Doğan HIZLAN
Trenin geçtiği yerleri gördünüz mü
HÜRRİYET’in 60. yılında bütün Anadolu’yu dolaşan Hürriyet Hakkımızdır treninin gezisini, istasyonlardaki etkinliklerini Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’ndeki öğretim üyeleri ve öğrenciler fotoğrafladı.
Bu çekimlerden yapılan seçmeler de üniversiteye ait Tophane-i Ãmire’de açıldı.
Önce "Hürriyet Treni" proje ekibinin adlarını verelim:
Lisans Öğrencileri: Gökhan Eren, Can Yücel, Hayri Cenk Oğlakçı, Gökhun Badem, Savaş Kolan, Özlem İlgezdi, Şenay Öztürk, Aysun Gündoğdu, Özgür Akpınar, Burak Tokoğlu, Emek Adıgüzel, Erdinç Gökçe, Reyhan Akyol, Fırat Aksoy.
Yüksek Lisans Öğrencileri: Ceyda Binyıldız, Yasemin Karslı, Kázım Şahbudak, Tayman Tekin.
Sanatta Yeterlik (Doktora) Öğrencileri: Araş. Gör. Uğur Günay, Araş. Gör. Derya Kılıç, Araş. Gör. Hürü Kaya.
Proje Sorumlusu ve Sergi Sorumlusu: Yardımcı Doçent Ozan Bilgiseren.
22 kişi, 5-6’lı vardiyalar halinde Hürriyet Treni’nde görev aldılar.
BİR KİŞİ BİR GÜNDE KAÇ KARE FOTOĞRAF ÇEKTİ
73.333 kare fotoğraf çekildi bu proje sırasında. Bunu 22 kişiye bölersek kişi başına 3.333 kare düşüyor.
Bu sayı da 12 güne bölündüğünde, bir kişinin günde 277.7 kare fotoğraf çektiği sonucu ortaya çıkar.
CANON sponsorluğunda açılan sergide, temelde üç farklı görsellik buluşuyor: Tren ve manzarayla ilişkili 180 ve 360 derece panoramalar, tren ve insan etkileşimiyle ilintili portreler, bunun dışında Anadolu’dan portreler ve son olarak Hürriyet’in tren projesi kapsamında yapmış bulunduğu ya da buna paralel yapılmış bulunan etkinliklerin dokümantasyonu.
Trenin geçtiği yerler, karşılamalar, etkinlikler konusunda, bir gezinin bütün görsel öyküsünü bu sergide bulabilirsiniz.
* * *
SERGİYİ her gün sabah saat 10.00 ile 17.00 arasında gezebilirsiniz.
MSGSÜ fotoğraf bölümünün de kuruluşunun 30. yılıydı bu sene. İki yıldönümü ortak bir projede buluştu.
Bu ortak proje iki kurumun da yetkinliğini ortaya koyuyor aslında.
Tufan TÜRENÇ
Halkın sadece eli değil tüm vücudu taşın altında
BAŞBAKAN ne diyor?"Herkes elini taşın altına soksun."Bu öneriye yürekten katılıyorum.
Ama aşağıda vereceğim devlet büyüklerimizin makam araç listesi de vicdanımı zorluyor...
Cumhurbaşkanı: 2 adet Mercedes S500, 1 Mercedes limuzin. Çankaya’nın araçları bunun dışında.
Meclis Başkanı: BMW 7 serisi.
Başbakan: 2 adet Mercedes S600, bir Mercedes de yedek. Başbakanlığın öteki araçlarının sayısını belirleyemedim.
CHP Genel Başkanı Baykal: Mercedes.
Emine Erdoğan: 2 Hyundai limuzin.
Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları: Mercedes.
Bakanlar: Bir kısmı Mercedes S 300, bir kısmı Audi A8, ayrıca hepsinin yedek Mercedes’leri var.
Müsteşarlar: Bazılarının Mercedes, bazılarının BMW, bazılarının da Opel Renault, Ford.
Valilerin: Büyük bölümünün cip ve Mercedes.
YÖK Başkanı: 2005 model Mercedes S600 L
Emekli Genelkurmay Başkanı Büyükanıt: Audi A8L
2009’da da Başbakanlığa 4-8 kişilik 12 cip, bakanlara 13 binek otomobil alınacak.
Meclis Başkanlık Divanı üyeleri için 54 binek otomobil kiralanacak.
Bunların dışında devlette binlerce makam otomobili kullanıyor.
Milyarlarca lira tutarında harcamalar yapılıyor.
Bütün bu şaşaanın giderini halk karşılıyor.
Halkın bırakın elini, tüm vücudu taşın altında.
* * *
Bizim Washington muhabiri arkadaşımız Kasım Cindemir’in haberi:
"ABD’nin nakit sıkıntısı içindeki otomobil devleri General Motor, Ford ve Chrysler’in CEO’larının 25 milyar dolarlık yardım için Kongre’yi ikna etmeye özel jetleriyle gitmeleri ülkede tartışma konusu oldu.
Kongre üyesi Gary Ackerman, CEO’ların Detroit’ten Washington’a özel jetleriyle gelmelerini ’Aşevi kuyruğuna smokin ve şapka giyerek girmeye’ benzetti."
Ayrıca bir senatör de "Hemen o jetlerinizi satın ve ticari uçağa binerek Detroit’e dönün" tavsiyesinde bulundu.
* * *
Ekonomistler uyarıyor:
"Kriz esas 2009’un ilk çeyreğinde vuracak."
Kemal Derviş, "Kriz gelecek aylarda kötüleşecek. Krizin nedeni yönetim eksikliği, finans sektörünün denetimsizliği... Kuralsız sistem olmaz" diyor.
Neo liberallerin kulakları çınlasın.
"Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" kafası bakın dünyayı ne hale getirdi.
Hindistan’da Mahatma Gandi’nin mezarını ziyaret eden Erdoğan’a ülkesinin bağımsızlığı için ömrünü veren bu büyük insanın yazdığı 7 ölümcül sosyal günah listesini armağan ettiler.
Gandi’nin 7 ölümcül günah listesi şöyle:
İlkesiz siyaset
Emeksiz zenginlik
Vicdansız haz
Niteliksiz bilgi
Ahlaksız ticaret
İnsaniyetsiz bilim
Özverisiz ibadet
Sanırım Erdoğan bu listeyi çerçeveletip makamının hemen arkasındaki duvara asar.
[COLOR="red"]Mehmet Y. YILMAZ
Washington’a Türk camisi!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan "Burada hiç eserimiz yok. Bir eserimiz, izimiz olsun" deyince, Amerika’nın başkenti Washington’a bir cami yaptırma kararı alındı.
20 milyon dolar tutacağı tahmin edilen inşaat bedelini TOKİ ve Diyanet İşleri Başkanlığı ödeyecek.
Washington belediyesinden gerekli izinler alınınca inşaat başlayacakmış.
Caminin projesini henüz gören yok ancak Osmanlı mimarisini yansıtacak bir projenin hazırlanacağı söyleniyor.
Toplu Konut İdaresi’nin dar gelirli vatandaşları konut sahibi yapmak için kurulduğunu zannediyordum. Demek ki kuruluş görevleri arasında dünyanın öbür ucuna cami yaptırmak da varmış!
Aslına bakarsanız amaç Washington’a mimari değer taşıyan bir "iz" bırakmak ise o zaten var.
Geleneksel Türk mimarisi üslubunda inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği böyle bir bina zaten!
Orada küçük bir Türk-Müslüman cemaati var ve Türk Kültür Merkezi içindeki mescit bu ihtiyacı karşılıyor. Zaten orası da bayramdan bayrama dolabiliyor!
Madem amaç Washington’da Türk kültüründen izler bırakmak, bu para Kültür Merkezi’nin faaliyetlerini geliştirmek için kullanılmalı.
Çağdaş Türk resmini, heykelini, edebiyatını Washington’lular ile buluşturmak daha derin izler bırakılmasını sağlayabilir.
Öte yandan bir başbakanın, bir Osmanlı padişahı edasıyla böyle talimatlar vermesi ve TOKİ’nin hiç sorgulamadan bunun üzerine atlamasının da üzerinde durmamız gerek.
Yeni bir Tokyo Camii skandalı yaratarak, bu inşaattan yıllarca sebeplenilmek düşünülmüyorsa tabii!
Beşiktaş çarşısındaki balıkçılar
CUMARTESİ günü Beşiktaş çarşısında eski balıkçıların yerine yapılan (bir tür anıt mezara benzettim aslında) balıkçılar çarşısı ile ilgili bir yazı yazdım.
Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal aradı ve çarşının yenilenmesi talebinin balıkçılardan geldiğini, belediye olarak o işin içinde olmadıklarını söyledi.
Balıkçıların bu isteği eski çarşının hijyen sorunları, ihtiyaca yetmemek gibi nedenlerden kaynaklanıyormuş.
Keşke, çarşının eski görüntüsü muhafaza edilerek bu tür sorunları aşabilecek bir çözüm bulunabilseydi.
Ya da madem eski çarşı korunamıyor, hiç olmazsa yenisi yapılırken estetik kaygı biraz daha göz önüne alınsaydı diye düşünmeden de edemedim.
Tek seçici Baykal, bunu söyleyebilir mi?
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, yerel seçimlerden ikinci parti olarak çıkarlarsa, genel başkanlığı bırakacağını söyledi. Bizde pek rastlanmayan bir durum!
Türk siyasetinin en önemli sorunlarından birisi, partiyi bir kez eline geçirenin bir daha orayı bırakmaması!
Seçimlere girip de çoğunluğu elde etmeye başaramayan parti liderleri, Erdoğan’ın taahhüt ettiği gibi davranabilselerdi, kuşkusuz bugünkü siyasal kilitlenmeyi de hiç yaşamayacaktık.
Bizim ülkemizde seçimlerden sonra, seçimi kaybedenin aslına seçimi nasıl kazandığını açıklaması gibi bir gelenek vardır. Yıllarca Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz bunu çok iyi başardılar mesela!
Elbette Deniz Baykal’ın da bu konuda hakkını yemememiz gerekir, o da bu işi çok iyi başarır biliyorsunuz.
Şimdi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, seçim sonuçlarını aşağı yukarı tahmin edebildiği için böyle bir taahhütte bulundu, sonuçlardan kuşkulu olsaydı böyle bir açıklama hiç kuşkunuz olmasın yapmazdı.
Şimdi sıra Deniz Baykal’da!
Elbette günümüzün siyasi tablosuna bakınca ondan "İkinci olursak giderim" gibi bir taahhüt beklemiyoruz.
Ancak partisinin en çok önem verdiği belediyelerde, özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir’de "tek seçici" olarak adayları bizzat belirliyor.
Bu üç ile yönelik bir taahhüt de işimizi görür bence.
Ne dersiniz, Baykal şöyle bir açıklama yapabilir mi: "Ankara, İstanbul ve İzmir’i kazanamazsak, parti genel başkanlığını bırakıyorum!"
Trafik polisi 24 saat görev başında
İSTANBUL trafiğinin içinden çıkılmaz hale gelmesinin sorumluları arasında, İstanbullu sürücülerin de olduğunu yazmış ve trafik polisinin sürücü hatalarına müsamahalı yaklaştığını yazmıştım.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden bir açıklama aldım. Uzun bir listenin özeti şu:
Bu yılın ilk on ayında 1 milyon 252 bin 714 adet ceza işlemi yapılmış. 116 milyon 48 bin 384 YTL para cezası tahsil edilmiş.
Emniyet, "Trafik polislerimiz 24 saat görev başındadır" diyor.
Trafik polislerinin çok ağır şartlar altında, fedakárca çalıştıklarını gözü olan herkes görebilir.
Ama belli ki bu çaba yeterli olmuyor.
Ya trafik polislerinin sayısı az, ya da sürücüler ne kadar ceza öderlerse ödesinler bildiklerini okumaya devam ediyorlar.
Yani sorunu çözmek yine Emniyet’e düşüyor!
[COLOR="red"]Ahmet HAKAN
CHP’nin Tayyip’i
YILLAR önceydi... Kimselerin adını sanını bile bilmediği Recep Tayyip Erdoğan, Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olmuştu...
"Memecanlar" falan ortada yoktu... "Tayyip’e yakın olmak" şeklinde ifade edilen pozisyonun, geçer akçe olmadığı günlerdi yani...
O zamanlar işi çok zordu Erdoğan’ın...
Partisine "bir oy" daha kazandırmak için çırpınıp duruyordu...
"Açılım" yapıyordu: Genelev kadınlarından oy istiyor, Bağdat Caddesi’nde alaycı bakışlar altında parti çalışması yapıyor, barlar sokağı sakinlerinin gönlünü kazanmaya çalışıyor, varoşlardan çıkmıyordu...
Refah Partisi’nin "tutucu ak saçlıları"ndan gelen, "Bu çocuk ne yapıyor böyle yahu?" şeklindeki vızıldanmaları saymazsak, kimse yoluna takoz koymuyordu.
Onlara o zamanlar "yüzde 7" deniyordu...
Ve kaybedecek fazla bir şeyleri yoktu...
* * *
Benim gözümde ise Recep Tayyip Erdoğan, boş bir rüyanın peşinde giden adamdı... Hakkında verdiğim çalakalem hüküm şuydu: "Bir şey olmaz."
Fakat... Günlerden bir gün... Yeni palazlanmaya başlayan özel televizyon dünyasında gezinirken... "Deve dişi gibi" bir siyasetçi ile "bıyıkları yeni terleyen" Recep Tayyip Erdoğan’ın tartışmasını izledim... "Büyük siyasetçi" stüdyoda, "bizim" Tayyip Erdoğan ise telefondaydı...
Bir camia dayanışmasına kapılarak, "Eyvah, bu adam şimdi Tayyip’i ezecek" endişesiyle ekrana yaklaştım, televizyonun sesini açtım...
Ama o da ne? "Bizim" Tayyip Erdoğan, "deneyim abidesi" siyasetçiyi bir aparkart, iki kroşeyle yere serivermesin mi?
Samimiyeti tamdı... Mantığı sağlamdı... Konuya hakimiyeti müthişti... Entelektüel yetersizliğini iyi kamufle ediyordu... Henüz özgüveni "ananı da al git" noktasına gelmese de, sokağın dilinden konuşuyordu... Çıktığı ilk televizyon tartışmasında işi bitirmişti...
"Tamam" dedim, "olacak bu iş".
Hikayenin devamını biliyorsunuz: İyi mi oldu, kötü mü oldu bilmiyorum ama "o iş" oldu...
* * *
Geçen gün bir Teşvikiye kafesinde, CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin’in anlattıklarını dinlerken, birden "94 model Tayyip Erdoğan heyecanı" ile karşı karşıya kaldığımı keşfettim...
Entel gevezeliklere zerre kadar prim vermeyen, yapmacıksız bir varoş sevgisiyle gözleri parlayan, partisine "bir oy" fazla kazandırmak için çırpınan bir adam...
"Halka inen CHP’li" falan demiyorum... "Halka inmek" tabirinin hiç yakışmadığı, yakışmayacağı adamlardan biri Gürsel Tekin...
CHP İl binasının ana baba günü gibi dolup taşmasından, AKP’nin yüzde 94 aldığı bir beldede 23 ayrı toplantı yapmaktan, bir türbanlı kadının partisine oy vereceğini söylemesini fetih havası içinde dinlemekten keyif alıyor...
Ekibini acayip motive ediyor, "hadi" dediğinde yüzlerce kişi bir araya gelip eylem yapıyor... Bir tür "solcu reis" yani...
Yeni şeyler yapıyor: Bu zamana kadar hep AKP’yi yazıp çizen Batılı gazetecilerle bir araya geliyor, onlara CHP’yi anlatıyor... Yerel basını kolluyor... Esnaf odalarını falan ziyaret ediyor... Hemşeri derneklerini ziyaret ediyor... Çöken merkez sağdan yadigár kalan belediye başkanlarını transfer ediyor... "Su", "Deprem", "Ulaşım" gibi İstanbul’un kadim sorunları konusunda yüzlerce bilim adamını bir araya getirerek bilimsel sempozyumlar düzenliyor... "Cumhuriyet Halk Evleri" projesi ile varoş kadınlarına sosyal hizmet sunuyor...
Kısacası partisini, düştüğü yerden kaldırmak istiyor...
Avantajı ise şu: Baykal’dan tam destek alıyor...
* * *
Kendisinin gözü olmadığını adım gibi biliyorum ama ben yine de söylemeden geçemeyeceğim:
Çıkan birçok isme karşın, şöyle herkese "İşte budur" dedirtecek bir aday bulamadı CHP, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için...
Bana kalırsa "uzaklarda arama" şarkısını terennüm etmek isterim...
[COLOR="red"]Ferai TINÇ
2025’te Türkiye tahmini
AMERİKAN İstihbarat Konseyi’nin, 2025 tahminlerini yayınlaması tartışmalara yol açtı.
Ceşitli istihbarat birimlerinin temsilcilerinin görüşlerinin harmanlandığı rapor, bir senaryolar manzumesi. Şimdiki zamandan yola çıkarak geleceğe yönelik tahminler üzerine kurulu senaryolar.
Zaten, raporda "devam eden küresel değişime bakarak karşılaşacağımız meselelerin altını çizmeye çalıyoruz. Senaryolar yeni durumları, çıkmazları ya da küresel resimde karmaşaya yol açacak olan felaketleri dile getiriyor. Bunların yol açacağı değişik dünyaları ortaya koyuyor. Hiç biri kaçınılmaz ya da mutlaka gerçekleşecek değildir fakat diğer belirsizliklerle birlikte potansiyel oyun değiştiricilerdir" deniyor.
2025 senaryolarına göre, dünya ABD’nin tek güç olma niteliğini yitirdiği çok kutuplu bir dünya olacak. Çin, Hindistan ve Brezilya gelişen güçler.
Bölgesel güçler arasında Türkiye de sivriliyor. Türkiye’nin adı, 120 sayalık raporda 15 kez geçiyor. Değişik konular çerçevesinde değiniliyor.
Senaryolardaki yerini raporun çizmeye çalıştığı küresel resim ile birlikte değerlendirildiğinde daha iyi anlaşılıyor.
Önümüzdeki on beş yıl, Türkiye’nin de içinde bulunduğu coğrafya dünyanın en istikrarsız bölgesi olarak görülüyor.
Filistin-İsrail sorunu, İran’ın nükleer programı, Irak’taki belirsizlik, ekonomik sorunlar ve eğitilmediği, gelecek umudu sağlanamadığı takdirde etnik, dini ve çıkar şebekeleri temelinde gelişecek çatışmalara sürüklenebilecek genç nüfus istikrarsızlığın nedenleri arasında.
Türkiye, genç nüfusunu eğitebilir ve işgücüne katabilirse "demografik bonus"undan yararlanıp 2025’in yükselen kaplanları arasına girebilecek. Lübnan, İran, Magrib ülkeleri, Kolombiya, Kosta Rika, Şili, Vietnam, Endonezya ve Malezya gibi.
***
ÖZELLİKLE Çin’in dünyanın etkili kutupları arasına girmesi ile, Amerikan istihbaratçıları liberal ekonomi ve demokratik değerlerin eskisi kadar vazgeçilmez olmayacağı iddiasındalar. Ekonomide devlet denetiminin artacağı, iç kargaşa ve anarşi ortamına karşı ekonomiyi iyi yöneten, halkını refah içinde yaşatan liderlerin, demokrasi gibi bir endişeleri olmasa da halk tarafından benimseneceği öngörülüyor.
Dünyada gelişme modellerindeki farklılaşmaya dikkat çekiliyor ve bu bağlamda Ortadoğu’da, bir Batı anlayışı olarak yorumlanan "laiklik" gerilerken, İslamcı hükümetlerin güçleneceği ileri sürülüyor.
Burada örnek olarak Mısır, Suriye verilebilecekken Türkiye’den söz edilmesi ilginç. "Bugünün Türkiye’sinde İslamcılık yükselirken, ekonomik gelişme ve modernleşmeye daha fazla ağırlık veriliyor" deniyor. Bu saptamaya karşı çıkmak istiyorum ama, CHP’nin çarşafa açılımı aklıma gelince duruyorum.
***
ÖNÜMÜZDEKİ on beş yıl içinde Türkiye’de dinci ve ulusalcı çizginin güçleneceği iddiasını ortaya koyan Amerikalı istihbaratçılar bu bileşimin Orta Doğu’nun modernleşmekte olan ülkelerine örnek olacağı görüşünü yine buraya da sıkıştırıyorlar. Büyük Ortadoğu projesinden sonra Arap ülkelerinin "biz model filan istemiyoruz" demelerine rağmen bu model meselesinden kendilerini kurtaramıyorlar. BOP’ta Türkiye demokrasi ve laiklik ile örnek olurken , Arap dünyasından gelen tepki üzerine onlardan vazgeçtiler, yerine "Türk milliyetçiliğini, Türk-İslam sentezciliğini" koyuyorlar.
Raporda en kötü haber ise Avrupa’ya. Eğer böyle giderse, Avrupa’nın 2025’de askeri bir güç olamayacağı, büyük ülkelerin ulusal çıkarlarının ön plana geçeceği, yeni üyelerden en az birinin uluslararası suç çetelerinin yönetimine geçeceği söyleniyor.
Ama en ilginci Avrupa’nın gelecek vizyonunun sınavı olarak Türkiye’nin üyeliği gösteriliyor.
Türkiye’ye kapıyı kapatırsa Avrupa büyük risk alır deniyor, Türkiye’nin geri çevrilmesinin vereceği mesaj "Batı ile İslamın bağdaşamayacağı" olacaktır. Hem de sadece İslam dünyasına değil kendi içindeki Müslüman nüfusa da.
2025 Küresel Trendler çalışmasında, Amerikan istihbaratçıları önümüzdeki 15 yıl için kendi senaryolarını hazırlamışlar. Oyunları değiştirebilmek için. Dünya, önümüzdeki dönemde her zamankinden daha fazla, kendi senaryolarını yazanların değiştireceği bir yer olacak.
[COLOR="red"]Şükrü KÜÇÜKŞAHİN
Gül ile Erdoğan’ın arasına türban girdi
MURAT Yetkin, cuma günü Radikal’deki köşesinde, "Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Tayyip Erdoğan arasında kriz var mı" sorusunu irdeledi.
Zaman zaman benim de üzerinde durduğum bu konuda Yetkin, "Her Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasında rastlanabilecek yaklaşım farklılıklarını kriz olarak görmek doğru değil" değerlendirmesini yaptı.
27 Ekim’de Köşk’te yapılan AB toplantısına Erdoğan’ın katılmamasının altını ben de daha önce çizmiştim; Yetkin de bu toplantıya değindi.
Ermeni açılımı, Obama’nın sadece Gül’ü araması....
Tüm bunları geçerek diyorum ki; Gül-Erdoğan ilişkisinin seyrine damgasını vuran ana neden Anayasa Mahkemesinden dönen türban düzenlemesidir.
Bakın bu iddiamı nelerin üzerine oturtuyorum?
GAZETELERDEN ÖĞRENDİ
Daha başından yazayım; Gül’ün bu düzenlemeye karşı olduğuna eminim.
Düzenleme yapılacağını gazetelerden öğrendi; anlayacağınız Erdoğan, konuyla ilgili olarak önceden gidip kendisiyle bir değerlendirme yapmadı.
Gül’ün bu nedenle bir alınganlığa girmediği söylenemez.
Oysa Erdoğan, Gül’e gitseydi, "Tayyip Bey, bu konuya henüz girmeyin. Gerginlik oluşacak. Bazı kesimlerden şikayetler geliyor" sözlerini duyacaktı.
Gül’den bu sözlerini işitme şansını kaçıran Erdoğan, aksine MHP’nin iteklemesiyle hızla düzenlemeyi TBMM’den geçirdi.
Yine bir iddiada bulunayım; asıl alınganlık da işte o an oluştu.
Çünkü Gül, düzenlemeyi Meclis’e iade etmek istedi.
Çok da kararlıydı.
Kamuoyu önüne çıkıp bunun bütün risklerini üstlenmeye de hazırdı.
Doğrusu, böylesi bir adım, bazı kesimlere göre, Gül’ü "bütün Türkiye’nin cumhurbaşkanı" yapacak çok önemli adım olacaktı.
Peki, bu neden olamadı; onu da açayım.
ERDOĞAN’IN MHP KORKUSU
Düzenleme önüne gelince Gül, Erdoğan gibi davranmadı.
Veto için Erdoğan’ın görüşünü almak istedi; öyle de yaptı.
Konuyu Erdoğan’a açtı, uzun uzun gerekçelerini dillendirdi.
Ancak Erdoğan, hak verse de bu vetonun kendisini siyaseten çok yıpratacağı inancındaydı.
En çok da MHP’nin bunu kendisine karşı kullanmasından çekiniyordu.
"Bir siyasetçi olarak bunu üstlenemem, bu riski alamam" dedi.
Yani, "Siz şimdi siyaset üstüsünüz, sandık derdiniz yok; ama ben sandığı düşünmek zorundayım" demek istedi, imzalaması için ısrar etti.
Sonuçta da Gül, Erdoğan’ı aşamadığı için vetodan vazgeçti.
Sadece türban konusu değil, yine benim iddiam olarak kayda alın; Gül, Erdoğan’ın AB performansını yetersiz görürken, bazı söylemlerini de doğru bulmuyor; ancak bütün bunlardan yola çıkarak Yetkin gibi diyorum ki, ikili arasında bir kriz durumundan söz edilemez.
Kimse de Gül ile Erdoğan ilişkisini ne Sezer-Ecevit, ne Özal-Mesut Yılmaz/Yıldırım Akbulut ne de Demirel-Tansu Çiller ilişkisine benzetmesin.
Burada uzun yılların ideolojik dava, yol arkadaşlığı var.
Bir de, "Kriz durumlarında şefin dediği geçerlidir" ilkesi unutulmasın.
Yalnız son bir uyarım; şefi de kimse, "Gül" diye düşünmesin.
[COLOR="red"]Fatih ÇEKİRGE
’Dağdan in’ demekle olmuyor
YUSUF Tören 28 yaşında... PKK kampından kaçmış. Dağlardan inmiş...
2.5 yıl hapis yatmış.
Şimdiki hali ise işte bu fotoğrafta:
- Kapısız bacasız, kerpiç bir damda. Elinde iki çocuk. Öylece duruyor... İş bekliyor...
Fotoğraf bu... Durum bu.
Peki ne düşüneceğiz şimdi?
Öfkeli bir ses şöyle diyebilir:
- Kardeşim bu ülkede tek işsiz o mudur? Ya o çıplak ayaklı şehit bebeleri ne olacak?
Tamam bu sesin önünde eğilelim. Peki ya karşıdan gelen ses şöyle derse:
- Devlet "dağdan in" dedi. İndi...
- Ama dağdan in demek yetmiyor.
- Ya sev ya terk et demek hiç olmuyor...
Bak "in" dedin, "indi"... Peki sonra...
Gerçeği görmek için gizli fotoğraflara, uydu teknolojisine filan gerek yok.
Öyle ABD’yle istihbarat paylaşmaya, insansız uçağa filan da gerek yok.
Gerçek işte tam burada... Bitlis’te. Güroymak’ta...
Çömelmiş, bir fotoğraftan bize doğru bakıyor...
İKİNCİ YAZI
Oyum düşerse ben de bırakırım
ARTIK iyice belli oldu. Bu yerel seçimler, solda keskin kararlara neden olacak. Kimisi bırakacak, kimisi "tamam" diyecek... CHP ile DSP arasında ittifak olmuyor. DSP Genel Başkanı Zeki Sezer’le konuştum. Açıkça şöyle diyor:
- Eğer bu seçimlerde aldığım oy bir önceki oylarımızın altında olursa bırakacağım...
Sezer, seçim yenilgisinin çıtasını koyuyor...
- Koltuğu bırakmak...
Ve hemen ardından da Mustafa Sarıgül’le el sıkıştığını söylüyor. İşte burası kritik. Ankara’da Murat Karayalçın. İddialı ve eğer seçilirse solda yeniden alternatif isim olmayı hedefler...
Sarıgül faktörü
Peki İstanbul’da ne olacak?
- Baykal Ankara’da Karayalçın’la yaptığını İstanbul’da Sarıgül’le yapar mı?
Herkes biliyor ki, Sarıgül’ün İstanbul’da oyu var. Bir potansiyel... CHP’den aday olursa etki yaratır. Peki ne olacak? Bendeki izlenim şu:
- Deniz Bey’in bunu yapması büyük sürprizdir.
Sonuçta Sarıgül, ya bağımsız ya da DSP’den Şişli’ye aday olur.
Ve bu durumda;
- Eğer CHP Ankara ve İstanbul’u kaybederse, Baykal ciddi bir baskı altına girer.
- En kritik noktaya gelirsek;
- Sezer devre dışı kalır. Sarıgül ve Karayalçın harekete geçer. Solda yeni tartışmalar başlar.
İzmir rüzgarı
Bu durumda Baykal’ın oylarını koruması için İzmir öne çıkıyor. AKP İzmir’e asılacak. Taha Aksoy mu? Ekrem Demirtaş mı? Nükhet Göksel mi? Cemil Şeboy mu? Ertuğrul Günay mı? Fatih Dalan mı?
Bu isimlere karşı Baykal’ın dinamik bir adayla çıkması şart. Şu andaki aday ise parti yönetiminde "dinamik" bulunmuyor. Yeterince etkin görünmüyor. CHP için 4 isim konuşuluyor; Aziz Kocaoğlu, M. Ali Susam, Hakan Tartan ve Yüksel Çakmur. Burada rüzgar estirecek bir isme ihtiyaç var. Eğer olmazsa İzmir oyları da beklendiği gibi gelmez. Bu da Baykal’ın genel oylarını etkiler... İzmir bu nedenle önemli. Sonuç olarak Baykal’ın İstanbul ve İzmir kararı solun geleceğini belirleyecek.
Neden mi?
İstanbul anahtarı
Eğer İstanbul belediyesi alınmazsa solun iktidar şansı hiç denecek kadar azdır... 23 milyar dolarlık bütçesiyle İstanbul iktidarın giriş kapısıdır... Sol Güneydoğu’da oyları DTP’ye teslim etmiş durumda. Ankara ve İstanbul’da AKP’ye... Karadeniz’de Trabzon tehlikede. Antalya’da ve Akdeniz’de AKP... Buralardan sonuç gelmezse, iktidar bir hayaldir...
İşe bu nedenle bu yerel seçimler sosyal demokratların geleceğini belirler...
ÜÇÜNCÜ YAZI
Kritik buluşma
ERMENİSTAN Dışişleri Bakanı Edward Nalbandiyan bugün İstanbul’a geliyor... Ne kadar "tanımıyoruz" desek de Ermenistan, merkezi İstanbul’da bulunan KEİK’in (Karadeniz Ekonomik İşbirliği) dönem başkanı oldu...
Nalbandiyan bunun için geliyor. Bir de konuşma yapacak.
Ve en önemlisi, programda olmasa da Dişişleri Bakanı Ali Babacan’la bir görüşme yapması... Ermenistan hálá Karabağ’da bir toprak parçasını işgal ediyor...
Ve aynı zamanda merkezi İstanbul’da olan bir kuruluşun dönem başkanı oluyor... Çelişki gibi gözükse de bu bir çözüm kapısı olabilir... Ermenistan Karabağ’da bazı adımlar atabilir. Türkiye sınırları açabilir... Ben bunu istiyorum... Neden mi?
Çünkü bıktık bu korkudan artık... Kıbrıs’ta Rumları tanımıyoruz. Ama onlar AB’ye girdiler. Olimpiyatlarda karşılaşıyoruz... Kuzey Irak’ta Barzani’den çekiniyoruz. Görüşmüyoruz. Ama Kuzey Irak’ta onlarca inşaatı, havaalanını biz yapıyoruz. Bağdat’a heyetler gönderiyoruz.
Ermenistan’ı tanımıyoruz. Ama İstanbul’da dönem başkanı yapıyoruz...
Yeter artık...
Büyük devletler sınırlarını ve ufuklarını kapatmazlar.
Tam tersine; sınırlarının ötesine doğru büyüyen bir cazibe merkezi olurlar.
DÖRDÜNCÜ YAZI
Komutana tavsiye
ANKARA Caz Derneği her yıl bir festival düzenler. Hava Kuvvetleri Komutanlığı da destek olur. Caz’ın Kartalları Orkestrası konser verir. Bu yılki protokol konseri 20 Kasım’daydı... Biletler dağıtıldı. Davetiyeler gitti. Protokol hazır. Solist Murat Ulus hazırlandı... Son dakika Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan Ankara Caz Derneği’ne bir haber gitti:
- Konser belirsiz bir tarihe ertelenmiştir...
Neden ertelendiği açıklanmadı. Ama kulağıma gelen gerekçe şu:
- Konserden kısa süre önce yine alçakça bir pusuya şehit verdik. Ankara Kocatepe Camii’nde şehit binbaşı için cenaze namazı kılınacak. Böyle bir dönemde Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın orkestrasının konser vermesi yine tartışma yaratacak. O konsere muhtemelen Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Aydoğan Babaoğlu da gidecekti. Ve bu görüntüler yine ağır eleştirilere neden olabilirdi.
Org. Babaoğlu, Aktütün saldırısından hemen sonra golf oynadı diye ağır eleştiriler almıştı. Belli ki konser bu gerekçeyle ertelendi. Öyle ya da böyle... Bir hassasiyet gösterilerek konser ertelenmiş olabilir. Doğrudur da... Ama bu da çözüm değil ki... Şimdi buradan Org. Babaoğlu’na bir tavsiyede bulunmak istiyorum:
- Sayın Paşam, ya ertelediğiniz konser gerçekleştirilirken acı bir haber gelirse ne olacak?
Bana kalırsa siz bu tür olaylardan tümüyle uzak durun. Savaş halindesiniz. Milletin gözü üzerinizde. Gelin bu tür polemiklere fırsat vermeyin... Milleti kışkırtmak isteyenlere izin vermeyin.
Cazın kartalları yine çalar. Ama gelin siz, dağlarda savaşan kartallarınızla anılın. Konserlerden, eğlencelerden, tatil köylerinden uzak durun. Aslında bu çağrım yalnız size değil... Bütün komutanlara, güvenlikle doğrudan ilgili tüm sivillere...
Fırsat kollayanlara izin vermeyin...
BEŞİNCİ YAZI
ABD, Irak’la değil Kürtlerle anlaştı
Şİİ ve Sünnilerin Irak’ta yaptığı gösteri, acaba Ankara’da dikkat çekti mi? Şiilerin lideri Mukteda Sadr, on binlerce Iraklıya şu mesajı verdi:
- ABD ile yapılan bu anlaşma onursuzluktur. Her cuma camiden çıkınca bu zulmü protesto edelim...
Bunun bizi ilgilendiren karşılığı şudur:
- ABD’nin çekilme süreciyle birlikte Irak ciddi bir kaosa gitmektedir.
- ABD Irak’ta Kürtleri (Talabani-Barzani) muhatap almıştır. Şii ve Sünnilerin talepleri belirleyici değildir.
- Barzani, Beyaz Saray’la anlaşmıştır. Obama yönetimi bu durumu kolay kolay değiştiremeyecektir.
- İran Irak’taki ABD karşıtı protestolara destek vermektedir.
- Protestolar Irak’ta dini ve milliyetçi duyguları körüklemekte ve destek bulmaktadır.
Peki bu durumda Türkiye ne yapacaktır?
Şii ve Sünnilerin, ABD destekli Kürtlere karşı bir mücadeleye girişmeleri ciddi çatışmalar doğuracaktır. Terör yükselecektir.
Bu durumda Türkiye PKK’nın Kuzey Irak’taki varlığını kontrol etmekte zorlanacaktır...
Özet ise şudur:
- Irak’ta başlayan kaos, bela bulutları olarak Türkiye’nin üzerinde toplanmaktadır...
ALTINCI YAZI
Tebrikler
CUMHURBAŞKANLIĞI Genel Sekreteri Mustafa İsen çok önemli bir iş yapıyor... Çankaya Köşkü’nde kenarda köşede kalmış ne kadar tarihi belge varsa bir sistem içinde topluyor. Yeniden arşivliyor. Önce Atatürk’ün hiç görmediğimiz bir filmini yayınladı. Mustafa Kemal, Atatürk Orman Çiftliği’nde... İzlerken gözlerimiz doldu.
Her zamanki gibi o müthiş giyim tarzıyla çiftliği dolaşan.
Çalışanları dinlerken inekleri okşayan, koyunları seyreden, atların çektiği ilkel traktör bozmalarını büyük bir umutla izleyen Atatürk...
Bir toprak parçasını memleket, bir tebaayı millet yapan o büyük insanın, bu film sayesinde nereden başladığını bir kez daha gördük.
Mustafa İsen’i tebrik için aradım. Ve öğrendim ki, yeni Atatürk videoları geliyor.
Bu beni çok mutlu etti.
Ama şunu da sormadan edemedim:
- Bu kadar değerli filmler, dokümanlar, bugüne kadar nasıl böyle kenarda köşede kalmış?