You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

Posting Freak
>>ReSSaMLaR<<
]Salvador Dali Domenech



[Resim: www.zohreanaforum.com]

Salvador Dali Domenech 11 Mayıs 1904'de Figueras'ın (İspanya'nın Kuzeyinde Pirienelere yakın bir kasaba) bir köyünde doğdu. Babası bölgenin ünlü noterlerinden biriydi. Yaşamının yönü dahilikle delilik arasında bir ikilemde belirlenmiş gibiydi. Gerçekte kardeşi 6 yaşındayken menenjitten ölen erkek kardeşinden
3 sene sonra dünyaya gelmişti. 1973 de şöyle yazacaktı: 'Doğar doğmaz tapınılan bir ölünün ayak izlerinden yürümeye başladım. Beni severken hala onu seviyorlardı aslında. Belki de benden çok onu.. Babamın sevgisinin bu sınırları yaşamımın ilk günlerinde itibaren çok büyük bir yara oldu benim için.

Ona koydukları isim; ölmüş kardeşinin ismiyle aynıydı: Salvador. Ressam bu kardeşine ikiz kadar benziyordu. Anne babasının yatak odasında Velazquez'in Çarmıhta İsa resmiyle birlikte asılı olan kardeşinin resminin yaşayan bir aynasıydı. Böylece Salvador Dalê bir küçük despota dönüştü. Ailesinin dikkatini çekmek için yaptığı histeri krizleri, teatral hareketler alışılagelmiş şeylerdi. Uzun süre, onu fetheden kızkardeşi Ana Maria'nın doğumu bile onu düzeltmeye yetmedi. Aksine zaman geçtikçe farklılığını ifade etme isteği daha dayanılmaz hale geliyordu.

Hasta çocuk; 10 yaşında yaptığı ilk self-portresinin ismiydi. Bir süre sonra ilk resim kursuna başladı. Öğretmeni Juan Núñez iyi bir ressamdı; ondan karakalem çalışmayı öğrendi. Daha sonra Catalan (İspanyanın Kuzey doğusunda yaşayan Catalanca adında farklı bir dil konuşan insanlara verilen isim) empresyonist ve realistlerini tanıdı. Daha sonra Kübizm ve Juan Gris'i keşfetti

20'li yılların başında Madrid San Fernando Akademisine başladı. Ancak anarşist hareketleri nedeniyle okuldan atıldı ve bir süre Girona'da tutuklu kaldı.(1923) Daha sonra tekrar okula kabul edilse bile 1926'da tamamen atıldı. Bunu takip eden yıl Paris'te Picasso'yla tanıştı. 10 yıl sonra Londra'da Stefan Zweig onu Sigmund Freud'a tanıttı. 1923'te Madrid'de Luis Buñuel ve Garcêa Lorca ile tanıştı.

Dali böylece değişti. Görünümüyle de. Başlangıçta ki uzun saçları; ağzından hiç düşmeyen piposu daha sonra kısacık biryantinli saçlı spor kıyafetli asık suratlı birine dönüştü. Günlük yaşamı; entelektüel bir söylemin ve lüks bir yaşamın çevresinde dönüyordu. Buñuel'le 'Bir Endülüs Köpeği' filmini sahneye konmasına yardımcı oldu. Ama. Buñuel.'i dinsizlikle suçlayarak ikinci bir filmden uzak durdu. Buna karşın Garcêa Lorca'yla çok yakın bir arkadaşlığı oldu. 1925-36 yılları arasında uyumlu bir dostlukları oldu. Kadınlar pek ilgisini çekmiyordu. Sadece erotik fantazileri için gerekliydiler. 1926 yılına kadar yaşamının buluşması için beklemek zorunda kaldı: Gala; bir Rus avukatın kızı ve sürrealist şair Paul Eduard'ın eşiydi. Onu ilk defa Cadaquez'de Akdeniz'in Catalan kıyısında Hotel Miramar'ın terasında karşı gördüğünde eşiyle beraberdi. Ertesi gün saat 11'de plajda buluşmak üzere sözleştiler. Dali bu olayı tamamen sembolik bir biçimde hazırlamaya karar verdi.

Soyundu. Elbiselerini, göğüs uçlarını, kıllarını, göbek deliğini ve esmerleşen tenini gösterecek şekilde kesti, katladı. Boynuna inci bir kolye, kulağına bir kırmızı bir sardunya taktı. Traş olurken yaralanmasından esinlenerek kendi kanını süründü. Bunu balık kuyruğu, keçi gübresi ve yağla karıştırdı. Ama pencereden Gala'yı, özellikle de çıplak bronzlaşmış sırtını görünce, bu ölümcül ritüele son vererek üzerindeki partallığı ve bu vebalı tutkuyu soyunmaya karar verdi. Birkaç ay sonra tamamen aşık olarak birlikte yaşamaya başlayacaklardı. Ve o andan itibaren Gala; Dali için bir aşık, bir arkadaş, esin perisi ve model (ilk defa profilden Gran Mastrubador'da gözükür), danışman ve herşeyin ilersinde varlığının yöneticisi olacaktır. Port Lligat'de hayatlarının evlerini kurdular. İlk önce İç Savaşta, daha sonra Dünya Savaşından kaçmak için tüm dünyayı gezdiler. Dali şöyle açıklar düşüncesini: 'Her zaman anarşist ve aynı zamanda da monarşisttim. Her zaman burjuvaziye karşıydım ve hala da öyleyim. Gerçek kültürel devrim monarşist prensiplerin restoresiyle mümkündür.' Ama 1934'te beş yıllık aktif bir işbirliğinden sonra artık eski sürrealist arkadaşlarından ayrılmış ve küçük burjuvaya dönüşmekle suçlanır olmuştu. Çünkü politikadan kaçıyordu: 'Beni ne marksizm bir parça bile ilgilendirmiyordu. Politika bir kansere benziyordu.' Newyork'a yerleşti, ama arada sırada geri dönüyordu. Örneğin faşistler arkadaşı Garcia Lorca'yı öldürdükten ya da Nazilerin istilasından sonra. Mamafi, Kuzey Amerikalılar tarafından aranılan, sevilen, iyi ücret ödenen biriydi.
1966'da Newyork modern sanatlar müzesinde 1966'de ona bir retrospektif adadılar. Beuborg'daki bir diğer sergi için 1979'a kadar beklemesi gerekti. 3 sene sonra 1982'de Gala öldü. O zamandan sonra nerdeyse resim yapmayı bıraktı. Dali , Gala'nın mezarının olduğu Pubol'e yerleşti ve son eserlerini verdi.

Bütün akımları tanıyıp; olası bütün etkilerden geçtikten; tüm çılgınlığıyla o devasa eseri 'Babil Kulesi'ni oluşturduktan sonra; Salvador Dali sanatı boyunca uzayıp giden bir ipi farketti. Bu ip görünmez bir şekilde daha Breton'la bile değilken gerçekleştirdiği ilk sürrealist eseriyle, gerçek anlamdaki sürrealist eserlerini birbirine bağlıyordu.

Freud'un içten ve ve fanatik olarak tanımladığı, Dali'nin gözleri; hep büyüleyici bir dünyayı keşfediyordu. Dali hiçbir zaman taptığı esin perisi Gala'dan ayrılmadı, eve kendine duyduğu ihtiyaçtan daha fazla bir ihtiyaçla ona bağlıydı.


Pubol Şatosundaki yangından kurtulduktan sonra; 23 Şubat 1984'de Figueras hastanesinde, 84 yaşında öldü. Cesedi ilaçlandı;
ve Figueras'daki müzesine hakim olan dev kubbenin altına gömüldü


[Resim: www.zohreanaforum.com]

DALİ'NİN SANATI


Paris’te yeniliğin öncüsü olarak Kübizmin yerini alan akım, bir bakıma yenilikçiliğe karşı olduğunu ileri süren bir akımdı. Sürrealizm(Gerçeküstücülük) akımı, kendinden bir önceki Dadacılık gibi,modern sanatla ilgili bütün “izmleri” insan hayatının hiçbir dönemiyle ilgisi olmayan yapay çabalar olarak reddediyordu. Sürrealistlerin amacı, insanın doğal dünyası olduğuna inandıkları fantezi, düş ve imgeleminüst gerçeğini açarak, sanatı uygarlığın düzenli ve kısıtlı kurallarına karşı kullanmaktı. Sürrealistle, konuyla ve konunun etkisiyle Kübizmin, Fütürizmin, özellikle de Ekspresyonizmin ilgilendiğinden çok daha fazla ilgileniyorlardı. İnsanları ölçülü ve hesaplı davranışlarından ayartmak amacıyla bir yandan o davranışlar üzerine terbiye ve siyaset kurallarına aykırı demeçler yağdırıyorlar, bir yandan da akılcılık dışı düşüncenin hazlarını öğretmeye çalışıyorlardı. Bu sanatçıların çoğu yazardı ve odak noktası olarak yazınsal sorunları seçiyorlardı. Akıldışılığın gerçekdışı yaşantıları yazıyla nasıl dile getirilebilirdi? Bir düşü sadece betimlemek yetmezdi: çünkü bilincin denetimi burada araya girecekti.Bilinçaltı dünyasına daha rahatça girebilmek için, uyuşturucu maddeleri ve yapay uyutma (hipnoz) yollarını denediler.Dadacıların sözcükleri rastgele seçip düzenleyerek, onlara belli bir anlam yüklemeden aralarında anlam etkileşimi sağlama, gizli yada çok yönlü anlam kıvılcımları çıkarma yöntemini benimsediler.Aynışey imgelerle de yapılabilirdi; bu yüzden sık sık 19. Yy şairi Lautreamont’un bazı sözlerini kullandılar:

“Bir dikiş makinesinin ameliyat masasında bir şemsiye ile rastlaşması olarak güzellik”

Salvador Dali Millet’in Angelusü üstüne şöyle demiştir:

“Açıklayıcı olgu”nun benim sınırsız düşüncelerimin akışını hiçbir bakımdan sınırlayamayacağı ama tersine onu geliştireceği apaçık ortadadır.Bende, kuşkusuz ancak paranoyakça açıklamalar sözkonusu olabilir ve burada bunun gerektirdiği üstünkörü sözuzatımından dolayı özür dilemeliyim. Gerçekten de, çoğu zaman okurlarıma yineleme zavkini tattığım ve sabrını gösterdiğim gibi paronoya olgusu, içinde yalnızca, bütün “çağrışımsal sistematik” etkenlerin en iyi biçimde özetlendiği olgu değil ama daha “özdeş” bir psişik-yorumsalaçıklamayı cisimleştiren bir olgudur.Paranoya herzaman “açıklamaya ilişkin” olmakla sınırlı kalmaz; aynı zamanda, bilinen tek ve hakiki “gerçek anlamdaki açıklamayı” oluşturur, yani sınır tanımaz yorumsal açıklamayı(…Wink.

Hiçbir görüntü, yaklaşık 70 yıl önce, trajik ve yamyamca soyaçekimlerin ressamı, yumuşak, yumuşacık ve iyi nitelikl etlerin, atalardan kalma ve korkutucu karşılaşmaların ressamı tarafından yapılmış olan resimden daha gerçek ve sınırsız biçimde Lautreamont’u özellikle de Les Chants de Maldoror’u açıklayabilecek güçte değildir bana göre. Burada, jean François Millet’ye, anlatılamayacak ölçüde anlaşılmamış olan şu ressama telmihte bulunuyorum.

Bana göre, resim alanında şu çok bilinen ve yüce “bir teşrih masası üstünde bir dikiş makinesi ile bir şemsiyenin beklenmedik karşılaşması” ile eşdeğerli olacak olan Millet’nin o bin kez ünlü Angelus’üdür. Hiçbir şey bana bu karşılaşmayı gerçekten şu göz önünden gitmeyen Angelus’teki görüntü kadar aşırı-açık biçimde açıklayabilecek güçte görünmüyor.

Angelus, bildiğim kadarıyla ıssız, alacakaranlık ve ölümcül bir ortamda iki kişinin hareketsiz varlığını, bekleyiş içindeki karşılaşmasını içeren, dünyadaki tek tablodur. Bu ıssız, alacakaranlık ve ölümcül ortam tabloda “teşrih masası” nın şiirsel metinde oynadığı rolü üstlenir; çünkü yalnızca ufukta yaşam sönmekle kalmaz, ama diren, insanoğlu için herzaman, “sürülmüş toprak” olan şu gerçek ve besleyici ete batmaktadır; oraya, verimliliğin şu açgözlü yönelmeyönelmişliğiyle saplanır diyorum, tıpkı neşterin, herkesinde bildiği gibi gizlice, çeşitli analitik bahanelerle, her cesedin teşhirinde, ölümün sentetik, doğurgan ve besleyici “patatesini” aramaktan başka birşey yapmayan nefis çizip-yarmaları gibi(…Wink

Eğer, bizimde ileri sürdüğümüz gibi, sürülmüş toprak, bilinen bütün teşrih masalarının en gerçeği, en elverişlisiyse, şemsiye ve dikiş makineside Angelus’e erkek figürü ve kadın figürü olarak aktarılacaktır; ve karşılaşmanın tüm sıkıntısı, tüm gizi, herzaman, benim pek naçiz düşünceme göre, şimdi artık “yer” (sürülmüş toprak, teşrih masası) tarafından belirtildiğini bildiğimiz sıkıntı ve gizden bağımsız olarak, her iki kişinin, her iki nesnenin içerdiği özdeş özelliklerdn kaynaklanacaktır(…Wink

Şemsiye-“simgesel işlev gören gerçeküstücü nesne”-şu gün gibi ortada olan ve herkesin çok iyi bildiği dikleşme simgesi nedeniyle Angelus’ün erkek figüründen başka birşey olmayacaktır; tabloda dikleşme durumunu –bunu sergilemekten başka birşey yapmamıştır- kendi şapkasının utanç ve insanın başına iş açacak konumuyla gizlemeye çalışır.Onun karşısında (da) herkesin bildiği, son derece belirgin kadın(lık) simgesi, dikiş makinesi(…Wink

Angelus’ün bu iki figürünün, yani dikiş makinesi ile şemsiyenin ardında başak toplayıcıları, aldırmazlıkla, uzlaşmalı olarak, yumurtaları tepsiye (tepsi olmaksızın) toplamayı sürdürmekten başka birşey yapamazlar, mürekkep hokkalarını, kaşıkları ve alacakaranlığın son ölgün ışıklarının o saatte pırıltılı ve teşhirci kıldığı tüm gümüş takımını da(…Wink

Her iki yöntemde de –sözsel ve görsel-izleyicinin imgelemini anlam aramaya yönelterek, onun yaratıcı katılımını sağlamaya çalışıyordu. Önemli olan okura sağduyu ile bir yorum yapma olanağı tanımayan veriler sunmaktı. Böyle bir süreci başlatmak, mantığın izleyici üzerindeki egemenliğinin azalmasına yardım edecekti. Böylece bir insanın Sürrealist yaşantıyla karşılaşmadan önce, uyuşturulmasa bile, bir irkiltiyle (şokla) sarsılması kadar etkili bir sonuç verecekti.

Bu yolda Dadacıların uygarlığa karşı çıktıklarını göstermek için yararlandıkları oyunlar, en geçerli strateji olarak benimsendi. Sürrealizm insana daha yüksek düzeyde doğal bir özgürlük içinde yaşamayı öğreterek onu kurtaracaktı. İnsan eski Yunanlıların oluşturdukları akılcı düzenin boyundurluğundan kendisini kurtarınca, maddi kısıtlamalarında bir anlamı kalmayacaktı.

Sürrealizmde bol ayrıntıya yer veren ve doğrudan doğruya bilinçaltını yansıtan, en ince ve en inandırıcı örneklerini İspanyol ressam Salvador Dali yapmıştır. Dali 1929 ‘a kadar eski ustaların doğacılığından Kübizme ve de Chirico ile Carra’nın metefiziksel resimlerine kadar değişik türlerde resimler yapmıştı.Dali amacının “kargaşılığa bir düzen vermek, böylece gerçeklik dünyasının saygınlığını ortadan kaldırmak” olduğunu söylüyordu. Bu amaç, Sürrealist yazarların ilkelerine uyuyor ve kendisinin artık tümüyle geleneksel betimleme yöntemlerinin edebiyat dünyasına Ernst’in yapıtlarının çoğundan, Miro’nun yaptlarının ise hepsinden daha çok yaklaşmasını sağlıyordu.Oysa Dali’nin anlatım yollarının hiç değilse en etkilileri yazınsal değil, görsel nitelikteydi. Kendisi, bizim algılamamızı etkileyen çok anlamlılığı sürekli olarak sömürmüştür. Biz herzaman, özellikle de yorgunluk, hastalık, uyuşturucu ilaç ve benzeri nedenler yüzünden, mantığımızın gücünün zayıfladığı anlarda gördüğümüzü tam olarak seçemeyiz.Dali’nin amacı, bizim doğru yada normal saydığımız okuma ve görmemizi kuşkuya düşürecek ölçüde bu yanılma olasılığını pekiştirmektedir.Kendisi ayrıca insan vücudunu, boşlukları, cisimleri, hatta biçimleri en aşırı ölçüde çarpıtmanın yollarını da biliyor, bu çarpıtmalarla bizdeşaşkınlık ve tedirginlik yaratıyordu. (Bu çarpıtmalar sonunda, kayalar ete dönüşüyor, saatler eriyor, boşluklar katılaşıyor, böylece izleyicide belli bir mid bulantısı, baş dönmesi ve yön yitirme gibi tepkiler ortaya çıkıyordu.) Breton’un Dali’nin resimlerini incelediği 1929 yılında yazdığı ikinci Sürrealist bildiride “ölümle hayat, gerçekle düşşel, geçmişle gelecek, iletilebilenle iletilemeyen arasındaki çelişkinin ortadan kalktığı” zihinsel bir durum olduğunu yazıyordu. Daha sonrada şu sözleri ekliyordu: “Sürrealist etkinliği, bu gerçeği belirleme amacıyla incelemenin dışında her çaba boşunadır.” Dali’nin sanatının en parlak örneklerini açıklayan en doğru tanımdır bu. Bu sanat hem yıkıcı, hem yapıcı; hem şaşırtıcı, hem öğretici bir anlayışı yansıtır. Ancak görsel açıdan da tümüyle tepkici bir sanattır. Dali’nin resmettiği sahneyi, önceden hazırlanmış tiyatroya özgü çerçevelenmiş bir yanılsama olarak seyrederiz. Birçoklarının hayranlık duyduğu resim tekniği, Dali’nin kendine usta olarak seçtiği Raffaello’nun inceliğinden ve Vermeer’in dingin nesnelliğinden yoksundur. Dali’nin “elle yapılmış fotoğraflar” dediği bu resimlerde, 19. Yüzyılın akademik cansızlığı göze çarpar. Ancak 18. Yüzyıl resmi ile Empresyonistleri anımsatan renk parlaklığı, Dali’yi III. Napoleon döneminin bazı usta, fakat çekingen ressamlarından ayırır. Ama bu ressamlar bile, Dali’nin yaşama biçimini ve anladıklarını kabul edecekleri imgeleri karşısında büyük bir öfkeye kapılabilirlerdi. Günümüzde ise, Dali’nin bilinçli çılgınlıkları, ününün artmasına yol açmış ve Paris’li Sürrealistlerin kendilerine tanıdıkları bazı kural dışı özgürlüklere ters düşmemiştir. Kendisinin gittikçe aristokrat bir dünya görüşünü benimsemesi, faşizmi desteklemesine yol açmış ve 1938’de Breton’la onun çevresinde kalan öbür Sürrealistler, Dali’yi kendilerinden biri saymaya son vermişlerdir.


[Resim: www.zohreanaforum.com]



]Port Lligattaki Evinden birkaç görüntü

[Resim: www.zohreanaforum.com]

Sürrealist sanatçı Salvador Dali’nin sanatı açısından en üretken olduğu yıllar kendi tasarladığı Port Lligat Evi’nde eşi Gala Diakonova ile geçmiştir.

[Resim: www.zohreanaforum.com]

[Resim: www.zohreanaforum.com]

[Resim: www.zohreanaforum.com]

[Resim: www.zohreanaforum.com]

[Resim: www.zohreanaforum.com]






[Resim: www.zohreanaforum.com][Resim: www.zohreanaforum.com]

[Resim: www.zohreanaforum.com][Resim: www.zohreanaforum.com]

[Resim: www.zohreanaforum.com][Resim: www.zohreanaforum.com]




]PORTRELERİ


[Resim: www.zohreanaforum.com][Resim: www.zohreanaforum.com][Resim: www.zohreanaforum.com]


[Resim: www.zohreanaforum.com][Resim: dali01050lw3cu.jpg]


[Resim: dali01870qt6jv.jpg][Resim: bild338b3gp.jpg]


[Resim: dali01826ex2hl.jpg][Resim: dali01114mm8wo.jpg]

[Resim: 1932427td.jpg][Resim: unfinishedstereoscopicpicture4.jpg]


[Resim: 1930069ao.jpg][Resim: dali01842lb3mn.jpg]


[Resim: dali01810ui5kh.jpg][Resim: dali01099gc8so.jpg]
[Resim: 114ld.jpg]



Ben göremem daha uzun boyunu
Ahret derler kısaltamam yolunu
Bugün Sahı Merdan sarsın oglunu
Yetis Ya Üseyin baban gidiyo
Posting Freak
>>ReSSaMLaR<<
[Resim: www.zohreanaforum.com]

Vincent Van Gogh, bir papazın oğlu olarak 1853 yılında Hollanda’nın güneyinde bir köyde dünya’ya gelir.

Zengin tablo tacirlerinin yeğeni olan Vincent Van Gogh, bir resim galerisinde satıcı olarak hayata atılır. Bir süre sonra, içindeki coşkun din tutkusuna kapılarak rahip olmayı aklına koyar. Belçika'nın madencilik bölgesi Borinage'da geçirdiği aylar Van Gogh'un bütün varlığını derinden sarsacaktır: bu sefaletle yüz yüze geliş, ondaki din ve Tanrı inancını alıp götürür.

İnsanların yalnızlık, hüzün ve acı içindeki hallerinden etkilenip bunları resmeder. Acı çekenlere ilgi duyar; içinde yaşadığı dünyada kendisini uyumsuz hisseden bütün melankolikler gibi.. Mutsuz olmasının bir diğer nedeni yalnızlığııdır. Hiçbir zaman hiçbir şeyi başaramayacağına olan inancı, kendisinden kuşku duyması, trajik yazgısıdır onu melankolik yapan..

Ondaki olağanüstü yeteneği fark eden küçük kardeşi Theo, ağabeyine maddi ve manevi yönden destek olur. Yedi yıl boyunca (1878-1885) ressam, sürekli desenler ve taslaklar çizerek Belçika ve Hollanda'da dolaşır durur, bu çalışmalarının sonunda da ilk büyük kompozisyonunu yapar: Patates Yiyenler.

Kardeşine her gün uzun mektuplar yazar. Bu mektuplar ressamın hayatını daha yakından tanımamıza yardımcı olmuştur. 1886'da Paris'e, Theo'nün yanına giden Van Gogh orada Pissarro, Gauguin ve Toulouse-Lautrec ile tanışır. İzlenimciliğin etkisinde kalan sanatçının resimleri artık eskisi kadar karanlık ve kasvetli değildir.

1889'da bir kulağını kestikten sonra, Saint-Rémy'deki akıl hastanesine yatmaya gönüllü olarak gider. Bu dönem onun hayatının en zorlu dönemi ve aynı zamanda en yaratıcı dönemidir. Burada kendi içsel sıkıntılarıyla savaşır ve maalesef hastalık onu tamamen sarmalar. Nisbeten iyi olduğu zamanlarda hastane görevlileri onun dışarı çıkarak açık havada resim çizmesine izin verirler ve desteklerler.

29 temmuz 1890 da kendini vuran Van Gogh iki gün sonra ölmüştür.

Crau'da hasat.Arles,Haziran 1888
[Resim: www.zohreanaforum.com]

''St Paul Hastanesi Başhekiminin Portresi''.Saint-Remy.Eylül 1889
[Resim: www.zohreanaforum.com]

Patates Yiyenler.Eylül/Ekim 1885
[Resim: www.zohreanaforum.com]

Yaşlı adam (sonsuzlığun eşiğinde).Saint-Remy.Mayıs 1890
[Resim: vincentvangogh1853189038lg.th.jpg]
[Resim: 114ld.jpg]



Ben göremem daha uzun boyunu
Ahret derler kısaltamam yolunu
Bugün Sahı Merdan sarsın oglunu
Yetis Ya Üseyin baban gidiyo
Posting Freak
>>ReSSaMLaR<<
[Resim: 998ds.jpg]

Pablo PICASSO


Doğum Tarihi : 25 Ekim 1881
Ölüm Tarihi : 1973

Picasso'nun yaşam öyküsü aslında o doğmadan çok önce başlar. Picasso'nun babası Don Jose Ruiz Blasco orta karar bir ressamdı. Blasco ailesinin geçmişi 1541 e dek uzanıyor. Picasso'nun ataları kuşaklar boyunca sanata düşkün, sanat konularından ciddi, yürekli ve açık görüşlü, din konularında ise son derece dürüst kişiler olmuşlardır. Annesi Dona Maria Picasso, Lopez den, fiziksel özelliklerini almıştır. Üstelik ailenin bu kanadında en az iki ressam vardır. Picasso doğduğu gün ölümle ilk kez burun buruna gelmiştir. Ebesi çocuğun öldüğü kanısına varıp tüm özenini annesine yöneltmiştir. Yetkin bir doktor olan amcası Don Salvador’un soğukkanlılığı Picasso’yu soluk alamayıp ölmekten son anda kurtardı. Don Salvador’un uyguladığı etkili yöntemle geleceğin dahi sanatçısı küçük Pablo’yu yaşama döndürdü.

Yüzüne biraz puro dumanı üflenen bebek hemen ağlamaya başladı. Tarih, 25 Ekim 1881. Saat, 11.15.
Picasso yaşamının ilk on yılını doğduğu kasabada Malaga’da geçirdi. Ailesine zengin denemezdi. Babası kasaba müzesinin müdürüydü. Ayrıca resim öğretmenliği yapıyordu. İki yakalarının bir araya gelmesi çoğu zaman çok güç oluyordu. İspanya’nın kuzeyinden daha iyi ücretle yeni bir iş önerisi aldığında sevinerek kabul etti. Picasso’lar dört yıl geçirecekleri Atlantik kıyısındaki eyalet merkezine taşındılar.

Picasso okulda sayıların biçimleriyle ilgilenir, onları defterine geçirir, ama onlarla oluşturulan aritmetik problemlerle hiç mi hiç ilgilenmezdi. Okulda defterlerini çizimlerle doldururdu.

Başlangıçta babasını örnek alıyordu ama 13 yaşına geldiğinde ona çoktan yetişmişti. Picasso babasının isteği üzerine bir resimdeki güvercinin ayaklarını tamamlamıştı. Bunu o denli başarıyla yapmıştı, güvercinler o denli gerçekçi olmuştu ki babası gereçlerini oğluna vererek onun artık olgun bir sanatçı olduğunu kabul etmişti. Babası fırçasıyla boyalarını eline tutuşturdu ve bir daha hiç resim yapmadı. Picasso, Barselona’daki sanat okulunun giriş sınavlarında da benzer bir başarı gösterdi. Ayrıca bir aylık bir ödevi bir günde tamamladı. O bir harika çocuktu. Doğru dürüst eğitim görmemişti ama, daha 14 yaşında tanınmış bir sanat okuluna kabul edilmeyi başarmıştı.

Picasso çıraklık döneminin sona ermesinden çok önce Barselona’nın en tanınmış ressamları arasına girmişti. Barselona’da o güne dek gerçekleştirilen en önemli sergide ilk büyük boyutlu yağlı boya tablosu sergilendi. 1897’de Malaga’da geçirilen kısa bir yaz tatilinin ardından Picasso, Madrid’deki yeni atölyesine taşındı ve İspanya’nın en tanınmış sanat okullarından birine girdi. Önceleri geçmişin usta ressamlarını kopya edip onların biçemlerini yansıladı. Daha sonra bu resimler onun özgün resimleri için birer kaynak oldular. Bu konuları değişik düzenlemeler ile tekrar tekrar işledi.

Haziran başında kızıla yakalandı. İyileşmek için Barselona’ya döndü. 1899 İlkbaharında Barselona’ya yepyeni tasarılarla döndü. İspanyol resmindeki yeni gelişmelere daha açık bir görüşle bakmaya başlamış, öncüleri ile tanışmayı aklına koymuştu. Çok geçmeden buradaki yaşlı başlı ressamların saygısını kazandı. 1900’de ilk kişisel sergisini açtı. Picasso’nun resimlerine büyük ilgi gösteren genç galeri yöneticisi ressama hemen bir anlaşma önerdi. Picasso öneriyi hemen kabul etti. Düzenli aralıklarla galeriye vereceği resimler karşılığında ayda 150 frank alacaktı. Böylece, parası sorunlarını şimdilik çözmüş bulunuyordu. Öylesine coşkuyla doluydu ki ilk galericisinin birkaç portresini yaptı.

Anavatanı İspanya’ya döndü ve pek kısa bir süre kaldı. Ailesine yabancılaşmıştı. Onların taşralı zihniyeti karşısında duyduğu düş kırıklığı içinde Paris’e geri döndü. Picasso olgunluk aşamasını akademik bir eğitimden geçerek erişmişti. Ama daha on altı yaşına geldiğinde öğrenilecek ne varsa hepsini öğrenmişti. Picasso henüz kendi özgün biçimini yaratmamıştı. Öte yandan diğer ressamlarla dirsek dirseğe sürdüğü alışveriş yavaş yavaş sona eriyordu. Özgün bir sanatçı olarak kimliğini ilk kez vurgulayan Mavi ve Pembe Dönemlerinin eşiğindeydi. Eğitim süreci sona ermişti artık Picasso, Picasso olmuştu.

Pablo Picasso 1904’te Paris’e yerleşir. Burada göçebe yaşayanların, palyaçolarla ip cambazlarının dünyasına hayran kalır. Etkileyici çarpıtmalarla neredeyse tek renkli denebilecek mavi bir ton kullanarak onların resimlerini yapar. Onun bu dönemine “Mavi Dönem” denir. Pembe Dönemi’nde de yine aynı konular vardır. Ama renkler daha yalınlaşmıştır. 1907’de Avigno’lu Kızları yapar. Kübist gelişmenin başlangıç noktasını Picasso’nun Avignonlu Kızlar adlı tablosu temsil eder. Bu resimde kısa süre önce tanımış olduğu zenci yontularının etkileri izlenir. Buradaki figürlerin yalın ve köşeli düzenlenişi Kübizm’in doğuşunun habercisidir.

Kompozisyondan insanı kavrayan renk, lekelerinden ve biçim çarpılmalarında tedirgin edici, etkiyi, kuşkusuz resimde canlandırılan “Salon”da uygun düşmektedir. Ondan önce hiç kimse bu biçimde resim yapmış değildir. Aynı sıralarda Brague’da Fovizmden ayrılmakta, hiçbir havası olmayan, Streometrik çizimlerle oluşturduğu “Estague de evler” manzaralar yapmaktadır.

Picasso kübizme gittikçe daha çok yönelir. Başka insanlar, başka ressamlarla birlikte Mont Martre da “Bateau ‘Lavoir” yeni çamaşır teknesi adını verdikleri bir atölyede çalışmaktadır. Burada onu aralarında Leo Stein’da bulunduğu eleştirmenler, ünlü yazarlar, sanatçılar ziyarete gelir. Juan Griss kübizmin biçimlerin çözülüp dağıtıldığı bu çalışmasını “Çözümleme dönemi” (Analitik) olarak nitelendirilir. Resim konuları oldukça sınırlıdır. Ev eşyaları ve müzik araçları ile yapılmış natürmortlar arada bir figür (Mandolinli Kız) yada bir portre herhangi bir mekansal çevre yaratılmadan üçüncü boyut renk tonlarıyla yakalanır.

1912’ye doğru kübizmin “bireşimci” (sentetik) aşaması başlar. Artık biçimler parçalanmakta gazete kesikleri, cam, sigara yardımıyla yepyeni biçimler oluşturulmaktadır. Bu tür çalışmaya Collage adı verilir. Bu yeni yöntem cisimlerin resminin yapılması ile son bağları da koparır. Artık resmin bağımsızlığına erişilmiştir.

27 Nisan 1937 yılında Almanların saldırısıyla Guernica kasabası bombalandı. Picasso bu olaydan çok etkilendi ve bunun üzerine Guernica adlı bir eser yaptı. Guernicada ağlayan insanlar felaket ve benzeri resmediliyordu.

1937 yılının Ekim ayında anne çocuk çizimlerinden yola çıkarak, Guernica’nın bir tür dipnotu sayılabilecek Ağlayan kadını yaptı. Çağın yaygın konusu olan çekilen acılar burada çok yakından bakılan bir kadın başına sığdırılıyordu. İlk bakışta resim salt sanatsal öğeleriyle dikkat çeker. Oysa bu resme nereden ve nasıl bakarsak bakalım orta yerinde genellikle bir acı olarak kullanılan mendilin çok köşeli biçimi gözümüzü alıyor. Kadın umutsuzlukla mendili ısırmış gözyaşları mendile doğru akıyor. Mendil kadının ağzını bir peçe gibi örterek acısının şiddetini vurguluyor ve renklerindeki mavi beyaz karşıtlığı Guernica’ıyı akla getiriyor. Picasso 92 yaşına kadar yaşadı ve bu süre zarfında birçok ödüller aldı ve birçok sanatsal eserler meydana getirdi.


[Resim: 18mb1.jpg]

Picasso'nun Sivri Görüşleri...

Batıl inançları ve ilginç bir mizah anlayışı olan Picasso, tartışmalı özel hayatı ile gazetelere de sık sık konu oldu. Picasso'nun özellikle kadınlarla olan ilişkileri eleştirildi. Örneğin kadınlar hakkında söylemiş olduğu "Kadınlar ya tanrıça gibidirler, ya da paspas gibi" görüşü feministleri ayağa kaldırmış olsa da, kadınlar bu düşüncelerini bile bile sanatçının büyüsüne kapılmaktan kendilerini alamıyorlardı.

[Resim: adsz6pi.jpg]

Picasso’dan Sözler

“Benim arayışlarımdan söz ediyorlar, ben aramam ki... Bulurum.”
“Ne yapacağını iyi biliyorsan, gidip de onu yapmanın ne anlamı var? Nasılsa, biliyorsan böyle bir deneye girişmenin bir anlamı yok. Başka bir şey yap, daha iyi”
“Anlaşılmaktan daha tehlikeli bir durum var mı? Üstelik bu zaten olası değildir ki hep yanlış anlaşılırsın. Yalnız olmadığını sanırsın, oysa her zamankinden daha yalnızsın.”
“İnsan hiçbir zaman iyi iş becerdim, üstelik yarında Pazar dememeli durduğun anda yeniden başlamalısın bir daha hiç dokunmayacağım diyerek deyip tuvali köşeye atabilirsin. Oysa son hiçbir zaman gelmez”
“Herşeyi söylemem ama, her şeyin resmini yaparım”


[url=http://www.imageshack.us/][/url]

PABLO PİCASSO - GUERNİCA

1937 Nisan ayında Alman Condor uçaklarının minicik Bask kenti Guernica'yı bombardımanı, İspanyol İç Savaşı'nda Cumhuriyetçilerin yazdığı destanın son sayfasını açmıştı. Paris'te yaşayan Pablo Picasso, Guernica kıyımını bir gazeteciden dinledi. Aşık olduğu savaş muhabiri Dora Maar'dan. Tam o günlerde Cumhuriyetçi İspanyol hükümeti, gurbetteki yurttaşı Picasso'ya Paris Uluslararası Fuarındaki İspanya pavyonu için bir resim ısmarlamıştı.

Dora Maarın anlattığı bombardıman öyküsünün etkisinde kalan Picasso, fırçasını çaresiz öfkesine bandı, o günden bugüne yaptığı en büyük, en derin, en sert ve etkileyici resmini yaptı. Tablonun adı "Guernica" 'ydı. Öylesine olağan dışı, öylesine korkunç ve çarpıcı bir eserdi ki Guernica, resmi ısmarlayan Cumhuriyetçi İspanyol Hükümeti bile şaşırdı, beğenmedi ve sergilemedi. Tablo sergide yer alsın mı almasın mı diye tartışıldığı sırada, ünü tüm Paris'e ve birkaç yıl sonra Fransa başkentinin efendisi olacak olan Almanlara kadar ulaşmıştı. Almanya tıpkı Rusya'nın yaptığı gibi o yıllarda, kübizm gibi yeni akım ve arayışları resmen "soysuz sanat" olarak nitelendiriyordu. Ama gizliden gizliye merak edip izlemekten de geri kalmıyordu. Ne de olsa sanata duyarlı milletti Almanlar.

Bir gün, Picasso'nun Seine Nehri'ne bakan Saint Augustin rıhtımındaki atölyesine kordiplomatikten bir Alman generali geldi. Ustanın resimlerine bir bir baktı, sıra en son tablosuna, dev boyutlardaki Guernica'ya gelince, uzun uzun seyrettikten sonra yüzünde iğrenir gibi, küçümser bir hayretle dönüp; "Bunu siz mi yaptınız?" diye sordu.

Picasso'nun yanıtı tokat gibiydi; "Hayır, siz yaptınız!"
[Resim: 114ld.jpg]



Ben göremem daha uzun boyunu
Ahret derler kısaltamam yolunu
Bugün Sahı Merdan sarsın oglunu
Yetis Ya Üseyin baban gidiyo
Posting Freak
>>ReSSaMLaR<<
[Resim: www.zohreanaforum.com]

"Demir kullanılmamaktan paslanır; durgun su saflığını yitirir ve soğuk havada donar; işte eylemsizlik de zihin gücünü böyle çökertir." Büyük deha, yersizyurdsuz Leonardo ustanın hayatı, zihin gücünün nasıl ayakta tutulacağına dair eskimez örneklerle dolu...


[Resim: joconde4fl.th.jpg]


[Resim: index30nw.th.jpg]



İtalyan ressam, heykeltraş, mimar, müzisyen, mühendis ve bilim adamı Leonardo da Vinci, 1452'de Toscana tepeliklerinde, adını taşıdığı Vinci köyünde doğdu. Çalışmalarının çok yönlülüğü ve yaratıcı güçleri, onun Rönesans dehalarının en ince örneklerinden biri olarak tanınmasını sağladı. Çizimlerinde bilimsel bir kesinlik ve mükemmel bir sanatsallıkla işlenmiş uçan makinelerden karikatürlere dek uzanan bir çeşitlilik göze çarpar. İnsan, hayvan ve bitkilerin o güne kadar pek denenmemiş karmaşıklıkta anatomik betimlemelerini yaptığı çalışmaları hayranlık uyandırıcıdır. Defterlerinin sayfaları tüm zamanların en büyük zekalarından biri olduğunu gösteren zenginlikler ve özgünlüklerle doludur.

Leonardo Floransalı noter Piero da Vinci ile köylü bir kadının gayrımeşru oğlu olarak dünyaya geldi. Muhtemelen çocukluğunu babasının ailesiyle birlikte doğayla olağandışı ve kalıcı bir ilişki kurduğu Vinci'de geçirdi. Bu dönemle ilgili kaynaklar ilginç bir biçimde sanata gösterdiği eğilimlerle birlikte genç Vinci'in kendi güzelliğinden ve çekiciliğinden de söz ederler.


1466'da Leonardo Floransa'ya taşındı ve Boticelli, Ghirlandaio ve Lorenzo di Credi ile tanışacağı Verrocchio'nun atölyesine kabul edilid. Çıraklık döneminde Verrochio'nun Uffizi'de bulunan "İsa'nın Vaftizi" adlı tablosunda bir melek figürünü ve büyük ihtimalle fonda yer alan manzaranın bazı bölümlerini boyadı. 1472'de ressamlar loncasına girdi. Leonardo'nun Floransa'daki ilk döneminin doruğu, San Donato a Scopeto papazlarının siparişiyle yaptığı "Müneccimlerin Tapınışı" adlı tablodur. Bu tablo dramatik hareketle chiaroscuro olarak adlandırılan, ustasının olgunlaştırdığı ışıklandırma/gölgelendirme tekniğinin bir sentezini ortaya koyar.


Leonardo 1482'de Milan'a gitti ve on altı yıl boyunca dük Ludovico Sforza'nın himayesinde kaldı. Bu sırada Trattato della pittura adıyla bilinen notlarının büyük bir bölümünü tuttu ve giderek genişleyen defterlerinde dehasının olağanüstü çeşitliliğini ve etkililiğini gösterdi. Saray sanatçısı olarak özenle hazırlanmış festivaller düzenledi. Çeşitli musibetler Fransa'da geçireceği son yıllarında olacağı gibi,1484 ve 1485 yıllarında dikkatini şehir planlamaya vermesine neden oldu. Bu yıllarda Bramante ile ilişkiye geçmesinin bir sonucu olduğu düşünülen, kilise cepheleri ve kubbeleriyle ilgili çizimlerle de uğraştı. 1488'de Miln Katedrali'nin kasnağının ve kubbesinin modeli üzerinde çalıştı. 1490'da Francesco di Georgio'yala birlikte danışman mühendis olarak Pavia Katedrali'nin, ardından Piacenza Katedrali'nin restorasyonlarında bulundu.


1483'te öğrencisi Ambrogio de Predis ile birlikte kendisine ısmarlanan ünlü tablosu "Kayalıklar Meryemi" üzerinde çalıştı. Tablonun bir örneği bugün Louvre'da, bir diğeri Londra Ulusal Galeri'de bulunmaktadır. 1495'te başlayıp 1498'de bitirdiği başyapıtlarından "Son Yemek" adlı fresk bugün çok yıpranmış halde Milan Santa Maria della Grazie Manastırı'nda bulunmaktadır. Ustanın bu fresk denemelerinde, ne yazık ki, kısmen oynamalar ve sık sık yinelenmiş restorasyonlar nedeniyle ayrıntılar ve bireysel öğeler silinmeye yüz tutmuştur. Yine de kompozisyon ve eserdeki figürlerin genel konumlanışları, büyük bir yaratıcılık gücü ve ruhsal içeriğinin yüceliğiyle dünya sanat tarihinde "Son Yemek"in bir başyapıt olarak etkisini sürdürmeye yetmektedir. 1978'de fresk üzerinde çok ayrıntılı ve ince bir biçimde yürütülen bir restorayon başlatılmış; 1994-1995'te koruyucu bir hava filtreleme ve ısı dengeleme donanımı devreye sokulmuştur. Buna rağmen 1999'da restorasyon tamamlandığında ortaya çıkan parlak ve ayrıntıların daha belirgin durduğu görüntü, özgün eserden kalan boşluğu daha da açığa çıkarmıştır.


Ludovico Sarayı'ndayken, Leonardo, dükün babası Francesco Sforza'yı konu alan bir süvari heykeli üzerinde de çalışmıştır. Çalışma döküm aşamasına getirilemedi ve çağdaşlarının hayran olduğu model 1499'daki Fransız işgali sırasında yok edildi. Usta, benzer bir çalışmayı 1511'de Gian Gicomo Trivulzio'nun isteği üzerine ele aldı; ancak bu çalışma da yarım kaldı. Bununla birlikte çalışma için yaptığı çizimler bugüne dek korunabilmiştir. Ludovico Sforza'nın 1499'daki düşüşünden sonra, Leonardo Milan'dan ayrıldı ve Mantua ve Venedik'te geçirdiği kısa bir dönemden sonra Floransa'ya döndü.


Dönüşünden sonra Leonardo kendini daha çok teorik nitelikli çalışmalara verdi ve matematikle ilgilendi; Santa Maria Nuova Hastanesi'nde anatomi çalışmaları yürüttü. 1502'de askeri mühendis olarak Cesare Borgia'nın hizmetine girdi. Bu iş onu Orta İtalya'ya götürdü ve Piombino'da bataklık arazilerin ıslahıyla uğraşmasını gerektirdi. Romagna şehirlerinde de benzer sorunları ele aldı. Urbino da daha sonradan dost olacağı Niccolo Machiavelli ile tanıştı.


1503'te Anghiari Savaşı'nın freskini yapacağı Floransa'ya geri döndü. Bu çalışma da Michelangelo'ya ısmarlanan bir diğer parçası gibi tamamlanamadı ve çizimleri ortadan kayboldu. Yine de bu eserin taslakları, Uffizi ve Casa Horne'de bulunan taklitleri üzerinden sonraki dönemlerin sanatçıları üzerinde büyük bir etki bıraktı. En tanınan tablosu olan, Floransalı bir tüccarın eşini resmettiği Mona Lisa da hemen hemen aynı tarihlerde yapılmıştır.


1506'da Leonardo Milan'a döndü ve Fransız Kralı XII. Louis adına bölgeye hükmeden Charles d'Amboise'ın hizmetinde yine mimar ve mühendis olarak çalıştı. Fiziksel dünyaya yönelen tanrı vergisi merakıyla jeolojiyi, botaniği, hidroliği ve mekaniği kapsayan birçok bilimsel araştırmaya girişti. 1510 ve 1511'de anatomi merakı farkedilir ölçüde depreşti. Aynı yıllarda resim ve heykel alanlarında da çalışıyordu. Birçok öğrencisi vardı ve sonraki kuşakların Milanlı sanatçıları üzerinde derin bir iz bıraktı. Bu döneme atfedilen en önemli eseri Leonardo'nun ince ton geçişleriyle niteliklenen dumansı üslubunun en öne çıkan örneği olan "St. Anne, Meryem ve Çocuk"tur.


1513'te Medici sülalesinden gelen Papa X:Leo ve kardeşi Giuliano tarfından Roma'ya çağırıldı. Burada Michelangelo ve Raphael'in yoğun bir biçimde etkili olduklarını gördü. Yaşlanan usta Vatikan'da bir dizi mimari ve mühendislik projesinin başına atandı ve kendisine birkaç resim için sipariş verildi. Sanat tarihçileri için bir muamma olan tablosu "Vaftizci Yahya" büyük bir ihtimalle bu döneme aittir. Giuliano Medici 1515'te Roma'dan ayrıldı ve bir yıl sonra Fiesole'de öldü. Leonardo'nun da onunla birlikte şehirden ayrıldığı ve maiyetiyle birlikte aynı şehre gittiği varsayılmaktadır. Daha sonra Fransız Kralı I. Francis'den aldığı davetle Amboise yakınlarındaki Cloux Şatosu'na yerleşti. Yaşlı usta burada hayatının sonuna kadar özgür bir biçimde bilimsel çalışmalarıyla ilgilenebilmiştir. Bu yıllara ait belirgin kayıtlar bulunmamasına rağmen festival dekorasyonları ve bir kanal yapımıyla meşgul olduğu sanılmaktadır. Bu döneme ait notlar ve çizimler, ustanın 1519'daki ölümünden önceki son günlerinde bile doğa felsefesi ve deneysel bilimle uğraşmayı sürdürdüğünü kanıtlamaktadır.

[Resim: ph102537cq.jpg]

[Resim: ph102540af.jpg]

[Resim: ph102559cn.jpg]

[Resim: ph102566os.jpg]

[Resim: ph102572ja.jpg]
[Resim: 114ld.jpg]



Ben göremem daha uzun boyunu
Ahret derler kısaltamam yolunu
Bugün Sahı Merdan sarsın oglunu
Yetis Ya Üseyin baban gidiyo
Son Düzenleme: 25/11/2008, 22:49, Düzenleyen: PELİN.
Posting Freak
>>ReSSaMLaR<<
[Resim: www.zohreanaforum.com]

Çocuk denecek yasta babasinin yanina cirak olarak verdigi Perugino'nun ogrencisiydi. Onunla calistigi yillar boyunca ustasini en ince ayrintisina kadar kopya ediyordu. Perugia'da San Francesco Kilisesindeki Meryem'in Goge Kabulu resmi buna bir ornektir. Uc guzeller, Chantilly; sovalyenin dusu, Londra gibi ilk yapitlarinda sarı tonlari, dingin kompozisyonlari ve ustasinin genis manzaralarinin benimsedi. Meryem'in evliligi adli eseriyle incelikli, olculu bir uyum ortaya koydu ve hocasini aştı. Daha sonra hocasinin sanat anlayisi disinda, ozellikle Floransa'da Leonardo ve Michelangelo gibi devlerin yasadigini farketti. Fransa'ya gidecegi sirada ressam dostu Pinturicchio, onu Siena'ya goturdu. Orada beraber ii. Pius Kutuphanesi' nin duvarlarina panolar yaptilar.

1504'de Floransa'ya geldi ve burada gecirdigi dort yil boyunca bir yandan Leonardo ve Michelangelo'nun calismalarini izlerken diger yandan antik sanatla ve ozellikle Masaccio'nun eserleriyle ilgilendi. Yapitlarindan Grandukun Madonnasi'nda (1504, Pitti Sarayi) ve Guzel Bahcivan'da (1507, Louvre) Leonardo'nun etkisi, Borgo yangini'ndaki (Raffaello'nun salonlari, Vatikan) ciplaklar ve dramatik harekette, Santa della Pace'deki Sibyllalar'da da Michelangelo'nun, Bolsena Ayini (Vatikan) ve Balikli Madonna (Prado) gibi yapitlarinda ise Vatikan Okulunun etkisi gorulur. Raffaello burada olgunlasti ve kisisel bir tarz kazandi. Basdondurucu basarilar elde etti ve kompozisyon bicimlerini zenginlestirmeye yoneldi.

1508'de Papa ii. Julius Raffaello'yu Roma'ya cagirdi ve dairesinin salonlarini suslemekle gorevlendirdi.(Raffaello Salonlari) 1509-1511 yillari arasinda gerceklestirilen imza Salonlari fresklerinde her sahne ozgun bir kompozisyon ortaya koymak icin firsat oldu. Bunlardan baslicalari Atina Okulu, Eliodoro' nun Salonu'nda Aziz Petrus' un kurtarilisi, Borgo Yangini salonundaki fresklerdir.

Raffaello, sanatinin ozunu, dingin klasikciligini Madonna tablolarinda dile getirir. Foligno Madonnasi (1511-12, Vatikan), iskemleli Meryem (1514, Pitti), Aziz Sixtus Madonnasi (1513, Dresden) vb.

Maddalena Doni (1506, Pitti), 'La Velata' (1516), Leo X ve iki kardinal (1518-19, Uffizi), Baldassare Castiglione (Louvre) gibi portre calismalarinda, renk ve degerlerin uyumlu kullanimiyla birlesmis, cok duyarli bir ruh sezgisi bulundugunu gosterir. Son yapiti Gorunme'de (1517-1520, Vatikan Muzesi) 25 figuruyle kompozisyon, perspektif ve isik arayislarinda vardigi noktayi ortaya koyar.

Resim yapitlarinin yani sira mimarlik alaninda da onemli calismalar yapmistir. 1514'de San Pietro'nun mimari oldu. Loggia galerisini tamamladi. 1512'de arazi plan uzerine S. Eligio degli Orefici kilisesinin projesini hazirladi. Santa Maria del Popolo'daki Chigi capellasi'ni tasarladi. XVii. yy.'da yikilan Branconico dell'Aquila sarayi icin balkon, nisler ve yalanci ogelerle suslu bir cephe gerceklestirdi. Ayrica Floransa'daki Pandolfini Sarayi'nin ve Roma'daki villa Madama'nin planlarini yapti.

Raffaello, sanatiyla, yogunlugu incelik ve olcululukle birlestiren dehasiyla, sanatin tum alanlarinda XiX. yy. sonlarina kadar kalici bir etki birakti.


[Resim: www.zohreanaforum.com][Resim: www.zohreanaforum.com][Resim: www.zohreanaforum.com]

[Resim: www.zohreanaforum.com][Resim: www.zohreanaforum.com][Resim: www.zohreanaforum.com]

[Resim: www.zohreanaforum.com][Resim: www.zohreanaforum.com]

[Resim: www.zohreanaforum.com][Resim: www.zohreanaforum.com][Resim: www.zohreanaforum.com][Resim: www.zohreanaforum.com][Resim: 220gd.th.jpg]

[Resim: adsz2bk.jpg]
[Resim: 114ld.jpg]



Ben göremem daha uzun boyunu
Ahret derler kısaltamam yolunu
Bugün Sahı Merdan sarsın oglunu
Yetis Ya Üseyin baban gidiyo
Posting Freak
>>ReSSaMLaR<<
[Resim: www.zohreanaforum.com]

1564 senesindeydi. Yani, Jean Calvin'in yepyeni hümanizma kurallarıyla din ve felsefeye istikamet verdiği ve Shakespare ile Galilei'nin hayata gözlerini açtıkları sene.

18 Şubat Cuma günü, kapkara bulutlarla kaplı Roma'da yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Şehrin en fakir semtinde, Marcel di Corvi'ye yakın Fornari Sokağı'ndaki 212 numaralı evin önünde duran arabadan siyahlara bürünmüş dört adam inerek içeri girdi.

Demir bir karyolada kaskatı kesilmiş bir ihtiyar yatıyordu. Sokağın öbür ucunda bulunan Santa Maria di Loreto Kilisesi'nin çanları o esnada halkı akşam ayinine çağırıyordu. Siyahlı adamlar, yatağın önünde diz çöktükten sonra, odada bulunan eşyaları tesbite başladılar. Ceviz ağacından 8190 Duka ile 200 Skudi çıktı. Bu paraların bir kısmı, bakır kutuların içinde, bir kısmı da mendillere sarılmış vaziyette idi. Oda oldukça fakir döşenmişti. Karyolanın şiltesi, samanla doldurulmuştu, yatak örtüsü ise bir keçi postundan ibaretti. Odada dolap namına bir şey yoktu. Yatağın başucundaki başka bir sandıkta yıpranmış elbiselerle, giyile giyile sararmış gömlekler, soluk mendiller vardı. Giyim eşyasından çoğunun, Floransa menşeli oldukları, biçimlerinden belliydi. Evin geri kalan kısmı da aynı şekilde köhne ve bakımsızdı. Her yanını örümcek ağı bağlamış kilere indikleri zaman boş şarap şişeleri gördüler. Bir kısmının içine de su doldurulmuştu. Oysaki bundan daha kısa müddet önce, bu eve Yunanistan'dan şaraplar, Floransa'dan kumrular, canlı alabalıklar, körpe kuşkonmazlar, incirli pastalar, zencefilli ekmekler, misk kokulu armutlar ve Floransa şekercileri tarafından özel surette hazırlanmış badem ezmeleri gelirdi.

1564 yılının yağmurlu, sevimsiz şubat günü, Fornari Sokağı'ndaki eve giren sulh hakimi ile Tommaso de Cavalieri, Daniele de Volterra ve karyolada cansız yatan adamın yeğeni Leonardo Bounarroti, işte bu birkaç kıymetsiz eşya ile cüzi miktardaki parayı tesbit edebildiler. Evde canlı olarak, sadece Antonio del Franzese isimli uşakla, evin altındaki ahıra bağlı kestane rengindeki kırçıl tay vardı. Hepsi bu kadar. Korkunç bir kasırga gibi gelip geçen doksan yıllık bir hayattan sonra Michelangelo, ebedi sükunun hüküm sürdüğü diyarlara sessiz sedasız göçüp gitmişti.

Michelangelo Bounarotti, 1475 yılının 6 Mart günü, Casentino bölgesinde Carprese isimli küçük bir şehirde doğdu. Çok mâruf, eski bir aileye mensuptu. Babası Simone Buonarroti, hem oturdukları şehrin sulh hakimi, hem de Caprese ve Chiusi Valisi idi. Tepeden tırnağa kadar bir kanun adamı olan babası Simone, çevresinde dürüstlüğü ve mertliğiyle nam salmış bir insandı. Bir yandan bir karıncayı ezemeyecek kadar yufka yürekli olduğu için, öte yandan adalet uğruna öz evladını bile feda edebilecek cinstendi.

Michelangelo'nun sütninesi, bir taşçının karısı idi. Büyüdükten sonra soranlara, mesleğinin ilk feyzini bu kadından almış olduğunu söyledi. Eline aldığı ilk oyuncaklar, bir çekiçle bir taşçı kalemi idi. Henüz emeklemeye başlamadan bu oyuncaklarla taşları yontmaya, şekillendirmeye başladı. Muhafazakar babası, oğlunun sanatla uğraşmasına taraftar değildi. Ama bütün didinmelerine rağmen, arzusuna boyun eğmek zorunda kaldı.

Michelangelo, 1 Nisan 1488'de, Floransa'da Domenico ve David Ghirlando'nun atölyesine girdiği zaman, 13 yaşına daha yeni basmıştı. Burada bir müddet çalıştıktan sonra, ustasının 1400 sanatının ruhsuz kalıbından henüz kurtulamamış olduğunu anladı. Ghirlandio'dan fresk tekniğinin anahtarlarını öğrendikten sonra ayrıldı. Michelangelo'nun gayesi, taş kitlelerini dile getirebilecek hakiki bir heykeltıraş olmaktı. Tesadüf, onu Lorenzo de Medici ile tanıştırdı. Floransa Dükü, bu zeki çocuktan çok hoşlandı. Onu evine alarak, çocukları ile tanıştırdı. Michelangelo'nun sanatının derinliklerinde sezilen gurur, bu münasebetin sanatçının bilinçaltında bıraktığı tesirdendir.

Medici Sarayı'nda, evin çocuğu muamelesi gören Michelangelo, Piazzo San Marco'da kurmuş oldukları, ünlü «Bahçe Okulu» na devam etti. Sanatının temeli işte bu bahçede atıldı. Burası her bakımdan bir sanat cenneti idi. Koyu yeşil renkte servi ağaçlarının gölgelediği parkta, antik devrin asil şekillerini taşıyan bembeyaz heykeller arasında dolaşmak, onlara dilediği gibi dokunabilmek, genç Michelangelo'ya büyük zevk verirdi.

Medici Sarayı, o sıralarda, kalburüstü filozofların, şairlerin ve sanatçıların toplandığı hakiki bir kültür mabedi idi. O da aralarına karışıyor, konuşmalarından hisse kapmaya çalışıyordu.

Heykelin yanısıra resim sanatına işte ilk defa bu çevrede heves etti. O sıralarda en beğendiği sanatçı Masacio idi. Halbuki zaman onu bu ölçülü ve bir bakımdan ruhsuz üsluptan nasıl da ayıracaktı.

Bu arada anatomiyi de merak etti ve Medici'lere gelen bir cerrahın peşine takılarak, muntazaman morga gitti, cesetleri büyük bir zevkle kesip biçmeye başladı. Kısa amanda eli bu işe öylesin yattı ki, ünlü anatomi uzmanlarını bile gölgede bıraktı.

Rönesans İtalyası'nda tıp ilmi ile plastik sanatlar ikiz kardeş muamelesi görüyordu. O kadar ki, ressamlarla heykeltıraşlar, cerrahlar ve eczacılar locasına bağlı idi.

Floransa'nın en kudretli adamı olan Lorenzo de Medici ve çocukları ile Michelangelo, gece gündüz birbirinden ayrılmaz oldular. Siyasi nüfuzu emsalsiz olan Dük, bu çocuğun şahsında olağanüstü bir kabiliyet seziyordu. Niyeti, onu ölünceye kadar yanından ayırmamak, ona her hususta yardımcı olmaktı. Ama talih, bunu istemedi. 1492 yılında, Michelangelo henüz on yedi yaşında bir delikanlı iken, Lorenzo hayata gözlerini yumdu. Michelangelo için de bu yeryüzü cennetinde geçirdiği üç yıl böylece sona ermiş oldu. Lorenzo'nun yerine geçen Piero de Medici'nin menhus suratını görmemek için Floransa'yı terk ederek önce Venedik'e, sonra da Bologna'ya gitti. Bologna sokaklarında avare dolaşırken Jacobo della Quercia ile karşılaştı. Bu ünlü heykeltıraşın sanatını, daha Floransa'da iken işitmişti. Jacobo, o sıralarda St. Dominic lâhdinin oyma işleri ile meşgul bulunuyordu. Michelangelo'ya kendisine yardım etmesini teklif etti. Daha uzun zaman için genç sanatçının üzerinde bu adamın tesirleri kalmıştır.

Michelangelo, bazı hususlarda Leonardo da Vinci'ye benzerdi. Kalıbına sığamayan, daima yenilikler arayan bir yaradılışı vardı. Ama Leonardo'dan daha haris, daha benci idi. Bologna onu kısa zamanda usandırdı. Hele, Medicilerin yanında prensler gibi tantanalı bir hayat sürdükten sonra, bu renksiz taşra şehrinde alelade bir çırak gibi çalışmak, hiç de işine gelmiyordu. Michelangelo, zaten çıraklığı, gururuna yediremeyecek kadar kendinden emin bir insandı.

1495 yılında, yeniden Floransa'ya döndü. Burada gecesini gündüzüne katarak, durmadan çalıştı. Zamanın modasına uyarak dini konuları ele aldı. Mitolojiyi de işledi. Bu cümleden olarak yaptığı Uyuyan Aşk İlahı isimli heykel, Kardinal Riaria'nın eline geçince, din adamı, Michelangelo'yu Roma'ya davet etmekte bir an bile tereddüt etmedi.

Raphael gibi o da asıl şöhretini işte bu davete borçludur. Leonardo ile Raphael henüz hayatta bulundukları müddetçe Michelangelo, Rönesansın sadece ünlü bir sanatçısıdır. Ama ikisinin fani dünyaya veda etmeleriyle meydan kendisine kalacak ve bütün Avrupa, yarım asır müddetle onun sihrine kapılacak, ona bir yarı ilah muamelesi yapacaklardı.

Michelangelo'nun ilk Roma seyahati, 1496 ile 1501 yılları arasına rastlar. Bu müddet zarfında «Ölümsüz Şehirde» Roma sanatının antik güzelliğini inceledi.

Bu seneler içinde verdiği eserlerde bu sanatın belirli tesirleri görülür. Mesela Sarhoş Baküs'teki donuk, muhafazakar üslup veya Vatikan için yaptığı Pieta'daki zerafet ve ahenk endişesi bunun birer örneğidir. Bunların Michelangelo'nun hakiki sanatıyla hiçbir ilgisi yoktu. Bu heykeller, sanki arkeolojik bir kazı neticesinde toprağın derinliklerinden çıkarılmış eserler hissini veriyordu.

1501 senesinde Floransa'dan aldığı bir mektup, sanat hayatının dönüm noktası olacaktı. Zaten çoktandır benliğini bütün kudretiyle ortaya atabileceği bir fırsat arıyordu. Derhal teklifi kabul ederek Floransa'ya gitti. Kendisine burada bir kilise avlusunda duran Carrara mermerinden koskoca bir blok gösterilerek, bundan bir heykel yaratması istendi. Yedi metreye yakın büyüklükteki David heykeli işte bu taşla meydana çıktı. Bu mermer kütle, yıllardır orada beklediği halde, hiçbir sanatçı cesameti karşısında, yanına varmaya cesaret bile edememişti. Heykelin bitirilmesi için verilen mühlet iki sene olduğu halde, Michelangelo, üzerinde tam dört yıl uğraştı.

[Resim: www.zohreanaforum.com]


1504 ocak ayında Leonardo da Vinci, Botticelli, Filippo Lippi, Perugino ve Pierp di Cosimo'dan teşekkül eden bir heyet, bu muazzam heykelin Palazzo della Signoria'nın önünde duran Donatello'nun Judith'inin yerine konmasına karar verdi.

Cenkten önce David zarafet, güzellik ve kuvvetin en mükemmel form anlayışıyla birleştirildiği hakiki bir şaheserdir. Heykel yerine konduğu gün, bütün Floransa halkı bir bayram günü yaşadı. Michelangelo âdeta göklere çıkarıldı. Bütün Floransa ona iş vermek için sanki yarışıyordu.

O devirde, Floransa'nın en kudretli insanı olan yüksek yargıç Soderini, heykel yerine konmadan önce, bir eksiği olup olmadığını anlamak niyetiyle son bir defa görmek istedi. Dev heykeli bir müddet tetkik ettikten sonra, burnunun, vücut tenasübüne göre fazla büyük olduğunu açıkladı ve derhal bunu bir miktar küçültmesini Michelangelo'ya adeta emretti. Bu kudretli adamın her sözünün kaçınılmaz bir kanun olduğunu herkesten daha iyi bilen Michelangelo, hiç itiraz etmeden derhgal eline çekiçle kalemi aldı ve heykele dayalı iskeleden, burun hizasına kadar tırmanarak çekiçle vurmaya başladı. Soderini, yere dökülen mermer parçaları karşısında sanat bilgisini böyle bir adama kabul ettirebildiği için memnundu.

Michelangelo yere indiği zaman Soderini sevinçle haykırdı:

- İşte heykel şimdi mükemmel oldu!

Oysaki, Michelangelo, yerden sezdirmeden aldığı bir miktar mermer tozu ile iskeleye çıkmış ve bunları yargıç'ın başına savurmuştu.

Yoksa burun gene aynı burun, heykel gene aynı heykeldi.

Michelangelo, bir yandan mesaisinin karşılığı olan dört yüz Skudi'yi cebine indirirken, öte yandan Soderini gibi bir ukalaya verdiği dersten dolayı memnundu.

Michelangelo'ya Signoria Sarayı için resimler yapması teklif edildi. O sırada büyük rakibi Leonardo da Vinci, «Anghiari Savaşı» ile meşguldü. Bu ünlü adamı hem takdir ediyor, hem de kıskanıyordu. Oysaki Leonardo, kıskançlık adı verilen hastalığın manasını bile bilmiyor, çevresi ile ilgisini kesmiş, sadece eseri ile başbaşa kalıyordu. Michelangelo, fırçaya sarılarak büyük bir freskin kartonunu hazırladı. Tamamen çıplak insanlardan müteşekkil bir muharipler topluluğu yaptı. Heykeli daima ön planda tutan sanatçı, bu suretle hem plastik ifade tekniğini, hem de insan vücuduna hareket vermek hususundaki hünerini göstermek istiyordu. Michelangelo'nun bundan sonraki resimlerinin ana konusunu «çıplak insan» teşkil edecektir. Sanat tarihinin en gülünç olayı gene bu çıplaklarla ilgilidir. 1559 yılında Papa IV. Paul, ressam Daniele de Volterra'ya verdiği emirle, Michelangelo'nun büyük eserlerinden sayılan Mahşer Günü panosundaki bütün çıplakların mahrem yerlerini kapatmasını emredecek, adı geçen ressam da bu emri yerine getirmek için şaheserin bütün kahramanlarının mahrem yerlerini estetik kurallarını hiçe sayarak, birer bezle örtmek zorunda kalacaktır.

Michelangelo, bugüne kadar bilinen tek yağlıboya tablosunu, gene bu sıralarda yaptı: Kutsal Aile. Tuhaftır; resim alanında büyük şaheserler vermiş olan sanatçı, yağlıboya resimlerden nefret ederdi. Onun fikrine göre bu, kadınlara veya tembellere göre bir meslekti. Bunun için resim sahasında yalnız freskler yapmakta yetindi.

Bu yeni parlayan şöhretin adı, Papa II. Julius'un kulağına kadar gitmişti. Kendini yeryüzüne inmiş bir Allah olarak farzeden bu din adamının en büyük emeli, ilahlara uygun bir mezara sahip olabilmekti. Bu işi başarabilecek tek insan, hiç şüphe yok ki Michelangelo idi. Sadece dev konularla uğraşmayı kendine yakıştıran Michelangelo, 1505 martında Roma'ya hareket ettiği zaman kalıbına sığamıyordu ama bu mezar hikayesinin aslında hayal kırıklığı ile biteceğini henüz bilmiyordu.

Roma'ya varınca Papa, mezarına lâzım olan mermerleri bizzat seçmesi için kendisini Carrara'ya yolladı. Michelangelo gözün alabildiğine uzanan bu taş ocaklarında tam sekiz ay kaldı.

Çoğu zaman, elinde batonu, Musa Peygamber gibi tek başına bu ışıl ışıl yanan taş yığınları arasında dolaşarak hayaller kurdu, bu cansız maddeye nasıl hayat verebileceğini, mermer yığınlarını nasıl dile getirebileceğini düşündü durdu.

Bir akşam, üzerinde oturduğu kayalığı, güneşin son ışıkları kızıla boyarken, gene hatırına Sina Dağı'nda Allah'tan on emri alan Musa Peygamber geldi. Bütün vücudunu bir ürperme aldı. Kudretli Peygamber sanki boğuk sesiyle ona hitab ediyor, «Beni bu üstüne bastığın taşlarla ebedileştir» diyordu. Kararını vermişti. Musa'yı II. Julius'un mezarına ana motif olarak işleyecekti.

Michelangelo taşlarını seçip Roma'ya döndüğü zaman hayal sukutuna uğradı. Papa II. Julius mezarını yaptırmaktan nedense vazgeçmişti. Bunun üzerine, sanatçıya Sistin Kilisesi'ni süsleme işini verdi. Ama bu defa iş inada bindiği için, Michelangelo Roma'yı terkederek Floransa'ya döndü.

Çocukluğunu geçirdiği şehirde iki yıl kaldı. Böylece olağanüstü bir detayı elden kaçırmamak için Papa'nın hatırından ziyade, kendi şöhretini gözeten sanatçı, nihayet davete boyun eğerek tekrar Roma'ya döndü.

Vatikan'daki Sistin Kilisesi boydan boya Mukaddes Kitap'tan alınmış konularla süslenecekti. Fresklerin kaplayacağı ince, uzun alan takriben 40 metre boyunda ve 14 metre eninde idi. Michelangelo dört sene müddetle, Papa'nın baskısı altında kendini bütün varlığıyla bu insanüstü konuya verecekti.

İşe, önce geometrik figürler ve İsa'nın on iki şakirdini çizmekle başladı. Bunları en mükemmel tarzda işledi. Bütün kompozisyon, mimari yönden mükemmel olan bölümlere ayrılmış ve her bölümün ortasında heykel üslubu ile işlenmiş figürler oluşturulmuştur. Tavan, uzunlamasına üç ana dilimden müteşekkildir. Tavanın duvarlarla birleştiği noktada, ayrıca üçgen biçiminde dokuz küçük dilim daha mevcuttur. Bu sonuncu dilimlerin içine Tevrattan alınmış sahneler işlenmiştir. Ana panodaki İgnudi (Michelangelo'nun çıplaklarına çağdaşları bu ismi takmıştı) insan anatomisi bakımından birer şaheserdir. Bu kaynayan alem içinde peygamberlerin mütevekkil hali, olaya seyirci kalan kahinlerin garip bakışları ve geri kalan bütün şahıslar, beşeri unsurlarla işlenmiş bu fizik ötesi aleme korkunç bir renk katmaktadır. Bütün bu dev kompozisyon, sanatçının için için kaynayan olağanüstü beyninin şekillendirilmiş bir ifadesidir. Ama diğer taraftan da bu insanüstü aleme, sadece şahsi bir görüşün mahsulü olarak bakmak da doğru değildir. Sistin Kilisesi tavanı aslında, Rönesans'ın moral ve din karışıklığının tüyler ürpertici bir sembolüdür.

Konu ne olursa olsun, bu dev kompozisyon, o ana kadar insan elinden çıkmış en büyük eserdir. Resim sanatının bütün incelikleri bu eserlerde en mükemmel şekliyle dile getirilmiştir. Sistin Kilisesi tavanının Raphael üzerinde de büyük bir tesir bıraktığını, sanatına yepyeni bir yön verdiğini biliyoruz.

Raphael, o sıralarda Roma'da bulunuyor ve el üstünde taşınıyordu. Birbirlerinden karakter itibarıyla taban tabana zıt olan iki sanatçı, hiçbir zaman yakın dost olamadılar. Ama Michelangelo, gene de Raphael'in zarif sanatına hayrandı.

Bir gün, Michelangelo, ünlü rakibine, genç talebeleri ve hayranlarından birkaç güzel kızla Roma sokaklarında dolaşırken rastlar. Üzerinde beyaz kürklerle süslenmiş kırmızı kadifeden bir elbise vardır. Yakışıklı ve genç sanatçıya şöyle der:

- Maiyetinle birlikte tıpkı bir prens gibi dolaşıyorsun...

Raphael şu cevabı verir:

- Ve sen de dostum, tıpkı kimsenin elini sıkmak istemediği menhus bir cellat veya lanetlenmiş bir iblis gibi tek başına geziyorsun.

Michelangelo hakikaten bütün hayatı boyunca keşişler gibi münzevi bir hayat yaşamıştır. Topluluklardan hep kaçmış, pek az dost edinmiştir.

Edebiyat tarihinde mühim bir yer işgal eden Sonnetlerinden birinin sonunda şöyle der:

«Ve ben engeli olmayan yollarda tek başıma ilerliyorum.»

Sanatındaki büyüklüğü bir bakıma be enfüsi karakterinde aramak gerekir. Hele son eserleriyle tamamen şahsi bir üslup yarattığı için , çağdaşlarının sanatını kopya etmelerine hiç tahammül edemezdi.

1513 yılında Papa II. Julius'un ölümü ile çoktan unutulmuş olan mezarının yapılması işi tekrar günün konusu oldu. Fakat, Michelangelo, bu sıralarda birçok siparişi birden yerine getirmek zorunda olduğu için mezar işi 1544 yılına kadar uzadı gitti. Sonunda da başkalarına verildi, ama mezarın ana motifi olan Musa Heykeli'ni gene de Michelangelo yaptı. Bu suretle de kırk yıllık rüyası gerçekleşiyordu. Heykel bittikten sonra Musa Peygamberden öylesine büyülendi ki, heykelin aslında cansız bir taş parçası olduğuna kendi bile inanmak istemedi. Bir gün karşısına geçerek bir müddet gözlerine baktıktan sonra: «Konuş Musa konuş!» diye haykırdı ve elindeki çekici hışımla heykele fırlattı.

Papa II. Julius'un ölümünden sonra, mukaddes Roma'da tahta geçen bütün papaların hizmetinde çalıştı. Sanatını zirveye ulaştırdı. Şiir, mimari, resim alanında birbirinden heybetli eserler verdi. Ressam olarak bu devirde ele aldığı konular arasında Papa X. Leo için yaptığı San Lorenzo Kilisesi'nin freskleri ile VII. Clementi'nin aynı kilise için sipariş ettiği Medici Şapeli'nin freskleri, ifade kutreti bakımından en önemlileri sayılır.

Michelangelo cehennemi ve lanetlenmişleri tasvir eden bu fresklerden birinde habis ruhlu bir insanı nefret ettiği bir kardinale öylesine benzetmişti ki, derhal durmadan Papayı haberdar ettiler. Clementi, haberciye sükunetle şu cevabı verdi:

- Kudretim, bir insanı doğru yola sevketmeye yeter, ama cehennemden çıkarmaya değil. Varsın olduğu yerde kalsın...

Michelangelo, bu seneler zarfında, Roma ile Floransa arasında gidip geldiyse de, sanatına hakiki istikamet veren Roma toprağına gene de sadık kaldı.

Papa IV. Paul için Sistin Kilisesi'nin duvarına Mahşer Günü'nü yaptı. Baştan başa çıplak insanlardan teşekkül eden bu fresk, başta papa olmak üzere herkesi hayret içinde bıraktı. Hele İsa'nın da anadan doğma temsil edilmesini kimse hazmedemedi. Yukarıda anlattığımız figürlerin giydirilmesi hikayesine de işte bu resim sebep oldu.

Bundan sonraki çalışmalarının en önemlisini San Pietro Kilisesi mimarlığı teşkil eder. 1547'de kubbesini yaptı ve içini süsledi. O senelerde Floransa ve Roma'daki kalburüstü binaların ve mezarların çoğu Michelangelo'nun planlarıyla yapılmıştır.

Dahi sanatçının mimari anlayışı emsalsizdi. Yapı sanatına yepyeni formlar getirdi ve böylece, Rönesans mimarlığına yön verdi.

Leonardo ve Raphael öleli tam yarım asır olmuştu. Bütün bu müddet içinde İtalya'nın sanatına sadece Michelangelo hakimdi. Karşısına hiçbir engel çıkmadan yoluna tek başına devam etti durdu. Seneler akıp gittikçe çalışma azmi büsbütün artıyor, adeta önüne geçilmez bir hırs halini alıyordu.

1564 yılında, on sene önce paşladığı Pieta Rondanini üzerinde çalışırken birden rahatsızlandı. Aynı yılın şubat ayında da çoktandır özlediği ölüme kavuştu. Yaptığı bunca işe mukabil geriye bir servet bırakmamış olması asırlar boyunca bir muamma olarak kaldı. Aslında insanlığa bıraktığı servet, paha biçilemeyecek kadar büyüktür. Yarı ilah mertebesine yükselmesindeki sır da işte budur.


[Resim: www.zohreanaforum.com] [Resim: bmichelangelo236sy.th.jpg] [Resim: bmichelangelo254ay.th.jpg] [Resim: bmichelangelo374ka.th.jpg] [Resim: bmichelangelo383po.th.jpg] [Resim: bmichelangelo498hr.th.jpg]
[Resim: 114ld.jpg]



Ben göremem daha uzun boyunu
Ahret derler kısaltamam yolunu
Bugün Sahı Merdan sarsın oglunu
Yetis Ya Üseyin baban gidiyo
Posting Freak
>>ReSSaMLaR<<
[Resim: www.zohreanaforum.com]


1861 yilinda resim sanatini ögrenmek icin Paris'e, cocukluk arkadasi Emile Zola'nin yanina gitti. Isvicre Akademisi'nde ve Louvre'da calisti. Renoir, Pissarro, Sisley, Guillaumin gibi sanatcilarla tanisti. Delacroix, Courbet, Manet'ye karsi hayranlik duydu. Güzel Sanatlar Akademisi'nin giris sinavlarinda basarili olamayinca Aix'e geri döndü. Bütün zamanini resme ayirdi ve Salon'a gönderdigi bütün tablolarin geri cevrilmesine karsin resim calismalarini sürdürdü. Eski Italyan ustalarinin yapitlarini kopya ederek, portreler, natürmortlar ve bazen de manzara resimleri yapti. Bu dönemde yaptigi calismalar arasinda Ressamin Babasi, Zenci Scipio (1865, Sao Paulo Müzesi), Louis-Auguste Cezanne'in l'Evenement'i Okurken Portresi (1866), Pamuk Takkeli Adam (1865-67), Ressam Achille Emperaire'in Portresi (1866), Zola'yi Okuyan Paul Alexis (1869), Hasir Sapkali Boyer'in Portresi (1869-70) ve Magdalen ya da Elem (1866-68) adli resimleri, Siyah Mermer Saat (1869-70, özel kol., Amerika) ve Teneke Caydanlikli Natürmort (1869-70) adli natürmortlari ve Estaque'da Eriyen Karlar (1870) ve Sarap Pazari (1872) adli manzaralari sayilabilir. Bu eserlerde kalin renk katlari ve siyah gölgeler dikkati ceker. Siyah, kahverengi, gri ve Prusya mavisinin agir bastigi koyu ve kasvetli renklere ek olarak alisilmadik bir beyaz renk kullandigi görülür.

Cezanne'in Empresyonistlerle ve özellikle Isvicre Akademisi'nde tanistigi Pissarro ile olan dostlugu onun donuk renkleri birakarak Empresyonistlerin parlak, acik tonlu renklerini kullanmasini saglamistir. Kalin renk katmanlari tekniginden vazgecip hafif firca vuruslariyla noktalama yöntemine yönelmis, pihtilasmis gibi görünen yüzeyler kullanmistir. 1872-82 yillari arasindaki bu dönem Cezanne'in Empresyonist dönemidir. Modern Bir Olympia (1873), Asilmis Adamin Evi (1873, Louvre Müzesi, Paris), Yidizcicekleri (1875), Kirmizi Koltuklu Madame Cezanne (1877, özel kol., Amerika), Victor Chocquet'nin Portresi (1876-77), L'Estaque (1878-79, Louvre), Pontoise'da Cote du Jalais (1879-82), Kavaklar (1879-82) ve Maincy Köprüsü (1879, Louvre) gibi bircok ünlü eseri bu döneme aittir.

Cezanne'in izlenimciligin kurallarindan ayrilan sanati hizla, daha yalinci ama daha cok islenmis ve yapiya daha cok önem veren bir tutuma dogru gelisti. Tarzini düs gücünden ve gözlemlerinden kaynaklanan ögelerle zenginlestirdi. Desen güclülügü ile renklerin anlatim duyarliligini birlestirdi. Klasik perspektif kurallarina pek uymayan Cezanne'in tutumu sonradan büyük ölcüde etkiledigi Kübistlere öncü oldu.

Bu arada 1886 yilinda Emile Zola ile aralari acildi. Hortense Fiquet ile evlendi. Karisinin Portreleri, Mavi Vazo ve Sepetli Natürmort (Louvre), Kirmizi Yelekli Cocuk (18900-95), Cezveli Kadin (1890-95, Louvre) ve Kagit Oynayanlar (1890 yillarinda cesitli versiyonlari), Gustave Geffroy'un Portresi (1895) ve Bir Soytari adli tablolariyla sanati dengeye ve yetkinlige ulasti.

Calismalarinda derinligi kaldiran sanatci katlama bir perspektif uyguladi. Peppermint Lisesi, Elmalar ve Portakallar (1895-1900, Louvre) gibi natürmortlari bu yönelisi vurgulayan baslica yapitlardir.

Sanatcinin son on yillik dönemi lirik dönemi olarak bilinir. Bu dönemde belli bir lirizme ve daha özgür firca vuruslarina yönelerek gösterisli ve cüretkar yapitlar verdi. Ayni zamanda daha hizli bir yöntem olan suluboya teknigini de kullaniyordu. Eserlerinde henüz baslamakta olan kübizme özgü kesin akilci yaklasimin belirtileri secilir. Ayni zamanda renkleri ve bicimleri lirik bir anlayisla kullanan Fovist akimin özellikleri de göze carpar. Sainte-Victoire Dagi, Annecy Gölü (1896), Bibemus'daki Kayalar ve Dallar (1904) ve Kara Sato (1904-06) adli tablolari bu tarz calismalardir. Yasaminin son yillarinda gerceklestirdigi Les Grandes Baigneuses-Yikanan Kadinlar (1902-06) adli tablosuyla Cezanne'in sanati doruk noktasina ulasti. Bu tablo, ritmik kompozisyonu, kesin hatlarla üst üste konulmus düzlemleri ve resmin bütününün tasidigi uyumla görkemli bir eserdir ve Picasso'nun hemen hemen ayni zamanlarda yaptigi Avignon'lu Genc Kizlar adli tablosunu animsatir.

Cezanne'in yapitlari, özellikle 1907'de Paris'te acilan Salon d'Automne'dan sonra XX. yy. resminin en önemli kaynaklari arasinda sayildi. Cezanne, sonradan modern resmin dogmasina yol acacak olan fovlar, kübistler ve soyut sanatcilar gibi yeni kusagi büyük ölcüde etkiledi.

Paul Cezanne

* Bir nesneyi ayakta tutan taşıyıcı sistem üzerinde yoğunlaşırken nesne ve genel bileşim yapısı olarak duygusallıktan uzak çok iyi bir gözlemcidir.

* Kitleyi ve kurguyu geometrik biçimlerle veriyor.

* Hareketsiz olana bakıyor.

[Resim: www.zohreanaforum.com]


* Monet'in sisler içinde dağıttığını Cezanne küpler halinde kristalize ediyor.

* Renk parlaklığını feda etmeden derinlik elde etme, derinlik duygusunu feda etmeden düzenli sıralama yolundaki uğraşta, feda etmeye hazır olduğu şey kenar çizgisinin geleneksel doğruluğuydu.

* Derine doğru gitmeleri açmakta, geriye doğru genişleyen bir mekan vermektedir. Cezanne'de kaybolan şeyler yoktur. Mekan sınırlıdır.

[Resim: www.zohreanaforum.com]

[Resim: www.zohreanaforum.com] [Resim: www.zohreanaforum.com]
[Resim: cezanne80nw.jpg] [Resim: cezanne106gv.jpg] [Resim: cezanne236bq.jpg] [Resim: cezanne324lr.jpg] [Resim: cezanne445sf.jpg] [Resim: cezanne451hm.jpg] [Resim: cezanne558aw.jpg] [Resim: cezanne574ev.jpg] [Resim: cezanne765kc.jpg] [Resim: cezanne1022dh.jpg] [Resim: cezanne1065be.jpg]

Provence'da Daglar, 1886-90, Tuv. Uz. Ygb. 63.5 x 79.4 cm, Ulusal Galeri, Londra
[Resim: provencedadaglar188690tuvuzygb.jpg]
Sapkali Otoportre Bridgestone Sanat Müzesi, Tokyo
[Resim: sapkaliotoportrebridgestonesan.jpg]
[Resim: 114ld.jpg]



Ben göremem daha uzun boyunu
Ahret derler kısaltamam yolunu
Bugün Sahı Merdan sarsın oglunu
Yetis Ya Üseyin baban gidiyo

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren Pir Zöhre Ana Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri İletişim bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.