Pir Zöhre Ana Forum

Tam Versiyon: Köşeli Yazılar...
Şu anda arşiv modunu görüntülemektesiniz. Tam versiyonu görüntülemek için buraya tıklayınız.
Yeni Türkiye...

[Resim: 921367001219738443144071.jpg]

DOĞRUSUNU isterseniz tam da yanıt bulamıyordum ve açıkçası çoktandır kendi kendime sorup duruyordum:

"Bu ne?.."

Başta kırmızı saten türban, altta dar etek... Saçın ucunu gözükmüyor ama kalça hatları öyle iyi gözüküyor ki, zaten insan kafaya bakmaya vakit bulamıyor.

Öyle gidiyordu.

Ve ben sormuştum:

"Bu nedir?.."

Onun erkek olanını bizim plajda görmüştüm; haşemalı... Dizin altına kadar uzanan beyaz haşema denizden çıktığında ve suyu yiyip vücuda yapıştığında manzara inanılmazdı ve ben yine kendi kendime soruyordum:

"Bu nedir?.."

Sonunda dünkü Hürriyet’in manşeti aradığım yanıtı verdi:

"Yeni Türkiye..."

*

"Yeni Türkiye" böyle a dostlar...

Baba; imam hatip mezunu, emlak işleri yapıyor, çok zengin, ipek gömleği ve ipek kravatı İtalyan... Anne; pembe farlar ile tepeden tırnağa daracık beyaz tesettür tuvaleti giymiş, abla narçiçeği gümüş işlemeli sıkmabaşın altında narçiçeği tuvaletle...

Düğüne helikopterle iniyorlar.

Altınlar, pırlantalar, dolarlar uçuşuyor...

Daha çok imara açılmamış yerleri alıp imar geçtikten sonra satarak geçinip giden baba "Hamdolsun" diyor:

"Hamdolsun, Cenab-ı Hakk’ın izniyle yaptık, Allah herkesten razı olsun..."

Baba ayrıca, evlenirken oğlunu F-16’ya bindireceğini, kendisinin de milletvekili olacağını (ya da tersi, ne bilelim biz) söylüyor...

*

İşte size:

"Yeni Türkiye..."

AKP ile birlikte değişen Türkiye’nin yeni yüzüdür bu; türban ile pembe farların, tesettür ile sallanan kalçaların, haşema ile plajın, din ile ticaretin, ibadet ile arsa işlerinin, iman ile siyasetin birbirine karıştığı... Dinci iktidarın kendi sınıfını belirginleştirdiği... Giderek daha çok Arabistan’a benzeyen Yeni Türkiye...

Ben ise türbanlı kızın sallanan görkemli kalçasına ve plajdaki haşemalının belirginleşen malafatına bakarken soruyordum:

"Bu nedir?.."

Yanıt geldi:

"Yeni Türkiye..."

Bekir Coşkun
Adamlarda allah korkusu kalmamış ki meydan onların dönüp dursunlar gün ola harman ola
balyozu kafada bula.O da inşallah en kısa zamanda olur.
Nasıl 'AK' Olunur?

BU arkadaşların iyi bir huyu var; birbirlerini affediyorlar.

Cumhurbaşkanı Erbakan’ı affediyor, Maliye Bakanı Cumhurbaşkanı’nı affediyor, Başbakan Maliye Bakanı’nı affediyor...


Gensoru veriliyor, bu sefer Meclis, Başbakan’ı affediyor...

Milletvekillerinin 79 suç dosyası var, Başbakan dokunulmazlıkları kaldırmayarak dönüp milletvekillerini affediyor...

Böylece herkes herkesi affettiği için partinin adı ne oluyor:

AK Parti...

Görülmüş bir şey yok.

Diyelim ki Ankara Adliyesi’ndeki iki sanık koridordaki bankta oturmuş yargılanmayı beklerken, içlerinden birisi "Sana bir şey söyleyeyim mi, gel ben seni affedeyim" diyor.

Öbürü seviniyor:

"Olur mu?.."

"Tabii ki olur, işte affettim gitti... Şimdi sen de beni affet..."

O da affediyor...

Ve birlikte çıkıp gidiyorlar ak-pak...

Olabilir mi?..

*

Yoksul-güçsüz insanların dünyasında olmaz...


Değil resmi evrakta sahtecilik, zimmet, dolandırıcılık, ihaleye fesat karıştırmak... Trafik cezası olanlar sürüm sürüm sürünürler.

Devlet yakalarına yapışır da bırakmaz.

Ama devleti yöneten, iktidarı eline geçirmiş, güçlü ve egemen devlet adamları yaptıklarında bal gibi oluyor.

İşin daha ilginç yanı; birbirlerini affettikleri gibi, kendi kendilerini affetme yetenekleri de var:

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül,
aynı suçu işlediği için Erbakan’ı affederken otomatik olarak kendi kendini de affediyor... Cumhurbaşkanı’nı kurtaran Maliye Bakanı otomatikman kendisi de kurtulmuş oluyor...

Başbakan dokunulmazlıkları muhafaza ederek milletvekillerini kurtarırken, kendisi de ne oluyor?..

Kurtuluyor...

*

Pekiiii...

Seçim geldiğinde tüm bu rezaleti affeden kim?..

Nohutçu ile kömürcü...

Nohutla kömürü alıp, hepsini kökten affediyorlar ve bu döngü sürüp gidiyor. Öbürleri trilyonları alıyor, bunlara da nohut ile kömür düşüyor...

Böylece her şeyimiz ne oluyor?..

AK oluyor...

Bekir Coşkun
Pekin 2008’deki başarısızlık Türkiye’nin bire bir yansımasıdır

Türkiye 2008 Pekin Olimpiyatı’na bugüne kadar gördüğümüz en kalabalık ekip ve branşla katıldı. 12 dalda 68 sporcumuz yarıştı. Ama olimpiyat tarihindeki en az madalyayla döndük.

Bu tabii ki toplumda da öfke yarattı. Oysa kimsenin alınan dereceler yüzünden karalar bağlamaya, sporcuları suçlamaya hakkı yok. Çünkü bu başarısızlık Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun bire bir yansımasıdır.

Ekonomide, siyasette, sosyal yaşamda, eğitimde durumumuz neyse, spordaki durumumuz da aynı çünkü. Türkiye son 6 yılını “Muhalefetsiz ve her şeyi cilalayarak” geçirdi. Sonuç da bu tabii ki.

AKP iktidarı geldiği günden bu yana Mehmet Tezkan’ın pazartesi günü yazdığı gibi geçmişi kötüleyerek ve geçmişin en kötü günlerini temel alarak siyaset yürüttü. Bu iktidarın yaptığı her şey cilalanarak sunuldu. Eksiklikler, aksaklıklar gözardı edildi.

Hemen tüm spor dallarının başına en temel özellikleri “AKP’ye sadakat” olan isimler getirildi. Eğitim, bilim ve liyakat adeta yok sayıldı. İktidarın futbol dışındaki sporlara hiç ilgi göstermediği ve buraları yandaşlarının oyun alanı gibi düşündüğü, Pekin’in hiç önemsenmemesiyle de kendini gösterdi. Yarışmalar için iki bakan dışında tek bir devlet adamı bile Pekin’e gitmedi.

Avrupa Futbol Şampiyonası’na gitmek için çırpınan, kazandığımız maçlardan sonra soyunma odasında şov yapan siyasetçilerimiz Elvan’ı da yerinde kutlayamaz mıydı örneğin?

Türkiye kötü bir geçiş dönemi yaşıyor. Binaların yükseldiği, teknolojinin egemen olduğu, görünüşte parlak bir ülke. Ama bilgiye ve eğitime önem giderek azalırken, insan kalitesi düşüyor, yaşam zevkleri banalleşiyor, umursamazlık toplumun her kesimini kapsıyor, yolsuzluk adi olay haline gelirken, din sömürüsü alabildiğine yükseliyor.
Sporda yaşadığımız acı gerçeği yakında daha birçok alanda yaşarsak hiç şaşırmayın. Çünkü Türkiye bir Dubai olma yolunda. Her şeyin cayır cayır parladığı, çok paranın döndüğü yabancıya açık, kendi halkına despot bir ülke.

*****

Konfüçyüs’a göre beş ağır suç


Birincisi: Uyumsuz ve asi bir tabiatla birlikte gözüpeklik.

İkincisi: Aşağı bir hayat tarzıyla birlikte inatçılık.
Üçüncüsü: Çenesinin kuvvetli olmasıyla birlikte yalancılık.

Dördüncüsü: Herkesin ayıbını, kusurunu aklında tutmakla birlikte herkesle dost geçinmek.
Beşincisi: Hak ve adalet duygusu olmamakla birlikte yaptığı haksızlıkları süslü ve parlak gerekçeler arkasına gizlemek.

Haydutluk ve hırsızlık bu suçlardan sonra gelir.

*****

Bakan Çiçek’ten “yasak savar” gibi cevap


CHP milletvekili Atilla Kart, Başbakan Erdoğan tarafından cevaplanması istemiyle bir soru önergesi hazırlamış. Benim yazımdan da alıntı yaparak, “Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili olarak Anayasa gereğince ve esasen ülkemizin yeni bir kaos yaşamaması için yasa tasarısı hazırlıkları yapılmakta mıdır? Yapılmadıysa bundan böyle yapılacak mıdır? Çalışmalar hangi aşamadadır?” sorularını sormuş.
Başbakan adına Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek soru önergesini cevaplarken “TBMM gündeminde böyle bir çalışma yoktur” diyerek, Anayasa değişikliğinin yeterli olduğunu söylemiş.

Resmi Gazete’yi tekrar okudum, Anayasa değişikliği maddesi ile Cumhurbaşkanı seçiminin nasıl yapılacağı anlatılıyor. Ancak günü geldiğinde bunların yetersiz olduğunu göreceğiz.
Birinci sıkıntı şudur: Mevcut Cumhurbaşkanı aday olabilecek mi? Bu Anayasa’da belirtilmemiş.
İkincisi: Cumhurbaşkanı yetkileri aynen bugünkü gibi kalacaksa, aday olanlar halktan oy alabilmek için ne diyeceklerdir?

Üçüncüsü: Cumhurbaşkanı adaylarının kampanyaları için yapacakları harcamaların kaynağı çok sıkıntı yaratacaktır. Adayların maddi kaynaklarının mutla düzenlenmesi gerekir.
Dördüncüsü: Son tura kalan iki adaydan birinin ölmesi halinde tek adayın referanduma sunulacağı belirtilerek bu adayın yüzde 50 oy alması gerektiği belirtiliyor. Yüzde 50 oyu alamazsa seçimin tekrar nasıl yapılacağındada belirsizlik var.

Sonuç olarak Cemil Çiçek adeta “yasak savar” gibi Anayasa’ya dayanarak bir cevap vermiş. Şu anda “çok erken” denilebilir, seçim zamanı yaklaştıkça bir düzenleme yapılabileceği söylenebilir.
Ama Türkiye bu açıdan hep sıkıntı çekti. Seçime doğru yapılacak bir düzenleme yine şaibeli olacaktır. Zaman varken “Anayasa’da zaten var” saplantısından kurtulup Cumhurbaşkanlığı seçim sistemini dört başı mamur hale getirmeliyiz.

*****

Erdoğan içkili yerlere gider mi?


Hürriyet’te Ertuğrul Özkök, Başbakan Erdoğan’ın Rumeli Kavağı’ndaki Balıkçı Kahraman’a gittiğini yazınca bir tartışmadır başladı. Özkök Başbakan’ın içkili bir yere gidebildiğini, orada diğer yemek yiyenlerle sohbet ettiğini ve bunun olumlu bir gelişme olduğunu yazdı. Başka yazarlar da “Erdoğan ilk kez gitmiyor” diye işi biraz gırgıra bile aldılar.

Madem öyle, o halde ben de bu konuda yaşadıklarımdan bazılarını aktarayım: Evet, Erdoğan gerektiğinde içkili yerlere de gidiyor, hatta içki içilen masada oturuyor. Bu yeni değil. Başbakan’la en az 5 kez birlikte yemek yedik. Hepsinde de içki içiliyordu. Erdoğan tabii ki kendisi içmiyordu. Erdoğan’la birlikte olduğum tüm yemeklerde, içkiyle aram pek iyi olmasa da ben de bir iki kadeh içki içtim. Sadece birinde içmedim. Nedenini hemen anlatayım:

1999 yılıydı yanlış hatırlamıyorsam. Erdoğan’ın bir yakını birlikte yemek teklif etti. Etiler’deki Şans Restoran’a gittik. Erdoğan bir şey içmek isteyip istemediğimi sordu, çünkü daha önceden biliyordu ama ben teşekkür edip içmeyeceğimi söyledim.

Çünkü bu yemeğin parasını Erdoğan ödeyecekti, benim ya da başka birinin daveti değildi. İçki konusunda hassas olan bir kişiye içki parası ödetmek bana ahlaklı gelmemişti o sırada. Ama dediğim gibi diğer yemeklerin hepsinde masada içki de vardı. Hatta bir keresinde eşim, Erdoğan’la Emine Hanım’ın arasında oturmuş ve birkaç kadeh votka içmişti. Aylar sonra tekrar bir yemekte bir araya geldiğimizde Erdoğan sadece bir kadeh rakı içince eşime, “Hayrola, siz votka içmez miydiniz” diye de takılmıştı.

Can Ataklı
[B]HÜRGENERAL[/B]

Hürgeneral...
Emekliye ayrılan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt gazetecilere, “Orgeneral idik şimdi hürgeneral olduk” diye espri yapmış...
Son aylarda yeni bir rütbe daha ortaya çıktı:
“Horgeneral”

Bu da halen F tipi cezaevinde yatmakta olan Atatürkçü generallere verilen isim... Onların emeklilik yıllarında halkın siyasi örgütlenmesine katkıda bulunmak dışında suçları neydi? Haklarındaki iddianame hazır olunca göreceğiz...
Sayın Büyükanıt’a emeklilikte mutlu bir yaşam dilerken. Son iki yılı film şeridi gibi gözümüzün önünden geçiyor...

“Köşk adayı sözde değil özde laik olmalıdır” diyerek Gül’ün cumhurbaşkanlığına tavır alışı... Cumhuriyet mitinglerini desteklemesi... Mitinglerin arasına 27 Nisan bildirisini sokması... Hükümetten sert bir cevap alması... 4 Mayıs 2007 günü Başbakan Erdoğan ile Dolmabahçe görüşmesi sonrasında gözle görülür bir dönüş sergilemesi... Gül’e selam vermeyerek direniş teşebbüsü.. Bundan da vazgeçiş... “Sert demeçler”e veda... Kuzey Irak’a düzenlenen askeri harekât aniden kesilince CHP’nin AKP’yi eleştirmesi üzerine cevap görevini bizzat onun üstlenmesi... Trilyonluk araçla ödüllendiriliş... 2008 YAŞ toplantılarından ihraç kararı çıkmaması... Bunu eleştiren CHP ile kapışma...

Sayın Büyükanıt sanki AKP ile vuruşarak geldi, CHP ile çarpışarak ayrıldı gibi... En önemlisi... İki emekli general, Eruygur ve Tolon’un gözaltına alınmasında Genelkurmay’ın hiçbir kademesinden, emekli dernekleri dahil, hukuka uygun davranılması, kurumun yıpratılmaması yolunda bir uyarı dahi yapılmaması... Genelkurmay gözaltıları destekliyormuş gibi bir hava verilmesi.. vs...vs... Yargıya karışmak değil ama en azından “kurum”u ve “hukuk”u savunmak adına küçük uyarılar beklenmişti. Hele de o hızlı başlangıçtan sonra...

Melih Aşık
Kendini boşuna kandırma, yeni ünvanın ne olursa olsun, tarih seni afetmez sn büyükanıt.

Genekurmay başkanı olarak geldin, genelkurmay boşluğu olarak gittin, yolun açık olsun..
[FONT="Arial Narrow"][FONT="Century Gothic"]

Medyamıza Maşallah!..

Ferit İlsever İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı..

Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni..

Ergenekon soruşturmasında tutuklanmıştı..

Hastaydı..

Sağlık sorunları nedeniyle tahliye edildi..

Ve İşçi Partisi İstanbul İl Merkezi’nde bir basın toplantısı düzenledi...

İlginç açıklamalar yaptı...

*

Dün bütün gazeteleri gözden geçirdim...

İlsever’in açıklamaları yok.. yok.. yok..

Ergenekon tertibindeki on para etmez dedikokuları manşetlerine geçiren o biçim gazeteler, davanın önemli bir sanığı, bir partinin genel başkan yardımcısı, bir TV kanalı genel yayın yönetmeni ve hastalığı yüzünden yeni tahliye edilmiş kişinin açıklamalarını, söz birliği etmişler gibi örtbas etmeye çalışmışlar...

İlsever’in açıklamaları yalnız ve tek Cumhuriyet gazetesinde vardı...

İşte Cumhuriyet farkı budur.

*

Ergenekon davası siyasal bir tertiptir, sanıklar arasında suç işleyip işlemediklerini bilemeyeceğimiz kimi kişilerin bulunması bu hükmü değiştirmez...

Başbakan RTE ne demişti:

“- Ben Ergenekon’un savcısıyım...”

Yalnız bu itiraf bile davanın AKP iktidarınca tezgâhlandığını kanıtlamaya yeterlidir...

Hükümetin başının aynı zamanda davanın savcısı olduğu bir ülkede ise ne demokrasi, ne de hukuk geçerlidir.

*

İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Ferit İlsever’in Ergenekon davasına ilişkin bakışı şu tümcesinde somutlaşıyor:

“- Gladyo örgütlerine karşı en sert mücadeleyi yürüten İşçi Partisi, Ergenekon yargılamasını, gerçek karanlık güçlerin ortaya çıkarılacağı bir kürsüye dönüştürecektir.”

Ergenekon davasında mahkeme faslı, savcılığın çoğu zaman yasadışı soruşturma faslından değişik olacak...

Bugünkü hukuksuz ve güdümlü süreç elbette tersine dönecektir.


İlhan Selçuk