Pir Zöhre Ana Forum

Tam Versiyon: Köşeli Yazılar...
Şu anda arşiv modunu görüntülemektesiniz. Tam versiyonu görüntülemek için buraya tıklayınız.
[B]Atatürk’ün karma ekonomik modeli[/B]

[Resim: 116.jpg]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Sınırsız ihtiraslarla hareket eden, ölçüyü ve dengeyi kaçıran finans çevreleri yüzünden dünya benzeri görülmemiş bir ekonomik felakete doğru gidiyor.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ve kapitalist sistem bir kez daha devletin piyasaya müdahalesini gündeme getiriyor.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Dünyanın bu önemli krizinde ben İzmir İktisat Kongresi’ni ve Atatürk’ün ekonomik prensiplerini bir kez daha hatırlamayı uygun gördüm.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Çünkü onun Türkiye’ye yerleştirmek istediği model, bugün Amerika’nın ve dünyanın uygulamaya çalıştığı modelin aynısı. Yani liberal ekonomi ve giderek güçlenecek olan bir piyasa ekonomisi ama bütün bunlara sağlanacak devlet desteği ve denetimi. Bugün ne yazık ki Atatürk’ün “devletçilik” ilkesi saptırılıyor, sanki devlet her şeye egemen olmalıymış gibi bir yanılgı içinde sunuluyor.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Oysa gerçek böyle değil.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Falih Rıfkı Atay şunları söylüyor: “Yeni Türkiye’de Devletçilik, bir ekonomik meslek olarak doğmamıştır: Bir tarihi zaruret olarak doğmuştur. Yapılacak şeyleri devletten başka yapabilecek olan yoktu. Mesele bundan ibaret. Yeni Türkiye, kendi yapmak veya hiçbir şey yapılmamasına boyun eğmek arasında seçmeli idi.” (Atay, Çankaya Bateş 1984 basımı: 452)

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]***

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Atatürk, devleti piyasanın güçlenmesi ve ülkenin kalkınması için bir manivela olarak gördüğünü sürekli olarak belirtiyor.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]İzmir İktisat Kongresi’nin üzerinde birleştiği politika yurt sanayiini ve ticaretini geliştirmeyi amaçlayan, özel girişime öncelik veren, onu koruyan, mülkiyet haklarına saygılı bir ekonomik düzeni, yasal çerçevesi ve kurumlarıyla oluşturmak ve kökleştirmektir. (Gülten Demir, DevletEkonomi İlişkisinde Dönüşüm, Beta BY, 1994)

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]***

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]İzmir İktisat Kongresi kararlarında devletin iktisadi yaşamda fiilen üstleneceği belirli işlevlerin olduğu bunların da ağırlıklı olarak altyapı ile ilgili olduğu belirtilmiştir.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Devlet demiryolu, karayolu ağını kuracak, limanlar inşa edecektir. Haberleşme örgütünü gerçekleştirecek, eğitim işlerini üstlenecektir. Ticaret ve sanayi bankalarının kurulmasına ve ortaklığına öncülük edecek, ancak buralardaki paylarını daha sonra özel kesime devredecektir. Devlet katıksız bir liberal iktisat politikası yani “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” yanlısı olmayacak ama ekonomik yaşamın gereklerini bizzat üstlenip gerçekleştiren de olmayacaktır. (Nazif Kuyucuklu, Türkiye İktisadı, Beta BY, 1986)

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]***

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kongre’de yabancı sermaye konusu da tartışılmış, yabancı sermayeye karşı olunmadığı önemle vurgulanmıştır. Atatürk Kongre’nin açılış konuşmasında yabancı sermayeye karşı olmadığını söylemiştir. Ancak, Türk yasalarına ve örfüne saygılı yabancı sermaye istediğinin, yabancı sermayenin bundan değişik bir düzenleme biçimindeki varlığına kesinlikle karşı olduğunun da altını çizmiştir. Atatürk’ün bu düşüncesi “Misakı İktisadi” belgesinin 9. maddesinde yer almıştır. Bu maddenin gereği Ocak 1924’te yabancıların mülk edinmelerini serbestleştiren bir yasa ile yerine getirilmiştir. Ayrıca 1927 Teşviki Sanayi Kanunu’ndan yabancı sermayenin de yararlanması düşünülmüştür.

Zülfü Livaneli
[url=http://www.gazetevatan.com/][/url]
]Amerikan ekonomisinin kurtuluşu Atatürk modelinde
[Resim: 116.jpg]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kurtuluş Savaşı yıllarını hepimiz kitaplarda okuduk, filmlerde, belgesellerde gördük. Anadolu’nun korkunç bir yoksullukla boğuştuğu yokluk yılları.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bırakın savaşmayı, ülkenin gündelik hayatını devam ettirebilmesi bile çok zor, neredeyse olanaksız.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]1878 Osmanlı Rus Harbi’nden sonra üst üste gelen felaketler, büyük bir çöküşün habercisi olmuş.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Sonunda imparatorluk Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı gibi iki büyük yıkımla paramparça durumda.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Para yok, silah yok, yiyecek yok, mermi yok, teçhizat yok.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ama savaşı idare eden Ankara Hükümeti ve BMM para basmamakta ısrarlı.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ellerinde avuçlarında hiçbir şey olmamasına rağmen, kendi adlarına para basmıyorlar ve Kurtuluş Savaşı yıllarını sıfır enflasyonla atlatıyorlar.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Daha sonra Cumhuriyet’in kuruluşuna geliyor sıra.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Büyük bir kalkınma hamlesi başlatılıyor hummalı bir biçimde fabrikalar, demiryolları, limanlar, okullar hastaneler, fabrikalar kuruluyor.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Büyüme hızı her yıl yüzde 7’nin üstünde.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Peki bu yıllarda ekonomi ne oluyor dersiniz?

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Yine aynı biçimde sürüp gidiyor.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Yani sıfır enflasyonla.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]İsmet Paşa, Atatürk’e zaman zaman gidip yalvardıklarını, çok parasız kaldıklarından yakınarak birkaç milyoncuk basma isteğini dile getirdiklerini söyler.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ama Atatürk her seferinde kesin bir dille reddetmiş.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Onun ölümüne kadar geçen süre Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki tek enflasyonsuz dönem olarak anılıyor.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ayrıca bütçe denk. İthalat ihracattan fazla değil.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]***

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]1920’leri gözümüzün önüne getirelim.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Yanıbaşımızda sosyalist bir ekonomi kurulmuş. Dünyada müthiş bir rüzgâr estiriyor.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bunun karşısında Amerika’nın serbest piyasaya dayanan ekonomik anlayışı var.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Devlet kurucusu, bu iki sistemden birisini tercih etmek durumunda.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ve o bir ekonomist değil, bir asker.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Düşünüyor taşınıyor ve yeni Türkiye için en uygun sistemin, bu iki modelin karışımından çıkacağını anlıyor.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Yani güçlenen bir özel sektör, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışacak bir ekonomi ama bunları sağlamak için gerekli olan devlet desteği ve denetimi.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Piyasayı güçlendirmek isteyen ama “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!” diyerek sonsuz bir finans özgürlüğüne olanak tanımayan, devletin yapıcı ve destekleyici rolünü reddetmeyen bir sistem.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Atatürk’ün İzmir İktisat Kongresi konuşmasının bazı bölümlerini bugün Amerikan gazetelerinde yayınlasanız okurlar bunu geçen yüzyılın başında bir Türk generalin söylediğine inanmaz.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Merkez Bankası Başkanı konuşuyor sanır.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Dünya döndükçe, her gün Mustafa Kemal’i doğruluyor.

Zülfü Livaneli
[COLOR=#ac0000]Kodu mu oturtur!

Kemal Kılıçdaroğlu...


Jean Claude van Damme gibi dört tane ismi olduğu için herkesi dövebileceğini zanneden Dengir Mir Mehmet Fırat'a iki tane aparkat soru çaktı, ring karıştı.

*

Halbuki...

İlk iki sorusu değil bu.

67 tane soru sordu şu ana kadar.

Hepsi nakavtlık!

*

İnanmayan, açsın Meclis'in internet sitesini, verdiği soru önergelerine baksın...

*

"Rize'deki sahil dolgu ihalesi"
ni sormuş ilgili arkadaşa, cevap yok! "Hopa Kemalpaşa-Sarp karayolunun ihalesi"ni sormuş, cevap yok! "TCDD'nin belediyelere hurda satışında neler oluyor?" diye sormuş, cevap yok! "Sarıgazi Belediyesi'nin imar ıslah planı değişikliği niye öyle yapıldı?" diye sormuş, cevap yok! "İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerinin doğalgaz sayacı ihalelerinde neler oluyor?" diye sormuş, cevap yok! "Türkiye Cumhuriyeti seyahat acentesi midir, kamu görevlilerinin yurtdışı seyahatlerini bi anlatın bakalım" diye sormuş, cevap yok! "Kime çaktırmadan ne satılıyor, yabancıların iştirak yoluyla ortak oldukları şirketleri öğrenebilir miyiz?" diye sormuş, cevap yok! "Sultanbeyli Belediyesi'yle ilgili şu şu iddialar doğru mu?" diye sormuş, cevap yok! Hazır Deniz Feneri'nin milleti dolandırdığı ortaya çıkmışken, "vergi avantajı sağlanan dernek ve vakıfları" sormuş, cevap yok! Şeffafız ya, "Cumhurbaşkanı'yla Başbakan'ın bir evde neden gizli gizli buluştuğunu" sormuş, cevap yok! "Enerji Bakanı'yla ilgili bazı iddiaları" sormuş, cevap yok! İsmi lazım değil, bir bakanımıza yakın "bir firmanın aldığı kamu ihalelerini" sormuş, cevap yok! "Ayyuka çıkan dedikodular var, TCDD'ye ait lojmanlar kimlere veriliyor?" diye sormuş, cevap yok! "PTT Bank'ta n'oluyor?" diye sormuş, cevap yok! "Müfettiş yardımcılığı mülakatında alengirli işler mi dönüyor?" diye sormuş, cevap yok! "YÖK Başkanı'nın kendi işinden kel alaka şekilde BDDK'ya danışman olup olmadığını" sormuş, cevap yok! "Anayasa Mahkemesi Başkanvekili'nin telefonda dinlenip dinlenmediğini" sormuş, cevap yok! "Sayıştay'da istihdam edilen personeli" sormuş, cevap yok! "Çaykur işçilerine sendika değiştirmeleri için baskı yapılıp yapılmadığını" sormuş, cevap yok! İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerinin doğalgaz sayacı ihalelerini sorup, cevap alamamıştı, bu sefer, "İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerinin su sayacı ihalelerinde neler oluyor?" diye sormuş, gene cevap yok! Şaban Dişli meselesini sağır sultan duydu, "bir milletvekilinin iş takipçiliği iddialarını" sormuş, cevap yok!

*

Cevabı belli olan sadece şu...

"İktidara bi gelirse!"

Yılmaz Özdil
]Ağır Silahlarla Irak’ın Kuzeyinden Saldırı!


[Resim: mustafabalbay.jpg]

Terör, bayram tatilinin sonunda yine kanlı yüzünü gösterdi. Irak sınırına 4 kilometre uzaklıktaki Aktütün Karakolu’na düzenlenen saldırı sonucu; 15 askerimiz şehit oldu, çok sayıda yaralı var. Türkiye öyle bir gündem kıskacında ki, böyle bir saldırı ne zaman yapılsa, mutlaka güncel pek çok gelişme ile bağlantı kurulabilir.

Son saldırı hangi gelişmeler sonrası yaşandı?

Nasıl bir nitelik taşıyor?

Yapılan resmi açıklamalar ışığında analiz etmeye çalışalım...

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, bu göreve gelişinin hemen sonrasında medya aracılığıyla terörle mücadelede yeni dönemin ayrıntılarını kamuoyu ile paylaştı. Org. Başbuğ, gazetecilerle düzenlediği toplantıda, 24 yıllık terörle mücadele sürecinin kilometre taşlarını aktardı ve şu saptamayı
yaptı:

“Terör örgütünün ciddi bir kırılma içinde olduğunu görüyoruz. Bu dönemi iyi değerlendirirsek, daha ileri sonuçlar elde edebiliriz... Diyarbakır ve Van gezim sırasında vatandaşların bana yönelik sevgi gösterisi gözlerimizi yaşartacak düzeydeydi...”

Öyle anlaşılıyor ki, terör örgütü hem “bitmediğini” kanıtlamaya çalışıyor hem de bölge halkına “devletle bağ kurma” diyor!

***

Aktütün saldırısının iki önemli boyutu var:

1- Saldırı Irak’ın kuzeyinden.
2- Ağır silahlarla...

Kendi içinizde ne kadar ciddi önlem alırsanız alın, komşu bir ülke teröre destek veriyorsa, yaptığınız mücadele bir ölçüde sepete su doldurmaya benzer!

Terörle mücadele değişik evrelere ayrılabilir; ana bölümlemelerden biri 1984-1998 arası. Başlangıcından, terör örgütü başı Öcalan’ın Suriye’den sınır dışı edildiği güne kadar olan süre. O zamana dek, terör örgütü temel lojistik desteğinin yüzde 60’ını Suriye’nin Lazkiye Limanı’ndan sağlıyordu. 1998’de Suriye ile imzalanan Adana mutabakatı ile bu ülke teröre destekte büyük ölçüde devre dışı bırakıldı. Buna bağlı olarak terör sindirildi.
Ne zamana kadar?

ABD’nin Mart 2003’te Irak’ı işgaline dek...

Terör örgütü başlangıçta ABD’nin kendilerine nasıl davranacağını kesitiremedi. İşgalin tamamlanmasından kısa bir süre sonra rahatladılar!
Ve terör yeniden azmaya başladı.

Geçen yıl yine ekim ayında yaşanan Dağlıca saldırısının ardından sınır ötesi operasyon izni çıktı. Bu iznin yeniden Meclis’te oylanmasına günler kala, Aktütün saldırısını yaşadık. Üstelik, daha çok düzenli bir orduda olabilecek ağır silahlarla!

***

Böylesine acılı bir günün ardından Ankara’nın tutumunu sütuna yatırıp yüklenme niyetinde değiliz ama, çok sık kullanılan şu tümceye bir kez daha vurgu yapmadan geçemeyeceğiz:

Terörle mücadele bir bütündür. Eğer bu bütünlükte bozulma olursa, ne yapılırsa yapılsın sonuç almak zorlaşır.

Daha geçen hafta Türkiye ve Irak’ın Cumhurbaşkanları ile Dışişleri Bakanlarının son derece samimi bir ortamda ABD’de yaptıkları görüşme hâlâ belleklerde. Önümüzdeki günlerde Bağdat’a en üst düzey ziyaret için görüş birliğine varıldı...

Komşular birbirine gidip gelmesin mi?

Elbette gitsin. Bu sütunlarda hep, “önce komşular politikası” vurgusu yapılıyor.

Ancak Suriye örneğinde olduğu gibi komşu canını acıtıyorsa, uygun bir dille ve ülke olarak “koro halinde” yanıt vermek gerekir.

Erbil’den dün yapılan açıklama şöyleydi:

“Olayı kınıyoruz. Bizim yapabileceğimiz bir şey yok. Orası insansız dediğimiz kontrolsüz bölgedir.”

Irak’ın kendi yönetimi böyle diyorsa, Türkiye’nin “bu durumda o bölgeyi ben kontrol ediyorum” deme hakkı yok mu?

Mustafa Balbay
Erdoğan'ın düello korkusu

Hürriyet yazarı Hakan, Erdoğan'ın neden Baykal'ın karşısına çıkamadığını yazdı:

[Resim: tayyiperdogan0809.jpg]
AHMET HAKAN/HÜRRİYET

Baykal’ın karşısına neden çıkamıyor?

ÇIKAMIYOR çünkü...

2002’de "masumiyet çağı"nı yaşıyordu... Önü kesilmişti, haksızlıklara maruz kalmıştı, mağdur edilmişti, mazlum olmuştu... 2008’de ise "masumiyet", müzeye kaldırıldı...

Çıkamıyor çünkü...

"Şiir okuduğu için mahpus damlarında günler tüketen adam" imajından, "önüne gelene posta koyan adam" imajına savruldu...

Çıkamıyor çünkü...

Dik durmak yerine diklenmeyi tercih ediyor epey bir süredir...

Çıkamıyor çünkü...

"Bizim Çalık" tanımlaması üzerinden formüle edilmesi muhtemel hain sorulara verecek okkalı yanıtları yok... Kodu mu oturtması pek ihtimal dahilinde gözükmüyor yani...

Çıkamıyor çünkü...

İçinden "damat" falan geçen "yandaş medya" konusunda zorlu bir sıkışıklık yaşıyor...

Çıkamıyor çünkü...

Artık sınavlarda "Türbanlı kızlar üniversitelere girsin mi?" şeklinde "kolay yer"den sorular sorulmuyor... Bunun yerine, "Kemal Abi’nin kızının kurduğu ampul şirketinin devletten kaç para tokatlamayı planladığı"na dair zor ve kazık sorular soruluyor...

Çıkamıyor çünkü...

"Tanımıyorum" dediği kişilerin tanıdık çıkması söz konusu...

Çıkamıyor çünkü...

Köprülerin altından çok su aktı...

Çıkamıyor çünkü...

Karşısındaki "Sadece benim dokunulmazlığımı kaldırmana bile razıyım" diyerek, insanı kıl eden tarzda meydan okuyor... Buna mukabil "Ne münasebet! Benim de dokunulmazlığım kalksın... Neden korkacakmışım ki?" diyemiyor.

Çıkamıyor çünkü...

Yıllardır iktidar yüzü görmemiş Deniz Baykal’a, "Mal beyanını eksiksiz verdin mi?" ya da "Eşin mal beyanını eksiksiz verdi mi?" dışında soracak sorusu yok... Yani bir parça "malzemesizlik" sıkıntısı çekiyor.

Çıkamıyor çünkü...

"O rafineriyi ona, bu rafineriyi sana veriyorum" şeklinde özetlenen işlere heves ediyor... "Rafineri dağıtım işini sen mi yapıyorsun?" şeklinde sorulacak bir soruya da verecek bir yanıtı yok...

Levent Kırca özlemi

TAMAM... O biçim mizahın devri geçti gibi...

Tamam... Yaptığı sarhoş taklitleri hakikaten baydı...

Tamam... Kendisini pek yenileyemedi...

Hepsine tamam da...

Lütfen söyler misiniz?

Bugünler tam da Levent Kırca’lık günler değil mi?

* * *

Hadi gözünüzün önüne getirin bakalım:

Levent Kırca, Meclis’teki meşhur "düello"nun parodisini yapıyor...

Diyelim ki Kemal Kılıçdaroğlu rolüne soyunmuş...

Şöyle her tarafından belgeler fışkıran, sözünü kesen Uğur Dündar için bile belge çıkarmaktan kaçınmayan bir Kemal Kılıçdaroğlu tiplemesinin, sizce de güldürme potansiyeli hayli yüksek değil mi?

Ya da...

Her haliyle dersine çalışmamış, arka sıraların haylaz ve keyfine düşkün talebelerini andıran Dengir Mir Mehmet Fırat’ın, uzatılan her belgeye gözlüğünün üzerinden uzun uzun bakıp, "Şunun bir fotokopisini çekin" demesinden yola çıkılarak enfes espriler patlatılamaz mı?

Peki ya Tayyip Bey’in, partisinin İstanbul ilçe kongrelerini bir tür "ayar verme" mekanlarına dönüştürmesi üzerinden yapılacak skeçlere ne demeli?

Köşe yazarlarıyla neredeyse isim isim polemiğe girmeler...

Her iddiayı "öyle değilse şerefsizsin" diye karşılamalar...

"Şeker değil Ramazan" diyerek racon kesmeler...

Bütün bunlar parodilerin vaatkar malzemeleri olmaz mı?

Ve Levent Kırca tam da bu işler için biçilmiş kaftan değil mi?

* * *

Madem Levent Kırca’yı devreye sokmak, televizyon yöneticilerimizin aklına gelmiyor...

Belki vakit çok geç olmadan bu işe Uğur Dündar el atar...

Belki Star Ana Haber’de Levent Kırca’ya bir bölüm açar da...

Biz de "Yahu ortam tam da Levent Kırca’lık" diye geyik çevirmekten kurtuluruz...
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] Tarih 27 Eylül 2008… TV’lerde seyrettiğim bir görüntü kaldı aklımda New York’ta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, sözde Irak Devlet Başkanı Talabani ile görüşüyor, yanında da muhteşem Dışişleri Bakanı Ali Babacan var…

Birileri konuşuyor, Babacan da sürekli gülüyor! Arkasından açıklamalar geliyor “…Talabani, PKK ile mücadeleye devam dedi”…

Tarih 3 Ekim öğleden sonra… Güpegündüz 300’den fazla “Talabani-Barzani destekli” adam, sınırı geçiyor ve Amerikan uydularının çektiği fotoğraflara poz vere vere Türk askerlerini şehit ediyorlar… Tekrar ediyorum gündüz öğleden sonra başlayan saldırı saatlerce devam ediyor…

Bu noktada Talabani ile iki haftadan az bir süre önce beraber “mutlu kareler” veren muhteşem Dışişleri Bakanı Ali Babacan’a soruyorum

1- Barzani ve yanındakilerle “New York’ta ne konuştunuz?” Arkasından yapılan “PKK ile mücadeleye devam” mesajı ne anlama geliyordu? Böyle mi devam edilecek?

2- Amerika ile “anlık istihbarat” anlaşmamız vardı. Bırakın “askeri istihbarat” uydularını, internetten hiçbir ücret dahi ödemeden “google earth programına” girer ve 15 dakikalık resimleri karşılaştırırsanız, hareket eden 300 kişilik bir gurubu rahatlıkla görebilirsiniz. Peki Sayın Dışişleri Bakanı ne oldu “askeri istihbarata?” Böyle mi “istihbarat anlaşması” yaptınız ?

3- Talabani ve yanındakileri ziyaret etmeye gittiğinizde ne konuştunuz? Iraklı yetkililer hemen saldırıdan sonra “burası insansız bölgeydi, bizim kontrolümüz dışındaydı” açıklamasını yaptı. Dışişleri bakanı olarak daha önceki görüşmelerinizde “buranın insansız bölge olduğunu ıraklılar ile tartıştınız mı?”. Eğer bunu biliyorsanız “Askeri yetkililere bu bilgiyi aktardınız mı?”. Eğer bilip de aktarmadıysanız bunun yaptırımı şahsınıza nedir acaba?

Sevgili dostlar, oynanan oyun artık iyice bizleri “aptal yerine koyma” sürecine dönüştü!

Orada Türk askerine saldıranlar PKK falan değil “o sınırı geçenlerin” adını PKK koyabilirsiniz… Orada Türk askerine gerçekten saldıranlar “Talabani ve Barzani” destekli “gruplar”… Onların adamları… Bazıları belki de devlet dairelerinde çalışıyor…

Sevgili dostlar, Türkiye “kafasını kuma gömerek” terörün gerçek kaynağının “Talabani-Barzani” ikilisi olduğunu “görmezden gelerek” yoluna devam edemez! Siyasetçiler, bu gerçeği “neşter atmak zor olduğu” için “görmemeye çalışarak-bizi oyalayarak” gün geçirmeyi deneyebilir… Ama Türk Halkının bu “iki adamın” ihtiraslarına, emellerine “dur dememe uğruna” verecek canı artık kalmamıştır! Anlatabiliyor muyum ya bu iki “başı ezeriz hep beraber, ya da bu yolda hep beraber yok oluruz!” Topyekun mücadele böyle olur! Sayın Cumhurbaşkanı!

Sonuç: Bir vatandaş olarak merak ediyorum Türkiye’nin “Barzani-Talabani” ikilisine “dur” diyecek askeri gücü ve önemlisi siyasi kararlılığı var mıdır!

Son söz: Evet, Ali Babacan, hesap verme ve yukarıdaki sorulara cevap verme zamanı! 15 eve ateş düştü, her şeyi boş verin en azından bu insanların ailelerine biraz saygınız varsa, çıkın konuşun!

Not: İsrail 2 askeri kaçırıldı diye “Lübnan’ı işgal etti”. Bizim gazetelerde utanarak şu haberi okuyorum aynı yerde 43 şehit verdik! Aferin bize “Talabani-Barzani’ye bir şey olmasın”, biz evlatlarımızı gömelim!

[COLOR=#4169e1]
]Yiğit Bulut
"Şehit çocukları çıplak ayakla gezerken, tabut başındaki karnı burnunda tazeler Allah’ıyla baş başa kalmışken; fitreleri zekátları Mehmetçik Vakfı yerine, Almanya’da din-iman hortumcusu olduğu alenen tescillenen Deniz Feneri’ne vermiyor muyuz?"
Kararlılık mesajı çıktı ya daha ne istiyorsunuz?


Eğip bükmeden soralım...

*

Son 5-6 yılda...

PKK’lı mı tıktık içeri?

Subay-astsubay mı?

*

Eli silahlı teröristlere habire af çıkarırken; İstiklal Madalyası sahibi Jandarma Genel Komutanı’nı hapse atıp, beyin kanaması geçirene kadar içerde tutmadık mı?

PKK’ya yataklık yaptığı için hapiste yatan kadını, çıkarıp, Meclis’e sokarken, Cumhurbaşkanı’nın masasına davet ederken; 1’inci Ordu Komutanı’nı "terör örgütü kurmak"tan içeri tıkmadık mı?

Şehide "kelle" dediği için tazminat ödemeye mahkûm olan, "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir canım kardeşim" diyen Başbakan’a, "Bravo, aynen devam" deyip, yüzde 47 oy vermedik mi?

PKK, hastalanmaması için serçe parmağının tansiyonu bile ölçülen Abdullah Öcalan’ın saçı kesildi diye, kalkışma provası yapıp, Diyarbakır’ı yakıp yıktığında, polisin-askerin elini tutup, "Cana geleceğine mala gelsin" diyen Diyarbakır Valisi’ne "aferin" deyip, Başbakanlık Müsteşarı yapmadık mı?

Kafamızda Amerikan çuvalıyla gezerken, koordinatör saçmalığı icat edip, "Amerika bizi çok seviyor, istihbarat verecek" demedik mi?

"Amerika istedi diye harekátı kısa kestik, içerde parça bıraktık, o kampları tutmamız gerekirdi" dediği için, neredeyse "vatan haini" ilan edilen Deniz Baykal, o kamplardan gelen teröristler önceki gün Aktütün’ü bastığında haklı çıkmadı mı?

Irak’taki hacivat "Kedi bile vermem" derken; yaralı PKK’lıların tedavi edildiği Kuzey Irak’taki hastaneyi bile kendi ellerimizle yapmadık mı?

Vatandaşa zam üstüne zam geçirirken, PKK’yı koynunda besleyen Barzani’ye, Talabani’ye yarı fiyatına elektrik vermiyor muyuz?

İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de kadınları çocukları havaya uçurduklarında; besleme medyadaki arkadaşlar utanmadan, "Ne malum PKK’nın yaptığı" demedi mi?

Şehit çocukları çıplak ayakla gezerken, tabut başındaki karnı burnunda tazeler Allah’ıyla baş başa kalmışken; fitreleri zekátları Mehmetçik Vakfı yerine, Almanya’da din-iman hortumcusu olduğu alenen tescillenen Deniz Feneri’ne vermiyor muyuz?

Gariban ailelerin çocukları şakır şakır şehit düşerken, subay-astsubay çocukları oradan oraya tayin edilip, lise mezunu olana kadar 28 tane şehir değiştiriyor; yaşadıkları travma nedeniyle üniversite kazanamıyor ve onlara hiçbir ayrıcalık tanınmıyorken; "Babamın parası var, benim de bokumda boncuk var, onun için yurtdışında okuyorum" diyenler askerlikten yırtmıyor mu?

Bir zamanlar bu memlekette askerlik yapmayana kız bile verilmezken, "Popomda sivilce çıktı, bak bu da raporu" diyenler, askerlikten sıyırmıyor mu?

*

Genelkurmay, 68 kere basılan 46 şehit verdiğimiz gecekondudan bozma dandik karakolu, parasızlık nedeniyle 100 metre ileriye taşıyamadığımızı açıklarken; Genelkurmay eski Başkanı’na, korgeneral refakatinde askeri uçakla taşıyarak, 1 trilyon liralık zırhlı Audi almadık mı?

*

Neymiş efendim, terör zirvesi toplanmış, kararlılık mesajı çıkmış...

Yerim ben sizin o kararlılık diyen dillerinizi, yerim.

Yılmaz ÖZDİL / HÜRRİYET, 07.10.2008