You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

Sinan Meydan, yıkıldığı söylenen camileri anlatıyor...

Sinan Meydan, yıkıldığı söylenen camileri anlatıyor...

Posting Freak
Sinan Meydan, yıkıldığı söylenen camileri anlatıyor...
Cami Fetişizmi: “Amaç İbadet mi Yoksa Gösteriş mi?”

]Öncelikle, İslam dinine göre “İnsana şah damarından bile yakın olan ALLAH her yerdedir.” Dolayısıyla ibadet etmek için ille de sınırları belirlenmiş ve dört duvarla çevrilmiş bir mekana ihtiyaç yoktur… İslama göre, “darül harp” (işgal edilmiş, savaş alanı) olmayan ve temiz olan her yer bir ibadethanedir. Bu mantık gereği olsa gerek, Hz. Muhammed, İslamiyeti yaymaya başladığı ilk dönemlerde dört duvarla çevrilmiş bir ibadethane olmadan Müslümanları ibadete çağırmış ve ibadet ettirmiştir. Daha sonra da “görkemli olmayan” ibadethaneler diye tanımlanabilecek olan “Mescitler” inşa ettirmiştir. Hatta bunların inşaatında bizzat yer almıştır. İslamda “cami fetişizmi” İslamı yozlaştıran Emeviler döneminde başlamıştır. Dini siyasete alet eden Emeviler, ibadetleri “şov aracı” haline getirirken büyük boyutlu ve çok sayıda cami yaparak, bir anlamda “dindarlık eşittir görkemli ve çok sayıda cami” formolüne sarılmışlardır. Emevilerden sonra devam eden bu din dışı gelenek bugüne kadar gelmiştir. Din istismarının alıp başını gitti günümüz Türkiyesi’nde küçücük bir mahallede birbirine sadece birkaç kilometre uzaklıkta birkaç cami inşa edilmesi “dindarlığın” göstergesi olarak algılanmaktadır ve dahası bu camilerin altları da çoğunlukla belli cemaatlerce dükkan-market olarak kullanılmaktadır. Anlaşılan birileri "daha çok cami" diye diye malı götürmektedir...
Cumhuriyet’in Cami Politikası: İhtiyaç kadar camidir.

Cumhuriyet'in Cami Politikası: İhtiyaç Kadar Cami

1927 yılında tüm Türkiye’de, okulların iki katı, “14.425 okula karşılık, 28.705 cami” vardır.[1]

Bu nedenle, 17 Nisan 1927 tarihli 1011 Sayılı Bütçe Kanunu’nun 14.Maddesine göre, Türkiye’ye gerçekten ne kadar cami ve nekadar din görevlisi gerektiğinin 31 Mayıs 1928 tarihine kadar belirlenmesi istenmiştir.[2]

Bu konudaki nizamname, 5 Ocak 1928’de kabul edilmiştir.[3]

Daha sonra bu nizamname biraz daha genişletilerek 25 Aralık 1932 tarihinde “Cami ve mescitlerin sınıflandırılması hakkındaki nizamname” adıyla yürürlüğe girmiştir.

Bu çerçevede Türkiye genelinde “ihtiyaç fazlası” olduğuna karar verilen camiler belirlenmiştir.[4] İşte kapatılan ve başka amaçlarla kullanılan bu “ihtiyaç fazlası” camilerdir.

İhtiyaç fazlası camilerin belirlendiği 1928’de Türkiye’nin 14 milyon nüfuslu bir ülke olduğu dikkate alınacak olursa, 28.705 caminin ihtiyaca göre çok fazla olduğu kolayca anlaşılacaktır. Son dönemlerde girilen savaşlardaki aşırı can kaybından sonra Türkiye’de ihtiyaç fazlası camilerin olması çok doğaldır.Yeni kurulan Cumhuriyet, her şeyi planladığı gibi Türkiye’nin ihtiyacına göre cami planlaması da yapmış ve ihtiyaç fazlası camileri belirleyerek tasnif etmiştir. Üstelik bu iş için neredeyse bir yıllık bir zaman ayrılmış, gayet titiz bir çalışma sonunda ihtiyaç fazlası camiler belirlenmiştir. Yanmış yakılmış, asırlarca ihmal edilmiş, yokluk ve yoksulluk içinde kıvranan, sıfırdan imar edilen ve kalkındırılmaya çalışılan, genç Cumhuriyeti kuranlar; “aşırıya”, “lükse”, “gösterişe” değil, Türkiye’nin gerçek ihtiyaçlarına önem vermiştir. Bu çerçevede “ihtiyaç fazlası camiler” belirlendikten sonra “dönüştürülerek” başka amaçlar için de kullanılmıştır. En basit bir inşaatın bile belirli bir maddi kaynak demek olduğu düşünülecek olursa, adeta sıfırdan imar edilen yeni Türkiye için, cemaati olmayan, bu nedenle tasnif dışı bırakılan camileri “boş” veya “atıl durumda” bekletme lüksü yoktur; bu nedenle- tekrar ediyorum- tasnif dışı camiler dönüştürülerek farklı amaçlar için kullanılmıştır; ama asla, camiler, ahır, eğlence merkezi veya tuvalet yapılmamıştır. Bu konudaki bazı örnekler, dünyanın her yerinde olabilecek uç örneklerdir. Bu kötü,uç örneklerden dolayı dönemin yöneticilerini suçlamak son derece gayri ciddi ve insafsız bir yaklaşımdır. Tek parti döneminin cami politikasının eleştirilebilecek tek yanı bazı tarihi camilerin de tasnife tabi tutulmasıdır. Ancak asıl tarihi cami kıyımı DP ve Menderes döneminde yapılmıştır. (Bu konuya ilerde değinilecektir).

Emevilerden beri devam eden “cami fetişizminin” etkisiyle olsa gerek, genç Cumhuriyet’in bu çok normal kararı (ihtiyaç fazlası camileri başka amaçlarla kullanma), çok geçmeden “CHP camileri kapattı, depo yaptı, ahır yaptı” biçiminde bir “iğrenç” propagandaya dönüşmüştür. Cumhuriyeti kuran iradeyi “din düşmanı” göstermeye yönelik bu maksatlı propaganda, zaman içinde çok kişiyi etkilemiştir.

14.425 okula karşılık, 28.705 caminin olduğu bir ülkede, normal insanların, ihtiyaç fazlası camilerle değil, camilerin yarısından bile az sayıdaki okullarla ilgilenmesi gerekirken, Halkevlerinin, Köy Enstitüleri’nin kapatılmasına tepki göstermesi gerekirken, bizler sabah akşam neden cami muhabbeti yapıyoruz acaba? Müslümana Müslüman propagandası yapmamızın başka bir amacı mı var acaba?
Tarihi Camilerin Yıkımını ve Amaç Dışı Kullanımı Konusundaki İstismarı Atatürk ve Hükümet Önledi

]Cumhuriyet'in ilk yıllarında bazı yerel yöneticiler tarafından eski eserlere gereken önemin verilmemesi üzerine bizzat Atatürk, aralarında camilerin de bulunduğu eski eserlerin korunmasını istemiştir. Atatürk 1933 yılında bu eserlerin korunması hakkındaki Konya'dan çektiği telgraftan sonra Hükümet de bu işle daha sıkı bir şekilde ilgilenmeye başlamıştır.

31.1.1934 tarih ve 6 / 370 sayılı Başvekalet genelgesiyle, "imar hevesi yüzünden eski eserlerin yıktırıldığının görüldüğü" belirtilerek, "bundan sonra Maarif Vekaleti'ne sorulmadan hiç bir eserin yıktırılmaması" istenmiştir. (4a)

3.10.1935 gün ve 6/ 5548 sayılı Başvekalet genelgesiyle, illerde idarecilerin ve belediye başkanlarının "vakıf eserleri haraptır diye çabucak yıktıklarının öğrenildiği, bu hareketi yapanların ağır mesuliyet altına girecekleri" belirtilmiştir. (4b)

Ancak bu tehditkâr genelge bile taşradaki idarecileri durduramamış olmalıdır ki Başvekaletin 10.4.1936 tarihli bir genelgesi ile "askerler tarafından kullanılırken eski eser niteliği taşıdıkları için Milli Savunma Bakanlığından alınan fakat bu defa Valilik onayı ile Ziraat Bankasına buğday ambarı yapılmak üzere verilen Diyarbakır Hüsreviye ve Behramiye Camilerinin boşaltılması ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün onayı alınmadan vakıf eserlerin ve diğer idarelere ait eserlerin amaçları dışında kullanamamaları" son defa istenilmiştir. (4c)

Son olarak 12.3.1940 tarihli Başbakanlık genelgesiyle "İmar Yapı ve Yollar Kanunu"na dayanarak "belediyelerin vakıf eserlerin arsalarını parasız istimlak ettikleri, bazı belediyelerce de arsasını istimlâk etmek için önce üzerindeki sağlam binayı "haraptır" diye yıktıklarının görüldüğü, bu gibi emrivakilere meydan verilmemesi" bildirilmiştir. (4d)

Bu belgelerden de görüldüğü gibi Cumhuriyet'in ilk yıllarında "illerde idarecilerin ve belediye başkanlarının 'vakıf eserleri haraptır' diye aralarında bazı camilerin de bulunduğu bu eserleri çabucak yıktıkları" anlaşıldıktan sonra Atatürk ve Hükümet olaya el koyarak tarihi değeri olan bu eserlerin yıkımlarını önlemiştir. Belgelerden ayrıca, Hükümet'ten habersiz bazı yerel yöneticilerin taşrada bazı camileri "amaçları dışında kullandıkları" anlaşılmaktadır. Hükümet bu durumu fark eder etmez yerel yöneticilere gönderdiği genelgelerle "bu camilerin derhal boşaltılarak Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün onayı alınmadan amaç dışında kullanılmamaması gerektiğini" bildirmiştir.

Yani Sayın Başbakan'ın, Tek Parti döneminde amaç dışı kullanılan camilerin fotoğraflarını göstererk, "İşte Tak Parti, İsmet İnönü camileri böyle yatakhane, depo, ahır yaptı" demesi gerçeği yansıtmamaktadır.] Çünkü yukarıdaki beleglerde de açıkça görüldüğü gibi bu şekilde amaç dışı kullanılan bazı camiler, Hükümet'ten ve İnönü'den, hatta Atatürk'ten habersiz bir şekilde bazı işgüzar yerel yöneticiler tarafından bu hale getirilmiştir. Nitekim Cumhurbaşkanı Atatürk ve İnönü'nün başbakanlığındaki Hükümet bu durumu öğrenir öğrenmez konuya müdahele etmiş; bu eserlerin bahanelerle yıkılmamasını, korunmasını ve amaç dışı kullanım için de mutlaka izin alınmasını şart koşmuştur.

İsmet İnönü Bazı Camileri Kapatıp Depo Yaptı, Kapısına Kilit Vurdu! Peki Ama Neden?

Cumhuriyet tarihi yalancıları ve onların yalanlarıyla beslenen “dinci partiler”, öteden beri CHP’ye ve İsmet İnönü’ye saldırmak için “Kafir İsmet İnönü camilere kilit vurdu. Etrafına asker dikti. Namaz kılmak için içeriye kimseyi sokturmadı. Camileri devamlı teftiş etti. Nöbetçilere, ‘İçeriye kimseyi sokmuyorsunuz değil mi?’ diye sordu!” biçiminde bir propagandayla, CHP ve İsmet İnönü’nün “cami düşmanı” olduğu yalanına neredeyse bütün Türkiye’yi inandırmışlardır.

Evet! Gerçekten de CHP ve İsmet İnönü, 1939-1946 arasında Türkiye’deki bazı camileri “depo” yapmış, bu camilerin kapısına “kilit” vurmuş, etrafına “asker” dikmiş ve bu camileri ibadete kapatmıştır! Burada sorulması gereken ama asla sorulmayan soru şudur: Ama neden? İsmet İnönü'yü camileri kapatmakla suçlayanların amacı İnönü'yü "cami düşmanı" göstermek olduğu için bu "ama neden" orusunu onlar asla sormaz, soramazlar.

Çünkü İsmet İnönü’nün bu davranışının nedeni “cami düşmanlığı”, “din karşıtlığı” değil; tam tersine “dinine olan bağlılığı”, “tarihine olan saygısı”dır.

“Nasıl yani?” dediğinizi duyar gibiyim!

Şöyle ki:

İsmet İnönü, II. Dünya Savaşı’nın devam ettiği 1939-1946 yılları arasında, Türkiye’ye yönelik muhtemel bir saldırıda, camilerin hedef alınmayacağını düşünerek, müzelerimizdeki “tarihi” ve “dini” değeri olan eserleri, zarar görmemeleri için, bazı camilere koydurarak koruma altına almıştır. Evet, İsmet İnönü, 1939-1946 arasında bazı camileri “depo” yapmıştır, ama bu depolar, Kutsal emanetler, Hz. Muhammed’in sancağı, kılıcı, hırka-i saadeti, Hz. Osman’ın kanlı Kuran’ı Kerim”i gibi “dinsel ve tarihsel” değeri olan eşyaların deposudur. Örneğin, Topkapı Sarayı’ndaki “Kutsal Emanetler”, bu emanetlerle ilgilenen görevlilerle birlikte Niğde’ye götürülerek, Niğde’deki bazı camilere konulmuştur. Dolayısıyla, “Kutsal Emanetlerin” bulunduğu bu “cami depolar”, ibadete kapatılmış ve kapısına kilit vurulup asker dikilmiştir. Çünkü İsmet İnönü, bu “Kutsal Emanetlerin” korunmasına çok büyük bir önem vermiştir.

Bu nedenle gerçek bir Müslümana düşen görev, bu davranışından dolayı İsmet İnönü’yü “kınamak” değil, “kutlamaktır”.

Tufan Türenç, "Çirkin İftira ve Gerçek”, adlı yazısında, Cumhuriyet tarihi yalancılarının “bu çirkin iftirasının kaynağını”, yıllarca CHP’de görev yapmış, İnönü’nün yakınında bulunmuş, Necati Karakaya’nın anlattıklarıyla çürütmüştür.

Şimdi, Necati Karakaya’nın Tufan Türenç’e gönderdiği mektubu birlikte okuyalım:


1950 yılından itibaren Anadolu’nun dolaştığım her köşesinde bu iftirayı duydum.

Gerçek şudur.

1942 yılında İkinci Dünya Savaşı’nın en alevli günlerinde Hitler’in orduları sınırımıza dayandı. Türkiye’ye girip girmemekte kararsızlardı.

İsmet Paşa Trakya’da Çakmak hattını kurmasına rağmen İstanbul’un bombalanacağını tahmin ediyor bu nedenle de savunmayı Ankara’nın dışında yapmayı düşünüyordu.] İstanbul’daki saraylarda ve müzelerde bulunan tarihi eşyaları, zarar görmemeleri için Alman uçaklarının menzil dışında kalan bölgelerdeki camilere koymayı düşündü .

]İsmet Paşa düşmanın camileri bombalamayacağını biliyordu. O nedenle bütün saray eşyalarını, padişahların tahtlarını, mücevherleri, kutsal emanetleri, Hazreti Muhammed’in sancağını, kılıcını, Hırkai Saadeti, Hazreti Osman’ın kanlı Kuran’ı Kerimi’ni, Atatürk’ün Samsun’da çıktığı tahta iskeleyi, müzelerde ne varsa tümünü tam 48 vagona yerleştirerek Niğde’ye gönderdi.

Bu değerli eşyaları korumak için Topkapı Sarayı İkinci Müdürü Lütfü Turanbek başkanlığında 30 görevli, aileleri ve çocuklarıyla birlikte Niğde’ye gitti.

Eşyalar ve görevliler, tehlike tamamen geçene kadar Niğde’de kaldılar.

Bu değerli eşyalar Niğde’de 3 camiye yerleştirildi. Camilerin etrafına nöbetçi askerler yerleştirildi. 28 Ocak 1943 günü İnönü Adana’da Churchill ile buluşmak üzere Ankara’dan trenle yola çıktı. Tren Niğde’de durdu ve uzun süre bekledi.

]İsmet Paşa tarihi eşyaları görmek üzere 3 camiyi de teftiş etti. Özellikle Atatürk’ün Samsun’a çıktığı tahta iskeleyi görmek istiyordu. Saruhan Camii’ne gitti ve Tunabek’e sordu: ‘Asker nöbetini aksatmıyor, camilere kimseyi almıyor değil mi? Gözüm arkada kalmasın’ dedi.”

İşte o çirkin iftiranın gerçek yüzü böyle!…


Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük savaş ve stratejistlerinden biri olan Atatürk’ün yanında, yakınında bulunmuş olan İsmet İnönü, Türk ulusunun varlık yokluk kavgasında vatan savunmasında, her türlü çareye başvuran bir neslin son temsilcilerindendir. İşte bu İsmet İnönü’nün savaş stratejilerinden biri de zorunlu hallerde “camileri asıl amaçları dışında kullanmak”tır.

Kurtuluş Savaşı’nda Batı Cephesi komutanı olan İsmet Paşa, Büyük Taarruz’dan önce I. ve II. Ordu ile bunlara bağlı karargâhların barınması için Akşehir ve Konya çevresindeki camiler, hanlar ve kervansarayları kullanmıştır. Özellikle, kışın bölgede askeri birliklerin barınması için büyük kışlalar ve misafirhaneler olmadığından bu yola başvurmuştur. İsmet İnönü, aynı yönteme II. Dünya Savaşı yıllarında da başvurmuştur.[6]

İşte İsmet İnönü’nün “bu yöntemi”, sonraki yılların “din istismarcıları” tarafından, İsmet İsmet İnönü’nün camileri kapattığı ve ahıra çevirdiği şeklinde halka yansıtılmıştır.

Çok yazık doğrusu!...

]Osmanlı da Camileri Otel Yapmıştı!

İsmet İnönü’ün, Kurtuluş Savaşı ve II. Dünya Savaşı sırasındaki “camilerin amaç dışı kullanılması” uygulaması, tarihimizde sadece İsmet İnönü’ye ait bir ilk uygulama değildir. Daha önce 19. ve 20 yüzyılda Osmanlı döneminde de benzer uygulamalar görülmüştür.

Tarihimizde] camiler ilk defa, 1877/78 Osmanlı-Rus Harbi (93 Savaşı) sırasında amaç dışı kullanılmıştır. Bu savaşta Rumeli’den İstanbul’a büyük bir muhacir akını olmuştur. Rus ordusu ile Bulgar çetelerinin önünden kaçan yüz binlerce muhacir, kış mevsiminde İstanbul’a yığılınca bunların barındırılması için İstanbul’daki büyük camiler ibadete kapatılmıştır. Ayasofya, Sultan Ahmet, Süleymaniye, Beyazıt gibi camiler muhacirlerin barınmasına ayrılmış, bu camiler ve müştemilatı bir anlamda, muhacirlerin kaldığı “oteller”, “yatakhaneler” olarak kullanılmıştır.

Rubert Furneaux’un; “Tuna Nehri Akmam Diyor”, Charles Ryan’ın; “Plevne’de Bir Avustralyalı”, Mehmet Arif Bey’in; “Başımıza Gelenler”, Turhan Şahin’in; “Öncesi ve Sonrasıyla 93 Harbi” adlı eserlerinde muhacirlerin uğradığı zulümlerle ilgili yürek burkan satırlar ve onların İstanbul’da camilerde barındırılmasıyla ilgili çalışmalar anlatılmıştır.

]Böyle bir durum Balkan Savaşlarında da yaşanmıştır. İstanbul’a sığınan binlerce muhacir, yine camilerde barındırılmıştır. Balkan savaşlarını La Matin gazetesi muhabiri olarak izlemek amacıyla İstanbul’a gelen Stephane Lauzanne; “Hastanın Başucunda Kırk Gün” (Balkan Acıları), yine savaş muhabiri olan Georges Remond; “Mağluplarla Beraber” ve William M. Pickthall; “Harpte Türklerle Beraber” adlı kitaplarında muhacirlerin camilerde barındırılmasıyla ilgili gözlemlerini aktarmışlardır.[7]

İsmet İnönü’ye “camileri depo yaptı!” diye çıkışanlar, acaba bundan sonra, 19. ve 20. yüzyıl Osmanlı padişahlarına da “camileri otel-yatakhane yaptılar!” diye çıkışırlar mı?

Ne dersiniz!

Atatürk’ün ve Genç Cumhuriyet'in Camiye Verdiği Önem

]Genç Cumhuriyet, asla “cami düşmanlığı”, yapmamıştır. Tam tersine Atatürk döneminde Cumhuriyet hükümetleri, gerektiğinde cami inşa ettirmiş, camilerin bakım ve tamirini yaptırmış, hatta kullanılmayan bazı kiliseleri camiye dönüştürmüştür.

Örneğin:

]- 1922 yılında Bakanlar Kurulu’nun ilk toplantısında konuşan Atatürk, Yunan çekilişi sırasında birkaç bin caminin yakılıp yıkıldığını belirtmiş ve “Bu camileri yenilemek görevimizdir. Bu hizmeti nutuk atmadan, gösterişe kaçmadan, siyasete alet etmeden yerine getirelim.” demiştir.[8]

]- 7 Aralık 1925 tarihli bir kanuna göre, Niğde’nin Fertek Köyü’ndeki bir kilisenin camiye çevrilmesine karar verilmiştir.

]- 18 Mart 1933 tarihli bir kanuna göre de Edirne’deki üç şerefeli camiinin sıva tamirinin yapılması kararlaştırılmıştır.[9]

]- Atatürk’ün çizdiği, “İdeal Cumhuriyet Köyü’nün” tam merkezinde bir de camiye yer verilmiştir. Atatürk, çizdiği projede 22 numarayla gösterdiği camiyi, köy hamamı ve etüv makinesinin hemen yanına yerleştirmiştir.[10]

]- Atatürk, çıkan büyük bir kasırgada hasar gören Edirne Selimiye Camii’nin onarılması için ödenek göndermiştir.[11]

]- Atatürk, 1930 yılında, Eskişehir'in Mihaliçcık Köyü’ne cami yapımı için beş bin lira göndermiştir.[12]

]- Atatürk, sadece Türkiye’deki değil yurt dışındaki camilerle de ilgilenmiştir. 1919’da başlanıp 1926’da tamamlanan Paris Camii’ne yardım yapanlar arasında Atatürk de vardır. Paris Camii’nde büyük emekleri olan Bencheikh El Hocine Abbas “Mustafa Kemal Atatürk’ün de Paris Camii’nde izleri bulunduğunu” ifade etmiştir. Şeyh Hamza Ebubekir’in, Bencheikh El Hocine Abbas’a anlattıklarına göre: Mustafa Kemal Atatürk, Abdülhamid’in ölümünden sonra 1938 yılına kadar her yıl Paris Camii’ne “bizim de çorbada tuzumuz bulunsun” diyerek, bir miktar para göndermiştir.[13] Caminin şeref defterine göre de II. Abdülhamit ve Atatürk’ün caminin yapımına katkıları olmuştur.[14] Batı’da Paris Camii’ne yardım eden Atatürk, Doğu’da ise Tokyo Camii’nin yapımına katkıda bulunmuştur. 1931 yılında Türkiye’ye gelip Atatürk’ü ziyaret eden Japon Elçisi Torijori Yamada, Atatürk ile yaptığı görüşmede Türklerin Tokyo camiinin yapımına katkıda bulunmasını istemiştir. Yamada’nın bu isteğini geri çevirmeyen Atatürk, iddiaya göre Tokyo Camii’nin yapımına da katkıda bulunmuştur.[15]

]Atatürk'ün Yaptırdığı Cami

Atatürk'ü, "din düşmanı" diye adlandıran "utanmazların", "Atatürk'ün camileri kapattırdığı" yalanını yerle bir eden çok önemli bir belge var elimizde... Bu belge, Atatürk'ün bırakın camileri kapattırdığını, tam tersine cami yaptırdığını kanıtlamaktadır.

Atatürk, Erzurum Kongresi`nden ölümüne kadar hep yanında ve hizmetinde olan Mihallıççıklı Emir Çavuşu Ali Metin aracılığıyla 5 bin lira gönderip, Yunanlılar`ın işgal sırasında yakıp yıktıkları ve imkanları olmadığı için Mihallıççıklıların yaptıramadığı kasabanın tek camisini yeniden yaptırmıştır.

]Atatürk`ün tüm masraflarını bizzat karşılayarak yaptırdığı bu cami, bugün Mihallıççık`tadır ve `Aşağı Camii` veya "Mihalıççık Atatürk Camii" diye adlandırılmaktadır.

Ali Çavuş (Metin), Atatürk’ün en yakınlarındandır. Ailesi aslen Malatyalı’dır. 1877-78 yıllarındaki Osmanlı-Rus savaşı sırasında, aile Eskişehir’e göçmüş, eski ismiyle Mihalıççık “Çukurviran” köyüne yerleşmiştir. Bilahere babası Hacı İsmail, aileyi Mihalıççık’a getirmiştir. Babasından dolayı da “Hacıların Ali” diye anılmıştır.

Ali Metin Çavuş, Birinci Dünya Savaşı’nın en hızlı olduğu dönemde 1915 yılında, daha 18 yaşındayken askere alınmıştır. O zamana göre iyi bir eğitimi vardır. Bunun için de Sivas’ta askerken “Küçük Zabit Mektebi”ne alınmış. Burada Enver Paşa’nın dikkatini çekmiş, onun karargahında hizmet vermiştir. Savaştan yenilgiyle çıkmamız üzerine tekrar Anadolu’ya dönmüş, Kazım Karabekir Paşa’nın başında bulunduğu 15. Kolordu’da askerliğine devam etmiştir.Orada da kendisini göstermiş. Atatürk’ün Erzurum’a gelmesi üzerine Karabekir Paşa, Ali Metin’i, 3 Temmuz 1919 günü Atatürk’ün hizmetine “Emir çavuşu” olarak vermiş, Atatürk’ü ölümüne kadar, özellikle Kurtuluş Savaşı süresince yakınlığı devam etmiştir. Atatürk’ün yemeklerini Ali Çavuş yapmıştır.

Halk dilinde “Aşağı Cami”, asıl ismiyle “Cami-i Kebir” 1302(1886) yılında Sivrihisarlı Hacı Süleyman tarafından yaptırılmıştır. O tarihlerde Mihalıççık, Sivrihisar’a bağlı bir kasabadır. Mihalıççık da Yunan işgaline uğramıştır.Cami, Yunanlılar tarafından tahrip edilmiştir. Uzun süre tamir edilememiştir. Ta ki, Atatürk yeniden yapımı için 5 bin lira gönderinceye kadar.

Özetle, Ali Metin’in vesile olmasıyla Atatürk, 5000 lira vererek Mihalıccık Camii'nin yeniden yapılmasını sağlamıştır.[16]

]Atatürk Edirne Selimiye Camii’nde

1923’te Balıkesir Paşa Camii’nde Cuma namazı kılan ve hutbe veren Atatürk, özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarında Cuma namazlarını, Anadolu’nun değişik şehirlerindeki (Havza, Amasya, Ankara, Balıkesir gibi) değişik camilerde kılmıştır. Atatürk, cumhuriyetin ilanından sonra da yurt gezilerinde özellikle tarihi camileri ziyaret etmeye büyük özen göstermiştir.

Örneğin Atatürk, Edirne ziyaretinde Edirne Selimiye Camii’ne gitmiştir.

[Resim: ataturkeselimiyecami-2.jpg]
]Atatürk Edirne'de Selimiye Camii ve Külliyesini gezerken. (25 Aralık 1930)*

Caminin giriş kapısının üstündeki kitabeyi inceleyen Atatürk, orada yazılı olan AYETİ okumuş ve caminin imamı Fereli Ahmet Efendi’ye bu ayetin anlamını sormuştur. Daha sonra da camiye girerek incelemelerde bulunmuş ve bazı açıklamalar yapmıştır:

]Atatürk, caminin içinde minberle avize arasında durmuş ve, “Beyler, hiçbir dine bağlı olmayan kalp istirahattan mahrumdur” diye söze başladıktan sonra şunları söylemiştir:

“Bakınız, ecdadımız İstanbul’un fethinden tam 125 sene sonra bu şaheser camiyi İstanbul’da değil de Edirne’de yapmış, böylece Edirne’ye mührünü basmış, tapulamıştır. Dahi Mimar Sinan sanat ve din aşkıyla bu eseri bina etmiştir.” Daha sonra avizenin üzerinde yarım kubbede yer alan Arapça yazıyı okuyan Atatürk, Müftü’ye dönerek “Hocam, bu ayet Tövbe Suresi’nin 18. Ayeti değil mi?” diye sormuş, Müftü, “Evet Paşa Hazretleri” cevabını vermiştir. Atatürk, tekrar Müftü’ye dönerek, “Bana bu ayetin manasını söyleyebilir misiniz?” diye sormuştur. Müftü de, “Bildiğim kadarıyla bu ayette ‘Allah’ın, mescitlerini, camilerini yapan ve imar edenler Allah’a ve ahiret gününe iman edip, namazlarını kılan, zekatlarını veren ve ancak Allah’tan korkanlardır. Onlar doğru yoldadır’ demektedir.” demiştir.[17]

Atatürk’ün Cami Araştırmaları

Atatürk, ayrıca belki de Türk siyasetçileri arasında ilk ve tek “cami araştırması” yapan liderdir. İslam tarihinde ilk camilerin nasıl ortaya çıktığını merak eden Atatürk, Leon Caetani’nin “İslam Tarihi” adlı eserinin 3. cildinde “Caminin Kökeni”, “Medine’de Caminin Kurulması” başlıkları altındaki satırlarla ilgilenmiş, önemli bulduğu satırların altınız çizmiş ve sayfa kenarlarına bazı notlar almıştır.[18]
Kelimelerim sistem hatasından yanlış yerden ayrılıyor...

“Çalışmadan, yorulmadan, öğrenmeden rahat yaşama yollarını aramayı itiyat haline getirmiş milletler, evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.”
[Resim: imza3cp.gif]


Özü bitmiş, gümanı pak olmamış,şeytana tapmış, nefsi çıkarı için arayıpta birşey bulamamış, kuyruk acısı varsa,Derviş Muhammed'in de dediği gibi" bir kılını çektiyse" Zöhre Ana, onu değerlendirmek ister aklısüre.Ehlibeyt'in meyvası bitmez, dalı budağı kurumaz,sen ne kadar kezzap dökersen dök, O'nun Zemzem çeşmesi ALİ'dir

Derviş'in HAK kelamını can kulağıyla dinliyebliyorsan yeter,firdevs bağından bir gül alabiliyor musun,O'nun ibadetine,saldığı yola,yaşatmak istediği güzelliğe canı gönülden yürüyebiliyorsan en büyük mutluluk budur.
(Pir Zöhre Ana)
Administrator
Sinan Meydan, yıkıldığı söylenen camileri anlatıyor...
Atatürk'ü ve ülkeyi yönettiği dönemi din ile problemli göstermeye çalışan ALLAHSIZLAR !..

Kirli emellerinize son tahlilde erişemeyeceksiniz bunu böyle bilin !

Siz kim Kur'an kim ?..
Siz kim Hakkın Evliyası kim?..
Siz kim Atatürk kim?..

Atatürk'ü din düşmanı olarak gösterip siyaset yaptığını zannedenlerin tamamı emperyalistlerin uşaklığını yapmakta,onlar adına çalışmaktadır...

Atatürk'ümün sizin için söylediği güzel bir sözü var Nutuk'ta Vahdettin için de söylemiş...

'Alçak ve Soysuz'

"Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin, mütereddi (soysuzlaşmış),
şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği deni tedbirler
araştırmakta... (Padişah ve halife olan Vahdettin, soysuz, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça önlemler araştırmakta...)
Damat Ferit Paşa'nın başkanlığındaki kabine; aciz, haysiyetsiz, korkak, yalnız
padişahın iradesi altında ve onunla beraber şahıslarını esirgeyebilecek herhangi
bir duruma razı..."

Atatürk kendisini "vatanı kurtarmakla görevli kılan" Vahdettin'e haksızlık etmiş galiba.. : )




İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren Pir Zöhre Ana Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri İletişim bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.