ye geçti; başyazarı oldu. Sonrası malum...

Hızlı yükseliş

İslam Dergisi’nden kopanlar ödüllerini hemen aldılar.

Milletvekili oldular. Şirketler kurdular. Belediyelere fuar organizasyonları yaptılar.

YİMPAŞ parasıyla "Politik Araştırmalar Merkezi" kurdular.

ABD’ye bursa gönderildiler. Televizyon yöneticisi oldular.

Büyüdüler... Ünlendiler...

Bu arada, 28 Şubat kararları, Erbakan’ın yıldızını söndürdü.

Ve zamanında Şeyh Esad Coşan’ın dizinin dibinden ayrılıp Erbakan’a biat edenler yine hemen çark ettiler. Recep Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül ikilisinin gölgesine girdiler. "Yola devam" ettiler!

Fakat bir fire verdiler: Hasan Hüseyin Ceylan konuşmalarıyla RP’nin kapatılmasına neden olmuş; siyaset yapması beş yıl yasaklanmıştı. Cezası bitince, İslam Dergisi’nde birlikte çalıştığı bacanağı, AKP milletvekili genel başkan yardımcısı Akif Gülle’nin kulisiyle AKP’ye girmeye çalıştı. Olmadı. AKP, Hasan Hüseyin Ceylan’ı kabul etmedi.

Diğerlerinin yıldızı parlamaya devam etti.

Geçmişte karşı çıktıkları her şeyi bu kez kendileri yapıyordu. Popüler dünyanın figürleriydiler artık. Her gün televizyon ekranındaydılar.

450 milyon dolarlık Armada İş Merkezi’nin sahibi oldular!

Diğer şirketleri, işleri, yatırımları, Deniz Feneri’ni yazmaya gerek var mı?

Artık milyon dolarları telaffuz ediyorlardı. Her şey ne kadar kolay ve çabuk oluvermişti!

İnsan sormadan edemiyor: İslam Dergisi günlerini hiç anımsıyorlar mı?

O idealist-özverili gençlerin tüm çabaları sadece sınıf atlamak için miydi?

"İslam toplumu" kurmak için büyük söz sarf edenler, sadece birkaç yıl içinde nasıl da ufalıvermişlerdi böyle.

Neyse, hayat devam ediyor işte. Haziran 1998’den beri çıkmayan İslam Dergisi, on yıl aradan sonra ekim ayında yeniden çıkıyor. "Bir lokma bir hırka" felsefesine bağlılıklarını sürdürenlere duyurulur.

Şeyh Esad Coşan’dan Erbakan’a: Valizlerle gelen paraları ne yaptın?

TARİH, 26 Mayıs 1990.

Yer İstanbul Vefa Yayıncılık Tesisleri

Profesör M. Esad Coşan, Erbakan ile olan gerginliklerinin nedenini dergáhının müritlerine bakın nasıl anlattı:

"Umumiyetle bana sorulan sorular, MNP-MSP-RP ile ilgili. Diyorlar ki, ’Bir müddet desteklediniz, şimdi bir ihtilaftan bahsediliyor, niye?’

Efendim, destekleme hocamızın (Şeyh Mehmed Zahid Kotku) zamanından beri oldu. Parti zaten dergáhımızın belli bir aksiyonu olarak başladı. Hocamıza belli kişiler geldiler, dediler ki, ’Hocam, böyle böyle şeyler yapalım mı?’ Hocamız emir buyurdu, istikamet gösterdi, yapın buyurdu. Ayrıca eleman verdi.

Ancak üç sene önceden, beş-altı sene önceden bize karşı bir tavır başladı. Bizim dergimizin (İslam) nasıl çalıştığını biliyorsunuz, neden yazdığımı biliyorsunuz. Biz bu dergileri şu bakımdan çıkarmıştık; örfi idare var, ben İskenderpaşa’da konuşuyorum, Ankara’da konuşma iznim var ama yasaklanabilir. ’Sen Diyanet’e bağlı bir kimse değilsin, konuşamazsın’ diyebilirler. Onun için ben ihvanıma, yani kardeşlerime, ahiret yoldaşlarıma ulaşabileyim, mesajımı ileteyim diye çıkardım dergiyi.

Şimdi önce Almanya’daki kardeşlerimiz başladı; ’Bu dergi bizim dergimiz değildir’ demeye. Hocamızın kurduğu Hak-Yol Vakfı’na yardımları kestirdiler. Bizzat Necmettin Bey, Konya’da ’Hem Hak-Yol’a hem Milli Gençlik’e yardım olmaz; sadece Milli Gençlik’e yardım edeceksiniz’ demiştir.

Şimdi (Erbakan) birçok insan hesap sormadığı için şımarıyor. 1990 yılının Ocak ayına kadar bütün kusurlarına rağmen destekledim. Doğru yolda gitmeyeni babam olsa dinlemem.

Mercedeslere kurulup saltanat sürüyorsun. ’Bana biat etmeyen kendine din arasın’ diyor. Böyle saçma şey olur mu? Bulunmaz Hint kumaşı mısın?

Kırk yıldır desteklediğimiz insan. Beslediğimiz insan, varlığımızın her çeşidiyle katıldığımız insan, kardeşlerimizin parasıyla bütçesi kabarmış, şişmiş insan, Almanya’dan valizlerle gelen paralarla zenginleşmiş insan, Suud’dan, Kuveyt’ten gelen paralarla şey yapmış insan. Sen bu tekkenin mensubu değil miydin? Sen ’Bizim yolumuz tekke adabıdır’ demiyor muydun?"

Prof. Esad Coşan’ın bu konuşmasını, Yazar İsmail Nacar basına verince, Esad Coşan ile Erbakan bir daha hiçbir araya gelmediler, konuşmadılar.

Gümüşhanevi Dergáhı bölündü. Ayrılık hálá sürmektedir.

Başbakan’ [FONT=Times New Roman TUR] ı n dünürünü değil yazar Sadık Albayrak’ [FONT=Times New Roman TUR] ı geri istiyoruz

SON yıllarda gazeteler, televizyonlar ondan hep "Başbakan’[FONT=Times New Roman TUR]ı n dünürü" diye bahsediyor.

Oğulları Berat ve Serhat nedeniyle adı duyuluyor artık.

Küçük oğlu Berat (D. 1978), Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kızı Esra ile evli.

Genç yaşta Çalık Holding’in CEO’su oldu. Büyük oğlu Serhat (D. 1973) da Çalık Grubu’nda.

Sözünü ettiğimiz isim, gazeteci-yazar Sadık Albayrak.

Başbakan Erdoğan ile dünür olduktan sonra bir köşeye çekildi; artık gazetelerde yazmıyor. Konuşmuyor.

Halbuki: Görüşlerine karşı olsam da, Türkiye’nin ona ihtiyacı var, biliyorum.

Türkiye’nin bu gergin günlerinde gazeteci-yazar Sadık Albayrak’a görev düşmüyor mu?

Peki, neden sessiz?

Dünür olması susması anlamına gelir mi hiç?

Bunca yıllık Sadık Albayrak’ın köşesine çekilmesi kabul edilebilir mi?

Bu muydu yani; iki oğlu önemli bir şirkette CEO olacak; hatta biri Başbakan’[FONT=Times New Roman TUR]ı n damadı olacak ve o yazılarıyla rüzgár ekip fırtına biçen Sadık Albayrak kalemini kıracak!

Bunun için mi hapis yattı?

Bunun için mi yüzlerce yıllık cezaları umursamadan kitaplar, makaleler yazdı?

Uzun yıllar Milli Gazete’nin genel yayın yönetmenliğini yaptı.

Önceleri AKP’ye sert muhalefet eden Milli Görüşçü isimlerin başında geliyordu.

Sonra... Sonra kayboldu. Yazmadı işte. Dünürüyle fikir ayrılığı yüzünden mi kalemine kelepçe vurdu? Bilmiyorum.

Bildiğim, Sadık Albayrak’ın akrabalık ilişkileri nedeniyle köşesine çekilmesine gönlüm elvermiyor.

Sadık Albayrak’ın görüşlerini hiç paylaşmıyorum.

Ama yazmasını can-ı gönülden istiyorum.

Sadık Albayrak gazetecidir; yazardır; düşünürdür.

İdealisttir. Vicdanlıdır. Ahlaklıdır. Aydın olma namusuna sahiptir. Bu özelliklerinin yanında "dünürlüğü" sadece küçük bir ayrıntıdır.

Tarih Sadık Albayrak’ı dünürlüğüyle değil, yazdıklarıyla hatırlamalıdır.

Evet, ben kendi adıma, Türkiye’nin bu zorlu sürecinde Sadık Albayrak’ın yazmasını istiyorum...

Sadık Albayrak’ın "feodal ilişkilere" kurban edilmesini gönlüm ve aklım kabul etmiyor.

Soner Yalçın(HÜRRİYET)
"7’nci dalga..." "8’inci dalga..." "9’uncu dalga..."
[Resim: 9.jpg]

Daha dün Ankara’daki arkadaşları arayıp sordum:

"Bir şey oldu sanki, bu 10’uncu dalga mı?.."

"Öyle normal zamanda olmaz" dediler, "Dalga vakti şafakla..."

Olsun...

Biz türkümüzü söylemeliyiz bir ağızdan:

"Dışarda deli dalgalar

Gelir duvarları yalar

Beni bu dertler oyalar

Aldırma gönül aldırma..."

*

İki dava var:

Birinci davada; gurbetteki saf insanlardan "yoksul din kardeşlerimize yardım" adına para toplayıp bavullarla Türkiye’ye getirmişler. Alman mahkemeleri bunun "Ucu Türkiye’de olan, Alman hukuk tarihinin en büyük dolandırıcılık" davası olduğunu karara bağladılar. İşin içinde Başbakan’ın adamları var.

İkinci davada; laik cumhuriyetin tehlikede olduğunu düşünen insanların (ki Anayasa Mahkemesi, iktidarın, laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğunu karara bağlamıştır) çeşitli zaman ve ortamlardaki tepkileri...

Birinci davada; dolandırıcılar ellerini kollarını sallayarak dolanıyorlar. Üstelik Türkiye’yi yönetiyorlar...

İkincisinde?..

*

Üzerimize geliyor dalgalar...

Henüz ortalık ağarmadan...

Genelde sabaha karşıymış vakti dalganın.

O saatlerde yumruklanan ve bir hengameden sonra kapanan kapıların arkasında kalır; korku içinde çocuklar, sehpanın üzerinde dünkü gazete-gözlük, bir ağlayan kadın...

Olsun...

Susmak yok...

Bin canımız varsa, bini de çocuklarımıza feda olsun...

Biz türkümüzü söylemeliyiz, böyle zamanlarda:

"Dışarda deli dalgalar

Gelir duvarları yalar

Beni bu dertler oyalar

Aldırma gönül aldırma..."