MUSTAFA BALBAY
Ocak 12, 2008
AKP’nin Yeni Açılımı: Alevileri Kandırma Partisi!
Kamuoyunda AKP’nin Alevi açılımı diye adlandırılan süreç başlıktaki gibi olsa gerek!
Konunun iki ana boyutu var:
1- Alevilerin yaşadıkları sorunlar ve hükümetlerin Alevilere bakışı.
2- AKP’nin Türkiye’nin ortak paydalarına ve dengelerine karşı takındığı özensiz-bencil tutum.
Aleviler, din eğitimine ilişkin ders kitaplarından inançlarının gereğini yerine getirme ortamına kadar pek çok konuda kendilerini yalnız hissediyorlar. Bu sorunların çözümü için de Türkiye Cumhuriyeti’nin ortak paydaları ve kurumları dışında başka bir alandan yardım istemiyorlar.
Bütün suçları bu!
Hükümetlerin-partilerin ise genel olarak Alevilere bakışı şu:
Ne yaparsak bu kesimin oyunu alırız?
Sorunlarını nasıl çözersek değil, ne yaparsak!
Kimi partiler Alevi örgütlenmeleri içinden kendilerine yakın olanları seçtiler, bulamayınca kurdurdular. İçlerinden ’uygun’ olanları aday gösterip ’size geldik’ dediler.
****
AKP’nin ise önceki hükümetlerden daha farklı bir siyaset izlediği görülüyor. AKP devlet kurumlarına partinin yan organlarından biri olarak yaklaştığı için tümümün başında kendi adamlarının olmasını birinci şart haline getirdi.
Aynı yöntemi şimdi topluma da uyarlamak istiyor:
Toplumun bütün kesimleri benim parçalarımdır!
Alevilere yönelik yaklaşım da aynı anlayışın ürünü. Türkiye’nin dört bir yanında Alevi örgütleri var. Kimileri bir araya gelip federasyon oluşturdular, çatıları birleştirdiler. AKP onların hiçbirini muhatap kabul etmedi. Dün Cumhuriyet’te yaptıkları duyuruya göre, defalarca Başbakanlık’tan randevu da istenmiş ancak yanıt verilmemiş.
Bunun üstüne AKP ne yapıyor?
Önce Alevilik araştırmalarıyla tanınan bir kişiyi milletvekili olarak Meclis’e sokuyor. Onunla proje hazırlayıp kendi Alevi örgütlenmesini oluşturmak üzere düğmeye basıyor. Plana göre, yöneticileri AKP’ye tam bağlı bir örgüt, merkezler kuracak. Burada AKP Aleviliğini özümsemiş ’dedeler’ yetiştirilecek, maaşa bağlanacak.
***
AKP’nin bu açılımdan bekledikleri neler olabilir?
1- Alevi kesimi yanlarına çekmek mi?
2- Aleviliğin salt dinsel törenlerle ilgili bölümlerini kendi istediği biçimde öne çıkarıp Aleviliğin felsefe ve kültür boyutunu bitirmek mi?
3- Türkiye’de laik yapının en önemli unsurlarından biri olan Aleviliğin içini boşaltarak laikliği erozyona uğratma yollarından birini daha devreye sokmak mı?
4- Alevi dedelerini maaşa bağlama ve benzer yöntemlerle devletle dini tümüyle iç içe sokmak’ Devamında imamlar, şeyhler, şıhlar için de değişik devlet olanaklarını devreye sokmak’ Buna karşı çıkan olursa, ’Kardeşim Alevilere de aynısını yaptık. Onlara yaparken iyi de bunlara yaparken kötü mü’ diye çıkışmak mı?
Daha vahim olasılıkları sonraya bırakalım.
Aleviler bunlara kanar mı?
Çoğunluk kanmaz ama, bir kez daha yürekleri kanar
Köşeli Yazılar...
Konu Sahibi / Yazar
T U N Ç
Kategori / Forum
Güncel Olaylar
Yorumlar / Cevaplar
757
Okunma / Görüntüleme
247297
Köşeli Yazılar...
Köşeli Yazılar...
Olası bir krizi türbanın altına saklamak
Seçimlerden önce “Seçimi kazanan kaybeder” diye özetlenebilecek bir yazı yazmıştım.
Özetle şöyle diyordum:
“AKP bugüne kadar başarılı bir grafik çizdi. Ancak bunda AKP’den çok dünya konjonktürünün etkisi var. Türkiye düzenli büyüdüğü bir 5 yıl geçirdi ama Dünyadaki benzer ülkeler de, yani Brezilya, Arjantin, Meksika, Rusya gibi ülkeler de sorunsuz bir 5 yıl geçirdiler. Üstelik bu ülkelerin 5 yıllık performansı Türkiye’den çok daha iyi. AKP Dünya ekonomisindeki bu durumda iktidardaydı. Düzenli büyüyen, likiditenin bol olduğu, satılık her malın alıcısının bulunduğu bir 5 yılda. Ancak bunun bir 5 yıl daha böyle sürmesi beklenemez. Yorulur. Bir check-balance yapmak zorunda. 2008 yılında bir global krizin başlangıcı olacak. 2008 sonbaharından itibaren büyük bir kriz bekliyorum. Bunun Türkiye’deki etkisi büyük olur. Eğer AKP seçimleri kaybederse kriz çıkınca halk AKP gitti kriz geri geldi der ve bir sonraki seçimde AKP daha güçlü bir biçimde iktidar olur. AKP seçimi kazanırsa krizi göğüslemek zorunda kalır ve kerametin AKP’de olmadığı ortaya çıkar. Bu hesapla seçimi kazanan kaybeder”
Tahminim tuttu.
2008’in sonunu beklemeden, global krizin ayak seslerini duymaya başladık.
Amerikan Merkez Bankası sürekli faiz indirirek sorunu çözemiyor, sadece tsunami dalgasından kaçıyor.
Ama nereye kadar.
Her faiz indirimi dalganın boyutunu büyütüyor.
Sonunda bir yerde dalga çarpacak.
Türkiye’de ise kimse gelişmelerin farkında değil.
Kimse derken siyasetçileri kastediyorum.
AKP her sıkıştığında yaptığı gibi gündeme türbanı taşıyor.
Türkiye, çözülmeyeceği kesin olan bir sorunu tartışıyor.
Benim gördüğüm şu: AKP olası bir ekonomik krizin etkilerini türbanla örtmeye çalışıyor.
Gereksiz bir siyasi bunalım yaratıp, bunun arkasına saklanmak ve faturayı bu krize yüklemek istiyor.
Bakalım tutacak mı?
Medya patronunu kovmak okurun işidir
Vakit Gazetesi ile Hürriyet arasında ilginç bir gerilim yaşanıyor.
Bu işten karlı çıkacak olanın Vakit olacağı kaçınılmaz.
Çünkü Hürriyet gibi bir devin, Vakit’le bu kadar üst perdeden muhatap olması Vakit’i büyütecek.
Hürriyet nasıl oldu da sinirlerine hakim olamadı anlamak mümkün değil.
Ama ringdeki görüntü abes.
Bir yanda 200 kiloluk bir ağırsiklet boksör, karşısında kural tanımadan dövüşen, tekme tokat atan, belaltına bile vuran sinek siklet bir rakip.
Siklet farkı o kadar büyük ki, küçüğün vahşice dövüşmesine bile pek tepki olmaz.
Bu ringe çıkmak büyük hata.
Kavganın nedeni eski Adalet Bakanı Şevket Kazan’la yapılmış bir röportaj.
Kazan, röportajda Aydın Doğan ve Doğan Medya Grubu’na yönelik yalan yanlış şeyler anlatmış.
Vakit de bunları yazmış.
Kazan, Hürriyet aracılığıyla “Yarım ağızla” yalanlasa da Vakit’in elinde Kazan’la yapılmış konuşmanın bant kaydı var.
Kazan söylemiş.
Zaten dün Hürriyet’te yer alan Kazan’ın “Sözde” yalanlamasını okursanız Kazan pek de bir yalanlama yapmıyor.
Bu konuda geçen hafta da yazdım.
“Her iki taraf da doğruları söylemiyor” diye.
Kazan’ın “Aydın Doğan iktidardan para istedi. İstediğimizi verin. Lehinizde manşetler atalım” dedi iddiası külliyen yalan.
Tam aksine Refahyol Doğan Grubu’nu tehdit etti.
Yaşadık biliyoruz.
Kazan’ın Doğan Grubu’nda 40-50 bin dolar maaş alan gazeteciler vardı” iddiası da yalan. Bu paralar televizyonculara veriliyordu ama Doğan'da böyle bir para alan yoktu. Bu maaşlar Sabah’ta vardı.
Aydın Doğan’ın da “O dönem çok paramız vardı. Petrol Ofisi'ni peşin parayla aldık” demesi de doğruları yansıtmıyor.
Petrol Ofisi’nin parası devlete peşin ödendi ama kredi ile bulunmuş bir paraydı. Bunda da bir gariplik yok. Bu boyutta alımları herkes krediyle yapar.
Fakat bir gerçek var ki, Aydın Doğan’ın siyasete ve siyasetçilere merakı, Türkiye’ye medyası aracalığıyla yön verme hevesi Aydın Bey’in başını çok ağrıtacak.
Bunu 7 yıl kadar önce kendisine de söylediğim için burada rahatlıkla yazıyorum.
Medya patronları siyasetle ve siyasetçilerle bu kadar içli dışlı olmamalılar.
Bu ilişki belki kısa vadeli kazançlar sağlayabilir.
Medya patronlarının medya içi veya dışı işlerini hızlı geliştirmelerine katkısı olabilir.
Ama medyaya zarar verir.
Siyaset ve siyasetçiyle muhataplık gazetecilerin işidir.
Gazeteci bu muhataplığın dozunu, ölçüsünü kaçırırsa patron onu kovar ama medya temiz kalır.
Ama bu ölçüyü kaçıran patron olursa, patronu kovmak mümkün olmadığı için medya kirlenir.
Rezil olur.
Her manşetin altında çapanoğlu aranır.
Ve genelde bulunur da.
Sonunda olacak olan şudur.
Okur patronu kovar.
Medya yine temizlenir.
Bilmem anlatabildim mi?
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Büyüme ile obeziteyi birbirinden ayırt edebildiğimiz zaman
Fatih Altaylı
Seçimlerden önce “Seçimi kazanan kaybeder” diye özetlenebilecek bir yazı yazmıştım.
Özetle şöyle diyordum:
“AKP bugüne kadar başarılı bir grafik çizdi. Ancak bunda AKP’den çok dünya konjonktürünün etkisi var. Türkiye düzenli büyüdüğü bir 5 yıl geçirdi ama Dünyadaki benzer ülkeler de, yani Brezilya, Arjantin, Meksika, Rusya gibi ülkeler de sorunsuz bir 5 yıl geçirdiler. Üstelik bu ülkelerin 5 yıllık performansı Türkiye’den çok daha iyi. AKP Dünya ekonomisindeki bu durumda iktidardaydı. Düzenli büyüyen, likiditenin bol olduğu, satılık her malın alıcısının bulunduğu bir 5 yılda. Ancak bunun bir 5 yıl daha böyle sürmesi beklenemez. Yorulur. Bir check-balance yapmak zorunda. 2008 yılında bir global krizin başlangıcı olacak. 2008 sonbaharından itibaren büyük bir kriz bekliyorum. Bunun Türkiye’deki etkisi büyük olur. Eğer AKP seçimleri kaybederse kriz çıkınca halk AKP gitti kriz geri geldi der ve bir sonraki seçimde AKP daha güçlü bir biçimde iktidar olur. AKP seçimi kazanırsa krizi göğüslemek zorunda kalır ve kerametin AKP’de olmadığı ortaya çıkar. Bu hesapla seçimi kazanan kaybeder”
Tahminim tuttu.
2008’in sonunu beklemeden, global krizin ayak seslerini duymaya başladık.
Amerikan Merkez Bankası sürekli faiz indirirek sorunu çözemiyor, sadece tsunami dalgasından kaçıyor.
Ama nereye kadar.
Her faiz indirimi dalganın boyutunu büyütüyor.
Sonunda bir yerde dalga çarpacak.
Türkiye’de ise kimse gelişmelerin farkında değil.
Kimse derken siyasetçileri kastediyorum.
AKP her sıkıştığında yaptığı gibi gündeme türbanı taşıyor.
Türkiye, çözülmeyeceği kesin olan bir sorunu tartışıyor.
Benim gördüğüm şu: AKP olası bir ekonomik krizin etkilerini türbanla örtmeye çalışıyor.
Gereksiz bir siyasi bunalım yaratıp, bunun arkasına saklanmak ve faturayı bu krize yüklemek istiyor.
Bakalım tutacak mı?
Medya patronunu kovmak okurun işidir
Vakit Gazetesi ile Hürriyet arasında ilginç bir gerilim yaşanıyor.
Bu işten karlı çıkacak olanın Vakit olacağı kaçınılmaz.
Çünkü Hürriyet gibi bir devin, Vakit’le bu kadar üst perdeden muhatap olması Vakit’i büyütecek.
Hürriyet nasıl oldu da sinirlerine hakim olamadı anlamak mümkün değil.
Ama ringdeki görüntü abes.
Bir yanda 200 kiloluk bir ağırsiklet boksör, karşısında kural tanımadan dövüşen, tekme tokat atan, belaltına bile vuran sinek siklet bir rakip.
Siklet farkı o kadar büyük ki, küçüğün vahşice dövüşmesine bile pek tepki olmaz.
Bu ringe çıkmak büyük hata.
Kavganın nedeni eski Adalet Bakanı Şevket Kazan’la yapılmış bir röportaj.
Kazan, röportajda Aydın Doğan ve Doğan Medya Grubu’na yönelik yalan yanlış şeyler anlatmış.
Vakit de bunları yazmış.
Kazan, Hürriyet aracılığıyla “Yarım ağızla” yalanlasa da Vakit’in elinde Kazan’la yapılmış konuşmanın bant kaydı var.
Kazan söylemiş.
Zaten dün Hürriyet’te yer alan Kazan’ın “Sözde” yalanlamasını okursanız Kazan pek de bir yalanlama yapmıyor.
Bu konuda geçen hafta da yazdım.
“Her iki taraf da doğruları söylemiyor” diye.
Kazan’ın “Aydın Doğan iktidardan para istedi. İstediğimizi verin. Lehinizde manşetler atalım” dedi iddiası külliyen yalan.
Tam aksine Refahyol Doğan Grubu’nu tehdit etti.
Yaşadık biliyoruz.
Kazan’ın Doğan Grubu’nda 40-50 bin dolar maaş alan gazeteciler vardı” iddiası da yalan. Bu paralar televizyonculara veriliyordu ama Doğan'da böyle bir para alan yoktu. Bu maaşlar Sabah’ta vardı.
Aydın Doğan’ın da “O dönem çok paramız vardı. Petrol Ofisi'ni peşin parayla aldık” demesi de doğruları yansıtmıyor.
Petrol Ofisi’nin parası devlete peşin ödendi ama kredi ile bulunmuş bir paraydı. Bunda da bir gariplik yok. Bu boyutta alımları herkes krediyle yapar.
Fakat bir gerçek var ki, Aydın Doğan’ın siyasete ve siyasetçilere merakı, Türkiye’ye medyası aracalığıyla yön verme hevesi Aydın Bey’in başını çok ağrıtacak.
Bunu 7 yıl kadar önce kendisine de söylediğim için burada rahatlıkla yazıyorum.
Medya patronları siyasetle ve siyasetçilerle bu kadar içli dışlı olmamalılar.
Bu ilişki belki kısa vadeli kazançlar sağlayabilir.
Medya patronlarının medya içi veya dışı işlerini hızlı geliştirmelerine katkısı olabilir.
Ama medyaya zarar verir.
Siyaset ve siyasetçiyle muhataplık gazetecilerin işidir.
Gazeteci bu muhataplığın dozunu, ölçüsünü kaçırırsa patron onu kovar ama medya temiz kalır.
Ama bu ölçüyü kaçıran patron olursa, patronu kovmak mümkün olmadığı için medya kirlenir.
Rezil olur.
Her manşetin altında çapanoğlu aranır.
Ve genelde bulunur da.
Sonunda olacak olan şudur.
Okur patronu kovar.
Medya yine temizlenir.
Bilmem anlatabildim mi?
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Büyüme ile obeziteyi birbirinden ayırt edebildiğimiz zaman
Fatih Altaylı
Köşeli Yazılar...
] Atatürk şimdi ölüyor...
[B]SEVGİLİ Kıymet Sönmez, bir eski takvim yaprağının arkasında buldu: [/B]
[B]"...İnebolu’dan Kastamonu’ya geliyoruz. Büyük Gazi’nin 24 saat evvel şapka hakkında söylediği nutuk Kastamonu’da etkisini göstermiş. Bütün memurlar, öğretmenler beyaz şapka giymişler. [/B]
(.......)
[B]Ata, Kastamonu’ya gelirken çarşaflı-peçeli kadın öğretmenler, şimdi peçelerini açmışlar. Yol boyunca yaşlı, genç, kadın, erkek, çocuk herkes dizilmiş, sevgi çığlıkları atıyorlar. Bu sesler Ilgaz’ın eteklerinde yankı yapıyor. [/B]
(.......)
[B]Gazi, manzaranın ihtişamı karşısında otomobilinden indi. Daha iki adım attı ki, yolun iki tarafını dolduran ve tarlalara taşan gök peştamallı Türk anaları onun etrafını sardılar. [/B]
(.......)
[B]Altın saçlı, keskin bakışlı Atatürk, mendilini gözlerine kapattı... [/B]
[B]Atatürk ağlıyordu..." [/B]
[B]* [/B]
O kutsal devrimin, artık sadece eski takvim yaprağının arkasında kalan kısmıdır bu.
Bize; kılık-kıyafet devriminin, tüm cumhuriyet devrimlerinin [B]sembolü olduğunu anlatır. [/B]
[B]Atatürk, güçlü orduları yendiğinde değil, Kastamonu’da çağdaş giysili kadınları gördüğünde anlamıştı başardığını ve ilk kez ağlamıştı. [/B]
[B]Ve dinci bu yüzden ısrarlı. [/B]
Bu yüzden; karşı devrimciler açısından kadınların tekrar tesettüre bürünmelerinin, üniversitelerden başlayarak kızların türbana girmelerinin önemi fazla.
Bu yüzden sabırsızlar.
Bu yüzden aceleleri var.
[B]* [/B]
Şimdi kaybediyor [B]Atatürk... [/B]
Şimdi yeniliyor...
[B]Atatürk’ü ağlatan kıyafet devrimi de öbür devrimler gibi bugünlerde siliniyor. [/B]
Anlamıyor musunuz?..
Bir ulus, kendisine bağımsızlık-özgürlük-kimlik-kişilik veren... Onur-şeref armağan eden... Kendisine çağdaşlık-uygarlık yolunu açan... Ve bunu başardığını gördüğü zaman ağlayan yiğidine [B]ihanet ediyor. [/B]
Çocukları terk ediyorlar onu...
[B]Ve Atatürk yeni yeni ölüyor. [/B]
Bekir COŞKUN
29.01.2008/Hürriyet
[B]SEVGİLİ Kıymet Sönmez, bir eski takvim yaprağının arkasında buldu: [/B]
[B]"...İnebolu’dan Kastamonu’ya geliyoruz. Büyük Gazi’nin 24 saat evvel şapka hakkında söylediği nutuk Kastamonu’da etkisini göstermiş. Bütün memurlar, öğretmenler beyaz şapka giymişler. [/B]
(.......)
[B]Ata, Kastamonu’ya gelirken çarşaflı-peçeli kadın öğretmenler, şimdi peçelerini açmışlar. Yol boyunca yaşlı, genç, kadın, erkek, çocuk herkes dizilmiş, sevgi çığlıkları atıyorlar. Bu sesler Ilgaz’ın eteklerinde yankı yapıyor. [/B]
(.......)
[B]Gazi, manzaranın ihtişamı karşısında otomobilinden indi. Daha iki adım attı ki, yolun iki tarafını dolduran ve tarlalara taşan gök peştamallı Türk anaları onun etrafını sardılar. [/B]
(.......)
[B]Altın saçlı, keskin bakışlı Atatürk, mendilini gözlerine kapattı... [/B]
[B]Atatürk ağlıyordu..." [/B]
[B]* [/B]
O kutsal devrimin, artık sadece eski takvim yaprağının arkasında kalan kısmıdır bu.
Bize; kılık-kıyafet devriminin, tüm cumhuriyet devrimlerinin [B]sembolü olduğunu anlatır. [/B]
[B]Atatürk, güçlü orduları yendiğinde değil, Kastamonu’da çağdaş giysili kadınları gördüğünde anlamıştı başardığını ve ilk kez ağlamıştı. [/B]
[B]Ve dinci bu yüzden ısrarlı. [/B]
Bu yüzden; karşı devrimciler açısından kadınların tekrar tesettüre bürünmelerinin, üniversitelerden başlayarak kızların türbana girmelerinin önemi fazla.
Bu yüzden sabırsızlar.
Bu yüzden aceleleri var.
[B]* [/B]
Şimdi kaybediyor [B]Atatürk... [/B]
Şimdi yeniliyor...
[B]Atatürk’ü ağlatan kıyafet devrimi de öbür devrimler gibi bugünlerde siliniyor. [/B]
Anlamıyor musunuz?..
Bir ulus, kendisine bağımsızlık-özgürlük-kimlik-kişilik veren... Onur-şeref armağan eden... Kendisine çağdaşlık-uygarlık yolunu açan... Ve bunu başardığını gördüğü zaman ağlayan yiğidine [B]ihanet ediyor. [/B]
Çocukları terk ediyorlar onu...
[B]Ve Atatürk yeni yeni ölüyor. [/B]
Bekir COŞKUN
29.01.2008/Hürriyet
Köşeli Yazılar...
Çene altı laikliği...
BU formül iyi:
"Çene altı..."
Türbanın bağlama yeri "çenenin altı" olunca hem demokrasiye uygun düşüyor, hem devrim yasaları açısından zararsız oluyor, hem laik cumhuriyet elden gitmiyor.
AKP ile MHP’nin çene çeneye verip buldukları bu:
"Çene altı formülü..."
Oysa AKP’ye yalakalık yapan bizim çenesi düşük aydınlar yıllardır ekranlarda yırtındılarda bunu akıl edemediler.
"Çene altı" formülü şöyle:
Türbanlı kızlar türbanın iki ucunu çenenin altında bağlayacaklar, böylece türban laik anayasaya uygun olacak.
Bir toplumu salak yerine koyarak, devrim yasaları ile alay ederek, Anayasa’daki laiklik tanımı ile dalga geçerek bulunan formül ancak bu kadar olur.
Çenenizi yormayın...
*
Türklerin,; ekonomiden sağlığa, depremden spora kadar her şeyi çene ile çözdüklerini bilirdim de, türban gibi rejimin tehdidi bir simgeyi "çenenin altı" ile çözecekleri hiç aklıma gelmemişti.
Bu kadar kolaymış:
"Çene altı..."
(........)
Ben asıl şu "altı" üzerinde duruyorum; bu ülke ne çektiyse "altı" olan şeylerden çekti:
Dil altı, sümen altı, şuur altı...
El altı, bel altı, hasır altı.
Hoş, vatandaş açısından hepsi aynı yere varıyor:
"Okka altı..."
AKP milletvekili ve Kadın Kolları Başkanı Fatma Şahin, şu türbanın nereye kadar yayılacağı konusunda, tıpkı çenesini tutamayan öbür milletvekilleri ve belediye başkanları gibi, partisinin bilinç altını açıkladı:
"Adım adım gideceğiz..."
*
Şimdi AKP’ye şirin gözükmek isteyen hukukçulara, profesörlere, işadamlarına, medya editörlerine bir görev düşüyor.
Ya bu "çene altı formülünün" çok da faydalı olduğunu anlatıp duracaklar, çeneye kuvvet...
Ya da; çenelerini kapatacaklar...
Nasıl olsa yalakalığın sınırı yok...
Bekir Coşkun
Hürriyet / 30.01.2008
"Çene altı..."
Türbanın bağlama yeri "çenenin altı" olunca hem demokrasiye uygun düşüyor, hem devrim yasaları açısından zararsız oluyor, hem laik cumhuriyet elden gitmiyor.
AKP ile MHP’nin çene çeneye verip buldukları bu:
"Çene altı formülü..."
Oysa AKP’ye yalakalık yapan bizim çenesi düşük aydınlar yıllardır ekranlarda yırtındılarda bunu akıl edemediler.
"Çene altı" formülü şöyle:
Türbanlı kızlar türbanın iki ucunu çenenin altında bağlayacaklar, böylece türban laik anayasaya uygun olacak.
Bir toplumu salak yerine koyarak, devrim yasaları ile alay ederek, Anayasa’daki laiklik tanımı ile dalga geçerek bulunan formül ancak bu kadar olur.
Çenenizi yormayın...
*
Türklerin,; ekonomiden sağlığa, depremden spora kadar her şeyi çene ile çözdüklerini bilirdim de, türban gibi rejimin tehdidi bir simgeyi "çenenin altı" ile çözecekleri hiç aklıma gelmemişti.
Bu kadar kolaymış:
"Çene altı..."
(........)
Ben asıl şu "altı" üzerinde duruyorum; bu ülke ne çektiyse "altı" olan şeylerden çekti:
Dil altı, sümen altı, şuur altı...
El altı, bel altı, hasır altı.
Hoş, vatandaş açısından hepsi aynı yere varıyor:
"Okka altı..."
AKP milletvekili ve Kadın Kolları Başkanı Fatma Şahin, şu türbanın nereye kadar yayılacağı konusunda, tıpkı çenesini tutamayan öbür milletvekilleri ve belediye başkanları gibi, partisinin bilinç altını açıkladı:
"Adım adım gideceğiz..."
*
Şimdi AKP’ye şirin gözükmek isteyen hukukçulara, profesörlere, işadamlarına, medya editörlerine bir görev düşüyor.
Ya bu "çene altı formülünün" çok da faydalı olduğunu anlatıp duracaklar, çeneye kuvvet...
Ya da; çenelerini kapatacaklar...
Nasıl olsa yalakalığın sınırı yok...
Bekir Coşkun
Hürriyet / 30.01.2008
Köşeli Yazılar...
Turkishman in New York
Bizde...
"Türban üniversiteye girecek mi?"
Dünyada...
"ABD resesyona girecek mi?"
*
"Lokal soru"ya günlerdir cevap arıyoruz, bugünlük ara verelim...
"Küresel soru"ya kafa yoralım.
*
Velev ki, Amerikalısınız...
Kendinizi onların yerine koyun.
Açıyorsunuz televizyonu...
Avrupa’dan Asya’ya, Davos’tan Pekin’e, siyasetçilerden profesörlere, bankacılardan gazetecilere kadar, herkes ne diyor?
"ABD ekonomisi durabilir."
Ne yaparsınız?
Ailenize, eşinize, çocuğunuza, şirketiniz varsa müdürlerinize dönersiniz, "küçülün" dersiniz, "herkes aynı şeyi söylediğine göre, galiba bir sakatlık var, tasarruf edin, harcamaları kısın, frene basın."
*
Böylece ne olur?
Girmeyeceği varsa bile...
Resesyona girer.
*
Şimdi dönün...
Kendinizi kendiniz yerine koyun.
Açtınız televizyonu...
IMF’den AB’ye, siyasetçilerimizden profesörlerimize, bankacılarımızdan gazetecilerimize kadar, herkes ne dedi?
"Büyüdünüz, acayip zenginleştiniz, krediler sudan ucuz, ev alın, kira öder gibi ödersiniz, otomobili yenileyin, kredi kartı alın, borçlanın, korkmayın, borç yiğidin kamçısıdır, kişi başınıza düşen milli geliriniz arttı, enflasyon bitti, borsa kanatlandı, cennet cennet, para yağıyor, dolar 1 lira olacak."
[/BNe yaptınız?
Ailenize, eşinize, çocuğunuza, şirketiniz varsa müdürlerinize döndünüz, [B]"açılın" dediniz, "herkes aynı şeyi söylediğine göre, gidişat süper, borçlanın, bol bol kredi alın, takside girin, harcayın."
*
Böylece ne oldu?
Girmeyeceğiniz varsa bile...
Gırtlağa kadar girdiniz.
*
Ve, şimdi son soru:
"Ya ABD resesyona girerse?"
Yılmaz Özdil / Hürriyet
Bizde...
"Türban üniversiteye girecek mi?"
Dünyada...
"ABD resesyona girecek mi?"
*
"Lokal soru"ya günlerdir cevap arıyoruz, bugünlük ara verelim...
"Küresel soru"ya kafa yoralım.
*
Velev ki, Amerikalısınız...
Kendinizi onların yerine koyun.
Açıyorsunuz televizyonu...
Avrupa’dan Asya’ya, Davos’tan Pekin’e, siyasetçilerden profesörlere, bankacılardan gazetecilere kadar, herkes ne diyor?
"ABD ekonomisi durabilir."
Ne yaparsınız?
Ailenize, eşinize, çocuğunuza, şirketiniz varsa müdürlerinize dönersiniz, "küçülün" dersiniz, "herkes aynı şeyi söylediğine göre, galiba bir sakatlık var, tasarruf edin, harcamaları kısın, frene basın."
*
Böylece ne olur?
Girmeyeceği varsa bile...
Resesyona girer.
*
Şimdi dönün...
Kendinizi kendiniz yerine koyun.
Açtınız televizyonu...
IMF’den AB’ye, siyasetçilerimizden profesörlerimize, bankacılarımızdan gazetecilerimize kadar, herkes ne dedi?
"Büyüdünüz, acayip zenginleştiniz, krediler sudan ucuz, ev alın, kira öder gibi ödersiniz, otomobili yenileyin, kredi kartı alın, borçlanın, korkmayın, borç yiğidin kamçısıdır, kişi başınıza düşen milli geliriniz arttı, enflasyon bitti, borsa kanatlandı, cennet cennet, para yağıyor, dolar 1 lira olacak."
[/BNe yaptınız?
Ailenize, eşinize, çocuğunuza, şirketiniz varsa müdürlerinize döndünüz, [B]"açılın" dediniz, "herkes aynı şeyi söylediğine göre, gidişat süper, borçlanın, bol bol kredi alın, takside girin, harcayın."
*
Böylece ne oldu?
Girmeyeceğiniz varsa bile...
Gırtlağa kadar girdiniz.
*
Ve, şimdi son soru:
"Ya ABD resesyona girerse?"
Yılmaz Özdil / Hürriyet
Köşeli Yazılar...
Erdoğan'a Kızmaya ne hakkımız var?
Ezanın Arapça okunması yasağı 16 Haziran 1950'de kaldırıldı.
O zaman iktidarda Menderes vardı,Tayyip Erdoğan'ın doğmasına ise 4 sene...
Aynı Menderes "İstanbul'u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii'ni de ikinci bir Kâbe yapacağız ." dediğinde sene 1957'ydi.
O zamana kadar ilk ve orta okullara din dersi konmuş,Kuran kurslarının önü açılmış,köy enstitüleri kapatılmış,vekillere "Siz isterseniz hilafeti bile
getirebilirsiniz "denmişti.
Tayyip Erdoğan o zaman daha 3 yaşındaydı.
Menderes liselere de seçmeli din dersini koyduğunda takvimler 1959'u gösteriyordu.
İmam Hatip Okulları'nı bitirenlere ilkokul öğretmeni olma hakkı tanındığında sene 1965'ti.
Tayyip Erdoğan o zaman sadece 11 yaşındaydı.
İmam Hatip Okulları'nı bitirenlere üniversitelere girme hakkı ondan iki yıl sonra tanındı.
Yani Tayyip Erdoğan 13 yaşındayken...
Milli Selamet Partisi ile CHP koalisyon kurduğunda Tayyip Erdoğan 20 yaşındaydı.
23 yaşına gelinceye kadar Türkiye'de 100'ün üzerinde imam-hatip lisesi açıldı.
O dönemlerde Başbakan Demirel derdi, laiklik değil Milliyetçi Cephe Hükümeti'ni yürütebilmekti.
Tayyip Erdoğan 25 yaşına geldiğinde Türkiye'de "Hafta tatili Cuma olsun,nikahları müftüler kıysın " önerisi seslendirildi.
Başbakan Demirel,ortakları Erbakan ve Türkeş'ti...
Çok değil 2 yıl sonra, yani 1981'de askeri darbe lideri Kenan Evren Çanakkale'de "muhterem din adamlarının elini öpeceğini " söylüyordu.
Erdoğan 30'una gelmeden camii imamı olarak yetiştirilenlere öğretmen olma yolunun açıldığını gördü.
28 Aralık 1989'da üniversitelerde türban serbest bırakıldığında Özal'lı yılları yaşıyorduk.
Tayyip Erdoğan o zaman 35 yaşındaydı,Demirel ise siyasetin dinin emrinde olduğundan söz ediyordu.
Sonraki yıllarda en fazla imam-hatip lisesi açan lider olmakla övünen Demirel'i de gördük,tarikat liderlerinden destek almak için el öpen genel başkanları da...
Sene 2008 oldu.Türban meselesinden dolayı Başbakan Erdoğan'a herkes kızgın.
Menderes demokrasi kahramanı olarak anıt mezarında yatıyor.
Hemen yakınındaki bir başka anıt mezarda Turgut Özal.
Erbakan kayıp trilyon davasının sonuçlarıyla boğuşuyor.
Demirel "bir bilen" olarak hala siyaset sahnesinde...
Bir arkadaşım "Türkiye'de karşı devrim oluyor farkında mısın? " diye sordu.
"58 yıldır olandan farklı birşey olmuyor " dedim.
Sizce kim haklı?
CHP REJİM SORUNU HALİNE GELDİ...
Demokrasilerde insanlar hükümet krizlerinden korkarlar.
Oysa asıl korkulması gereken iktidar değil muhalefet krizidir.
Muhalefet sağlam olduğunda siyasi krizler kolay atlatılır.
İktidar gider yerine umut olan gelir.
Oysa muhalefet sağlam olmayınca iktidar gidince yerine ne geleceği bilinmez.
İşte o zaman demokratik rejim sarsıntı geçirmeye başlar.
Çevremde bir sürü insan "Ekonomik kriz olsa da AKP'den kurtulsak" diyor.
Geldiğimiz nokta ne kadar acı.
Muhalefetin olmadığı yerde meydan darbe çağrısı yapanlarla,fakirleşmeyi bile göze alanlara kalıyor.
CHP'nin zayıflığı giderek bir rejim tartışması haline gelmeye başladı.
Baykal ve baykalseverlerden umudu kestim ama diğer CHP'liler bu işin farkında mı?
AVRUPA'DAN DA KÖTÜ SİNYALLER GELİYOR...
Amerikan ekonomisi durgunluk tehdidi altında.
Avrupa ekonomisi de tehlike sinyalleri vermeye başladı.
Avrupa Merkez Bankası'nın 2007 yılı için belirlediği yüzde 2'lik enflasyon hedefi yerle yeksan oldu.
Euro bölgesindeki enflasyon yüzde 3.2 olarak gerçekleşti ki bu 1997'den beri görülen en yüksek oran.
İngiliz ekonomisi de benzer bir durumda.
Biz türbanı ve rejimi tartışıyoruz dünya durgunluk ve stagflasyonu...
Özay Şendir
Ezanın Arapça okunması yasağı 16 Haziran 1950'de kaldırıldı.
O zaman iktidarda Menderes vardı,Tayyip Erdoğan'ın doğmasına ise 4 sene...
Aynı Menderes "İstanbul'u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii'ni de ikinci bir Kâbe yapacağız ." dediğinde sene 1957'ydi.
O zamana kadar ilk ve orta okullara din dersi konmuş,Kuran kurslarının önü açılmış,köy enstitüleri kapatılmış,vekillere "Siz isterseniz hilafeti bile
getirebilirsiniz "denmişti.
Tayyip Erdoğan o zaman daha 3 yaşındaydı.
Menderes liselere de seçmeli din dersini koyduğunda takvimler 1959'u gösteriyordu.
İmam Hatip Okulları'nı bitirenlere ilkokul öğretmeni olma hakkı tanındığında sene 1965'ti.
Tayyip Erdoğan o zaman sadece 11 yaşındaydı.
İmam Hatip Okulları'nı bitirenlere üniversitelere girme hakkı ondan iki yıl sonra tanındı.
Yani Tayyip Erdoğan 13 yaşındayken...
Milli Selamet Partisi ile CHP koalisyon kurduğunda Tayyip Erdoğan 20 yaşındaydı.
23 yaşına gelinceye kadar Türkiye'de 100'ün üzerinde imam-hatip lisesi açıldı.
O dönemlerde Başbakan Demirel derdi, laiklik değil Milliyetçi Cephe Hükümeti'ni yürütebilmekti.
Tayyip Erdoğan 25 yaşına geldiğinde Türkiye'de "Hafta tatili Cuma olsun,nikahları müftüler kıysın " önerisi seslendirildi.
Başbakan Demirel,ortakları Erbakan ve Türkeş'ti...
Çok değil 2 yıl sonra, yani 1981'de askeri darbe lideri Kenan Evren Çanakkale'de "muhterem din adamlarının elini öpeceğini " söylüyordu.
Erdoğan 30'una gelmeden camii imamı olarak yetiştirilenlere öğretmen olma yolunun açıldığını gördü.
28 Aralık 1989'da üniversitelerde türban serbest bırakıldığında Özal'lı yılları yaşıyorduk.
Tayyip Erdoğan o zaman 35 yaşındaydı,Demirel ise siyasetin dinin emrinde olduğundan söz ediyordu.
Sonraki yıllarda en fazla imam-hatip lisesi açan lider olmakla övünen Demirel'i de gördük,tarikat liderlerinden destek almak için el öpen genel başkanları da...
Sene 2008 oldu.Türban meselesinden dolayı Başbakan Erdoğan'a herkes kızgın.
Menderes demokrasi kahramanı olarak anıt mezarında yatıyor.
Hemen yakınındaki bir başka anıt mezarda Turgut Özal.
Erbakan kayıp trilyon davasının sonuçlarıyla boğuşuyor.
Demirel "bir bilen" olarak hala siyaset sahnesinde...
Bir arkadaşım "Türkiye'de karşı devrim oluyor farkında mısın? " diye sordu.
"58 yıldır olandan farklı birşey olmuyor " dedim.
Sizce kim haklı?
CHP REJİM SORUNU HALİNE GELDİ...
Demokrasilerde insanlar hükümet krizlerinden korkarlar.
Oysa asıl korkulması gereken iktidar değil muhalefet krizidir.
Muhalefet sağlam olduğunda siyasi krizler kolay atlatılır.
İktidar gider yerine umut olan gelir.
Oysa muhalefet sağlam olmayınca iktidar gidince yerine ne geleceği bilinmez.
İşte o zaman demokratik rejim sarsıntı geçirmeye başlar.
Çevremde bir sürü insan "Ekonomik kriz olsa da AKP'den kurtulsak" diyor.
Geldiğimiz nokta ne kadar acı.
Muhalefetin olmadığı yerde meydan darbe çağrısı yapanlarla,fakirleşmeyi bile göze alanlara kalıyor.
CHP'nin zayıflığı giderek bir rejim tartışması haline gelmeye başladı.
Baykal ve baykalseverlerden umudu kestim ama diğer CHP'liler bu işin farkında mı?
AVRUPA'DAN DA KÖTÜ SİNYALLER GELİYOR...
Amerikan ekonomisi durgunluk tehdidi altında.
Avrupa ekonomisi de tehlike sinyalleri vermeye başladı.
Avrupa Merkez Bankası'nın 2007 yılı için belirlediği yüzde 2'lik enflasyon hedefi yerle yeksan oldu.
Euro bölgesindeki enflasyon yüzde 3.2 olarak gerçekleşti ki bu 1997'den beri görülen en yüksek oran.
İngiliz ekonomisi de benzer bir durumda.
Biz türbanı ve rejimi tartışıyoruz dünya durgunluk ve stagflasyonu...
Özay Şendir
Köşeli Yazılar...
Ertuğrul Özkök ; Hitler, Robert Mugabe, Ahmedinejad ve Miloseviç'i demokrasinin yarattığı canavarlar olarak saydı, sözü Başbakan Erdoğan'a getirdi ve "ama" dedi. İşte o "ama'dan sonrası...
HERALD Tribune’ün önceki günkü sayısında bir yazı vardı.Sadece başlığını vererek geçeceğim.
"Demokrasi nasıl bir canavar yarattı."
Yazayı yazan kişi Sheffield Üniversitesi’nin tarih profesörü Ian Kershaw.
Demokrasinin yarattığı birkaç canavarın adını da vermiş.
Tabii başında, bütün zamanların seçimle işbaşına gelmiş en büyük canavarı Hitler var.
Arkasından, ülkesini bataklığa götüren bir seçim canavarı daha: Zimbabve Başkanı Robert Mugabe.
İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad.
Sırp Milliyetçisi Miloseviç.
Bunların hepsi seçimle gelmişti.
Zafer şımarıklığı hepsini felakete götürmüştü.
* * *
Oradan içeri geliyorum.
Üniversitenin en büyük sorunu olarak YÖK’ü görenlere,
Türbanın serbest bırakılmasından sonra üniversitede "bilim hürriyetinin" başlayacağına inanarak, bildirilere imza atan arkadaşlarımıza bir soru sormak istiyorum.
YÖK Başkanlığı’na ve YÖK üyeliğine atanan kişilere bakınca, acaba hálá o aynı pembe hayalleri görmeye devam ediyorlar mı?
Bir YÖK Başkanı düşünün ki, işe "Türban sorununu çözeceğim" beyanatı ile başlıyor ve memleketi psikolojik bir harabeye çeviriyor.
Yeni atanan YÖK üyelerini düşünün ki, hepsinin ilk emeli, imam hatip sorununu çözmek.
Cumhurbaşkanı düşünün ki, atamalarda bilime, makaleye ve kitaba değil, "Bunlar bizim dediğimizi yapar mı"ya bakıyor.
Öteki YÖK üyelerine kızıyordunuz.
Peki bunlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bugün itibarıyla Türk üniversitesi daha saygın, daha bilimsel, daha hür mü?
Yoksa sadece "onlarınkiler" gitti, "bizimkiler geldi" mi?
Yani üniversite "bizimkilerin" eline geçince hür ve bilimsel oldu. Öyle mi?
* * *
Başbakan dün medyaya aba altından sopa gösteriyor.
"Altınızı araştırırsak, bir şeyler buluruz."
Herhalde tehdit ediyor.
Çünkü, böyle kirli bir şey varsa bulup çıkarmak, onun ve hükümetinin görevi.
Ama olmayan bir şeyi bulup çıkarırız diyorsanız, hani nerede o hür, özgürlükçü demokratik tertemiz idealler.
Türban konusunda biz ne yapıyoruz?
Hakaret mi ediyoruz, iftira mı atıyoruz?
Sadece itiraz ediyoruz.
Bu yol, yol değil diyoruz.
Sadece biz mi?
Çevrenize bakın, yakınlarınızda birçok insan da aynı şeyi söylüyor.
Üstelik her geçen gün söyleyenlerin sayısı artıyor.
* * *
İş iyi niyete kalsa, altında başka arzular, megalo idealar, tarihe geçme ihtirasları olmasa, emin olunuz türban sorunu üç günde çözülür.
Üstelik öyle kanuna falan da ihtiyaç kalmaz.
Yapmanız gereken tek şey, iyi niyetinizi ve uzlaşma arzunuzu samimiyetle ortaya koymaktır.
Bir de bu din meselesini daha ileriye götürmeyeceğiniz konusunda vereceğiniz güvence.
Bunu zaten Anayasa gereği vermeniz gerekir.
Çünkü üniversitede türbanın iki adım ötesi, sağa sola, yukarı aşağı kaydırmalar, laiklik hududunu tecavüz anlamına gelecektir.
Öyleyse hálá niye tereddüt ediyorsunuz?
Getirin ne istiyorsanız kanuna koyalım diyorsunuz.
Çıkın açık açık kamuoyuna söyleyin.
"İlk, orta ve lisede türban olmayacak. Devlet dairesinde olmayacak. İmam hatiple oynamayacağım."
Gerekirse kanuna koyun.
O zaman bazı insanlar, kurumlar hálá uzlaşmaya gelmiyorsa, bu onların bileceği iş.
Ama ben varım diyorum ve sözümün arkasındayım.
Baştaki makaleye dönüyorum.
Elbette bununla Türkiye Başbakanı’nı kastetmiyorum.
Türkiye’nin yerleşik demokrasi değerleri var.
En önemlisi de yüksek yargısı.
Demokrasi sadece çoğunluktan ibaret bir rejim değildir.
Onu dengeleyecek kurumlar da onun ayrılmaz parçasıdır.
Bülent Ecevit yüzde 42 oyla başbakan bile olamamıştı.
Hitler ise yüzde 33 oyla insanlık tarihinin en acımasız diktatörü oldu.
Bir siyasetçi arkasındaki çoğunluğun hesabını yaparken, demokrasinin bu matematiğini de dikkate almalı.
Ortada derin, toplumu bölen böyle büyük bir sorun varsa, onu sadece arkanızdaki çoğunluğa dayanarak değil, bütün ülkenin ruh sağlığını dikkate alarak çözmeye çalışmalısınız.
Bu kötü örneği işte bunu anlatmak için verdim.
Konuyu Okuyanlar: 2 Ziyaretçi