You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

Administrator
Erenler
Güzel Bir Anı;


Erenler,

Erenler; yaşlılarımız derlerdi; Ben müsait olduğum zamanlarda doğduğum köyüme gitmeyi iple çekiyorum. Çünkü orada benim için cok kutsal olan anılarım var. Toprağın her köşesinde Dedemin Nenemin ayak izlerini arar koklarım. Nenemin sabahleyin Hakk Muhammed Alinin yek nur-u güneşi nasıl karşıladığını nasıl secdeye geldiğini hatırlarım ve duygulanırım velhasıl köyümü ben herkesden de daha çok severim. Acaba benim gibi bu kadar köyüne, geçmişini arayan özleyen varmıdır dünyada. Azdır herhalde yada bana öyle geliyor. Belkide rituellerimizi yaşayamayışımızdandır bilemem.

Köyümüze araba çok az gelirdi. Öyle arabanın geldiği anlarda bir heyecan kaplardı içimizi. Uzaktan eksozun attığı dumanın kokusunu ta bir kilometre öteden alırdık. Doğanın temiz nefesini en bol oksijenini ancak orada alabilirsiniz. Oraları gördükçe dünyada ki aşırı yapılaşmaya, doğanın yok olmasına hayvanların yaşam alanlarının kısıtlanmasına kuşların doğadan koparılıp kafeslere kapatılmasına, suyun satın alır duruma gelmemize ve toprağın gittikce zehirlendiğine şahit olmamız, Hakk’ın yansıdığı ve fışkırdığı o güzelim tabiatın yok olmasına hep hüzünlenirim ama elimden bir şey gelmez ve bir daha anlarım ki dünyanın en büyük düşmanı yine insanın kendisidir. Yaşamın sonu yine insan elinde olacaktır .

Dedem Hüseyin derdi ki ahir zaman yaklaştı. Tabi bu bugün veya yarın olacak bir olay değildir. Daha asırlar gerek ve bin yıllar gerek.

Erenler sizde Hakk’ın yansıdığı tabiata sahip çıkın , hep beraber sahip çıkalım. Sizde doğaya ait olan kuşları kafeslerde hapis tutmayın, günahtır erenler günah.

Evimizin duvarları kesme taşlardan örülmüs, toprak ile örtülmüştü. Yağmur yağdığında veya kar yağdığında mutlaka loğ ile damın toprağını düzeltmek gerekirdi. İki odalı ve arada mutfak diyebileceğimiz çardağımız vardı. Evin tabanı topraktı. Evimizin ön cebhesinde mor menekşe, günebakan çicekleri vardı. Sabah güneş açtığında yönünü güneşe çevirip niyaza durur akşam gün batımında kapanır, kendini ehemniyete alırdı. İçimden sıcağı çok seven çicek derdim. Erenler bizde sabah güneşi bir başka açar.

İki divanımız vardı. Hepimiz divana sığamayacağımızdan kimimiz yerde içi kalın koyun yününden yapılmış döşek ve yorganlarda yatardık. Evi yapmak için Anacığım o taşları nasıl sırtında getirmiş, hep düşünürüm. Bir kaç defa denedim yerinden zor bela kaldirabildim. Ev yıllardır yıkık halde 74 ten beri ailece köyümüzü terkedeli viran şekilde duruyor. Baktıkça içim hüzünlenir, göz yaşları kurumuş damla damla damlayan bir cesme hızıyla akar. Bende böyle durumlarda ağlarım. Hüzünlendiğim zamanlarda veya Ay-ini Cemde aşka geldiğim zamanlarda gönül kilidi açılıp coştuğu anda göz yaşlarımı tutamam.

Yine bir temuz ayında dedemin yanında yatıyordum. Cok nadirdir geceleri uyanmam veya hiç hatırlamam geceleri uyandığımı. O gece bir acı ile kulağımın içinde bir şeyin olduğunu cok acı verdigini çıkarmak için uğraştığımı çok iyi hatırlıyorum. Zorluyorum zorluyorum ama bir türlü çıkaramıyordum. Ben yarı uyku ve acı çekerken ayaklarına kurban olduğum dedem Hüseyin currasıyla yatağa doğru geldiğini ansıyorum. Yatağın üzerinde bağdaş kurarak currası elinde ve çalmaya başlıyor. Dedem tane tane çalardı. Her fecir safağında meğer currasıyle nefesler söylermiş. Ben sonraları ögrendim. Nefesin ahenginde herkes mışıl mışıl uyurken currasına her dokunuşta kuşlar yavaş yavaş semaha durur, horozumuz sabah vaktinin geldiğini haber verirdi. Köylüler herşeyden habersiz derin uykudayken kuşlar semaha durmuştu bile.

Ve dedem Hüseyin başlardı söylemeye:

Her sabah her sabah vakti çağında,
cümlenin muradın veren Ali’dur
yetiş al elimizi ya Ali diyenler
mağrip ile maşrika eren Ali’dur

Doksan konaklık yolu kuşlukta alan,
Hasan ile Hüseyin’i hem rehin veren,
Hayber kapısının kilidini kıran
Farzlı’nın destini tutan Ali’dur

Otuz bin yıl daha havada gezdi,
Hakk’u Taalănın emrini deftere yazdı,
Engur şerbetini Kırklara ezdi,
mey edip Kırklara veren Ali’dur.

Engur şerbetini Kırklarda içti,
erenler müşkülü deryadan şeçti,
Şimdilik zemana fitnelik düştü,
münkürü deryadan süren Ali’dur.

Kul Edna’yım Hakk’dan doldu bu dolu,
üstadım Hatayi kurdu bu yolu,
Binbir ismi vardır bir ismi Ali,
binbir ismiyle cihana gelen ( Murteza ) Ali’dur.

Ve aynı ahenk ile durmadan Şah Hatayi’nin diğer bir deyişine geçiyor;

Ali gelir deyu karşı gidelim ya gidelim
Ali’nin Dündül’ün bende göreydim ya göreydim
Bindiği Dündül’ün methini ederler ya ederler
Ali’nin Dündül’ün bende göreydim ya göreydim

Şah Hatayi’yim dengi bulunmaz ya bulunmaz
Kır saatin yolu gitse hiç yorulmaz ya yorulmaz
Nasip olup kimselere görünmez ya görünmez
Ali’nin Dündül’ün bende göreydim ya göreydim

Bir yandan dedem Hüseyin böyle nefesler söylüyor ben de kulağımdaki fasulye tanesiyle uğraşır boğusurken birden yerinden cıktı geldi. Nasıl olmuşsa bir fasulye tanesi kulağıma kaçmıştı ve acıda dedemin söylediği nefesler ile birlikte sona erdi.

Ve sonra ocağı yakardı. İlk önce çay suyunu ocağın üzerine kordu. Bildiğim kadarıyla bu görevi hep ayaklarına kurban olduğum dedem Hüseyin yapardı. Çay suyu kaynadıktan sonra demler ve arkasında bütün aile ferdleri uyanırdı. Bende dışarı çıkıp çeşmede yüzümü yıkamaya giderken güneşin dağın arkasında göründüğünü izliyorum. Daha bugünmüş gibi iyi hatırlıyorum. Oradan sabah güneşinin doğuşunu seyretmek muhteşem erenler. Dışarda yayık sallayan nenemin orada diz çöküp secdeye durduğunu görüyorum, dualar ederek;

Ya! Muhammed’in güneşi
Ya! Ali’nin güneşi
bizi nurundan mahrum bırakma.
Nurunla bizi aydınla.


Davut Sever


Alıntı;

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren Pir Zöhre Ana Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri İletişim bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.