AHMET ALTAN
Boşuna ölmediler
SİZ gemidekilerin boşuna öldüklerini falan mı düşünüyorsunuz?
Hayır, hayır!
Asla...
Boşuna ölmediler.
* * *
Ölerek yaptıkları hizmetler şunlardır:
- On yıllardır süren bir gaddarlığı tüm dünyaya gösterdiler.
- İsrail’i savunmaya her zaman gönülden hazır olanları bile çaresiz bıraktılar.
- Pür teçhizat silahlı askerlerin, silahsız sivillere karşı neler yaptıklarını kendi bedenleri üzerlerinden bir kez daha kanıtladılar.
- İsrail’in propaganda makinesini gülünç bir duruma düşürdüler.
- Bütün dünyaya “İsrail bu kez yaptığının bedelini ödemeli” dedirttiler.
- insani yardımın önüne nasıl geçildiğini öğrettiler.
- İsrail denilen devletin azgınlığının nasıl sınır tanımadığını canlı yayında gösterdiler.
- İsrail’in barışa değil cinayete meraklı olduğunu ispatladılar.
- İsrail sözcülerinin madara olmasını sağladılar.
* * *
Kısacası...
Yıllardır binlerce cinayetin, binlerce yıkımın, binlerce bombalamanın, felaketlerin, işgallerin, acımasızlıkların, küstahlıkların kıpırdatamadığı insanlık vicdanını...
Ölerek ayağa kaldırdılar.
Az şey midir bu?
Yahudi düşmanlarına karşı Twitter’da savaş
DURUP dururken kimse faşistleşmez.
Birinin faşistleşebilmesi için, “içindeki faşist”in tahrik edilmesi gerekir.
Ama “insan olmak” diye adlandırdığımız olgu da, işte bu türden tahrik karşısında alınan tutumla ortaya çıkar.
Kısacası...
Normal zamanlarda faşizme geçit vermemek mühim değildir.
Mühim olan...
Kritik zamanlarda faşizme geçit vermemektir.
* * *
Dün sabah saatleri...
Bir de baktım ki...
Ortalık karışmış, düzen bozulmuş.
Fitne almış başını gitmiş...
Galeyana kapılan ulusumun bazı çocukları, “twitter” denilen ortamda faşizmin dik âlâsını yapıyorlar...
“Yahudileri öldürün” demekten tutun da “Hitler’e saygı duruşu” sergilemeye kadar varan edepsizliklere, rezilliklere ve insanlık suçlarına imza atıyorlar.
Karşılarına çıkan “Yapmayın, etmeyin, ayıptır, günahtır” falan diyenleri de “Sen sus! Yahudi uşağı” diye katmerli ayıplarla terörize ediyorlar.
Hemen safımı seçtim tabii... “Yapmayın, etmeyin, ayıptır, günahtır” diyenlerin yanında gardımı aldım.
Ve “twitter” denilen mecrada şunları yazdım...
Lütfen kayıtlara geçsin:
BİR: Türk vatandaşı Yahudilerin, kendilerini kötü hissetmelerine yol açmak bile İsrail’in gemiye yaptığı baskın kadar insanlık dışıdır.
İKİ: İsrail’e ve İsrail vahşetine karşı olmak ile Yahudi olmayı birbirinden ayırmak, bir insanlık görevidir.
ÜÇ: Sağduyulu ve vakur bir protesto yeter. El yükseltmeye, “kim daha atak” yarışı yapmaya, Hitler’e selam çakma ayıbına gerek yok.
DÖRT: Suçun failine karşı bir şey yapamayanların, aralarında yaşayan birkaç gariban Yahudi vatandaşını hedef göstermeleri namertliğin daniskasıdır.
BEŞ: Hep düşünmüşümdür: 6-7 Eylül olaylarında nasıl oldu da sağduyu elden kaçtı diye... Bazı yorumları okuyunca nasıl kaçtığını anlıyorum.
ALTI: Zaman yeşil bayrak alıp ortaya çıkma zamanı değil, zaman insanlık bayrağını alıp ortaya çıkma zamanı...
Hakan Albayrak için bir şeyler yapalım
ŞU anda saat 17.05...
Gemideki gazeteciler arasında yer alan, benim 20 yıllık arkadaşım Hakan Albayrak’tan şu dakikaya kadar doğru dürüst bir haber alamadım.
Sordum soruşturdum, haber yok... Ortak arkadaşlarla irtibata geçtim, bilgi yok.
Sadece “Gemilerdeki gazetecilerin sağlık durumu iyi” falan diye zayıf bir tevatür var elde...
Bu tevatüre güvenmek istiyorum.
Ama yine de bu güven, Hakan’ın “İsrail’in eline geçmiş” olmasından duyduğum tedirginliği gidermiyor.
Çünkü Hakan, İsrail’in hiç de hoşlanmayacağı türden bir gazeteci...
Buradan hem hükümete, hem de uluslararası basın kuruluşlarına çağrıda bulunmak istiyorum:
Hakan Albayrak’ı İsrail’in elinden kurtarmak için ayrıcalıklı ve özenli bir ilgi lütfen...
Seçim yapmak zorunda mıyız
BAZILARI şöyle diyor:
Askerlerimiz şehit olmuş, Filistin’le uğraşıyoruz. Mehmetçik ölürken Filistin’den bize ne? Böylelerine şunları demek isterim:
İçinizdeki sızlama potansiyeli sınırlı mı ki, böyle bir soru soruyorsunuz?
Mehmetçik için de kahırlanın, Filistin için de kahırlanın...
Merak etmeyin:
Vicdanlardaki kahırlanma potansiyeli, ikisine de fazlasıyla yeter
BATAKLIĞIN KENARINDA Kİ TÜRKİYE
[B]
İsrail, Filistin'e yardım gemisinin engellenmesi için girişimlerde bulunmuş fakat İHH yetkilileri ve diğer aktivistler geminin Filistin'e yardım götürmesinde ısrar etmişler. Bu hareketleri ile gemideki insanların canlarını tehlikeye atmakla kalmadılar, Türkiye'yi de ucu belirsiz bir karanlığa sürüklediler.
İsrail'in Türk gemisine saldırısı başlı başına bir savaş sebebi olmasına rağmen Türkiye doğrusunu yaptı ve sert bir dille İsrail'i kınadı. Yine de bu kınama hükümetin olay üzerindeki sorumluluğunu yok etmez. Hükümetin, bu geminin gidişini engellememesi, KKTC'yi bile tanımayan Filistin’e verilen desteğin göstergesi ve ayrıca acemice yapılmış bir diplomasi hatası olarak kayıtlara geçmiştir.
BOP uygulama görevlisi İsrail dünya kamuoyundaki gücünden yararlanarak kendini haklı gösterecektir. Bunu yaparken uluslararası sulardaki gemiye gece yarısı neden asker indirir, silahsız sivillere neden silah doğrultur? Bunlara cevap vermez ama yaydığı haber ve videolarla gemideki sivillerin İsrail askerlerine saldırısını yayınlar. Tahmin ediyorum bilgi kirliliği arasında yapılacak bu dezenformasyonla başarıya bile ulaşacaktır.
Türkiye uluslar arası etkinliğini kullanmalı ve kamuoyunun dikkatini saldırıya çekmelidir. Kimi olayları uluslararası sorun haline getirmek bir dış politika stratejisidir. Bunun için Başbakanın, Ortadoğu bataklığında sivrisineklerin yuvası katil İsrail için sarf ettiği sert demeçlerden, Filistin konusuna duyarsız Müslüman ülkeler, İKÖ ve örgüte üye ülkelerin korkak yönetimleri de nasibini almalıydı.
Filistin’de yaşanan trajedi, emperyalizme göbeğinden bağlı Ürdün, Mısır ve S. Arabistan gibi ülkeler olduğu sürece bitirilemez. Üstelik somut saldırı karşısında sadece açıklama yapmak, kimseyi tatmin etmez. Tamam, savaş ilan etmeyelim ama İsrail’e karşı somut yaptırım ortaya konulmalıdır. İsrail’in Başbakan Erdoğan’a verdiği cesaret madalyasının iadesi ve ihalelerin iptalleri ile başlanabilir mesela.
Kısa ve öz: Çuval, Mukavemet gemisi, uranyum takası, BOP, PKK saldırıları, yardım gemisine operasyon... Bunların hepsi tesadüf olamaz! Bir oyun var sahneye konulan. Türkiye bu oyunun içinde olmamalıdır. BOP dahil hiçbir emperyalist projeye geleceğini ipotek etmemelidir. Kesin olan şu: Türkiye yeni kurgulanan dış politika ile Ortadoğu bataklığına sürüklenmek isteniyor. Yaşanan olayların ipuçları sayesinde BOP yerine konan proje hayata geçirildi veya BOP revize edilerek uygulanmaya devam ediliyor diyebiliriz. Türkiye'nin payına düşen ise "bölünmek" olacaktır. BOP projesi tam da budur işte.
Dikkat: Emperyalistler Sivas, Maraş katliamları gibi katliamların hazırlayıcıcı oldular. Aktörler hep cahil ve aşırı dinci gruplardı. İsrail'in gemi operasyonu ile bazı kendini bilmezlerce Türkiye'deki kimi Yahudi vatandaşlara saldırılması aktörlerin ve oyun kurgusunun aslında değişmediğini gösteriyor.
Son söz: Bu ülkede binlerce evladını toprağa verirken sesi çıkmayanların Türkiye'yi Kıbrıs’ta işgalci gören ve KKTC'yi tanımayan Filistin için aslan kesilmeleri düşündürücüdür. Ayrıca (Türk bayrağı bulamadıkları için olsa gerek) Filistin bayraklarını alıp sokaklara dökülenlerin, PKK terörüne şehit düşen askerlerin de Müslüman olduğunu bilmeleri gerekir...[/B]
zümre yazdı:AHMET ALTAN
Boşuna ölmediler
SİZ gemidekilerin boşuna öldüklerini falan mı düşünüyorsunuz?
Hayır, hayır!
Sayın ammet bey gayet tabi ki o ölenler boşuna ölmediler. Zaten öleceklerini de kendilerinin dışında herkes biliniyordu. Yoksa akepeli vekiller böylesine siyasi bir şovu kaçırmazlardı, o gemide yer alırlardı. Bu ölenler, insani değil, siyasi bir zihniyetin değirmenine su taşımak için öldüler.
Gazzeye yardım yapılacaksa, mısır sınır komşusu, açar iki tane sınır kapısı her türlü yardımı yapar ama onlar bunu yapmıyor.
N'oldu birden islamcı kesildiniz. Siz şimdi bu tavrınızı klasik insan hakları teraneleri ile savunursunuz.
Bir ayda 20 tane şehit verildi bu topraklarda, onların hakları hukukları ne olacak?
Satılmış, tetikçi, yalaka kalemlerden tek satır bir yazı yazılmadı bu konuda.
Şehitler için evine bayrak dahi asmayanlar, araplar için sokaklara döküldü.
Araplar sizin kadar arap milliyetçisi değil.
Konu araplar olunca mı yardım duygularınız depreşiyor.
Sizi gidi ali kemal müsvetteleri, iktidarınız bittiğinde bütün bu hainliklerinizin hesabını vereceksiniz, yaptıklarınız yanınıza kalmayacak.
Bu ülke sahipsiz değil.
O geminin niye gittiğini ben hâlâ anlayamadım...
KOCA Türkiye Cumhuriyeti‘nin dış politikasındaki “ortakları” bunlar mıdır:
- İHH...
- Hamas...
- Abdurrahman Dilipak...
Devlet bunların peşine mi takıldı?...
Yoksa onların “İslamcı ideolojileri” ile devletin dış politikası gitgide örtüştü mü?..
Onun için mi muhtemel bir İsrail baskın ve katliamına karşı, göz göre göre gemilere doldurulup gönderildi insanlar?..
Onun için mi; Filistin bayrakları ve Hamas sloganları ile yola çıkıldı da... Devletin resmi yayın organı TRT dahil, televizyonlardan canlı yayınlarla adeta bir “ambargoyu delme” seferine dönüştürüldü yardım gemisi?..
Aynı gece, aynı saatlerde şehit olan 6 askerimiz fazla sorun yapılmazken... Onun için mi tekbirlerle, gıyabi namazlarla, İsrail katliamı bir “İslam-Yahudi” savaşının parçası yapıldı?..
Daha da açıkçası;
O insanlar göz göre göre gemilere bindirilip İsrail’in kanlı kucağına mı atıldı?..
Sırf devletin başına çöreklenen İslamcı ideolojilere yol açmak için...
Pekiiii...
Tüm bu olup bitenlerin sonucunda, bağırıp çağırmakla yetinen Türkiye’nin, beceriksiz yeteneksiz- yaygaracı Arap ülkelerinden ne farkı kaldı?..
Masum insanları gemilere doldurup göndermek... Sadece insani duygularla yardım götürdüğünü sanan insanları İsrail’in kanlı kucağına atmak...
Sonra şehirlerin meydanlarında bayrak yakıp zıplamak...
Tekbir sesleri...
Ezan okumalar...
Cadde ortasında gıyabi cenaze namazları...
Bu mudur koca Türkiye‘nin Batılı çağdaş dış politikasının geldiği yer...
Bir yanda Hamas, bir yanda İHH...
Önde; Abdurrahman Dilipak...
Bekir Coşkun
Derin olmayan bir analiz: Gülen ne yapmak istiyor
GELİN Fethullah Gülen’in siyasal çizgisindeki önemli duraklara bir bakalım:
* Türban eylemlerine karşı çıktı.
* Türbanlı kızlara “Otoriteyle çekişmektense açın başınızı girin” dedi.
* Milli Görüş hareketine karşı mesafe koydu.
* Demirel’le iyi ilişkiler kurdu.
* Refah Partisi’nden farklı olduğunu göstermek amacıyla “diyalog” adı altında toplantılar düzenleyip çeşitli kesimlere açıldı.
* 28 Şubat’ta Erbakan’ı eleştirdi, askere destek verdi.
* 28 Şubat’a karşı en küçük bir direniş göstermedi.
* Ecevit’le yakınlaştı.
* * *
Bütün bunlardan “Fethullah Gülen’i nasıl bilirsiniz?” sorusuna şu türden yanıtlar çıkar:
* Macerayı hiç sevmez, gözü kara değildir.
* Denge adamıdır ve aşırı ihtiyatlıdır.
* Türkiye’nin dünya sistemi içindeki yerini önemser.
* Temkin onun şiarıdır, kelimenin tam anlamıyla ılımlıdır.
* Radikalizme karşı mesafelidir.
* Savrulmaz, intizamsızlığa asla prim vermez.
* Kontrollüdür, cemaat içinde hiyerarşiye uyum ister.
* * *
Bu özelliklere bakarsak...
Fethullah Gülen’in “Gazze gemileri”ni eleştirmesi karşısında şaşırmamamız, hayret etmememiz gerekir.
Ama şaşırıyoruz, ama hayret ediyoruz.
Neden mi?
Şundan dolayı:
Fethullah Gülen epey bir zamandır, hareketini AK Parti içinde eritmişti.
Darbe planlarına karşı hayli enerjik, askerin etkinliğinin kırılması için de epey agresif bir çizgi izliyordu.
Yani bu konuda AK Parti ile yüzde yüz uyum içindeydi.
* * *
Ama ne zaman ki “İsrail /ABD / Gazze gemileri” konusu gündeme geldi, işin rengi birden değişti.
Gülen, AK Parti ile ayrışma ihtiyacı hissetti.
Bunun üç temel nedeni var:
* BİR: Askeri geriletmenin dünya sistemi açısından bir sorun teşkil etmediğini bilen Fethullah Gülen, “gemi olayı”nın dünya sistemi tarafından “çok aşırı bir hareket” olarak algılandığını gördü. Ve sistemden kopmak istemedi.
* İKİ: AK Parti’nin dünya sistemiyle uyumsuzluk sürecine girdiğini gördü ve bu nedenle AK Parti’den ayrışmak istedi.
* ÜÇ: AK Parti’nin hafiften gerileme sürecine girdiğini, CHP’nin hafiften yükselişe geçtiğini, ufukta da bir CHP-MHP koalisyonunun göründüğünü fark etti.
Aman dikkat İHH
* Hedefiniz galeyan halindeki Müslüman yürekleri ferahlatmak değil, insanlık vicdanını uyandırmak olmalıdır.
* Hamas’ın insani yardım örgütü değil, insanlık vicdanının insani yardım örgütü olduğunuzu daha çok vurgulamalısınız.
* Bir yardım örgütüyle Hasan Nasrallah’lık yapılmaz. Başardıklarınızın ardından havaya girip sakın rolünüzü abartmayın.
* Artık bütün gözler üzerinizde... Şeffaflaşın, denetime açık hale gelin... En küçük bir lekenin bile üzerine yapışmasına izin vermeyin.
Olup bitenleri anlamak için küçük bir kılavuz
SORU: AK Parti hükümeti neden Filistin konusunda bu kadar hassas?
CEVAP: Filistin sorunu, İslami duyarlılık sahiplerinin yetişmelerinde, siyasal ve kültürel kodlarında çok esaslı bir yer tutar. Dünden bugüne var olan bir duyarlılıktan söz etmiyorum, bütün bir ömre yayılan duyarlılıktan söz ediyorum.
SORU: Türkiye’de İslamcılar Hamas’a mı destek veriyorlar?
CEVAP: İslamcılar “direniş”e destek veriyorlar. Ilımlısından radikaline, tarikatçısından entelektüeline İslami kesimin bütün renkleri, özellikle Filistin direnişinin İslamcı örgütlerin eline geçmesinden itibaren Filistin’e duyarlı olmaya başladılar. Genel olarak durumu “Örgüt gözetmeden direnişe destek” diye nitelendirebiliriz. Ama radikaller bu konuda daha bilinçli.
SORU: İslamcılar bu olayı bir din savaşı olarak mı görüyorlar?
CEVAP: Evet... İsrail karşısında hep yenilgi duygusu yaşamak travmaya yol açıyor, travma büyüdükçe de olaya “din savaşı” perspektifinden yaklaşılıyor. Bu perspektifte de işi Yahudi düşmanlığı boyutuna getirenler var. İslami kaynaklardan Yahudi düşmanlığına malzeme bulma çabası hep olmuştur.
SORU: Tayyip Erdoğan İsrail karşıtı çıkışlarıyla gündemi mi değiştirmek istiyor?
CEVAP: Tek neden tabii ki bu değil. Tayyip Erdoğan İsrail karşıtı çıkışlarının kendi doğal tabanında yarattığı yankıdan memnun... Ama daha önemlisi kendisinin “tarihi değiştirecek” denli büyük bir çıkış yaptığını düşünüyor. Tabii İsrail’i yalnızlığa iten konjonktürden yararlandığı da unutulmamalı.
SORU: Gönüllüler nasıl oldu da ölümü göze alarak o gemilere bindiler?
CEVAP: Gönüllülerin büyük çoğunluğu, çocukluklarından beri Filistin’den gelecek bir zafer haberini beklediler. Direnişle ilgili destansı öykülerle yetiştiler. Ellerine geçen ilk fırsatta da o destanlardan birinin parçası olmak istediler.
SORU: Tayyip Erdoğan’ın İsrail’e kafa tutması, neden bu denli büyük bir karşılık buluyor?
CEVAP: Bu zamana kadar hep “İsrail’in dünyayı yönettiği” efsanesine inanıldı. “İsrail’e kafa tutulamaz” yargısı beyinlere kazındı. Büyük güçlerin İsrail’i açıktan desteklemesi, bu tür yargıların pekişmesine neden oldu. Tayyip Erdoğan, İsrail’e her meydan okuduğunda işte bu arka-plan devreye giriyor... Erdoğan da meydan okumalarının hem Türkiye’deki muhafazakâr kesimde, hem de İslam dünyasında nasıl bir etki uyandıracağını gayet iyi biliyor.
Apo uyardı: Tasfiye sırası Erdoğan’da
Hafta sonu Başbakan Erdoğan Dolmabahçe’de sporculara “Kürt açılımı”nı anlatırken Abdullah Öcalan’ın avukatları da son İmralı görüşmesinin tutanaklarını deşifre ediyorlardı.
Öcalan hükümete şu mesajı vermişti:
“Bu sorunu halletmezseniz üç ay sonra gidersiniz.
Ayağınızın altındaki toprak kayıyor. İşte görüyorsunuz Kılıçdaroğlu geliyor. Başbakan’a diyorum ki ‘Sen çözmezsen Kılıçdaroğlu çözecek’.”
Görüşmede tehditle karışık bir uyarı da vardı:
“Ben 31 Mayıs itibarıyla devreden çıktım. Dikkat edin 1 Haziran’dan itibaren savaş lobisi devreye girebilir.”
Öcalan’a göre “lobi”, son 30 yılda 4 kez devreye girmiş.
İlki Özal döneminde...
“Özal Kürt sorununu çözmeye kalkıştı; biz 93 ateşkesi ile cevap verdik. Özal’ı ortadan kaldırdılar. Yerine Çiller-Doğan Güreş ikilisini getirdiler.”
İkincisi Erbakan döneminde...
“Erbakan’la mektuplaştık. Çözüm için adım atacaktı. Karadayı da çözümden yanaydı. 95’te ateşkes ilan ettik. Ama savaş lobisi 28 Şubat’ta Erbakan’ı da tasfiye etti.”
Üçüncüsü Ecevit döneminde...
“Bu dönem de çözüm için diyaloglar oldu. 98 ateşkesini başlattık. Ama savaş lobisi baskı yaptı. Beni Suriye’den çıkardılar. Bu kez İmralı’da Genelkurmay’la görüştük. Ecevit tasfiye edilince o da kesildi.”
* * *
Bunlar doğru mu?
Özal’ın, 1993’te Çankaya’dayken önce gayri resmi olarak danışmanını, sonra da HEP’lileri Öcalan’a gönderdiği sır değil...
28 Şubat’tan 2-3 ay önce ise “örgütü dağdan indirmek için” Erbakan ile Öcalan arasında bir temas arandığını, Refah Partisi’nin Van Milletvekili Fetullah Erbaş açıklamıştı. Temasa aracı olan Cemaat-ül İslam, Suriye’ye başvurunca hükümetin iki numaralı ismi Haddam, Öcalan’ı makamına çağırıp bir teklif mektubu almış ve Ankara’ya iletmişti. Bu süreç de 28 Şubat’ta kesildi.
“İmralı görüşmeleri”ne gelince... Yakalandıktan sonra Öcalan’la görüşen TSK ve MİT yetkilileri, artık neredeyse ismen biliniyor.
Dolayısıyla Öcalan, yakın tarihi kendi perspektifinden ve abartarak anlatsa da veriler doğru...
Öcalan’a göre şimdi “4. komplo dönemi”ndeyiz.
Yani Erdoğan dönemi...
Ama bu kez farklı bir şey söylüyor:
“Başbakan’a haksızlık yapmak istemem, ama ya savaş lobisinin üzerine gitmeye korkuyor ya da onunla uzlaştı.”
Sonra görüşünü netleştiriyor:
“AKP, kendi Ergenekon’unu kuruyor.”
Yani?
Erdoğan tasfiye edileceğini anladı; kendi “derin devlet”ini inşaya başladı.
* * *
Bu durumda ne olur?
Öcalan, kendisinin devreden çıkmasının 3 farklı sonuç yaratabileceğini hesaplıyor:
1) Devlet, ağır saldırılarla PKK’ya ciddi kayıplar verdirebilir.
2) Karayılan, Çeçenistan’da, Kosova’da hatta KKTC’de olduğu gibi bir özerk devlet ilan edebilir.
3) Savaş uzadıkça yozlaşabilir. PKK içinde de devlette olduğu gibi kontrolsüz çeteler türeyebilir. Denetimsiz bir şiddet, yozlaşmış bir savaş gündeme gelebilir.
* * *
Başbakan sporculara ne derse desin; “açılım” dosyası kapanmışa benziyor. Yerine ne konacağı da belirsiz.
Şehit cenazeleri yeniden yoğunlaştı.
Şimdiye dek olup bitenden ders çıkarıp, olup bitebileceklere hazırlık yapmakta yarar var.
Kılıçdaroğlu: İsrail'in değil, halkın avukatıyım
Dün İstanbul’da önemli bir anlaşma imzalandı. Türkiye ile Azerbaycan arasında imzalanan doğalgaz anlaşmasına göre, Azerbaycan’ın Şahdeniz yataklarından çıkarılan doğalgaz, Türkiye ve Türkiye üzerinden dünya pazarlarına çıkarılacak. Özellikle de Hazar havzası gazını Orta Avrupa’ya taşımayı amaçlayan Nabucco projesinin lafta kalmaması için bu anlaşmanın imzası önem taşıyordu.
Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın Azeri mevkidaşı Natık Aliyev ile imza attığı anlaşma, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı anlaşması ardından bölge siyasetinde de etkisi olacak, stratejik nitelikteki ikinci enerji anlaşması niteliğinde.
Anlaşma aslında geçen ay Bakü’de imzalanacaktı, ancak Başbakan Tayyip Erdoğan’ın o an önceliği İran nükleer anlaşmasındaydı ve bu konunun gölgede kalmasını istemeyen Azeri Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, fiyat pürüzünü gerekçe göstererek töreni, bu konunun öncelikte olması niyetiyle İstanbul’daki ‘‘Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler’ konferansına erteletmişti.
Ne var ki, İstanbul Konferansı’nda da bütün dikkatler bu önemli enerji anlaşmasında olamadı. Daha açılış konuşmasında, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, en azından kendi dikkatinin İsrail’le yaşanan Gazze yardım konvoyu krizinde olduğunu ortaya koydu.
Kılıçdaroğlu-Erdoğan polemiği
Şu sıra İsrail’le yaşanan kriz Türkiye’nin yalnız dış değil iç politikasını da bütünüyle işgal etmiş durumda.
Başbakan Erdoğan ile CHP’nin yeni Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu arasında bütün hafta sonu Gazze-İsrail üzerine yaşanan siyasi tartışma dün de devam etti.
Kılıçdaroğlu, dünkü telefon konuşmamızda, Başbakan Erdoğan’ın kendisine ‘Tel-Aviv’in avukatı’ gibi bir suçlamada bulunmasına tepki gösterdi.
(Erdoğan cuma günü Konya’da ‘Tevrat’ta öldürmeyeceksin yazıyor’ diye İsrail’i kınamış, Kılıçdaroğlu cumartesi günü Keşan’da ‘Tevrat’ta çalmayacaksın, yalan söylemeyeceksin de yazıyor’ diye Başbakanı iç politikaya çekmeye çalışmış, Erdoğan pazar günü Bursa’da ‘Tel-Aviv’e selendim, cevabı Keşan’dan geldi. Tel-Aviv’in avukatlığını yapıyor’ yanıtını vermişti.)
Kılıçdaroğlu söze “Ben İsrail’in değil, halkın avukatıyım” diye başlayarak şunları söyledi:
* “Başbakan’ın ezberi, vücut kimyası bozulmuş. Aslında beni eleştirmek istiyor ama, nereden nasıl eleştireceğini bilemiyor. Çünkü İsrail’in yaptığına biz de baştan karşı çıktık. Gazze’ye ablukanın kaldırılmasına biz de baştan itibaren yana olduk. Meclis’te İsrail’in bu yaptığına karşı kınama ve önlem alma konusunda birlikte davrandık. Şimdi bize ne münasebetle ‘Tel-Aviv’in avukatı’ diyor?”
* “Bakın bir Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın söylediklerini söylemiş olsaydık, belki avukatlıkla suçlanabilirdik. Birincisi, Fethullah Gülen’in Pennsylvania’dan yaptığı ‘İsrail’in onayı alınmalıydı’ açıklaması için Arınç ‘Hoca doğru söylüyor’ dedi. Ben Erdoğan’ın bu konuda ne düşündüğünü merak ediyorum. İkincisi, İsrail’le ilişkilerin koparılması, askeri anlaşmaların kesilmesi konusunda AKP grubundan Ömer Çelik gibi daha kesin konuşanlar varken, Arınç temkinli davranmak gerektiğini vurguluyor. Üçüncüsü, Arınç Mavi Marmara gemisine AKP milletvekillerinin binmemesi konusunda Meclis grupları aracılığıyla önlem alındığını söyledi.”
‘Başbakan esip gürlemesin’
* “CHP olarak Arınç’ın söylediklerinin hiçbirisini söylemedik. Erdoğan, mutlaka İsrail’in avukatlığını yapacak birini arıyorsa, bize değil yardımcısı Arınç’a bakabilir. Başbakan eğer Arınç’ın söylediklerini içine sindiriyorsa, o zaman boşuna esip gürlemesin, bizi avukatlıkla suçlamaya kalkmasın.”
* “Ayrıca, kendi milletvekillerinizin Mavi Marmara’ya binmesini sakıncalı bulup izin vermiyorsunuz, ama vatandaşlarınızın İsrail’in müdahale edeceği yolundaki uyarılarına rağmen o gemiye binip gitmesinde bir sakınca görmüyorsunuz, izin veriyorsunuz. Hükümetin, Dışişleri’nin bu konuda İsrail ve ABD ile yaptığı temasları açıklamasını, kamuoyunu aydınlatmasını istiyoruz.”
Kılıçdaroğlu dün NTV’de Murat Akgün’e de konuştu. NTV mülakatında başka konulara da değindi.
Örneğin; Erdoğan’ın Konya konuşmasında Hamas’ı terör değil direniş örgütü olduğunu söylemesine atfen “Yarın birileri ‘PKK terör örgütü değildir’ derse ne diyeceğiz?” diye sordu. ‘AKP kendisine ne zaman güveniyorsa, seçime hazırız’ sözü önemliydi. Kılıçdaroğlu, eski İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin’le ilgili soruları ise ‘Henüz görüşmedim’ diye geçiştirmeye çalıştı. Kamuoyu Kılıçdaroğlu ve Tekin’i 2009 belediye seçimlerinde birlikte tanıdı.
Kılıçdaroğlu siyasette daha çok mesafe almak istiyorsa Tekin ile arasındaki sorunu bir an önce şeffaf ve adil şekilde açıklığa kavuşturmalı.