Türkleri Mu'ya Bağlayan
İşaretler
[COLOR=#009900]Sinan Meydan
[COLOR=#009900]
Güneş
İşaretler
[COLOR=#009900]Sinan Meydan
[COLOR=#009900]
![[Resim: sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-r...er0011.jpg]](http://www.spiritualizm.com/kitap/kitapkapak/koken/sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-resimleri-garifkleri-eski-uygarliklar-belgeler0011.jpg)
Güneş
Güneş, öteden beri insanoğlunun ilgisini çekmiştir. İnsanlık tarihinin en eski sembollerinden biri, belki de birincisi güneştir.
"Parlak ışık çubukları kendini arayan ilk insanın çıplak alnına düştüğünden beri güneş, gücün, hayatın ve yaratıcının simgesi olarak algılandı. Tarih öncesi dönemlerde inanma ihtiyacı içindeki ilkel insan başının üstündeki uçsuz bucaksız maviliğin içinde yuvarlanan sarı noktayı 'Tanrı' ya da 'Tanrı'nın kutsal işareti' kabul etti. İlkçağ'da Nü Nehri'nin bereketli sularıyla beslenen Mısırlılar Nil'in taşma zamanını belirlemek için yararlandılar ondan. Firavunlar piramitlerini, karıncalar yuvalarını, mühendisler binalarını ona doğru çevirdiler. Bozkırın rüzgâr kanatlı atlıları yön bulmak için, verimli toprakların eli nasırlı çiftçileri ürünün bereketi için güneşi aradılar engin maviliğin içinde."
İlkçağ'da Mezopotamya'da, Mısır'da, Hint'te, Çin'de, İran'da, Avrupa'da, Amerika'da, kısacası tüm dünyada arayış içindeki insanlar gök cisimlerine, aya yıldıza ve özellikle de güneşe tapınmışlar; kendilerini var eden gücü, gök cisimleriyle, parlak yıldızlarla, özellikle de güneşle özdeşleştirmişlerdir.
İnsanın güneşe olan ilgisi ve ona yüklediği anlam binlerce yıl boyunca devam etmiştir; çünkü güneş can verendir, var edendir; büyütendir, güneş hayat kaynağıdır, ilktir, başlangıçtır.
İnsanın güneşe olan ilgisi ve ona yüklediği anlam binlerce yıl boyunca devam etmiştir; çünkü güneş can verendir, var edendir; büyütendir, güneş hayat kaynağıdır, ilktir, başlangıçtır.
İşte bu nedenle Atatürk de otuzlu yıllarda Güneş Dil Teorisi'ni ortaya atarken bu gerçeği dikkate almış ve güneşi gören ilk insanın hayretini ifade etmek için önce "A", "Ağ" seslerini çıkardığını ileri sürmüştür.
Güneş, ilk olarak Mu'da simgesel bir anlam kazanmıştır.
Churchward'a göre Mu halkı sembolleri kullanarak Tanrı'ya ibadet ederdi. Ruhun ölümsüzlüğüne inanır, ruhun eninde sonunda geldiği "Ulu Kaynağa" geri döneceğini düşünürdü. Mu halkı Tanrı'ya o kadar büyük bir saygı duyardı ki, onun adını telaffuz etmekten çekinir, dua ve yakarışlarında ona bir sembol aracılığıyla hitap ederdi. "Ra" diye adlandırılan "Güneş" Tanrı'mn bütün niteliklerini simgeleyen kolektif bir sembol olarak kullanılırdı. Mu'da "Ra" yani "Güneş", gizli anlamıyla "Nur Saçan" demekti.
"Ra" diye adlandırılan güneşin sembolü daireydi. Daire tüm sembollerin en kutsalıydı.
"Ra" diye adlandırılan güneşin sembolü daireydi. Daire tüm sembollerin en kutsalıydı.
"Ona öyle büyük bir edeple yaklaşılıyordu ki asla bir isim altında anılmıyordu. Mayalar, Hindular, Uygurlar ve diğer bütün eski kavimler ondan 'isimsiz' diye söz ederlerdi. Dairenin başı veya sonu yoktur. Kültürle işlenmiş bir zihne, sonsuzluğun, hiç sona ermeyisin anlamını öğretmek için bundan daha mükemmel bir sembol bulunabilir ya da tasarlanabilir miydi?
Daire, şeklen güneşe benzediği için güneşi tasvir ediyordu. Daire, Yaradan'ın bütün niteliklerini kendinde toplayan kolektif bir semboldü.
Mu halkı güneşe tapmazdı. Güneş yalnızca Yaradan'ı temsil etmek için kullanılıyordu. Güneşin Tanrı'nın sembolü olarak seçilmesinin nedeni: "Onun ilkel insanın akıl yürütme gücüne hitap edebilen ve görüş menziline giren en kadir nesne olmasıydı."
Mu halkı güneşe tapmazdı. Güneş yalnızca Yaradan'ı temsil etmek için kullanılıyordu. Güneşin Tanrı'nın sembolü olarak seçilmesinin nedeni: "Onun ilkel insanın akıl yürütme gücüne hitap edebilen ve görüş menziline giren en kadir nesne olmasıydı."
Bir de doğadaki, yani gökteki cismi temsil eden "güneş sembolleri" vardı. Bu sembollerden biri daireden çıkan sekiz ışınla gösteriliyordu. Bu, Mu'nun kraliyet arması üzerindeki semboldü. Ayrıca etrafa ışın yayarak yükselen güneş sembolü vardı. Bu da Mu'nun koloni imparatorluğunu simgeleyen bir semboldü. Işınları olmayan ve ufkun üzerinde yarıya kadar yükselmiş güneş resmi ise iki şeyi simgeliyordu: Bir tanesi batan güneşi, diğeri de Mu'nun bir kolonisinin, koloni imparatorluğuna dönüşmeden önceki durumunu. Daha sonraki dönemlerde, dairenin birden fazla şeyi temsil etmek için kullanılması nedeniyle Nagalar (Mayalar) dairenin içine bir nokta, Uygurlar ise küçük bir daire daha eklediler.
Güneşi sembolize eden daire "O" Japon bayrağında bugün de yaşamaya devam etmektedir.
![[Resim: sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-r...er0012.jpg]](http://www.spiritualizm.com/kitap/kitapkapak/koken/sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-resimleri-garifkleri-eski-uygarliklar-belgeler0012.jpg)
Churchward'a göre Mu dini sembollerinin en önemlisi, "Mu Kozmik Diyagramı" dır.
Bu diyagramda, tam merkezde bulunan "daire" güneşin (Ra'nın), yani tek Tanrı'nın kolektif simgesidir.
Naakal mabetlerinde ay, bir sembol olarak güneşin hemen yanında yer alırdı. Hem baba/hem ana olan Tanrı'nın eril (erkek) sembolü güneş, dişil (dişi) sembolü de ay'dır.
Güneş, öteden beri "aydınlatan" ve "ısıtan" özelliklerinden dolayı "hayatın kaynağı" olarak görülmüştür. Mu kültüründen doğan bu görüş, güneşi, kutsal sayan tüm kültürlere yansımıştır. Nitekim eski Mısır'da güneş tanrısının adı AT-ON, güneş tanrıçasının adı ise AM-ON'dur. Sonraları eski Mısır dininde RA (Güneş Tanrısı) ile birleşen Mısır tanrıçası AMON, AMON-RA olarak Mısır tarihinde varlığım sürdürmüştür.
Güneşi, Tanrı'yı simgeleyen kutsal bir sembol olarak kabul eden toplumlardan biri de Orta Amerika'daki Mayalardır. Güneş, Mayalar için Yaradan'ın gözle görülebilen tek gerçek timsalidir.
Kadim Hint uygarlığının en önemli kutsal metinlerinden Vadalarda güneş SOURYA adıyla anılırdı. Hindistan'da Brahman rahipleri, yüzlerini doğuya dönerek ve ellerini önlerinde bir kese şeklinde birleştirerek bir "güneş duası" yaparlardı.
Anlaşıldığı kadarıyla güneşi simgeleyen ve "O" (daire) "yuvarlak" şeklinde gösterilen Mu kaynaklı RA Mu'dan Amerika, Hindistan ve Orta Asya'ya, oradan da Mısır ve Sümer gibi dünyanın değişik uygarlıklarına geçmiştir.
Haluk Berkmen, RA diye adlandırılan ve "O" daire şeklinde sembolize edilen güneşin Türkleri Mu'ya bağlayan bir işaret olduğunu düşünmektedir.
Mu'da güneşi simgeleyen "O" daireye ONG veya sonraki söyleniş biçimiyle ON denildiğini belirten Berkmen, bu ONG'un ON-OG biçiminde yazılabileceğini ve bunun Türklerdeki karşılığının ON-OK olduğunu ileri sürmüş ve buradan hareketle eski Türklerdeki On-ok boylarının asıl anlamının "Gök Tanrı'ya tapan ok boylan" olduğunu iddia etmiştir.
Haluk Berkmen, RA diye adlandırılan ve "O" daire şeklinde sembolize edilen güneşin Türkleri Mu'ya bağlayan bir işaret olduğunu düşünmektedir.
Mu'da güneşi simgeleyen "O" daireye ONG veya sonraki söyleniş biçimiyle ON denildiğini belirten Berkmen, bu ONG'un ON-OG biçiminde yazılabileceğini ve bunun Türklerdeki karşılığının ON-OK olduğunu ileri sürmüş ve buradan hareketle eski Türklerdeki On-ok boylarının asıl anlamının "Gök Tanrı'ya tapan ok boylan" olduğunu iddia etmiştir.
Berkmen, tıpkı Mu'da olduğu gibi Ön-Türklerde de güneşin kutsal bir anlamı olduğunu düşünmektedir. Gerçekten de Gök - Tanrı'ya tapan Türkler kağanlarım, tanrıların yeryüzündeki temsilcisi olarak görürlerdi, Türklerde de Gök-Tanrı'nın simgesi "O" yuvarlak bir işaretti ve okunuşu da yukarıda ifade edildiği gibi ON biçimindeydi.
Berkmen'e göre Türklerde güneş anlamına gelen ON sözcüğü aynı zamanda "yüksek, yüce, ulu" anlamında da kullanılırdı.
Berkmen'e göre Türklerde güneş anlamına gelen ON sözcüğü aynı zamanda "yüksek, yüce, ulu" anlamında da kullanılırdı.
Berkmen'e göre eski Mısır'da mutluluk ve yaşam simgesi olan ANKH' ta aynı kökten türeyen ON-GOKH sözcüğüne dayanır. "Bilindiği gibi eski Türkçe de 'k' ile V birlikte genizden çıkan tek bir ses olarak kh şeklinde söylenirdi. Zamanla bazı dillerde 'k' bazılarına da 'h' olarak geçmiştir." diyen Berkmen, Ong sözünün de zamanla değişime uğrayarak UNG veya ANG şeklini aldığını iddia etmiştir. Dolayısıyla eski Mısır'ın en önemli sembollerinden "Ankh" aynı zamanda bir Ön - Türk sembolü olarak karşımıza çıkmaktadır.
![[Resim: sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-r...er0013.jpg]](http://www.spiritualizm.com/kitap/kitapkapak/koken/sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-resimleri-garifkleri-eski-uygarliklar-belgeler0013.jpg)
Berkmen, Türkçe "Ong", "Ung" sözcüğünün İsveççe de "genç" demek olduğunu, bu sözcüğün Almancada "Yung" ve İngilizcede de "Young" (Yang) biçimine dönüştüğünü ileri sürmüştür.
Asya Şamanlarının ateş etrafında yaptıkları törenlerde ellerinde taşıdıkları yuvarlak davulların güneş şeklinde olması ve şaman giysileri üzerindeki güneşe benzer madeni halkalar, Türklerde güneşin bir sembol olarak görüldüğünü ortaya koyan örneklerden sadece biridir.
Eski Türklerde güneş, tıpkı Mu'da olduğu gibi bir yuvarlakla "O" simgelenmiştir. Ortasında bir nokta bulunan bu yuvarlak,158 Mu'nun güneş sembolüne şaşırtıcı derecede benzemektedir. Özellikle Uygur geleneklerinde güneşi simgelemek için "dairenin" kullanılması, Mu kozmik diyagramındaki güneş sembolü daireyi akla getirmekte ve "Uygurların Mu'nun torunları olduğu" yönündeki iddiayı güçlendirmektedir.
Türklerde, Gök Tanrı'nın güneşle özdeş olduğunu gösteren çok açık kanıtlar vardır.
"Kün " (güneş) ve "eh "ten (gök) ırklarının güney yönü ve yaz yıldönümüne işaret etmesi gibi durumların Gök Tanrısı 'nın güneşle somut olarak özdeş olduğuna işaret edebileceği üzerinde durulmaktadır."
Bu nedenle Gök Tanrısı'ndan kut alan Ön-Türk kağanlarının "doğan güneşe taptığı" ve güneş ile ateşe benzetildikleri düşünülmektedir. Örneğin, Uygur kağanları güneşten ve aydan kut alıyorlardı. Türk kağanları ve hakanı Türk İlig'leri güneşe benzetiliyordu. Gök Türk kağanları da güneşe benzetiliyorlardı.
Bu nedenle Gök Tanrısı'ndan kut alan Ön-Türk kağanlarının "doğan güneşe taptığı" ve güneş ile ateşe benzetildikleri düşünülmektedir. Örneğin, Uygur kağanları güneşten ve aydan kut alıyorlardı. Türk kağanları ve hakanı Türk İlig'leri güneşe benzetiliyordu. Gök Türk kağanları da güneşe benzetiliyorlardı.
Türklerde güneş ve ay, Mao-tun veya Bagatur denen hükümdar simgesiydi. Türklerde beylik (hükümdarlık) işareti olan bu astrolojik simgeye Türkçe KÜN-AY veya KÜNLİ-AYLİ denilirdi.
M. Seyidov'a göre eski Türklere ait TENGRİ ya da TANG-RI sözcüğünün kökü TAN(G)'dır. Eski Türkçede TAN güneşin doğduğu yerdir. Bu nedenle TANGRI sözcüğü güneşle ilişkilidir, ya da güneşi çağıran, doğmasını sağlayan anlamındadır.
Bazı Türk yaradılış efsanelerinde de güneşin Tanrı sembolü olarak algılandığı anlaşılmaktadır.
Ünlü Ön-Türk araştırmacısı Gumilev'e göre Göktürklerde diğer toplumlardan çok farklı ve özgün bir "güneş kültü" vardır. Örneğin Gök Tanrı'nın fek sıfatı "ışık"tır. Çin Yıllığı Wey-Şu'ya göre güneşin doğuşunun bir temsili olarak Türk hükümdarı çadırına doğudan girmektedir. Böylece aslında Tanrı'yı temsilen güneşe tapılmaktadır. Gumilev, 19. yüzyıl sonuna kadar Kaçinlerde güneşe sunulmak üzere kurban kesildiğini ileri sürmüştür. Dolayısıyla eski Türklerde güneş, tıpkı Mu'da olduğu gibi, Tanrı'yla özdeştir, daha doğrusu Tanrı'nın saygı duyulan kutsal simgesidir.
Kutadgu-Bilig'de alegorik hükümdar kişiliğinin adı Kün-togdı'dır ve güneşe benzetilir.
"Hsiung-nu shan-yü'sü de güneş ve aya benzetilen bir kişi olarak her gün doğan güneşi ve her ay yeni ayı selamlardı."
Ön Türklerin "doğan güneş ayini" yaptığı, bir Çin kay­nağında Kök-Türklerin doğan güneş ibadeti yapılan yerde sağlam evlerinin (tapmakları) olduğunun ifade edilmesiyle kanıtlanmaktadır.
Çin kaynaklarına göre Hun hükümdarı her sabah çadırından çıkarak güneşi selamlamaktadır. Bu inanış, Vuhuanlar, Tabgaçlar ve günümüzde de Yakutlar'da hâlâ devam etmektedir.
[align=centerNevruz gününde Hun ve Kazak kadınlarının sabah güneş doğunca eğilerek onu selamladıkları bilinmektedir.[/align]
Ön-Türklerde Kün Tengri ve Ay Tengri'nin birer hükümdar gibi orduları olduğu düşünülmektedir.
Ön-Türklerin güneşi şahit göstererek ant içtikleri de bilinmektedir. Örneğin Hsüantsang 630'da Tudun Şad unvanlı Kamil Bey'in kendisine verdiği sözü tutması için tapınakta güneşi şahit tutarak ant içmesini istemiştir.
Ön-Türklerde güneşe saygı amacıyla düzenlen günler ve bayramlar vardır. Örneğin "güneş günü" her baharda başkentin doğusunda kutlanırdı.
Bu kutlamalar sırasında güneşe kurban edilen öküz ateşte yakılırdı.
Ön-Türk kozmolojisinde "güneşin" Tanrı'yla özdeşleştirilmesi ve Türk hükümdarlarının güneşle sembolize edilen Gök Tanrı'dan "kut" almaları, Türklerin Mu kökenli olabileceğine yönelik çok önemli kanıtlardan biridir.
"Gören Güneş Tanrı
Siz bizi koruyun
Görünen Ay Tanrı
Siz bizi koruyun"
Ön-Türklerde "ay" ile yan yana resmedilen "güneş" daha sonra Selçuklulara oradan da Osmanlılara geçmiş ve Osmanlı bayraklarında Zülfikar ile birlikte resmedilmiştir.
Ön-Türklerde güneşe saygı amacıyla düzenlen günler ve bayramlar vardır. Örneğin "güneş günü" her baharda başkentin doğusunda kutlanırdı.
Bu kutlamalar sırasında güneşe kurban edilen öküz ateşte yakılırdı.
Ön-Türk kozmolojisinde "güneşin" Tanrı'yla özdeşleştirilmesi ve Türk hükümdarlarının güneşle sembolize edilen Gök Tanrı'dan "kut" almaları, Türklerin Mu kökenli olabileceğine yönelik çok önemli kanıtlardan biridir.
"Gören Güneş Tanrı
Siz bizi koruyun
Görünen Ay Tanrı
Siz bizi koruyun"
Ön-Türklerde "ay" ile yan yana resmedilen "güneş" daha sonra Selçuklulara oradan da Osmanlılara geçmiş ve Osmanlı bayraklarında Zülfikar ile birlikte resmedilmiştir.
Ayrıca Anadolu Selçuklu mimarisine ait bazı örneklerde erkek ve kadını temsilen "daire" ya da "ışınlı daireler" kullanılmıştır. Bu dairelerin içinde ay ve güneş kabartmaları vardır.
Mu kaynaklı, güneşin kutsallığı inancı, bugün de Türkler arasında canlılığım korumaktadır. Örneğin, Harput'ta güneş doğarken uyuyan kişinin evinin bereketinin kaçacağına inanılır. R. Araz'a göre: "Bu belki de Hunlardan beri süren güneş doğar doğmaz ona saygı göstererek selam verme geleneğinin bir yansımasıdır ve bu nedenle güneş doğarken uykuda bulunmamak, güneşe duyulan saygının ifadesidir ve bereketin sağlanması için gereklidir."
Günümüzde bile Türkler arasında canlılığını koruyan bu "güneş kültü", Hunlara nereden geçmiştir sorusunun yanıtı neden "Mu" olmasın ki?
Günümüzde bile Türkler arasında canlılığını koruyan bu "güneş kültü", Hunlara nereden geçmiştir sorusunun yanıtı neden "Mu" olmasın ki?
Asıl şaşırtıcı ve düşündürücü olan, J. Churchward'ın Kuzey Amerika Nevada'da bulduğu ve "Kuzey Amerika'yı Mu'ya Bağlayan Semboller" diye adlandırdığı sembollerden birini (daire içindeki bir haç sembolünü) ULUUMİL-KİN diye okuması ve anlamının da GÜNEŞ ÜLKESİ olduğunu ifade etmesidir. "
Bilindiği gibi Eski Türklerde güneşe KİN ya da KÜN denirdi. Nitekim Türkçede bugün kullanılan GÜN sözü de buradan gelmiştir.
Bilindiği gibi Eski Türklerde güneşe KİN ya da KÜN denirdi. Nitekim Türkçede bugün kullanılan GÜN sözü de buradan gelmiştir.
Atatürk, Necip Asım'ın "Orhun Abideleri" adlı kitabını okurken, Türklerde güneşin kutsallığının anlatıldığı şu satırları önemli bularak işaretlemiştir:
"Moğolların, doğan güneşe tapındıkları açıklıkla ifade edilmektedir. Çadır kapılarının doğuyu bakıyor olması da aynı sebeple ilgilidir. Bundan da kitabelerdeki 'ileriye, geriye, sağa, sola' terimlerinin, doğuya, batıya, güneye, kuzeye manalarına geldikleri anlaşılıyor. Buna Sami lisanlarında dahi tesadüf edildiği Araplarca biliniyor. Bu da güneşe tapmanın varlık ve yaygınlığına ayrı bir kanıttır." (s.72).
![[Resim: sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-r...er0014.jpg]](http://www.spiritualizm.com/kitap/kitapkapak/koken/sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-resimleri-garifkleri-eski-uygarliklar-belgeler0014.jpg)
Din; Mu Dini ve Alevilik
![[Resim: sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-r...er0014.jpg]](http://www.spiritualizm.com/kitap/kitapkapak/koken/sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-resimleri-garifkleri-eski-uygarliklar-belgeler0014.jpg)
Din; Mu Dini ve Alevilik
J. Churchward'a göre dünyadaki ilk tek tanrılı din, Mu dinidir. Bu dinde Tanrı'nın sembolü güneştir. İlk insanların, güneşi Tanrı'nın sembolü olarak seçmelerinin temel nedeni, onun ilkel insanın akıl yürütme gücüne hitap edebilen ve rahatça görülebilen en basit ve en belirgin nesne olmasındandır.
Churchward'a göre Mu dini sembollerinin en önemlisi, "Mu Kozmik Diyagramı" dır.
Churchward'a göre Mu dini sembollerinin en önemlisi, "Mu Kozmik Diyagramı" dır.
Bu diyagramda, tam merkezde bulunan "daire" güneşin (Ra'nm), yani tek Tanrı'nın kolektif simgesidir. Üçgen içindeki daire (Günümüzde bu sembole birçok yerde rastlayabilirsiniz, en bilineni Amerikan 1 dolarının arka yüzünde bulunan piramit ve piramidin zirvesinde Tanrı'nın izleyen gözünü simgeleyen üçgen içerisindeki gözdür) Tanrı'nın gözünün daima insanların üzerinde olduğunun, iç içe geçmiş iki üçgen, iyiliğin ve kötülüğün bir arada bulunduğunun simgesidir.
Bu üçgenlerden yukarı dönük olanı iyiye, yani Tanrı'ya ulaşmayı, aşağı bakanı ise yeniden doğuş yasası uyarınca geriye dönüşü simgeler. Her ikisinin bir arada oluşturduğu altı köşeli yıldız, adaletin sembolüdür (İsrail bayrağında bulunan sembol gibi). Ayrıca bu yıldızın her bir ucu bir fazileti simgeler ve insan ancak bu faziletlere sahip olunca Tanrı'ya ulaşabilecektir. Altı köşeli yıldızın dışındaki çember, dünyadan başka âlemlerin de bulunduğunu, bunun dışındaki 12 fisto ise, insanın uzak durması gereken 12 kötü eğilimi simgeler. İnsan ruhu, diğer âlemlere geçmeden önce, bu 12 dünyasal kötü eğilimden kurtulmak zorundadır. Aşağı doğru inen sekiz şeritli yol ise, ruhun Tanrı'ya ulaşması için tırmanması gereken aşamaların ifadesidir. Ruh, en alt kademeden, cansız varlıktan mükemmele, yani Kâmil İnsan'a ulaşmak zorundadır.
Bu üçgenlerden yukarı dönük olanı iyiye, yani Tanrı'ya ulaşmayı, aşağı bakanı ise yeniden doğuş yasası uyarınca geriye dönüşü simgeler. Her ikisinin bir arada oluşturduğu altı köşeli yıldız, adaletin sembolüdür (İsrail bayrağında bulunan sembol gibi). Ayrıca bu yıldızın her bir ucu bir fazileti simgeler ve insan ancak bu faziletlere sahip olunca Tanrı'ya ulaşabilecektir. Altı köşeli yıldızın dışındaki çember, dünyadan başka âlemlerin de bulunduğunu, bunun dışındaki 12 fisto ise, insanın uzak durması gereken 12 kötü eğilimi simgeler. İnsan ruhu, diğer âlemlere geçmeden önce, bu 12 dünyasal kötü eğilimden kurtulmak zorundadır. Aşağı doğru inen sekiz şeritli yol ise, ruhun Tanrı'ya ulaşması için tırmanması gereken aşamaların ifadesidir. Ruh, en alt kademeden, cansız varlıktan mükemmele, yani Kâmil İnsan'a ulaşmak zorundadır.
Kozmik Diyagram üzerinde de görüleceği gibi üçgenin ve "üç" sayısının Naakal öğretisindeki yeri büyüktür. Üç sayışma verilen önem Mu kıtasının kendisinden kaynaklanmaktadır. Mu kıtası üç parçadan oluşmuş adalar topluluğuydu. Bu nedenle üçgen, hem Mu kıtasını, hem de, Tanrı'nın eril ve dişil yönleri ile onlardan yansıyan İlahi Kelamı, yani evreni simgelerdi.
Üçgen içindeki göz, ana kaynağın, yani Tanrı'nın, varlığını insan üzerinde daima hissettirdiğini, bir biçimde onu gözlediğini ifade ederdi. Bu sembol, Osiris ile önce Atlantis'e buradan Hermes ile Mısır'a, Mısır'dan Yunanistan'a ve nihayet günümüzde Masonluğa kadar ulaşmıştır.
Churchward, tüm dinlerin ilk ve ana kaynağının Mu dini olduğunu düşünüyordu. Mu dini, başta antik Mısır olmak üzere pek çok kadim uygarlığı derinden etkilemişti. Churchward'a göre antik Mısır'ın en önemli tanrıları Mu kaynaklıdır.
Örneğin, Mısır'ın en önemli tanrılarından Osiris Mu kökenlidir. Kimi tarihçilere göre Osiris bir insandı. Derin bir bilgindi. Eğitimini Mu'da tamamlamıştı. Biri Himalayalar'da, diğeri Mısır'da Teb şehrinde iki mabetteki duvar yazıtlarından Osiris'in Atlantis'te doğmuş olduğu ve Mu'da bir Naakal mabedinde dünya ve kâinatın sırlarına ilişkin bilimsel ve dinsel eğitim alarak öğreticilik unvanı kazandığı anlaşılmaktadır. Osiris kimi tarihçilere göre Atlantis uygarlığı batmadan önce Mısır'a gitmiş ve ölünceye kadar orada yaşamıştı.
Mısır'ın Osiris gibi önemli tanrılarının aslen Mu kökenli olduklarını ileri süren kimi Mu araştırmacıları, bir zamanlar Mısır'da vahye dayalı tek tanrılı bir dinin görüldüğünü belirtmektedirler.
"Eski Mısırlılar birçok hatalı inanışların dan ve yüzyıllar süren ilkel tanrılar sisteminden sonra nihayet milattan önce 14. yüzyılda ve firavun Amenotep zamanında yeniden tek Tanrı inanışına döndü. Amenotep, Teb şehri rahiplerinin nüfuzunu kırıp gerçek Mısır din. inanışını yeniden yaşattı. Fakat Mısır bu firavunun ölümünden sonra tekrar çok tanrılı inanışa döndü. Amenotep'ten ikiyüzyıl sonra, yani milattan 12 yüzyıl önce dünyaya gelen Hz. Musa Tanrı tarafından tek tanrı sistemli din inanışını yaymakla görevlendirilmişti.
Yalnız Amenotep'in bütün insanlık için istediği inancı Hz. Musa ancak kendi kavmine, yani Mısır'da esir bulunan İsraillilere yayabildi. Musevilerin ve Hıristiyanların inanışına göre Hz. Musa yalnız israiloğullarının doğru yola sokulması için gönderilmiş bir peygamberdir. Oysa İslam dininin kutsal kitabı olan Kur'anı Kerim, Hz. İsa'nın Mısırlıları da hak dinine davet ettiğini açıklar. Bu bakımdan Hz. Musa milliyetçi bir peygamber değil, insancı bir Tanrı elçisidir. Ne var ki kendi kavmini bile gerçeğe inandırmakta her zaman güçlük çekmiştir.
Yalnız Amenotep'in bütün insanlık için istediği inancı Hz. Musa ancak kendi kavmine, yani Mısır'da esir bulunan İsraillilere yayabildi. Musevilerin ve Hıristiyanların inanışına göre Hz. Musa yalnız israiloğullarının doğru yola sokulması için gönderilmiş bir peygamberdir. Oysa İslam dininin kutsal kitabı olan Kur'anı Kerim, Hz. İsa'nın Mısırlıları da hak dinine davet ettiğini açıklar. Bu bakımdan Hz. Musa milliyetçi bir peygamber değil, insancı bir Tanrı elçisidir. Ne var ki kendi kavmini bile gerçeğe inandırmakta her zaman güçlük çekmiştir.
Mısır'da tek tanrı fikrini savunan ilk firavun Amonetep, böylece Hz. Musa'dan iki yüz yıl önce gerçeği ilan etmek cesaretini göstermiş oluyordu. Amenotep bir peygamber değildi. (Ya da olmadığını sanıyoruz) Fakat inanmış bir kişiydi. İnancı büyük bir ihtimalle çok eski çağlara dayanan bilgisinden geliyordu."
Tek tanrı inancı Ra-Mu, "Kutsal Nur" adıyla Mısır'a Mu'dan gelmişti. "Mu uygarlığında tek tanrıya inanış vardı. Bu yönden incelenince insanların tek tanrıya inancı akıl almayacak kadar eski çağlara gitmektedir."
Mu Dininin Özellikleri ve Sevgi Tanrı Özdeşliği
Mu dininin belli başlı özellikleri şunlardır:
- Tanrı tektir; her şey ondan var olmuştur ve ona dönecektir.
- Ruh ve beden birbirinden ayrıdır; beden ölür ve ayrışırken ruh ölmez.
- Ruh mükemmelliğe ulaşmak için değişik bedenlerde yeniden doğar.
- Mükemmelliğe ulaşan ruh Tanrı'ya döner ve onunla birleşir.
Mu Dininin Özellikleri ve Sevgi Tanrı Özdeşliği
Mu dininin belli başlı özellikleri şunlardır:
- Tanrı tektir; her şey ondan var olmuştur ve ona dönecektir.
- Ruh ve beden birbirinden ayrıdır; beden ölür ve ayrışırken ruh ölmez.
- Ruh mükemmelliğe ulaşmak için değişik bedenlerde yeniden doğar.
- Mükemmelliğe ulaşan ruh Tanrı'ya döner ve onunla birleşir.
Mu dininin belirgin özelliklerinden biri de Tanrı'ya sevgiyle yaklaşma ve Tanrı'yla sevgi arasında özdeşlik kurmaktır.
Anladığım kadarıyla Mu'da "güneş" Tanrı'nın somut sembolüyken, "sevgi" Tanrı'nın soyut sembolüdür. Bu nedenle bir bakıma Mu'da güneşin "somut" sıcaklığıyla, sevginin "soyut" sıcaklığı birbirini tamamlamaktadır. Bu durum, bugünkü dinlerde "madde" ve "ruh" olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani "güneş" maddeyi, sevgi de "ruhu" simgelemektedir. Mu'da ruhun simgesel karşılığı sevgidir. Ve bir gün ruh (sevgi) Yüce Yaradan'a kavuşurak "Yüce sevgiyle" kucaklaşacaktır.
J. Churchward, Naakal tabletlerine göre Mu dininin insanlara belli aşamalarda öğretildiğini belirterek "dördüncü aşamanın" Semavi Baba'nın "yüce sevgisi" olduğunu ileri sürmüştür.
J. Churchward, Naakal tabletlerine göre Mu dininin insanlara belli aşamalarda öğretildiğini belirterek "dördüncü aşamanın" Semavi Baba'nın "yüce sevgisi" olduğunu ileri sürmüştür.
Churchward'a göre:
"Bu yüce sevginin tüm evreni yönettiği ve asla ölmediği bireyin zihnine iyice işleniyordu. Semavi Baha'nın sevgisinin Semavi Baha'nın bir yansıması olan dünyadaki babasının sevgisinden çok daha büyük olduğu öğretiliyordu. Dolayısıyla her zaman Semavi Baha'dan korku ve endişe duymadan, tam bir güven ve sevgiyle yaklaşmalı, O'nun kendisine sevgiyle kucak açacağını bilebilmeliydi."
Churchward'a göre Mu'da insanlara, tüm insanların aynı Semavi Baba (Tanrı) tarafından yaratıldıkları öğretiliyordu. Bu nedenle herkes kardeşti ve toplumsal ilişkilerde temel esas bu "kardeşlik" duygusuydu.
Kısacası Mu dininde, "Tanrı'nın yaratıcılığı", Tanrı'ya sevgiyle ulaşılabileceği, dolayısıyla "sevginin yüceliği" ve "kardeşlik" duygusu esastı.
Mu uzmanlarına göre bir sevgi ve barış dini olan Mu dininde "şeytan" ve "cehennem" gibi "kötülük" simgesi kavramlar da yoktu. Mu'da "şeytan" kavramı diye bir şey bilinmediği için Mu dininin en önemli sembollerinden olan
Mu Kozmik Diyagramı'nda "cehennem" diye bir şey de yoktu.
Churchward'a göre, Mu'nun batışını tasvir eden kutsal metinlerde o büyük yıkımı anlatmak için kullanılan "alevli ateş" sonraki dinlere "cehennem" olarak geçmiştir.
![[Resim: sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-r...er0015.jpg]](http://www.spiritualizm.com/kitap/kitapkapak/koken/sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-resimleri-garifkleri-eski-uygarliklar-belgeler0015.jpg)
Mu Kozmik Diyagramı, 12 Sayısı
ve İnsan-ı Kâmil
Mu Kozmik Diyagramı'nda "cehennem" diye bir şey de yoktu.
Churchward'a göre, Mu'nun batışını tasvir eden kutsal metinlerde o büyük yıkımı anlatmak için kullanılan "alevli ateş" sonraki dinlere "cehennem" olarak geçmiştir.
![[Resim: sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-r...er0015.jpg]](http://www.spiritualizm.com/kitap/kitapkapak/koken/sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-resimleri-garifkleri-eski-uygarliklar-belgeler0015.jpg)
Mu Kozmik Diyagramı, 12 Sayısı
ve İnsan-ı Kâmil
Mu dinini anlamak için, Churchward'ın deşifre ettiği, Mu Kozmik Diyagramı'na bakmak gerekir; çünkü Mu dininin temel özellikleri Kozmik Diyagram'da gizlidir. Bu diyagram, Mayalarla ilgili ilk araştırmaları yapan Dr.Augustus Le Plongeon tarafından Yukatan'daki Uxmal Mabedi'nde (Kutsal Sırlar Mabedi) bulunmuştur.
Kozmik Diyagram'ın merkezinde iç içe geçmiş iki karşıt üçgen içinde bir daire ya da halka yer alır. İç içe geçmiş oldukları için bu üçgenler tek bir şekil oluşturur.
Bu iki üçgen ikinci bir daireyle kuşatılmış ve böylece daireyle aralarında 12 bölme meydana gelmiştir.
Bu dairenin dış kenarında ikincisiyle aralarında bir boşluk oluşacak şekilde üçüncü bir dâire vardır.
Bu dairenin dış kenarında 12 fisto vardır ve fistolardan aşağı 12 bölümlü bir kurdele sarkmaktadır.
Churchward'a göre merkezdeki daire güneşin resmidir ve Tanrı'yı sembolize etmektedir.
Churchward'a göre ortadaki iki üçgenin karşılıklı geçmesiyle oluşan 12 bölüm Tanrı'nın yeri olan cennetin kapılarıdır.
"Bu kapılar, insanın bunlardan içeri girebilmek için kazanması gereken 12 büyük erdemi temsil eder. Sevgi, ümit, yardımseverlik, iffet ve iman bunların arasındadır. Listenin en başında sevgi gelmektedir."
"İkinci ve üçüncü daireler arasındaki boşluk, ruhun cennetin kapılarına gelmeden önce geçmesi gereken öte âlemlerdir.
Dış dairenin dış kenarındaki 12 fisto, öte âleme açılan 12 kapıdır ve ruhun öte âleme geçmeden önce maddi beden içinde üstesinden gelmesi gereken 12 büyük dünyevi ayartıcıyı ya da dürtüyü temsil eder.
Sekiz bölümlü kurdele, cennete giden sekiz yolu simgeler ve öte âlemin kapılarına yükselme kaydetmek için insanın eylem ve düşüncelerinin nasıl olması gerektiğini anlatır."
Mu'nun kutsal sembollerinden Kozmik Diyagram dikkatle incelendiğinde Mu dininin iki temel özelliği göze çarpmaktadır. Bunlardan birincisi, insanın belirli aşamalardan geçerek bir gün mutlaka cennete ve Tanrı'ya ulaşacağıdır; fakat bunu ancak tam anlamıyla olgunlaşan ve her bakımdan aydınlanan ruhlar (İnsan-ı Kâmil olanlar) başaracaktır. İkincisiyse 12 sayısıdır. Kozmik Diyagram'dan anlaşıldığı kadarıyla Mu dininde 12'nin kutsal bir anlamı vardır.
Alevilik Mu Kökenli mi?
Alevilik Mu Kökenli mi?
Churchward'm verdiği bilgilerden hareket ederek, Mu dininin özelliklerini, Tanrı'nın tekliği ve yaraücılığı, Tanrı'ya sevgiyle ulaşılabileceği, insanlar arasında ayrım gözetilmemesi, yani eşitlik, barış ve kardeşliğe önem verilmesi, şeytan ve cehennem kavramlarının olmaması ve 12 sayısının kutsallığı (cennetin 12 kapısı, 12 büyük erdem, 12 büyük günah) olarak özetlemek mümkündür. Bu özellikler akla, Türklerin din ve Tanrı algısını; özellikle de Alevilik, Bektaşilik ve Mevlevilik gibi İslam'ın Türk yorumlarını getirmektedir.
İslam dinini ilk kabul eden Türklerin, eski Şaman geleneklerini ve Gök-Tanrı dininin bazı temel özelliklerini İslam diniyle harmanladıkları bilinen ve genelde kabul edilen bir gerçektir.
İslam dinini ilk kabul eden Türklerin, eski Şaman geleneklerini ve Gök-Tanrı dininin bazı temel özelliklerini İslam diniyle harmanladıkları bilinen ve genelde kabul edilen bir gerçektir.
Özellikle 11. yüzyıl ve sonrasında kitleler halinde Anadolu' ya gelen Türklerin (Türkmen-Yörük) İslam dinini eski Türk inançlarıyla yoğurmaları sonunda gelişip olgunlaşmaya başlayan ve "tasavvuf" felsefesi diye adlandırılan bu yeni ekol, daha çok bir ahlak ve erdemler bütünüdür.
Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlana gibi Türk dervişlerinin biçimlendirdiği bu "ahlak ve erdemler bütünü" o günden bugüne "saz" ve "sözle" dile getirilerek çoğu kez "kendine özgü bir dansla" ifade edilmiştir. Böylece, bugün kimi kesimlerce "Türk İslamı" diye adlandırılan anlayış ortaya çıkmıştır. Aslında 11. yüzyıl Anadolu Türklerinin, kendi öz kültürleriyle yoğurup yeniden şekil verdikleri bu İslam, gerçek Alevilik'ten başka bir şey değildir. Özetle, Alevilik eski Türk kültürünün bir uzantısıdır.
Dolayısıyla burada Aleviliğin İslam öncesi kökleri karşımıza çıkmaktadır. Bazı bulgular, Aleviliğin İslam öncesi köklerinin -çok eskilere- kayıp kıta Mu'ya kadar uzanabileceğini göstermektedir.
Alevilik inancıyla Mu dini arasındaki muhtemel benzerlikler, Türklerle Mu uygarlığı arasında doğrudan ya da dolaylı bir ilişkinin olabileceğini göstereceğinden son derece önemlidir.
Aleviliğin genel kabul gören tüm yaygın tanımlarında vurgulanan en temel özellik, tıpkı Mu dininde olduğu gibi "Tanrı ve Sevgi" birlikteliğidir.
"Alevilik; aslı doğruluk, kemali dostluk, cevheri merhameti, görüşü eşitlik, hazinesi bilgi, meyvesi sevgi hamuru ile yoğrulmuş, insanı kâmil ve erdemli insan haline getirmeyi öngören, korkuyu aşıp sevgi ile Tanrı'ya yönelen, Enel Hak ile varlık birliğine varan, edep ve ahlaklı olmayı yaşamın temeline oturtan, insanı yücelten, hamurunda hem ilahiliğin, hem de irfaniliğin mayası bulunan, kişinin ahlaki ve karakterli yaşam ilkelerini belirleyen (...) dini, biçim ve şekil olarak değil gerçek anlamıyla algılayan, dini, bağımsız bir irade gücü ve batini (gizli) özelliği ile evrimleşen akıl ve iman bütünlüğünde birleştiren ve bunları kırklar cemi ile yürüten bir inanç sistemidir."
Alevilik'teki "sevgi" vurgusu, Tanrı'ya sevgi ile ulaşılabileceği, Tanrı'nın sevgi biçiminde insanda kendini gösterdiği inancı, Mu dinine fazlaca benzemektedir.
Alevilik inancıyla Mu dini arasındaki benzerliklerden bir diğeri de "cehennem" algısı konusunda belirginleşmektedir. Mu dininde olduğu gibi Alevilik'te de öbür âlemde "ateşle yakılma, genellikle, yapılan kötülüklere karşılık bu dünyada çekilen eziyet " anlamında "cehennem" kavramı yoktur. Alevi öğretisinde cehennem olarak görülmekte ve daha çok soyut bir nitelik taşımaktadır.
Alevilik inancıyla Mu dini arasındaki benzerliklerden bir diğeri de "cehennem" algısı konusunda belirginleşmektedir. Mu dininde olduğu gibi Alevilik'te de öbür âlemde "ateşle yakılma, genellikle, yapılan kötülüklere karşılık bu dünyada çekilen eziyet " anlamında "cehennem" kavramı yoktur. Alevi öğretisinde cehennem olarak görülmekte ve daha çok soyut bir nitelik taşımaktadır.
Mu dininin temel sembollerinden Mu'nun Kozmik Diyagramı'nda görülen "12 sayısı" Alevilik öğretisinde de karşımıza çıkmaktadır. Kozmik Diyagram'da cennetin 12 kapısı, 12 büyük erdem, 12 büyük günah 12 farklı sembolle gösterilirken, Alevilik öğretisinde de ayinle ilgili (ritüeller) pek çok kavram 12 sayısıyla adlandırılmaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla "12", hem Mu dininde hem de Alevilik inancında "kutsal ve gizli" bir anlam taşımaktadır.
Örneğin Aleviliğin merkezinde "12 imam" kavramı yer alırken, Alevilik ayinlerinde (cem.) görev yapan "12 kişi" vardır. Ayrıca Alevilikte uyulması gereken "12 kural" vardır. Bu 12 kuralın insana saygı, barış ve kardeşlik gibi erdemleri hatırlatması da Mu dinindeki "barış ve kardeşlik" vurgusunu akla getirmektedir.
Örneğin Aleviliğin merkezinde "12 imam" kavramı yer alırken, Alevilik ayinlerinde (cem.) görev yapan "12 kişi" vardır. Ayrıca Alevilikte uyulması gereken "12 kural" vardır. Bu 12 kuralın insana saygı, barış ve kardeşlik gibi erdemleri hatırlatması da Mu dinindeki "barış ve kardeşlik" vurgusunu akla getirmektedir.
Alevilik inancında ve Mu dininde 12 gibi özel bir önemi olan başka bir sayı da 3'tür. Churchward'a göre "Üç sayısı Mu'nun sayısal sembolüdür." Ve Mu'da eşkenar üçgenle simgesellik kazanan 3 sayısının çok önemli dinsel anlamları vardır.
"Eşkenar üçgen, ilk insanların dinsel öğretileri için tasarlanan ilk üç sembolden birisidir. Bu tasarım için, üç ayrı kara parçasından oluşan ve coğrafi olarak Batı ülkeleri diye anılan Anavatan'ın coğrafi yapısından esinlenilmiştik...Bu üç ayrı kara parçasının oluşumunda Yaratıcı'nın üç ayrı niteliğinin etkili olduğu öğretiliyordu; fakat üçünü de içeren Yaratıcı tekti.
"Eşkenar üçgen, insanın Birde Üç Olan Tanrı (Trune) kavramını görebilmesini ve anlayabilmesini sağlayabilecek bir şekil olduğu için seçilmişti. Bu üç nitelik İlk Üçlemeyi (Trinite) oluşturdu ve orijinal üçleme kavramı böyle doğdu (...) Üçgen, üçlü ulûhiyeti simgelediği ve Tanrı'nın mekânı da cennet olduğu için doğal olarak bunu Tanrı neredeyse cennet de oradadır düşüncesi izliyordu."
Mu'da "insanın birde üç olan Tanrı kavramına" işaret ettiği 3 sayısı, İslam dünyasında da Şiilikteki Allah, Muhammed ve Ali üçlemesi'ne işaret etmektedir.
Bazı Alevi topluluklarında güneş Muhammed, Ay Ali ve Zühre (Çoban Yıldızı) Fatma olarak görülmektedir. Bektaşilikte erişilmesi gereken "üç mertebe" vardır. Tevhidin erişilmesi gereken "üç kademesi" olarak görülen bu mertebelerden birincisi telkin, ikincisi libas ve üçüncüsü de ahadiyyet'dir. Mevlevilikte de derviş adayı, dervişliğe devam edip etmeme konusunda karar vermek için "üç gün" post üstünde beklemektedir; eğer derviş olmaya devam edecekse üçüncü gün kendisine tennure giydirilmekte ve derviş üç yıla yakın bir süre (binbir gün) çeşitli hizmetleri görmektedir.
Türkiye'de Alevilikle Mu dini arasındaki ilişkiye ilk dikkat çeken (Tahsin Bey'in 14. Raporunu saymazsak) Erdoğan Çınar'dır. Çınar, "Aleviliğin Gizli Tarihi" adlı ezber bozan çalışmasında Alevi inancıyla Mu dini arasındaki ortak noktaları sıralamıştır.
1 - Varlığın Birliği (Vahdet-i Vücut)
Mu'da "insanın birde üç olan Tanrı kavramına" işaret ettiği 3 sayısı, İslam dünyasında da Şiilikteki Allah, Muhammed ve Ali üçlemesi'ne işaret etmektedir.
Bazı Alevi topluluklarında güneş Muhammed, Ay Ali ve Zühre (Çoban Yıldızı) Fatma olarak görülmektedir. Bektaşilikte erişilmesi gereken "üç mertebe" vardır. Tevhidin erişilmesi gereken "üç kademesi" olarak görülen bu mertebelerden birincisi telkin, ikincisi libas ve üçüncüsü de ahadiyyet'dir. Mevlevilikte de derviş adayı, dervişliğe devam edip etmeme konusunda karar vermek için "üç gün" post üstünde beklemektedir; eğer derviş olmaya devam edecekse üçüncü gün kendisine tennure giydirilmekte ve derviş üç yıla yakın bir süre (binbir gün) çeşitli hizmetleri görmektedir.
Türkiye'de Alevilikle Mu dini arasındaki ilişkiye ilk dikkat çeken (Tahsin Bey'in 14. Raporunu saymazsak) Erdoğan Çınar'dır. Çınar, "Aleviliğin Gizli Tarihi" adlı ezber bozan çalışmasında Alevi inancıyla Mu dini arasındaki ortak noktaları sıralamıştır.
1 - Varlığın Birliği (Vahdet-i Vücut)
Hallacı Mansur'un "Enel Hak" diye ifade ettiği "varlığın birliği" kavramı, varlığın tek olduğunu, her şeyi yaratan bir büyük kaynağın var olduğunu ve yaratılmışların bir gün yine ona döneceğini belirtmek için kullanılmaktadır. Çınar'a göre, 12.000 yıllık Mu tabletlerinde anlatılan da buna benzer bir inanıştır.
Gerçekten de, Churchward'ın ifadesiyle Mu tabletlerinde yer alan: "Büyük Kaynak'tan gelen insan ruhunun şanlı sonu Tanrı'ya geri dönüşüdür," biçimindeki anlayış, Alevilik'teki vahdet-i vücut anlayışına fazlaca benzemektedir.
W. Niven'in Meksika'da bulduğu 1055 numaralı tabletin Churchward tarafından yapılan deşifresi, Alevilikteki "Vahdet-i vücut" anlayışının birebir anlatımı gibidir.
![[Resim: sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-r...er0016.jpg]](http://www.spiritualizm.com/kitap/kitapkapak/koken/sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-resimleri-garifkleri-eski-uygarliklar-belgeler0016.jpg)
Şekil 1. Bu figür, Yaradan'ın sembolü olan Ra'nın, Güneşin, Uygurlarca kullanılan formudur.
![[Resim: sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-r...er0016.jpg]](http://www.spiritualizm.com/kitap/kitapkapak/koken/sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-resimleri-garifkleri-eski-uygarliklar-belgeler0016.jpg)
Şekil 1. Bu figür, Yaradan'ın sembolü olan Ra'nın, Güneşin, Uygurlarca kullanılan formudur.
Şekil 2. Bu, üç uçlu bir şekildir. Sayısal Mu sembolüdür.
Şekil 3. Bu bir dildir. Konuşma ve hitap sembolüdür. Bu nedenle söz Yaradan'ın sözüdür.
Şekil 4. Bu da başka bir dildir; fakat hem Ra'ya hem de Mu'ya bağlanmıştır; o halde Mu'dan konuşan Yaradan'dır, Tanrı'dır.
Deşifre: Yaradan (Tanrı), Mu'nun ağzından konuşmaktadır.
Bu deşifrede, Alevilikteki "varlığın tekliği" düşüncesi açıkça görülmektedir.
Basit bir anlatımla, Mu aynı zamanda Tanrı'dır.
Basit bir anlatımla, Mu aynı zamanda Tanrı'dır.
Nitekim Atatürk de bu gerçeği fark etmiş olacak ki, "Kayıp Kıta Mu" adlı kitabı okurken, Mu'nun batışının anlatıldığı bölümdeki "...Ya Mu kurtar bizi" cümlesinin hemen yanma, el yazısıyla: "demek ki Mu bir kıta değil bir ilahtır." diye not düşmüş ve bu notun başına bir "X" işareti koymuştur.
2 - Devriye
2 - Devriye
Alevilikte, insan ruhunun kaynağı olan Hak'tan ayrılıp yine ona dönünceye kadar geçirdiği evreler "devriye" olarak adlandırılmaktadır.
Alevi inanışında ölümlü olan bedendir. Tıpkı Mu dininde olduğu gibi Alevilikte de ruh ölümsüzdür. Bu gerçeği Yunus Emre,"ölürse tenler ölür, canlar ölesi değil" şeklinde dile getirmiştir. Ruh zamanı gelince, bir süre konuk olduğu bedenden ayrılarak yeni biçimlerle ve yeni bedenlerle, Kâmil İnsan oluncaya kadar yeniden, yeniden vücut bulacaktır. Bu durum dikkate alınacak olursa Churchward'ın ruhsal bakımdan aydınlanmanın doruğuna ulaştıklarını ifade ettiği Muluların "Kâmil İnsan" durumuna ulaştıkları düşünülebilir.
"Aynı Mu inanışında olduğu gibi Alevilikte de Yaradan'la insanın bütünleşebilmesi için insanın olgunlaşması ve mükemmelleşmesi gerekir!'
"Aynı Mu inanışında olduğu gibi Alevilikte de Yaradan'la insanın bütünleşebilmesi için insanın olgunlaşması ve mükemmelleşmesi gerekir!'
Mu dininde (Kozmik Diyagram'a göre) ruhun olgunlaşması için değişik aşamalardan geçmesi gerekir. Alevilikte de insan "dört kapı", "kırk makamdan" geçerek "insan-ı Kâmil" olur ve "hakikat kapısı" diye adlandırılan dördüncü kapıdan sonra Allah'la bütünleşir.
Churchward da, Mu dininde "dördüncü aşamada" Semavi Baba'nın yüce sevgisine (Tanrı'ya) ulaşıldığım ileri sürmektedir.
Mu dininde "devriye" daireyle sembolize edilmektedir. Sonu ve başlangıcı olmayan daire "ebediyetin" sembolüdür. Mu inancına göre, başlangıcı olmayan insanoğlu yüce kaynağa ulaşmak için birçok defa yeniden doğar. İşte Mu dininde bu felsefe (reenkarnasyon) daireyle sembolize edilmiştir.
Eski Türk Şamanizminde de benzer bir anlayış vardır. Şaman geleneklerine göre ölülerin bir süre sonra yeryüzünde tekrar doğabildiklerine inanılırdı. Bu inancı benimseyen Uygurlar, sürekli olarak tekrar doğma olgusuna "sansar" adını vermişlerdi.
Alevilikte de Mu dininde olduğu gibi sürekli bir "devriye", döngü söz konusudur.
Bu felsefe, Atatürk'ün de dikkatini çekmiştir.
Atatürk, Churchward'in "Kaybolmuş Mu Kıtası" adlı kitabını okurken bu konuyla ilgili, s.l71'de geçen şu satırlarla ilgilenmiştir.
" Eğer yaşayacaksak ebediyen devam etmeliyiz. Daire ve ebediyet gibi ebediyen devam edeceksek, insanın başlangıcı yoktur. 'İnsan müteaddid defalar vücuda gelir. Bununla beraber evvelki hayatından külliyen bihaberdir..." Bu cümlelerin üzerinde duran Atatürk, bu paragrafta geçen, "Bununla beraber evvelki hayatından külliyen bihaberdir." cümlesinin altını - önemi dolayısıyla - çizmiştir.
3 - Ayin-i Cem'in Sembolik Anlatımı
3 - Ayin-i Cem'in Sembolik Anlatımı
Alevilik inancının temel ritüellerinden biri de ayin-i cem'dir. Erdoğan Çınar, ayin-i cem anlatımlarının sembolik çözümlemesinin "etrafı sularla çevrili bir uygarlığın felakete uğramasını" anlattığını iddia etmektedir. Çınar, sembolik çözümlemesinde, İrane Melikoff ve Hatayi'nin ayin-i cem anlatımlarını kullanmıştır.
İrane Melikoff'un anlatımı:
"Erzen Ovası'nda, bir gölde yıkanırken bir aslanın saldırısına uğrayan çocuk Selman, bunun için su kenarında yetişen bir nergis çiçeği verdiği meçhul bir atlı tarafından kurtarılır. Bu çiçek Muhammed'in asrında kendisinde tanrısallığı kavradığı Ali tarafından Selman'a geri verilecektir."
Hatayi anlatımı:
Hatayi anlatımı:
Selman gördü havf etti
Elif, lam, mim, Kafetti
Gördü bir atlı gelir
Arslan kakıdı gitti
Kul olam bu atlıya
Sad eli beratlıya
Selman bir deste nergis
Niyaz sundu atlıya
Çınar, bu anlatımlarda geçen isimlerin önemli olmadığını, bu isimlerin zaman içinde kültürel etkileşim sonunda ayin-i cem anlatımlarına girdiğini ifade ettikten sonra Melikoff'un naklettiği ayin-i cemin sembolik çözümlemesini yapmıştır:
Elif, lam, mim, Kafetti
Gördü bir atlı gelir
Arslan kakıdı gitti
Kul olam bu atlıya
Sad eli beratlıya
Selman bir deste nergis
Niyaz sundu atlıya
Çınar, bu anlatımlarda geçen isimlerin önemli olmadığını, bu isimlerin zaman içinde kültürel etkileşim sonunda ayin-i cem anlatımlarına girdiğini ifade ettikten sonra Melikoff'un naklettiği ayin-i cemin sembolik çözümlemesini yapmıştır:
"Çölde saldırıya uğrayan çocuk, etraf sularla çevrili bir uygarlığın felakete uğramasını sembolize eder. Çocuğun kurtarılması, bu uygarlığa ait birikimlerin kaybolmayıp kurtarıldığının anlatımıdır. Kurtarılan çocuğun kurtarıcısına, geleneği temsil eden, su kıyısında yetişen bir nergis çiçeği vermesi, uygarlığın uğradığı bu felaketten kurtulanların geleneği ve sırları diğerlerine aktardığına, Muhammed çağında bu çiçeğin Ali tarafından Selman'a geri verilmesi ise geleneğin ve sırların (bu sırlar yaradılışa ve insanlığın kayıp geçmişine aittir) seçilmiş kişiler aracılığıyla kuşaktan kuşağa aktarıldığına delalet eder. (Alevi coğrafyasında lotus bilinmez, bu yüzden anlatımlarda lotus yerine su kıyılarında yetişen bir nergis çiçeği kullanılmış olmalıdır)"?
4 - Gerçeklerin Demine Hu
4 - Gerçeklerin Demine Hu
Alevilerin dualarını bitirirken söyledikleri "gerçeklerin demine hu" söylemi de Çınar'a göre Mu kökenlidir.
Çınar, W. Niven'in Meksika'da bulduğu 1780 numaralı tabletin J. Churchward tarafından okunuşuyla ortaya çıkan anlamın "gerçeklerin demine hu" cümlesine kaynaklık ettiğini iddia etmektedir.
Churchward, söz konusu tableti şöyle okumuştur: "Yaradan'ın gözleri gece gündüz her şeyi görür. O, Ra-Mu'nun (güneşin) ağzından konuşur. Onun kelamı hakilcattir (gerçektir)."
Çınar, burada "Yaradan'ın kelamı"ndan kast edilenin "ışık" olduğunu belirtmekte ve bu durumu şöyle açıklamaktadır:
"Bu tabletin okunuşu iyi incelendiğinde Alevilerin neden 'ışık insanı' anlamına gelen bir isimle anıldıkları daha iyi anlaşılır. Yaradan insanı ışık aracılığıyla yaratmıştır. İnsan, ışık aracılığıyla var edilmiştir. İnsan ışıktan gelmiştir. Alevi deyimi, 'ışıktan gelen' ışığa ait olan demektir ki gerçek olan da budur. Alevilerin tüm dualarının sonuna ekledikleri 'Gerçeğin demine hu' tümcesinin kadimdeki kaynağı budur. Gerçek olan Yaradan'ın kelamı, ışık ve ışıktan var olan insandır."
5 - Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı'ndaki İzler
5 - Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı'ndaki İzler
Erdoğan Çınar, araştırma ve incelemeleri sonunda Alevi-Bektaşi İslam anlayışının öncülerinden Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı'nda bazı Mu sembollerine rastladığını iddia etmektedir.
Bugün müze olarak kullanılan, Kırşehir'in Hacıbektaş ilçesine bağlı Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı, Çınar'a göre: "En eski geçmişinde bağlı olduğu Mu inanışından kalan sayısız izleri hâlâ taşımaktadır. " Ben de burada yaptığım araştırmalar sonunda Çınar'ı doğrulayan izlere ulaştığımı söylemeliyim.
İşte o izler!
a. Mu Kraliyet Armaları:
a. Mu Kraliyet Armaları:
Hacı Bektaş-ı Veli'nin kabrinin bulunduğu "Pir Evi" diye adlandırılan yapının Kırklar Meydanı denilen orta bölümünde bir cam dolap içinde sergilenen, ortasında güneşi simgeleyen daire formunun bulunduğu sekiz köşeli, mavi boyalı bir dergâh arması vardır. Bu armanın sekiz köşesinde sekiz küçük arma daha sıralanmıştır. Çınar'a göre dergâhın mührü olan bu demirbaş, aslında Mu kraliyet armasıdır.
Yine aynı bölümde, bir başka cam dolap içinde kırmızı mermerden işlenmiş bir arma daha vardır. Çınar'a göre bu da Mu kraliyet armasıdır.
Çınar ayrıca, Hacı Bektaş Dergâhı'nın avlusundaki bazı mezar taşlarında da aynı armanın olduğunu belirtmektedir.
Çınar, Bektaşi dervişlerinin başlarında ve boyunlarında taşıdıkları "teslim ol taşının", ortasında güneşi sembolize eden bir daire ve onu çevreleyen on iki güneş ışığıyla, Mu kraliyet armasının zaman içinde değişikliğe uğramış şekli olduğunu iddia etmektedir.
b. Güneş İmparatorluğu Arması:
b. Güneş İmparatorluğu Arması:
Çınar, Pir Evi'nin içinde Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı'nın ulularından Güvenç Abdal'ın sandukasının üzerinde tavandan sarkıtılan ****lden işlenmiş ve bir çember ile çevrelenmiş sembolün Mu Güneş İmparatorluğu arması olduğunu iddia etmektedir.
Çınar, Pir Evi'nin revak girişine, orta kemer üzerinde gök bağlantılı üç ayrı sembolün bulunduğunu ve Balım Sultan Türbesi girişindeki gökyüzü ve yıldızlar motifli muhteşem tablonun içine Mu imparatorluk armalarının serpiştirildiğini ileri sürmektedir.
c. Kozmik Diyagramın Bir Parçası:
c. Kozmik Diyagramın Bir Parçası:
Dergâhın birinci avlusunda girişin sağındaki üçler çeşmesinin üzerinde bulunan altı köşeli yıldızın yeryüzünü temsil ettiğini ileri süren Çınar, yıldızın ortasındaki dairenin, güneşin sembolü olduğunu ve dairenin ortasındaki altı dilimli çiçeğin de Mu'nun kutsal sembollerinden Lotus çiçeği motifi olduğunu belirtmektedir. Çınar'a göre bu kompozisyonda, Mu Güneş İmparatorluğu Kozmik Diyagramı'na ait bir parça sergilenmektedir.
d. Lotus Çiçeği Motifi:
d. Lotus Çiçeği Motifi:
Churchward'a göre lotus çiçeği, Mu'nun çiçek sembolüdür: "Gelenek, lotusun (nilüfer çiçeği) dünya üzerinde görünen ilk çiçek olduğunu söyler ve bundan dolayı ana yurdu temsil eden bir simge olarak benimsenmiştir."
Lotus çiçeği, Mu'dan etkilenen kültür ve coğrafyalarda da kutsal görülen ve güneşle ilişkilendirilen bir çiçektir. Çınar, işte bu lotus çiçeğinin bugün Alevi inançları içinde yaşamaya devam ettiğini iddia ederek bu iddiasını "Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı içinde bu çiçeklere hemen her köşede rastlanır." diyerek kanıtlamaya çalışmaktadır.
Erdoğan Çınar, Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı'ndaki "Mu sembollerinin" çok daha fazla olduğunu; fakat 1834'den sonra II. Mahmut'un isteğiyle dergâhtaki geçmişe yönelik izlerin silinmesi sırasında bu sembollerin de yok edildiğini iddia etmektedir.
Erdoğan Çınar, Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı'ndaki "Mu sembollerinin" çok daha fazla olduğunu; fakat 1834'den sonra II. Mahmut'un isteğiyle dergâhtaki geçmişe yönelik izlerin silinmesi sırasında bu sembollerin de yok edildiğini iddia etmektedir.
Hacı Bektaş-ı Veli'nin yattığı Pir Evinin kitabesi, bu dönemde yerinden sökülerek ortadan kaldırılmış olmalıdır. Pir Evi'nin girişindeki revakta sağda ve solda altışar adet olmak üzere on iki velinin mezarları vardır. Bu mezarların bir kısmının mezar taşları kayıptır. Pir Evi'nin merkezini oluşturan Kırklar Meydanı'nın doğusunda Horasan Erleri' diye anılan zatların mezarları vardır. Bu mezarların tamamı isimsizdir. Kırklar Meydanı'nın batı tarafında yer alan 'Çelebilerin' mezarlarında hiçbir kitabe bulunmamaktadır. Tekke içinde kaybedilmeye çalışılan izlerden birisi de Hasluck tarafından tespit edilen, tekke içinde Seklan adında pagan velisine ait türbedir. Hilmi Ziya Ülken'e göre bu türbe 'Hacı Bektaş türbesinin kuvvetini birkaç bin yıl öncesinden aldığını gösteriyor. Bu tespit yerindedir.
Değerli araştırmacı Erdoğan Çınar'ın bu tespitleri, ilk olması bakımından son derece önemlidir; fakat Çınar'ın kendine özgü yorumlarını, en azından şimdilik, "bilimsel bir gerçeklik" olarak kabul ederek konuya nokta koymak da mümkün değildir. Çınar, Alevi inançlarıyla Mu dini arasındaki özellikle bazı "sembolik benzerlikleri" ortaya koymaya çalışarak bilim insanlarına yeni bir pencere açmıştır, ki otuzlu yıllarda Mu konusuyla ilgilenen Atatürk'ün de yapmak istediği budur. Çınar'ın bu önemli bulgularına bir katkı da bizden olsun:
e - Kırklar Mezarlığındaki Kozmik Diyagram
e - Kırklar Mezarlığındaki Kozmik Diyagram
Eski Malatya'da Kırklar Mezarlığında bulunan ve 13. veya 14. yüzyıllardan kaldığı düşünülen bir mezar taşında "güneş haleli bir insan başı" tasvir edilmiştir.
Bu tasvirin hemen yanında Mu Kozmik Diyagramı'na benzeyen bir figür dikkati çekmektedir.
![[Resim: sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-r...er0017.jpg]](http://www.spiritualizm.com/kitap/kitapkapak/koken/sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-resimleri-garifkleri-eski-uygarliklar-belgeler0017.jpg)
Bu tasvirin hemen yanında Mu Kozmik Diyagramı'na benzeyen bir figür dikkati çekmektedir.
![[Resim: sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-r...er0017.jpg]](http://www.spiritualizm.com/kitap/kitapkapak/koken/sinanmeydan-kayip-kita-mu-koken-kitabi-resimleri-garifkleri-eski-uygarliklar-belgeler0017.jpg)
Görüldüğü gibi Mu diniyle Alevilik arasındaki benzerlikler gerçekten de incelemeyi gerektirecek kadar dikkat çekicidir.
3 - Piramitler
3 - Piramitler
Piramitler, tarihin tam anlamıyla çözülememiş gizemli bulmacalarından biridir. Dünyanın farklı bölgelerinde geometrik bir mükemmellikle gökyüzüne yükselen bu dev taş yapılar bugün de sırlarını korumaya devam etmektedir.
Dünyadaki belli başlı piramitler şunlardır:
- Mısır Piramitleri (Kuzey Afrika, MÖ 3000'ler).
- Sümer Piramitleri (Mezopotamya-Zigguratlar, MÖ 4500'ler).
- Maya, İnka ve Aztek Piramitleri (Orta Amerika, MÖ 4500, MS 300 arası).
- Türk Piramitleri (Asya-Beyaz Piramit, MÖ 10.000, MÖ 4500 arası).
- Mısır Piramitleri (Kuzey Afrika, MÖ 3000'ler).
- Sümer Piramitleri (Mezopotamya-Zigguratlar, MÖ 4500'ler).
- Maya, İnka ve Aztek Piramitleri (Orta Amerika, MÖ 4500, MS 300 arası).
- Türk Piramitleri (Asya-Beyaz Piramit, MÖ 10.000, MÖ 4500 arası).
Antik Mısır tarihiyle özdeşleşen piramitlerin öteden beri görkemli "kral mezarları" olduğu düşünülmüştür. Bugün piramitlerin "tanrısal" ve "dinsel" anlamlar taşıdığı neredeyse kesinleşmiştir; fakat yine de piramitler konusundaki soru işaretleri bitip tükenecek gibi görünmemektedir.
"(...) Bunların nasıl olup da inşa edildiği bugün bile hâlâ bir sırdır. Günümüzün modern teknolojisiyle bile onların bir eşini yapmakta hayli zorluk çekeriz. Eski Mısırlıların gününde ne damperli kamyonlar vardı, ne dev vinçler, ne çelik halatlar, ne palangalar, hatta ne de demir araç gereçler. Bir çekçek arabasından bile yararlanamayacak durumda oldukları halde, çölün üzerine taşlardan dağlar kurmuş, bunu afallatıcı bir dakiklikte yapmışlardı. Ama asıl şaşırtıcı soru, bunları neden ve nasıl inşa ettikleriydi. Mısırlıların daha önce piramit yaptıklarını hiç bilmediğimize göre birdenbire neden piramitler kurmayı seçmişlerdi? Bunları neden bu kadar kocaman ve bu kadar dakik ölçülerde kurmuşlardı? Hepsini bir tek yere kuracakları yerde neden çölün üzerine saçmışlardı?"
Piramitler konusundaki yanıtı belirsiz sorular, bu konuya kafa yoranlara, eski Mısırlıların "çok ileri bir uygarlığa" sahip olduklarını düşündürmüştür. İşte tam da bu noktada bu "ileri uygarlığın" kaynağı tartışmaları başlamıştır.
10 yıldan fazla Mısır piramitlerinin gizemini çözmeye çalışan Robert Bauval ve Adrian Gilbert'in, "Mısırlıların daha önce piramit yaptıklarını hiç bilmediğimize göre birdenbire neden piramitler yapmayı seçmişlerdi?" sorusu, "piramit düşüncesinin kaynağı" tartışmalarının kilit sorusudur. Bu soruya verilecek en mantıklı yanıtlardan biri, "piramit düşüncesinin Mısır'a başka bir yerden gelmiş olabileceğidir." İşte tam da bu noktada piramit tartışması alevlenmektedir.
J. Churchward'a göre piramitlerin kökeni kayıp Mu kıtasına dayanmaktadır. Mısırlılar piramit yapımını Mu'dan öğrenmişlerdir. Churchward'a göre MÖ 14.000'lerde Mu'nun koloni imparatorluklarından Atlantisli bir rahibin oğlu olan Thot (Hermes) Nil deltasında Mısır kolonisini kurmuştur. Daha sonra da Mu'dan gelen Naakal rahipleri dinsel ve bilimsel bilgileri Mısır'a taşımışlardır.Bu bilgiler arasında piramit yapımına ilişkin olanlar da vardır.
Piramit formunun eşkenar üçgen biçiminde olduğunu hatırlatan J. Churchward "eşkenar üçgenin" Mu'nun kutsal sembollerinden biri olduğunu belirtmektedir. Churchward'a göre Mu'nun kutsal sembollerinden "eşkenar üçgen" ilk piramitlerin de Mu'da inşa edilmesine neden olmuştur. Mu'da dinsel bir anlamı olan "eşkenar üçgen" gibi onu temsil etmek amacıyla dikilen piramitlerin de dinsel bir anlamı vardır.
"Eşkenar Üçgen: Kökeni, ilkel insana, Mu topraklarını oluşturan üç kara parçasının, Batı ülkelerinin nasıl ortaya çıktığının açıklanmasına dayanır.
Bir tanesi kutsal boyutlarda"diğer ikisi küçük olan bu kara parçaları birbirinden Mısırlıların deyimiyle dar boğazlarla ayrılmıştı. Gelenek ilk önce kıta boyutlarındaki parçanın ortaya çıktığını, diğer iki adanın farklı zaman dilimlerinde onu izlediğini söyler. Üç ayrı zamanı kapsayan bu fenomeni açıklamak için seçilen şekil üçgendi.
Eşkenar üçgenin birbirine bağlanan ve birbirinden kopuk olmayıp tek bir bütün çizgi oluşturan üç eşit kenarı vardır.
İlkel insana, her üç kara parçasını yükseltenin aynı yaradan olduğu ama her parçanın ayrı ve değişik bir emirle ortaya çıktığı işaret edilmişti. O halde üç tane değil yalnızca tek bir yaradan vardı. Belli ki daha anlaşılır olsun diye her yükseliş aşamasına ayrı bir nitelik tanınmıştı.
Üzerine çağlar boyu sayısız panteonların inşa edildiği ilk Üçlü Uluhiyet kavramı dinsel öğretilerin başlangıcından beri elden ele geçmeye başlamıştı ve hâlâ da bizimle beraberdir.
Eşkenar Üçgen, Yaradan'ı simgeliyordu ve Yaradan cennetle gökte oturduğuna göre üçgenin cenneti de simgelemesi gerekirdi; çünkü Tanrı neredeyse orası cennetti. (...) Aynı şeyin Mısır sembolleri tarafından da doğrulandığını gördüm. (Churchward burada bir eşkenar üçgen şekline, onun içinde bir daire ve onun içinde de bir noktaya yer vermiştir.) Burada Tanrı'nın tekliğinin sembolünün, üçgen içine yani cennetin içine alındığını görüyoruz. Eski yazılarda veya yazıtlarda eşkenar üçgene her nerede rastlarsanız orada mutlaka üçlü tanrılıktan, cennetten veya her ikisinden söz ediliyordur. "
"Eşkenar Üçgen: Kökeni, ilkel insana, Mu topraklarını oluşturan üç kara parçasının, Batı ülkelerinin nasıl ortaya çıktığının açıklanmasına dayanır.
Bir tanesi kutsal boyutlarda"diğer ikisi küçük olan bu kara parçaları birbirinden Mısırlıların deyimiyle dar boğazlarla ayrılmıştı. Gelenek ilk önce kıta boyutlarındaki parçanın ortaya çıktığını, diğer iki adanın farklı zaman dilimlerinde onu izlediğini söyler. Üç ayrı zamanı kapsayan bu fenomeni açıklamak için seçilen şekil üçgendi.
Eşkenar üçgenin birbirine bağlanan ve birbirinden kopuk olmayıp tek bir bütün çizgi oluşturan üç eşit kenarı vardır.
İlkel insana, her üç kara parçasını yükseltenin aynı yaradan olduğu ama her parçanın ayrı ve değişik bir emirle ortaya çıktığı işaret edilmişti. O halde üç tane değil yalnızca tek bir yaradan vardı. Belli ki daha anlaşılır olsun diye her yükseliş aşamasına ayrı bir nitelik tanınmıştı.
Üzerine çağlar boyu sayısız panteonların inşa edildiği ilk Üçlü Uluhiyet kavramı dinsel öğretilerin başlangıcından beri elden ele geçmeye başlamıştı ve hâlâ da bizimle beraberdir.
Eşkenar Üçgen, Yaradan'ı simgeliyordu ve Yaradan cennetle gökte oturduğuna göre üçgenin cenneti de simgelemesi gerekirdi; çünkü Tanrı neredeyse orası cennetti. (...) Aynı şeyin Mısır sembolleri tarafından da doğrulandığını gördüm. (Churchward burada bir eşkenar üçgen şekline, onun içinde bir daire ve onun içinde de bir noktaya yer vermiştir.) Burada Tanrı'nın tekliğinin sembolünün, üçgen içine yani cennetin içine alındığını görüyoruz. Eski yazılarda veya yazıtlarda eşkenar üçgene her nerede rastlarsanız orada mutlaka üçlü tanrılıktan, cennetten veya her ikisinden söz ediliyordur. "
Churchward'a göre insanlık tarihinin en eski kutsal sembollerinden olan eşkenar üçgen Hıristiyanlıktaki üçlemenin yani Trinite'nin de temelini oluşturmakta ve aynı zamanda cenneti, yani gökleri temsil etmektedir.
"Eşkenar üçgen, insanın birde üç olan Tanrı (Triune) kavramını görebilmesi ve anlayabilmesini sağlayabilecek bir şekil olduğu için seçilmişti. Bu üç nitelik ilk üçlemeyi (Trinite) oluşturdu ve orijinal üçleme kavramı böyle doğdu. Bu her ne kadar çağdan çağa çeşitli görünümlere bürünse ve çeşitli topluluklarda farklı kelimeler ve kisveler adı altında bilinse de asla ölmeyen ve muazzam zaman dilimlerini aşıp günümüze süzülen bir kavramdır.
Üçgen, üçleme sembolizmine bağlı olarak cenneti temsil etmek için de kullanılıyordu. Üçgen, Üçlü Uluhiyeti simgelediği ve Tanrının mekânı da cennet olduğu için dolayısıyla bunu Tanrı neredeyse cennet de oradadır düşüncesi izliyordu.
Birde üç olan uluhiyet kavramı bize 50.000 yıl öncesindeki atalarımızdan mirastır ve bugün birçokları için hâlâ kutsaldır."
[align=center]Piramit formundaki yapılar işte bu düşüncelerle ilk olarak Mu'da ortaya çıkmıştır. Anlaşıldığı kadarıyla Mu'da Tanrı'nın tekliğini sembolize eden "eşkenar üçgen" zaman içinde insanlara üçgen formunda dev piramitler inşa etme konusunda ilham vermiştir. Dolayısıyla Tanrı'nın tekliğini ifade eden ilk piramitler de tıpkı güneşle (RA) sembolize edilen ilk tek Tanrılı din gibi Mu'da ortaya çıkmıştır. Mu'dan yapılan göçler sonucunda hem tek Tanrılı din, (Amon-Ra) hem de Tanrı'nın tekliğini sembolize eden piramit düşünc