HERMETİZM
Günümüzden 16.000 yıl öncesine kadar geriletilen ilk Mısır’lıların Nil vadisine çıkışları ile birlikte Osiris dininin uygulandığı yeni bir uygarlığın temelleri atılmıştır. Osiris’in müritlerinden olan Hermes 42 ayrı kitapta topladığı dinsel, yönetimsel, astronomik, astrolojik, coğrafi, geometrik ve matematik bilgileri içeren kitapları ışığında Nil vadisine yerleşen Beyaz Afrikalıların ileri Mısır uygarlığının oluşumuna öncülük etmiştir.
Hermes Kimdir :
Hermes, Eski Mısır’ın çok ünlü bir varsayımsal bilgini ve düşünürüdür.
Yunanlılar ona Hermes ya da Ermes, Romalılar ise Merkür derler. Başlangıçta rüzgar tanrısı sayılmış, sonradan hırsızlarla tüccarların tanrısı olmuştur. İkinci kat gökte bulunan bir delikanlı (ay) ve Zeus ile Atlas’ın kızı Maia’nın oğludur. Ayaklarında kanatlar bulunan ve elinde yılanlı bir sopa tutan, miğferli güzel bir delikanlı olarak temsil edilmiştir.
Orta-Doğu Kaynaklarına göre Hermes :
Arap-İslam Dünyasına ait birçok eserde yer alan çeşitli bilgilerden Hermes’in tanındığı anlaşılmaktadır. Yukarıda üzerinde durduğumuz Latince ve Yunanca eserlerin vermiş olduğu bilgiler arasında bir paralellik görülmektedir. Arapça kaynakları bir değil, üç Hermes’ten söz etmektedirler :
I . Hermes : Kaynaklara göre Tufandan önce Yukarı Mısır’da yaşamıştır. Piramitleri inşa eden I. Hermes Ahnuch’tur (Henoch ya da Enoch). Henoch, İbrani kaynaklarına göre en büyük “Myste” dir, yani inisiye edilmiş kişidir. Melekler ona göklerde ve yer yüzünde ne varsa göstermişlerdir. XIII.yy. da İspanya’da kaleme alınmış olan “Zohar Chodaş” işimli eserde, Henoch gökyüzüne çekildiğinde ona “kozmoğrafyaya dair” bütün sırlar verilmiştir. O, semavi kitaba sahiptir ve o kitaptan insan kaderini okuma yeteneği vardır.
Arapça birçok kaynakta Henoch ya da Annuch ile, Kuran’da adı anılan (Sure : 19-56, 21-85) İdris Peygamber aynı kişidir. Hermes’in Artronomi-Astroloji (İlm an-Nücum) ve tıp bilgini olduğu yazılıdır. Al-Makdisi (Abdililah Muhammad, Ölm. 988) “Ahsanu’t-takasim fima’rifati’l Akalim” adlı coğrafyaya dair eserinde Ali B. Abdallah al Kasri’nin Kitab’ul Kiranat adlı adlı kitabından Hermes’e ait şu bilgileri aktarmaktadır: Yahudiler Hermes’in Ahnuch olduğunu söylerler. Ahnuch ise Kuran’da adı geçen İdris Peygamber’dir. Hermes, Al Kasri’ye göre Adem’den önce yaşamıştır. İnsanları Tufanda boğulmaktan kurtarıp Yukarı Mısır’a götürmüştür.
II. Hermes : Arapça kaynaklara göre bu Hermes (Hirmis), Nuh Tufanından sonra Babil’de yaşamıştır. Yani Babillidir. Kıral Nasir Bali’nin çağdaşıdır. Pythagoras’un da üstadıdır.
III. Hermes : I. Hermes gibi Mısırlıdır. O da Tufandan sonra yaşamıştır. Yunanlılar Hermes’in Mısır tanrılarından olan Thoth ile aynı olduğunu söylerler.
Keldaniler Hermes’e “Utarid” demişlerdir. Utarid de “Merkür” gezegenidir. Bu gezegen, tezliği, çabukluğu dolayısıyla “ok” anlamına gelen Farsça “tir” adını almıştır. Utarid, fesahat ve belagat (retorik) ’in sembolü olduğundan bu yıldıza Farsça “Gök katibi” anlamına gelen “debir-i felek” adı verilmiştir. Bundan dolayı çok defa adı, defter ve kalemle birlikte anılır olmuştur.
Kuvvetlerden düşünce, duygulardan tad alma, yaşlardan çocukluk çağı, vücut ögelerinin dil, akrabalardan büyük kız kardeş, vasıflardan zeka, anlayış, merhamet, sır saklamak, işaret ve zevk sahibi olmak, bilgilerden mantık, belagat bu yıldıza aittir. Av köpekleri, eşşek, katır, tilki, tavşan, yaban eşşeği, cüsseli kara ve deniz hayvanları, hatipler, katipler, ressamlar, da yine bu yıldız’a mensuptur. Utarid’in hakim olduğu zamanda doğanların, güzel, sevimli ve zeki olacaklarına inanılmıştır. Minyatürlerde Tavus Kuşuna binmiş, sağ elinde bir yılan, sol elinde de yuvarlak bir tahta bulunan güzel bir genç kız veya yeşiller giyinmiş, başında taç bulunan, bir kürsüye oturmuş ve iki eliyle tuttuğu Kuran’ı okuyan genç bir insan suretinde çizilmiştir. Günlerden çarşamba, gecelerden pazartesi gecesi bu gezegene ait sayılmıştır. “Ehl-i Kaf” adı verilen Simyacılar (Alchmistler) altına güneş, gümüşe ay dedikleri gibi Utarid yani Merkür’e de “cıva” adını vermişlerdir. Bundan dolayı da “mavi renk” Utarid’i temsil eder.
Hermes Trismegistus hakkında bilgi veren önemli bir kaynak da Al Makrizi’nin (ölm. 1441), “al-Mava’ız val’itibar fi zikri’l-Hitat va’l Asar” isimli eseridir. Al Makrizi’ye göre Hermes, çok adil olduğundan ona “Zu’l-adl-(çok adil)” denmiştir. Hermes Trismegistus, hem peygamber, hem filozof, hem de hükümdar olduğu için kendisine “üç defa nimetlendirilmiş” anlamına gelen “al-musallasu bil-ni’am” denmiştir (Trismegistus). Yazara göre Allah, Hermes’e otuz kitap indirmiştir (suhuf). Hermes, hesap (matematik), felsefe (hikmet), riyaziye (geometri), tıp, astronomi ve astroloji (ilm-an-Nücum) alanlarında ilk defa kitap yazmış olan kişidir. Yine ilk defa kalem ile yazı yazan odur. Bir başka sözle bütün bu bilimlerin mucididir Hermes. Yazar, Hermes’in üç eserinin adlarını da vermiştir. Bunlar, 1-Uzunlukla ilgili (ölçme)-Kitabu’l Tul, 2-Yeryüzü ile ilgili-Kitabu’l Ard, 3-Simya ile ilgili-Kibabu’l-Kasb az-Zahab (altın elde etmenin yolları kitabı
Bu son eser bize Hermes ya da Hermesçilik ile Simyacılar arasıda ilişkiye de ışık tutmaktadır. Nitekim modern Tarih yazıcıları Arap Simyasının aslında antik Yunan gizemciliği ile Hermetik kaynaklardan etkilendiğine dikkati çekmektedirler.
Hermes, Homeros gibi aslında bir edebiyatın adıdır. Ancak bu edebiyat, Homeros’ta olduğu gibi poetik değil, dini ve felsefi’dir. Bir görüşe göre bu edebiyatta (Corpus Hermeticus) büyük ölçüde Eski Mısır’a ait fikirler yer almaktadır. Hatta bu özelliğinden dolayı Hermes, Platon (Eflatun) ile karşılaştırılabilir. Platon, (M.Ö.427-347) eserlerinde Hermes’in Mısır’lı bir Tanrı ya da Tanrı-İnsan olduğunu ve Mısırlıların ona Theuth adını verdiklerini belirttikten sonra onun bir çok şeyin, örneğin Matematiğin, Geometrinin, Astronominin, Kaldıraç Sisteminin ve özellikle Alfabe ile Yazının mucidi olduğunu yazmaktadır. Platon, Mısır ve İtalya seyahatlerinde, Hermetik ve Pisagorcu felsefelerin, akıl ve çizgiyi bir bütün olarak ele alan ezoterik boyutlarını fark edememiştir. Bu yolculuklardan geriye Atina’ya, akılcılığın ilkel bir uygulaması olan İdealar Kuramı’nı getirerek zihinlerde doldurulması imkansız bir boşluk yaratmıştır. Bu boşluğu doldurmaya, onun aklı kullanarak bir ulu yaradanın varlığını ispat çabaları, hatta öğrencisi Aristotales’in cansız’dan tanrı’ya varan sıra düzenli evren anlayışı bile yeterli olamamıştır. Platon dönemlerinde zihinlerde yaratılmış olan bu felsefi boşluğun, 2400 yıldır kimlerin ne işine yaradığı ve nasıl doldurulduğu herkesçe malumdur. Kutsal Kitaplarda her ne kadar “Allah size şah damarınızdan da yakındır” gibi cümleler yer alsa da neticede o şah damarı ile insan arasında, koskoca bir ortaçağ skolastisizmi veya muazzam bir doğma sığabiliyor.
Hermes ile ilgili bir diğer kuram daha vardır. Buna göre de aslında Hermes diye “tek bir kişi” yoktur. Eski Mısır Tarihi boyunca Hermetik kurumların önderi olan bir çok kişinin hep “Hermes” adıyla anıldığı söylenir.
Bunların hangisini doğru olduğu belli değildir.
Eski tarihçilerden kimileri, Hermes’in 42 kitabı olduğunu yazmışlardır. Söylendiğine göre, bu kitaplardan bazıları “Tanrı” ve “Din” konularını, bazıları Hermetizm’in törenlerini de içeren ritüellerini, diğerleri ise çeşitli bilim dallarına ilişkin bilgileri içerirler.
Kimi tarihçiler ise bu kitapların sayısını yüzlere, hatta binlere çıkarmışlardır. Buradan da, asıl Hermes’ten sonra yaşamış olan birçok bilginin, bilim adamının, rahip ve düşünürün, ya da eğer gerçekten de “Hermes” adlı bir kişinin özgün yazımları varsa bunları kopyalamış olanların, yazdıkları kitaplara Hermes’in adını vermiş oldukları çıkar.
Bu kitaplardan hiç biri günümüze kadar gelememiştir. Büyük çoğunluğunun daha önce ünlü İskenderiye Kütüphanesi’nde toplanmış olduğu, bu kütüphanenin M.Ö. 47 yılında yanmasıyla yitirildiği söylenir. Bu da bir başka varsayımdır, bu kitapların yitiriliş nedenini açıklayabilmek için uydurulmuş gibi bir izlenim yaratmaktadır. Çünkü, o zamana kadar çoktan bu kitapların kopyalarının çıkarılmış olması, bunların da başka yerlerde bulunması gerekir.
Hermes’in olduğu söylenen kitaplara ilişkin bilgilerin bir bölümü Antik Yunan kaynaklarından sağlanmış, bir bölümü de Mısır’daki piramitlerin koridorlarına işlenmiş olan hiyerogliflerin çözümlenmeleriyle elde edilebilmiştir. Bu konudaki bilgiler pek sınırlı ve yetersizdir; birbirlerinden kopuk bilgilerin boşlukları da var sayımlarla doldurulmuştur.
Bu bakımdan, Hermetizm’e ilişkin bilgilerden hiç biri “kesin” olarak nitelenemez. Ancak, şundan da kuşku duyulmaz; Hermetizm, kendinden sonra gelmiş olan bir çok ezoterik kurum için esinlenme kaynağı olmuştur.
Hermes’in eserleri hakkında ilk bilgileri, Neoplatonizmi metafizik, theolojik bir sistem haline getiren Porphyrios’un Suriyeli öğrencisi Jamblichos’tur (M.S.300). Yazarın vermiş olduğu bilgilere göre Hermes’in eserleri sayısı 36.525’tir. Yine aynı yazar başka bir yerde eserlerin sayısını 20 bin olarak vermiştir. Lactantius ise, Hermes’in eserlerinin sayıca çokluğundan bahsetmiş fakat somut bir sayı vermemiştir.
İskenderiyeli Clemens (Clemens von Alexandria, M.S. 150-215) Hermes’in eserlerinin sayıca Eski Mısır diniyle ilgili olduğunu yazmaktadır. Yazar bu münasebetle Eski Mısır dinî törenleri hakkında bilgi de vermiştir. Clemens’in yazdığına göre, törenin ön safında müzik sembolleri taşıyan bir rahip yer alır. Bu rahip Hermes’in tanrılara okunan ilahileri içeren iki kitabını ezberlemiştir. Onu bir başka rahip izler, onun elinde de astronominin sembolü olan bir hurma dalı vardır. Hermes’in Astronomi ile ilgili olan güneş ve ayın ışıkları, güneş ve ayın doğuşları ile ilgili bilgiler vardır ve bu rahip bu bilgileri tören esnasında sürekli tekrarlar. Ondan sonra gelen ise kutsal rahip’tir. Başında tüyler, elinde de kamış kalem ile mürekkepten oluşan bir yazı takımı taşır. Bu rahibin görevi Hiyeroglif kitapların (Kosmografya, Cografya, güneş ve ay sistemleri, beş gezegen ve Mısır’ın topoğrafyası ile ilgili kitaplar) hepsini ezbere bilmektir.
İskenderiyeli Clemens’in vermiş olduğu bilgilere göre Hesmes’in önemli olan kitaplarının sayısı 42’dir. Bunların 36’sı Mısır’ın tüm felsefelerini içerir ve yukarda anılan rahipler tarafından ezberlenir. Geriye kalan altı kitap da taşıyıcıları olan rahipler tarafından ezbere bilinirler. Bu altı kitap; vücudun yapısı, hastalıklar, organlar, oftolmoji ve diğer tıbbi bilgiler içerir.
Clemens’in belirttiği gibi bu kitaplar hem din ve felsefe hem de dil olarak Eski Mısır ile ilgilidir. Günümüze kadar gelmiş olan ve Hermes’e atfedilen iki kitap vardır: Bunlar, Poemander ve Ascilepsius’dur. Poemander’in sözlük anlamı “shepherd of man” yani “insanların çobanı” dır. Bu iki kitap Yunanca olup fikir olarak Platon’un felsefesiyle benzeşir. Jamblichos’a göre Hermes’in eserleri Eski Mısır dilinden Yunan felsefesine aşina olan kişilerce Yunanca’ya çevrilmişlerdir. Patrisius, Hermes’in çok eskiye dayandığını ve bu faraziyeden hareketle şu sonuca varmaktadır: Yunanlıların bütün felsefe sistemleri, yani Pythagoras’ın mistik matematiği, Platon’un etiği ve Theolojisi, Aristotales’in fizik teorileri Hermes’in kitaplarına dayanmaktadır. Yazarın bu iddiası aslında oldukça mantıklıdır. Çünkü eğer Hermetik Kitaplar (Corpus Hermeticus) Yunan felsefesinin ürünü değilse, Yunan felsefesi Hermes’in ürünü olmalıdır.
Hermetizm’in Doğuşu :
Eski el yazması belgelerin bazılarında, Hermes ile ilgili bir efsanesel öykü anlatılır. Bu efsanesel öyküde, diğerlerinde olduğu gibi, Tevrat’ın ilk bölümünden esinlenilmiştir; ama bu Tevrat’ta anlatılan öykülerden biri değildir. Üstelik bu öyküde “Hermes” adı da geçmez; fakat sözü edilen kişi Hermes’tir.
Buna göre; Hz. Nuh’un dört üvey kardeşi vardır. Erkek kardeşlerinin adları: Yabal (Jabal), Yubal (Jubal) ve Tubal-Kain, kız kardeşinin adı ise Naama’dır. Bu üç erkek kardeş, Tufan’dan önce, tüm bilimlerin temelini oluşturan “Yedi Bağımsız Bilim ve Sanat” ı bulmuşlardır. Kız kardeşleri ise dokumacılık sanatını bulmuş olan kişidir.
Bu üç kardeş, yakında geleceğini bildikleri Tufan’dan sonra yitirilmemeleri için, tüm bildiklerini iki sütun üzerine işlemişlerdir. Bu sütunlardan biri, ateşte yanmayan mermerden, diğeri ise suda batmayan bir hafif taştan (kimilerine göre içi boş olmak üzere madenden) yapılmıştır.
Yüzyıllarca sonra Hermes, bu iki sütundan birini bularak “Yedi Bağımsız Bilim ve Sanat” ı öğrenir. Böylelikle, çağında bu bilim ve sanatların üstadı olur. Gerek bilimsel gerekse töresel nitelikler taşıyan öğretisini de, bu bilgiler üzerine kurar.
Bu efsanesel öyküde sözü edilen Hermes, M.Ö. 1100 yılı dolaylarında yaşamış olduğu ileri sürülen Hermes’tir. Öyle olmazsa, dinsel kaynaklardaki benimseyişler uyarınca Tufanın oluştuğu tarih ile Hermes’in yaşamış olduğu varsayılan dönem arasında bir çelişki doğar.
Ancak bu efsane, Eski Mısır’ın Hermetik kurumlarının bundan en az bin yıl, hatta daha eski oluşunu açıklayamamaktadır. Böyle bir açıklamanın yapılabilmesi için, Tufanın mutlaka daha eski bir tarihte oluşmuş bulunması gerekmektedir. Bilimsel bulgular ve Sümer Yazıtları’ndan çıkarılmış olan bilgiler de bunu doğrulamaktadır. Bunlara bakılacak olursa, Hz. Adem’in dünya yüzüne indiriliş tarihi olarak benimsenen M.Ö. 4000 yılının daha geriye alınması gerekmektedir. Bu ise Tevrat’taki soy ağacı anlatımını çelişkiye düşürür.
Sözü edilen “Yedi Bağımsız Bilim ve Sanat” şunlardır. : Dilbilgisi (Gramer), Mantık, Konuşma Sanatı (Hitabet), Aritmetik, Geometri, Müzik ve Astronomi. Bunlar, eski çağlarda, diğer tüm bilimlerin ve sanatların temelleri ve kaynakları sayılmışlardır.
Mısır ve Hermes Okulu:
Günümüz bilim dünyasının, nasıl olup da ortaya çıktığını açıklayamadığı Mısır Uygarlığı, hem Mu hem de Atlantis İmparatorluklarının bu topraklar üzerinde kurdukları iki ayrı koloninin Tufan’dan sonra , zaman içersinde birleşmeleri ile meydana gelmiştir. Her iki kolonide de başlangıçta tek tanrılı din ve ezoterik öğreti geçerliyken, Mu Kolonisi bir süre sonra yozlaştı ve çok tanrılı inanca geçti. Atlantis Kolonisi ise, Hermes (Toth) tarafından kurulmuştu ve Osiris Dini’ ni uyguluyordu.
Osiris’ in müridlerinden olan ve ondan altı bin yıl sonra yaşayan Hermes, ya da diğer bir adıyla İdris, günümüzden onaltı bin yıl önce, beraberindeki bir güç ile Atlantis’den Nil deltası’na çıktı Burada bir Atlantis kolonisi kurdu ve Osiris dinini Mısır’da yaymaya başladı. Sais’de bir tapınak inşa eden Hermes için, Mısır’ın ünlü “Ölüler Kitabı”nda , ”ilahi kelamın efendisi ve ilahi sırların sahibi” denilmektedir.
Kuzey Mısır, Hermes döneminden, Firavun Menes dönemine kadar (M.Ö. 5000) Hermetik rahipler tarafından yönetildi. Daha sonra İdris Peygamber olarak tek tanrılı dinlerin efsanelerine giren Hermes’e Yunanlılar aynı zamanda hem kral, hem büyük rahip, hem de din kurucusu olması nedeniyle, üç defa büyük anlamına gelen “trimejit” sıfatını layık gördüler.
Hermetizm’in Günümüze Etkileri:
Hermetizm der ki:
“İnsan nefsi bir evdir. Ona eğer tanrı yerleşmezse şeytan yerleşir.”
M.S. IV. yy sonlarında Ortodoks kilisesi, Gnostizm’in kökünü büyük ölçüde kazımıştı. Neo-Platonculuk bir süre daha sürmüş, Mısır’ın 630 yılında Müslümanlar tarafından fethedilmesinden önce, o da ortadan kalkmıştı. Bu iki akımın silinip gitmesine karşılık, bilginin simgesi olarak Hermes Trimegistos, hem Hristiyanlık hem de Müslümanlık içinde yaşamaya devam etti.
Rönesans dönemine ait ve içine Astroloji’yi de alan konulardan birisi de Hermetizm’dir. Bu sözcük Hıristiyanlık öncesi dönemde yer alan inançları içine almaktadır. Astroloji’de sık sık geçen “yukarıda ne varsa, aşağıda da o vardır” ilkesi yine Hermetizm’den gelmektedir. Çok özet bir anlatımla, Hermetizm insanoğlunun evrenle olan birliğini, onun bir parçası olduğu düşüncesine dayanmaktadır.
Hristiyan Kilisesi, bir taraftan eski pagan tanrıların yeni inanç döneminde yaşamasına izin veriyor, diğer taraftan bunların önemini azaltabilmek ve evcilleştirebilmek içini eski tanrıları birer bilgeye dönüştürüyordu. Örneğin, tanrıça “Neit-Athena”, “Azize Catherine”, “Horus- Perseus” ,”Aziz George” ve “Anubis”, “Aziz Christopher” olarak Hiristiyanlığa katılıyorlardı. Ne var ki Thot-Hermes’in, Mısır bilgeliğinin simgesi Hermes Trimegistos” olarak Kilise dışı kalmış olması oldukça ilginçtir.
İslam’da Hermes Trimegistos, İdris Peygamber olarak insanlaştırılmıştır. İdris, Kur’an da dürüst bir peygamber olarak yer almaktadır. İslam’da da Hermes bir kültür kahramanı olarak ele alınmış ve tüm sanat ve bilimleri icat ettiğine inanılmıştır.
Rönesans’ın en belirgin özellikleri, insanın potansiyellerinin sonsuz olduğu inancı ve insanın her şeyin ölçüsü olduğu görüşüdür. İlginç olan Rönesans’ın bu düşünceleri Hermetik geleneklerden almış olmasıdır. XV. yy. başlarında, İtalyan sanat ve bilim adamları, canlandırmaya çalıştıkları eski bilgelikte Hermetik metinlerin ne denli ağırlıklı bir yeri olduğunu artık öğrenmişlerdi. Asklepius çoktandır biliniyor ve okunuyordu; Hermetik Metinler Arapçadan Latinceye çevriliyordu.
XV. yy. sonlarında ünlü düşünür ve gizemci Pico della Mirandola, neo-Platoncu düşünce ve Hermetik gelenekler ile Kabalayı birleştirdi. Önceden beri ilişkili olan Yahudi Gelenekleri ile Mısır Geleneklerinin yeniden birleştirilmesi çabasını aynı yüzyılda Campanella da sürdürdü. Hıristiyanlığın katı kurallarla dolu evrenini aşmakta yaratıcı Rönesans düşünürleri için Mısır ve Hermetizm’den başka alternatif yoktu.
Yalnızca 1471 ile 1641 yılları arasında Ficino’nun Hermetika çevirileri yirmi beş, Patritius’un çevirileri altı basım yaptı. Asklepius tam kırk kez yayınlandı. Stapulansis’in Asklepius yorumları on bir basıma ulaştı. 1400 ile 1700 yılları arasında Batılı gezginler tarafından Mısır’ı anlatan ikiyüzelli kitap yayınlandı. Yine aynı yüzyılda Hermesçiliğe ve Mısır’a beslenen ilgi kuşkusuz Rönesans kültürünün en saygı duyulması gereken yönüydü. Hermesçiliğin o dönemde verdiği en büyük ürün, bilimin ve araştırma özgürlüğünün öncüsü Giordano Bruno kişiliğinde ortaya çıktı. Bruno, kendinden öncekilerden ve çağdaşlarının tümünden daha ileri gitmiş olması bakımından olağanüstüdür. Tüm çabalarına karşın Bruno’dan önceki Hermesçiler, Hıristiyanlık tarafından çizilen sınırlar içinde kalarak, Mısır düşüncesini İncil’de yer alan bilgilerden daha yukarı taşıyamamışlardır. Oysa Bruno, Mısır bilgeliğine ulaşabilmek uğruna, yalnızca Hıristiyanlığın değil, Yahudiliğin bile ötesine geçmeye cesaret etmiş, üstelik bu çabanın hem entellektüel, hem de siyasal açıdan gerekliliğini vurgulamıştır. Bruno, Hermesçiliği katıksız Mısırlılığa döndürmeye çabalamıştır, onun için Hermesçi Mısır inançları aslında gerçek dinin ta kendisidir. Hıristiyanlığın sınırlarını aşan Bruno, engizisyon tarafından yakılarak öldürülmüştür.
Mısır tutkusu yalnızca Katolik ülkeler ile sınırlı değildi. Protestanlar da Mısır ve Hermesçilik ile ilgilendiler. XVII. yy. da Almanya, Fransa ve İngiltere’de ortaya çıkan “Gülhaççılar” bir tür “Gerçek Din” kavramını geliştirirken Hermesçiliği temel aldılar. Gülhaççılar, toplumun gerçek bilgeliğe ulaşmış seçkin bir aydınlar grubu tarafından yönetilmesi gerekliliğini savunuyorlardı. Böylece Mısır rahiplerinden Pyhtagorasçı kardeşlik topluluklarına, oradan da Platon Akademisine uzanan ezoterik zinciri izlemiş oluyorlardı.
XVII. yy. da Aydınlanma akımının önemli kişilerini bünyesinde barındıran Masonların ilgi odağı da Mısır oldu. Masonluğun tarihi, özellikle XVII: yy. da yeniden örgütlenme öncesi dönem oldukça karanlıktadır. Masonluk başlangıçta, Ortaçağ Avrupa’sında katedraller ve diğer önemli yapılarda çalışan duvarcıların oluşturduğu kapalı örgütlerdi. Reform ve Din Savaşlarından sonra İngiliz Adalarında yaşamayı sürdüren örgüt, “soylu ve burjuva” üyelerin girişiyle farklı bir niteliğe kavuştu ve “Spekülatif Masonluk” oluştu. Ne var ki, Masonlar XVII yy. öncesindeki bu yeni örgütlenmeden önce de Mısır’a ilgi duyuyorlardı. Örneğin, bir çok eski el yazmasında Masonluğu Euclide’in Mısır’da kurduğu kayıtlıdır. Masonlar için, mimarlıkla eşdeğer olarak görülen ve büyük önem taşıyan geometri bilimi, Nil’in taşmasıyla sınır işaretleri kaybolduktan sonra tarlaları ölçmek için Mısırlılar tarafından icad edilmişti.
Rönesans dönemi Hermesçileri ile Gülhaççılar artasında nasıl bir bağlantı varsa, benzer bir bağlantı da Gülhaççılar ile Masonlar arasında da bulunuyordu. Bunun kanıtı olarak, bir Gülhaççı olan Elias Ashmole’un aynı zamanda Mason olduğunun bilinmesidir. Ayrıca, Gülhaççılar ile Masonlar arasında bazı Hermetik ilke ve düşünce benzerlikleri de vardı. Her iki örgüt de, evreni simgelemek için Süleyman tapınağı ve Piramitler gibi yapıların ölçü ve oranlarını kullanarak daha iyi, daha barışçı ve daha hoş görülü bir dünya yaratacak olan bir Aydınlanmışlar Grubu oluşturma arzusundaydılar.
Hermesçilik, XVII. yy. dan beri Gülhaççılığı, XVIII. yy.dan beri de Masonluğun Simgesel Ritüellerini etkilemeye devam etmektedir. XIX. yy. sonlarına doğru ortaya çıkan Martinizm, Teozofi (Theosophy), Gizlici Canlanma (the Occult Revival), Altın Şafak Hermetik Tarikatı (the Hermetic Order of Golden Dawn) gibi etkin ezoterik akımların arkasındaki itici güç yine Hermesçiliktir. Bu sayılan akımlar da XX. yy. da bir tür “Pagan Rönesansı” nın doğmasına yol açmışlardır. Ünlü psikolog C.G. JUNG’ un insan ruhunun derinliklerini inceleyen yapıtlarının da, içerdikleri simya simgeleri ve arketiplerle Hermetik özellikler taşıdıkları kabul edilmektedir.
Hermetik Öğreti :
Hermetizm, üzerinde başlı başına bir kitap yazılabilecek kadar geniş bir konudur. Bu yazıda yalnızca bazı öğretisel özelliklerine kısaca değinmekle yetinilecektir.
O Madde, karanlık ile özdeştir. Işık ise ruhtur; aydınlık ruhtadır. Yer yüzündeki yaşam, ruhun madde ile savaşından oluşan bir sınav evresidir. Eğer ruh maddeye yenilerek bu sınavı kazanamayacak olursa, karanlığa tutsak düşer ve varlığını yitirir. Sınavı kazanan ruh ise göğe yükselir ve ölümsüzlüğe ulaşır.
O Ruhları ölümsüzlüğe götüren, dünya sınavında, buyrultularına dayanarak, güçlerini kullanarak, acı çekerek, elde ettikleri bilinçtir. Buna kavuşmak için, yükselmeyi istemek gerekir.
O Düşüncelerden hiç biri Tanrı’yı resimlendiremez. Tanrı, hiçbir dil ile tanımlanamaz ve betimlenemez. Cisimle ilgisi olmayan, biçimi üzerinde her türlü düşüncenin geçersiz olduğu bir kavram duygularımızla da aydınlanamaz. Sonsuz olan zaman gibi kısa bir ölçüye gelmez.
O Nitelenmesi olanaksız Tanrı, seçtiği kullarından kimilerine, kendi yüce olgunluğundan bir takım görüntülere erişebilmeleri için, doğal olanakların üstüne çıkma yeteneğini verebilir. Fakat bu seçkin kişiler, gördüklerini halk dili ile tanımlayacak sözcük bulamazlar. Nedenlerin nedeni her zaman saklıdır.
O İnsan ruhunun derinliklerinde taze bir biçimde bulunan niteliklerin ortaya çıkabilmesi için, insanın üstün düzeyde bir eğitim görmesi gereklidir. Sürekli bir çabayla ve buyrultunun kullanılmasıyla, insan evrenin potansiyel güçleri ile ilişki kurabilir. İnsanın uğraşıyla elde edebileceği başarının sonu yoktur. Yılmayan bir uğraşı sonucunda insan, tanrısallığa bile erişebilir.
O Ateşe, suya, toprağa karşı dayanıklılık gösterebilen insan, öz varlığına da egemen olabilmelidir. Ruh ve bilgi evreninin yüce aşamalarına ulaşmayı öngören insan, duygularının gölgelemelerini ve şaşırtmalarını aşmayı bilmeli, maddenin tutsaklığına düşmekten kendini koruyabilmelidir.
Hermetizm’in bu genel öğretisi, karmaşık simgeler ve astrolojik allegorilerle anlatılır. Öğretinin kökeninde, çağın çok tanrıcı (politeist) ortamı içinde bir tek tanrıcı (monoteist) görüş belirir. Ancak bu tek tanrıcı görüş, aynı anda kamu tanrıcı ya da doğa tanrıcı (panteist) bir nitelik de taşır.
İnsanın her yönden olgunlaşıp yetkinleşmesi yoluyla Tanrı’ya yaklaşabileceği inancı, diğer tüm gizemci (mistik) öğretilerden önce Hermetizm’de yer almıştır. Hermetizm öğretisinin temel öğelerinden biri olan “ışık-karanlık diyalektiği” de çağlar boyunca bir çok din ve inanç sistemi için de bir esinleme kaynağı olmuştur.
Hermes, “Hiddet tutkusu (Öfke) insanlar tarafından yaratılmış, dünyevi tanrılarla alışmış bir durumdur” diyor. Bu teori, yani heykellerin daimonlar (cinler) içerdiği inancı daha sonra Hıristiyanlar tarafından da benimsenmiştir.
Politeizme ait bu düşüncelerin yanı sıra panteist fikirler de söz konusudur: Nitekim “Ben ne isem sen de o’sun”, “Benim yaptığım her şey sensin, benim söylediğim her şey sensin”, “Ben seni biliyorum, sen de beni biliyorsun. Ben, senim, sen de bensin” sözlerini okuduğumuz zaman sanki elimizde Hintli bir filozofun kitabı vardır. Benzer düşünceleri Hıristiyan Mistisizminde de buluruz.
Asketik Prensip (zühd) :
Hermes, “kendini seven kişi bedeninden nefret etmelidir” demekte, ancak başka bir yerde de evlenmenin gerekliliğinden söz etmektedir. Hermes, sık sık tanrının oğlundan söz eder. Hermetik öğreti ile Hıristiyanlık arasındaki benzerlikleri yüzeysel bulan bilim adamları varsa da, bu gün İsa’nın Tanrının oğlu olduğuna dair Hıristiyan öğretisini Eski Mısır’a geri götürenler de vardır. Hermes’e göre , tanrı’nın oğlu bazen Nus’tan türemiş olan “Logos” , bazen de bir insandır. Ancak o bildiğimiz bir insan değil “ebedi (aenian)” bir insandır. Çünkü o tıpkı babası gibidir. Bu Nus’un cinsiyet aspektinin oluşu anlaşılması zor da olsa, onu biseksüel yapmaktadır. Bazen de Platon’da olduğu gibi, tanrının oğlu “her şeyi hisseden evren” dir. Hermes, güneşi açıkça tanrının oğlu olarak nitelendirmiyor, bunun yerine ikinci bir tanrı olarak anıyor.
Kötülük : Hermes’in kötülük ile ilgili görüşleri de çeşitlidir: Bir taraftan “ruhun her kötülüğü sefahattan kaynaklanır” demekte, diğer taraftan başka bir yerde de “beden, kötülüğün kaynağı” olarak gösterilmektedir. Yine Hermes’e göre “bedeni sevmek ölüm sebebidir”. Bir başka yerde de “iyilik” ve “tutku” bir birinin zıddıymış gibi gösterilmektedir. Hermes, “tutku” tıpkı “demirin üstündeki pas gibidir” yani onun parlaklığını, gerçek yüzünü örter, demektedir. Bütün bunlar belki de sonuçta aynı noktada kesişmektedir: Kötü düşünceler “daimon” (cin veya Aselepsiyus’da yazıldığı gibi “kara melekler” tarafından insanlara musallat edilmektedir. Bu düşünce Yunanistan’dan daha çok İran’ı akla getirmektedir. Hermes’e göre kötülük her ne şekilde ortaya çıkarsa çıksın tanrı tarafından yaratılmamıştır. Kötülük sadece dünya’ya aittir. Kötülüğü bütün cosmos’a (evren) maletmek küfür olur, Tanrı’ya saygısızlıktır. Yine Hermes’e göre tanrıya inanan insan kötülüğü iyiliğe dönüştürmeye muktedirdir.
Hermetizm
Hermetizm
Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi