Eğer hedef mevcut rejimi değiştirmek ise önce Cumhuriyet tarihinin değiştirilmesi kötüleşmesi gerekir.
Bunu iki şekilde, bir son derce kaba ve cahilce bir de ince ince araştırmacı yazan, objektif analist pozlarında yapmaktadırlar. Her durumda amaç aynıdır: önce zihinlere zoru işareti düşürmek, sonra da “bize hep yanlış öğretildi, aslında Atatürk despot adamdı, Cumhuriyeti de zaten halk istemiyordu” diyerek karşı devrime meşruiyet kazandırmaktır.
Taha Akyol’un yeni yazdığı “Atatürk’ün İhtilal Hukuku” adlı kitabıyla ilgili Taraf ve Zaman gazetelerinde yayınlanan röportajlarını okuyunca insan başka türlü düşünemiyor.
O dönemin koşulları içindeki uygulamaları bugünün koşullarında ve mutlak bir eleştirel ön kabulle, üstelik der olayın tek tarafını yansıtarak yargılamak nasıl bir nesnellikle izah edilebilir.
Zaman gazetesindeki röportajda: ]“Ben de zaten bir şeylere cevap vermek için değil zihinlere soru atmak için yazdım bu kitabı” diyor Taha Akyol.
Kuşkusuz bu yazı o röportajlardaki bütün iddialar veya yorumlara cevap verilmek için yazılmıyor –ki bunun tek sebebi yazının uzun olmamasıdır- ama bazı iddialara cevap vererek Atatürk2e biçilmeye çalışılan imajın haksızlığını anlatmak gerek.
Sözgelimi] Erzurum kongresinde “manda ve himaye kabul edilmez, diye bir madde yoktur” diyor. Peki ne var mı? Taha Akyol’un Taraf’tan Neşe Düzel’in sorusuna cevabı şöyle: “]Manda fikri reddedilmekle beraber, tarafsız bir devletin Türkiye’ye yardımının kabul edilebileceği fikri var orada.”
Kelime oyununa bakar mısınız? “Manda fikri reddedilmekle beraber” ne demek? Mandanın kabul edilemeyeceği değil mi? Ve tarafsız bir devletin yardımı alınmadı mı? Mesela Sovyetler Birliği’nin para ve silah yardımı oldu ama onların himayesine mi girildi? Elbette hayır. Atatürk'ün en değişmez duruşu Mili Bağımsızlıktır. Üstelik de bu yardım, Mazhar Müfit Kansu’nun nakliyle şu şarta bağlıdır: “devlet ve milletimizin dahili ve harici istiklali ve vatanımızın tamamisi mahfuz kalmak şartıyle…”
Yani Erzurum kongresi Manda ve himayeyi reddedip, uluslar arası yardımlaşmayı kabul etti. Bunu da Sovyetlerle yaptı. Buna rağmen “Manda ve himaye kabul edilmez, diye bir madde yoktur” demek çarpıtma değil midir?
TAHA AKYOL’’UN MANDA MANTIĞI
Halide edip’in Amerikan Mandası teklifini “Amerika’dan yardım almak1 olarak anlatan ve bugün AB’ye karşı olmaktan farklı olmadığını” söylüyor.
Önce şunu belirtelim, Halide Edip’in mektubunda teklif ettiği son derce kırıcı bir teslimiyetti. Amerika’nın bizim topraklarımızda bir Ermenistan kurmayacağına inanmış olmakla teselli oluyordu. Mektubunda şu satırları aktarmak kâfidir: “(… süratle istememiz lazım gelen Amerika’da tabii mahzursuz değildir. İzzeti nefsimizden epeyce fedakârlık etmek mecburiyetinde bulunuyoruz…” Başka söze gerek var mı? Ulusal izzeti nefisten fedakârlık kabul edebilir miydi? Atatürk’ün karşı olduğu da tam olarak buydu. Bu anlamda, Milli Mücadele kadrosunun ve Atatürk’ün onurlu duruşunu AB karşıtlığıyla benzeştirmekte ise haklıdır. Çek Cumhuriyeti Başkanı Vaclav Klaus ülkesi AB’ye üye olurken şu tarihi cümleleri söyledi: “Herkesin bildiği gibi birkaç gün içinde devletimizin bağımsız ve egemen varlığı sona erecektir. “
Taha Akyol haklıdır çünkü ne Atatürk ne de bağımsızlık onuruyla yaşamak isteyen biri bu cümleyi kurabilirdi. Bunu yapamayacakları için mandayı da bir birliğe üyeliği de reddettiler. Savaşarak bağımsızlık kazandılar. Demek ki neymiş Halide Edip’in manda teklifi Atatürk’ün anlayışına değil Vaclav Klaus’un kararına benziyormuş…
RAUF BEY VE PADİŞAH
Diyor ki, ]Taha AKYOL: “ Ders kitaplarında anlatıldığı gibi padişahçı güçlü bir grup vardı da Atatürk onların elinden çekti cumhuriyeti kurtardı gibi değil olay…”
Atatürk saltanatın, hilafetin durdurulması ve Cumhuriyetin ilanında ve daha sonra tam da böyle grupla mücadele etti. Rauf Orvay’ın saltanatın kaldırılması için önerge verenlerden biri olduğunu ve o dönem mecliste cumhuriyete karşı kimsenin olmadığını söylüyor Taha Akyol.
Aslında gerçek böyle değil anlatalım: Saltanat kaldırılmadan 15 gün önce Atatürk Rauf Orbay ve Refet Bele’nin saltanat ve hilafet hakkındaki görüşlerini sormuştur. Aldığı cevap ilginçtir. Raf Bey “Babasının ve kendisinin padişahın nimeti ve ekmeği ile yetiştiğini kanında o nimetin zerreleri olduğu için, padişaha sadık kalmak zannında olduğunu” söyler. “Halifeye bağlılığını ise terbiyem icabıdır.” Der.
Refet Bey de aynı görüşte olduğunu beyan eder.
Demek ki neymiş? Rauf Bey ve Refet Bey ilk önerge verenlerden hatta bu teklifi destekleyen konuşmacılardan biriydi. Peki Rauf Bey nu noktaya nasıl geldi? Onu da anlatalım:
Saltanatın ilgası TBMM’ye teklif edildiğinde çok tartışmalar yaşandı. İtirazlar, dini bilgi yarışlarına dönüştü ama karma komisyonda düğümü çözen Atatürk’ün o ünlü konuşması oldu: “Hâkimiyeti ve saltanat hiç kimseye, ilim ve din icabıdır diye müzakere ile münakaşa ile verilmez. Kudretle ve zorla alınır. Nitekim Türk milleti hâkimiyet ve saltanatı, isyan ederek kendi eline bilfiil almıştır. (… burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse fikrimizce çok iyi olur. Aksi takdirde hakikat gene usul dairesinde olunur. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir."
İşte bu konuşmadan sonra Rauf Bey, padişahın kanında dolaşan nimetini bir kenara bırakarak milli gayeye uymuş, hatta o günün bayram ilan edilmesini teklif etmiştir.
Yani Atatürk, cumhuriyeti ve milli egemenliği padişahların elinden çekip almıştır. Çünkü kaderini padişaha bağlayanlar, aslında İngiltere'ye bağlamıştı. Tıpkı şimdi kaderini Amerika'ya bağlayanlar gibi...
Hatta Necmettin Sadık Atatürk'e şunu sormuştu: "Madem ki meclis cumhuriyeti ilan etmeye kendisini salahiyetli gördü, o halde başka bir mecliste, başka bir ekseriyet bir gün meşrutiyet ilan ederse ne yaparız?"
Atatürk'ün cevabı açıktır: "Olabilir, fakat hepsini sopa ile kovarız."
Sadece bu cevap bile Taha Akyol'un yanlı yorumunu çürütmeye yetmez mi?
ATATÜRK'ÜN HUKUK ANLAYIŞI
]Taha Akyol, röportajın birçok yerinde Atatürk'ün "Tek Adam" olmak istediğini, hukukun kendisine bağlı olmasını istediğini çeşitli gerekçelerle ileri sürdü.
Olağanüstü dönemler, bir yandan düşman işgali, bir yandan iç isyanlar, ekonomik sorunlar ve padişah hizipçilerinin ortasında, hem de Osmanlı'ya asi olmuş bir pozisyonda yaşanan olaylar örneklenerek Atatürk'ün hukuk anlayışı sorgulanamaz, anlaşılamaz.
Bu koşullarda bile alınan her karar, yapılan her eylem meclis ile birlikte yapılmıştır. Eğer tek adam olmak isteseydi olurdu. Hanedan bile olurdu. Ama o bunu istemedi.
Evet, Atatürk anayasa değişikliklerinde cumhurbaşkanına veto ve meclisi fesih hakkı verilmesini istedi ama bundan vazgeçti.
Hem de bugünkü liberal yobazların "faşist" dediği M. Esad Bozkurt ve Şükrü Saraçoğlu'nun itirazlarıyla. O iki genç adamla bu konuyu sabaha kadar tartıştı, sonra da bu talebinden vazgeçti.
Demek ki neymiş? Atatürk hukuka ve bilimsel tartışmalara inanıyordu. Bir diktatör,mutlak lider olsaydı onu ikna edebilirler miydi?
Atatürk'ün bu tutumunu bugünkü siyasetçilerde bile görmek mümkün değildir...
Onun hukuka saygısına son bir örnek verelim:
Yenişehir'de bir ev yaptırmak istemektedir. Evin altında da plana göre bir dükkan vardır.
Ankara şehir planını yapanlar Atatürk'ün müracaatını onaylar ama evin altındaki dükkanın plana aykırı olduğunu söylerler.
Atatürk daha sonra durumu öğrendiğinde tepkisi son derece net olur:
"Ne demek bu? Bizim keyfimiz için planı mı bozacaksınız? Yarın mütehassısa söyle projeyi derhal geri alınız ve dükkanı siliniz..."
Dünyada hangi mutlak lider biz mühendisin/ mimarın şehir planına itaat eder?
Bugün milyonlarca dolarlık kaçak villalarda oturan siyasetçilere ve onların yakınlarına bakın da Atatürk'ün büyüklüğünü görün.
] Atatürk ve Cumhuriyet hakkında "zihinlere soru işaretleri düşürülen " aynı anda da şeyh Saitlerin, Sultan Abdülhamitlerin övüldüğü mağdur ve kahraman ilan edildiği günlerdir . Herkes yapması gerekeni yapmaktadır. Tarih de bunları kaydetmektedir.
Mehmet Yiğittürk
Odatv.com
Taha Akyol,Atatürk'ü mandacı yaptı...
Kelimelerim sistem hatasından yanlış yerden ayrılıyor...
ÂÇalışmadan, yorulmadan, öğrenmeden rahat yaşama yollarını aramayı itiyat haline getirmiş milletler, evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.Â
Özü bitmiş, gümanı pak olmamış,şeytana tapmış, nefsi çıkarı için arayıpta birşey bulamamış, kuyruk acısı varsa,Derviş Muhammed'in de dediği gibi" bir kılını çektiyse" Zöhre Ana, onu değerlendirmek ister aklısüre.Ehlibeyt'in meyvası bitmez, dalı budağı kurumaz,sen ne kadar kezzap dökersen dök, O'nun Zemzem çeşmesi ALİ'dir
Derviş'in HAK kelamını can kulağıyla dinliyebliyorsan yeter,firdevs bağından bir gül alabiliyor musun,O'nun ibadetine,saldığı yola,yaşatmak istediği güzelliğe canı gönülden yürüyebiliyorsan en büyük mutluluk budur.
(Pir Zöhre Ana)
ÂÇalışmadan, yorulmadan, öğrenmeden rahat yaşama yollarını aramayı itiyat haline getirmiş milletler, evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.Â
Özü bitmiş, gümanı pak olmamış,şeytana tapmış, nefsi çıkarı için arayıpta birşey bulamamış, kuyruk acısı varsa,Derviş Muhammed'in de dediği gibi" bir kılını çektiyse" Zöhre Ana, onu değerlendirmek ister aklısüre.Ehlibeyt'in meyvası bitmez, dalı budağı kurumaz,sen ne kadar kezzap dökersen dök, O'nun Zemzem çeşmesi ALİ'dir
Derviş'in HAK kelamını can kulağıyla dinliyebliyorsan yeter,firdevs bağından bir gül alabiliyor musun,O'nun ibadetine,saldığı yola,yaşatmak istediği güzelliğe canı gönülden yürüyebiliyorsan en büyük mutluluk budur.
(Pir Zöhre Ana)