You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

Posting Freak
Güzel Sanatlar
_TÜRKİYE'DE SANAT EĞİTİMİNİN TARİHÇESİ_

1. SANATTA CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEM

Türk sanatının, 1700?den itibaren Batı?ya yönelmesiyle birlikte, saraya yabancı sanatçıların yerleştiği bilinmektedir. O dönemlerde, sarayda usta-çırak ilişkileriyle süren sanat eğitimi, babadan oğula, ustadan çırağa devam ettirilmiştir.

1793 yılında, Mühendishane?de ve Harbiye Mektebi?nde, doğa gözlemine bağlı resim derslerinin programa alınmasıyla birlikte, sanat eğitimi, gerçek anlamda başlamış oldu. Harbiye ve Askeri İdadi Mektebi?ndeki ilk sanat dersleri, daha çok mesleki gaye ile programda yer almış olsalar bile, bugün ulaşılan seviyenin ilk hareketleri olması bakımından önemlidir.

Ülkemizde, Cumhuriyet öncesi ilk sanat eğitimi hareketleri içinde, bugünkü akademik seviyede kurulmuş olan Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi/bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi)?nin haklı bir yeri vardır. 1883 yılında Osman Hamdi Bey tarafından kurulan Sanayi-i Nefise Mektebi?nin müdürlüğüne, 2 Aralık 1883 yılında, hükümetin kararıyla yine kendisi atanmış, 24 Şubat 1910?da ölene kadar bu görevde kalmıştır. Bu okulun kurulmasıyla birlikte askerî ressamlar, yerlerini yavaş yavaş bu okullardan mezun olan sivil sanatçılara terketmişlerdir. Böylelikle ilk defa resim öğrenimi sivillere geçmiştir.

1911 yılında, kız öğrencilerinin de sanat öğrenmelerine imkan sağlayan İnas Sanayi-i Nefise Mektebi Sami Bey?in müdürlüğünde açıldı. Kısa bir süre sonra ise müdürlüğe Mihri Müşfik getirilmiştir. Kısa süreler içersinde birkaç müdür değişikliği yaşayarak öğrenim hayatını devam ettiren okuldan, bir çok kadın sanatçı yetişmiştir.

Akademi çıkışlı ressamlar, sanatçı olmaları yanında uzun yıllar resim-iş öğretmenliği de yapmışlardır. Ne var ki bu sanatçı-eğitimciler çocukları kendi yetişme biçimlerine göre eğittikleri gerekçesiyle yetersiz bulunmuş ve eleştirilmişlerdir. Daha sonra, 1927?de Akademi içinde, resim öğretmeni olmak isteyenlere bir öğretmenlik formasyonu veren kurs açılmıştır.

2. SANATTA CUMHURİYET SONRASI DÖNEM

Cumhuriyet?in ilanıyla birlikte kültür ve sanat sorunlarına oldukça önem veren Atatürk, devletin görevleri arasına bu konularla uğraşmayı da katmış, sanata ilgiyi devlet politikası haline getirmiştir. Sanatın, temel kültür sorunlarından biri olduğu sık sık vurgulanır; sanat eğitiminin sorunları milli eğitim sorunlarından bağımsız düşünülmez. Atatürk?ün sanat ve eğitim sorunlarına yaklaşımı ve oluşturduğu devlet politikası ile, özellikle resim sanatçıları güçlerini birleştirerek oluşturdukları birlikler ile Türk Sanatı?nı olgunlaştırmaya çalışmışlardır. Bu amaçla 1921?de Türk Ressamlar Cemiyeti kurulmuştur. 1924?den itibaren ise, bilgi, birikim ve deneyim kazanma yanında Avrupa sanatını kaynağında inceleyebilmek amacıyla yurt dışına bir çok sanatçı burslu olarak gönderilmiştir.

İlk Cumhuriyet kuşağı sanatçıları, yurt dışındaki eğitimlerini tamamlayıp Türkiye?ye döndüklerinde, sanat hayatımızda canlılık ve hareketlilik başlamış ve özellikle ressamlar çok aktif etkinliklere girişmişlerdir. 1926 yılında Türk Sanayi-i Nefise Birliği daha sonra da adı değiştirilerek Güzel Sanatlar Birliği ve 1928 yılında da Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği kurulmuştur.

1925 yılından itibaren, örgün eğitimde resim, elişi ve müzik derslerinin koyulması ve yaygın eğitimde 1932 yılında açılmaya başlanan Halkevleri ve daha da kabarık sayıdaki Halkodaları ve nihayet Halk Eğitim Merkezleri, sanat eğitimini geniş kitlelere götürmeyi amaçlıyordu. Halkevleri, güzel sanatlar yoluyla vatandaşları çalışmaya yöneltmek, yurdu güzelleştirmek, güzel sanatları sevdirmek ve yaymak için kurulmuştu. O yıllarda, sanatçıların eserlerini sergileyebileceği sanat galerilerinin bulunmaması sorununa çözüm getiren Halkevleri?nin, sanatımızın desteklenmesi ve geliştirebilmesi yolunda önemli bir yeri vardır. 1950?de altmış üç ilde 477 Halkevi ve 4332 Halkodası varken, çok partili döneme geçişte Halkevleri kapatılmış ve Kız Enstitüleri?ne öğretmen yetiştirmek amacıyla Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulları?na dönüştürülmüştür.

Cumhuriyetle birlikte eğitimde, kültürde, sanatta çok yönlü bir gelişmeyi hedefleyen Türkiye, yurt dışından bir çok eğitim uzmanı getirtmiştir. Bunlardan J. Dewey?nin raporu 1926 yılında uygulamaya koyulmuştur. Bu raporda sanat eğitimi açısından şu görüşlere yer verilmiştir:

Okullarda, bütün donanımlarıyla birlikte resim ve iş atölyeleri kurulmalı.

Yükseköğrenime devam etmeyecek kişiler için, kendilerine bilgi ve beceri kazandıracak uygulamalı çalışmalara özellikle de el işlerine önem verilmeli.

Resim, çizgi, boya sanatları gibi görsel sanat etkinlikleri, kişisel ve toplumsal önemi ve yararı açısından yeteneklerin geliştirilmesine önem verilmelidir.

Bu rapor doğrultusunda, ortaokullara öğretmen yetiştirmek amacıyla 1926 yılında Ankara?da Gazi Öğretmen Okulu (Gazi Eğitim EnstitüsüWink açılır ve ilk, orta lise Resim-İş programları değiştirilir; okullarda resim-iş atölyeleri ya da odaları kurulur. Daha sonra 1932-1933 öğretim yılında, Gazi Öğretmen Okulu bünyesinde Resim Bölümü açılır. Batı?da gelişen El İşleri Hareketi olarak bilinen bir akımın etkisiyle daha sonra Resim Bölümünden bağımsız İş bölümü kurulur. Daha sonra bu iki bölüm birleşerek Resim-İş Bölümü adını almıştır.

Zamanla, ?İş? eğitimi gittikçe yozlaşarak, ya yarara yönelik eşyanın küçük modelini yapmaya ya da ne olduğu belirsiz işlerin yapımına dönüşür. 1972 yılında İş Dersi, bir program değişikliğiyle İş ve Teknik Eğitimi dersine dönüştürüldü. Bu ders ile, iş çalışmaları yaratıcı düşünceyi geliştirmeye yönelik amaçlar öne çıkmıştı. Amaç, ne salt el becerisi ne de kısa yoldan hayata hazırlamaktı. Ne var ki, her ne kadar çağdaş yaklaşımlarla daha iyiyi, daha güzeli ve çağı yakalamayı hedefleyen programlar ortaya koyulmuşsa da, pratik ile uygulama farklı olmuştur. Bunun bir sonucu olarak da, İş ve Teknik Eğitimi dersinin esas amacından zamanla uzaklaşmaya başlanılmış, el becerisi ve yararlı olma amacı dersin amacı haline dönüştürülmüştür.

Milli Eğitim Şuralarının bazıları, Türkiye?deki sanat eğitiminin yapılandırılması çalışmaları doğrultusunda önemli bir yer tutar. Bunlardan 1949, 1962, 1974 ve 1981 Milli Eğitim Şuralarında sanat eğitimine ayrı ayrı yer verilmiştir. 1962?deki yedinci şurada, eğitim, kültür ve sanat konularına geniş yer verilerek, Kültür İşleri ve Güzel Sanatlar Komisyonunun hazırladığı raporda dile getirilen önerilerle, sanat eğitiminin bazı temel ilke ve amaçları benimsenmiştir. 1974?deki dokuzuncu şurada da, ortaöğretim kurumlarında öğrencilerin ilgi ve isteklerine göre seçecekleri kol faaliyetleriyle sanat eğitiminin desteklenmesi öngörülmüş; lise ve dengi okullarda da sanat eğitimi dersleri seçmeli dersler arasına konulmuştur.

Sanat eğitimi derslerinin, anaokulundan başlayarak, sanat alanında profesyonel olarak sanatçı ya da sanat eğitimcisi vb. eleman yetiştiren fakülte ya da yüksekokulların dışında, başka mesleklere yönelik eğitim veren fakülte ve yüksekokullarda da sürdürülmesine karar verildi. 1988-1989 öğretim yılında 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 5. maddesinin 1. fıkrasında ?Güzel Sanatlar eğitimi; Fakülte ve Yüksekokulların birinci sınıflarından itibaren eğitime başlayanlara seçmeli dersler olarak uygulanmaktadır? denmektedir. Böylece, tüm yüksekokul kademelerinde, plastik sanatlar eğitimi alanlarından biri seçmeli ders olarak verilmiş; 1991-1992 öğretim yılında ise, bu kapsama Müzik dersi de alınmıştır.

1991 yılında, Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı bünyesinde oluşturulan Resim Dersi Öğretim Programlarını Geliştirme Özel İhtisas Komisyonunca hazırlanıp daha sonra kabul edilen İlköğretim Kurumları resim-İş Dersi Öğretim Programı, 1992-1993 öğretim yılından itibaren denenip geliştirilmek üzere uygulamaya konulmuştur.

Son olarak da, Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) ve Dünya Bankası?nın 1994-1997 yılları arasında yürüttüğü Milli Eğitimi Geliştirme Projesi çerçevesinde, eğitim fakültelerinin yapılanması yeniden düzenlenmiş, Resim-İş Bölümleri, Müzik Eğitimi Bölümü ile birlikte, kurulan Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümünde; Sınıf Öğretmenliği Bölümleri de yeni kurulan İlköğretim Öğretmenliği Bölümünde Anabilim dalları olarak yer almıştır. İdari yapılanmanın yanısıra, her iki bölümdeki sanat derslerinin yarıyıllara göre ders dağılımları, kredileri ve içerikleri de değiştirilmiş ve 1998-1999 öğretim yılından itibaren uygulamaya konulmuştur.

Türkiye?deki sanat eğitiminin tarihi seyrine bakıldığında, daha çok akademik seviyede değişim ve gelişimin olduğu gözlenmektedir. Ne var ki, bu kademelere gelmeden önce, özellikle zorunlu eğitim kademelerindeki öğrencilerin sanat eğitimine özel bir itina ve önem verilmeli, geçmişe bakıp geleceğe daha iyi yön verilmelidir. Sanat ve onun eğitiminin, eğitim kurumlarında hak ettiği ağırlığı yakalayabilmesi, serpilip gelişebilmesi, onun gerekliliğine ve önemine inanmış insanlar tarafından sağlanabilir. Bu özelliklerde yetişecek olan insanların mimarları da, çağın gereklerini yakalayabilmiş bir eğitim politikası ve kararlılığı, gerekli donanım ile etkili bir programla yetişmiş olan eğitimciler olacaktır. Bu sebeple, her alanda olduğu gibi sanatın eğitiminde de çok iyi yetişmiş sanat eğitimcileri, bu misyonu yakalamada en temel yapı taşları olarak yerlerini alacaklardır.


GÜZEL SANATLARDA RESMİN ÖNEMİ

Eskiden insanlar, resmi bir anlatım aracı olarak kullanmıştır. Daha sonra eser yapma ve güzel şeyleri seyretme isteği ile konut olarak kullandıkları mağaraların duvarlarını resimlerle süslemişlerdir. Bugüne kadar izlerine rastladığımız mağara resimleri yontma taş devrine aittir. Bu resimler, kömür haline getirilmiş odun ve kemik parçalarının kalem olarak kullanılmasıyla çizilmiş, bazıları da sert cisimlerle kazınarak yapılmıştır. Renk olarak o zamanın doğal boyası olan toprak boyalar kullanılmıştır.

Eski çağlarda yaşamış insanların, ortaklaşa bir dil ve yazıları olmadığından, resim onlar için bir anlaşma aracı da olmuştur. Alfabe harfleri bulunmadan önce, insanlar resimlerle haberleşmişlerdir. Haberleşmede kullanılan resim-yazılar (hiyeroglif), sonraları biçimlerini değiştirerek harf ve rakam şekillerini almışlardır. Tanınmış kimselerin portreleri, dini konular, savaşlar ya da toplumsal olayların resimle anlatımı, tarih için de yararlı olmuştur. Matbaanın icadından önce yazılan el yazması kitaplar, resim ve bezemelerle süslenerek zenginleştirmiştir. Ressamlar, eserleri ile sevileni kutsallaştırmış, sevilmeyeni de gülünç durumlara düşürmüşlerdir. Bu nedenle tarihin her devrinde ressamın toplum içindeki yeri büyük olmuştur.

19. yüzyılda fotoğraf ve sinemanın keşfi ile resim, artık bir belge olmaktan kurtulmuş, ressam kendi kişiliğine dönmüştür. Şimdi daha çok gerçeği canlandıran resimler yerine çizgi ve renklere soyut anlamlar veren resimler yapılmaktadır. Günümüzde resim, tabloların dışına da çıkarak binaların içini ve dışını süsleyen değerli bir yardımcı da olmuştur. Gerçekçi olsun soyut olsun, resim, insanlık kültür ve uygarlığına sürekli ışık tutacaktır.

Atatürk, 1923 yılında, anıtlar hakkındaki bir soruyu şöyle cevaplandırmıştır:
"Bir ulus ki resim yapmaz, bir ulus ki heykel yapmaz, bir ulus ki bilimin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli ki o ulusun ilerleme yolunda yeri yoktur."


GÜZEL SANATLARDA HEYKELCİLİK

Heykel ve Heykelcilik

Ağaç, tunç, taş, pişmiş toprak, alçı vb. maddelerle insan ve hayvanı üç buutlu (boyutlu) olarak ortaya koyma, resimlendirme. ?Heykel? kelimesi daha ziyâde, vücudunun bütün organları tam yapılan canlılar için kullanılır. İnsan bedeninin bir kısmını ifâde ederse, buna ?büst? denir. Bu işleri kendisi için sanat hâline getirenlere ise ?heykeltraş? adı verilir.

Heykel ve heykelciliğin târihçesi: Heykel ve heykelciliğin târihi eski zamanlara kadar uzanır. Dünyânın çeşitli yerlerinde yapılan kazılarda mermer, ağaç, taş, pişmiş toprak, mâden vs. gibi çok çeşitli malzemeden yapılmış heykel ve heykelciklere rastlanmaktadır. Bunlar ve diğer heykeller üzerinde yapılan incelemelerden, heykellerin büyük bir kısmının çeşitli kavimlerin ilâh olarak tanıdıkları varlıkları tasvir ettikleri, bâzılarının kral-kraliçe gibi hükümdâr âilelerini, kahramanları ve kahramanlık olaylarını, bilim, sanat ve sporda meşhur olmuş kimseleri, bir kısmının da çeşitli insan ve hayvanları tasvir ettikleri anlaşılmıştır. Târihî araştırmalar, ilk heykelin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı hakkında herhangi bir netîce vermemektedir.

Târihi çok eski olduğu bilinen heykel ve heykelciliği bu derece yaygınlaştıran asıl sebeb, inançtır. Çeşitli devirlerde yaşamış insanların tapındıkları ve ilâh tanıdıkları şeylerin ağaç, taş, mâden üzerine işlemeleri ve ibâdetlerini bunlara karşı yapmaları, heykel ve heykelciliğe cemiyet hayâtında geniş yer verilmesine yol açmıştır. İslâm dînine âit kaynaklarda ilk heykelin yapılması şöyle anlatılmaktadır:

İlk insan ve peygamber olan Âdem aleyhisselâm ve bundan sonra da torunlarından İdrîs aleyhisselâm insanlara peygamber olarak gönderildi. Hepsi de tek yaratıcı olan Allah?a inanmayı ve O?nun emir ve yasaklarına uymayı anlattılar. İdris aleyhisselâmın göğe çıkarılmasından sonra insanlar azdı, doğru yoldan ayrıldı. Bu arada hazret-i İdris?in ayrılığına dayanamayanlar onun sûretini (heykelini) yaptılar. Daha sonra çeşitli canlıların heykelleri yapıldı. Zamanla insanlar putlara yâni heykellere tapınmaya başladılar.

Aklı ile bir yaratıcının varlığını düşünen ve anlayanlar ona giden yolu kendi başına bulamadı. Bunu önce etrâfında arayarak kendisine en büyük faydası olan güneşi yaratıcı sandı ve ona tapmaya başladı. Sonra büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, dağları, yırtıcı hayvanları ve benzerlerini gördükçe bunları da yaratıcının yardımcıları sandı. Her biri için bir sembol, bir sûret yapmaya kalktı. Bunlardan putlar doğdu. Daha sonra bu putlara heykel adı verildi. Bunların gazâbından, zarar vermesinden korkan insanlar onlara kurbân kesti. Her yeni olayla, o olayı temsil eden putların miktârı arttı. Eski Yunan, Roma, Mısır ve Mezopotamya tapınakları, Amerika?daki ve Asya?daki ibâdet için yapılan yerler, sayıları yüzlere varan bu putlarla dolduruldu. Ayrıca evlere, saraylara ve başka yerlere de bunlar konuldu. İslâmiyet insanlara tebliğ edilmeye başlandığı zaman Kâbe?de 360 put (heykel) vardı. İslâmiyetin yayılmasıyla insanlar, putlara, heykellere tapınmanın gülünçlüğünü anlamışlarsa da, bugün bile, güneşe ve ateşe tapanlar ile inanç ve ibâdetlerine heykelleri karıştıranlar (Budistler, Hıristiyanlar, bâzı Afrika ve Amerikan yerlileri gibi) vardır. Çünkü insan, insanlığın yolunu aydınlatan peygamberler olmadan ve onlara inanmadan her şeyi yaratan tek ve sonsuz Allah?a kendi başına bir türlü ulaşamamaktadır.

Heykelcilikte usûl ve teknikler: Heykelci hem çizici hem de uygulayıcıdır. Heykelcilerin bâzıları sâdece ellerine verilen şekilleri ya oyarlar veya dökerler. Heykelcilikte; oyma, biçimleme, inşâ ve birleştirme, döküm, bitirme gibi teknikler vardır.

Oyma: Heykelci tek parça bir kütleyi istenen düzen içinde şekillendirir. Taş ve ahşap heykelcilikte bu usûl kullanılır.

Biçimlendirme: Yoğrulabilir heykel malzemelerinin elle şekillendirilmesi. Bunların maddesi kil, balmumu ve alçıdır.

Birleştirme: Önceden şekillendirilmiş malzeme ve parçaların usûlüne uygun olarak biraraya getirilmesidir.Birleştirme heykelcilikte, kumaş, saç, çıta, kalas, formika, cam, ip, metal borular vb. maddeler kullanılır.

Döküm: Serbest heykeller yapılacağı gibi, yapılmış heykellerin de kopyaları yapılır. Çeşitli döküm usûlleri vardır.

Bitirme işi: Bitmiş heykelleri perdahlama, cilâlama, boyama ve yaldızlama gibi uygulamaların yapılmasına denir.

Günümüzde ve Avrupa?da heykel ve heykelcilik: İnsanların heykellere tapmaya başlamasından sonra, heykelcilik bir sanat ve ticâret metaı olmuştur. Yüzyıllarca insanlar, her çeşit malzeme ve maddelerden heykeller yapmışlar ve hattâ bunları başkalarına satarak geçimlerini temin etmek yolunu tutmuşlardır. Arkeolojik kazılarda, çeşitli yörelerde bol miktarda bulunup müzelere konan heykeller bunu ispatlamaktadır. Bilhassa mermerden yapılan heykeller, günümüze kadar sanat özelliklerini korumuşlardır.


GÜZEL SANATLARDA EL SANATLARI

İnsanoğlunun çağlar boyunca izlediği gelişim süreci incelendiğinde, ortaya çıkan, el sanatlarının hep bir ihtiyacı karşılamak üzere üretildiği sonucuna varılır

Anadolu topraklarında üretilen el sanatları için de bu durum geçerlidir. Anadolu insanı, yün, pamuk, tiftik, keten gibi hammaddelerden barınağını (çadırınıWink, dolabını (çuvalınıWink, yaygısını, bebeğini taşıyacağı malzemeyi (çarpana) dokumuştur ve dokuduğunu kesip dikerek giysisini yapmıştır. Ahşap, maden, cam, deri, toprak, kemik ve boynuz gibi maddeleri de beceriyle şekillendirip mutfak araçlarını, tarım ve hayvancılıkta kullanacağı aletleri, mobilyasını ve süslerini tasarlayıp üreterek ve ürettiğini kullanarak yaşamını sürdüre gelmiştir.

Bir ulusun kültür değerlerini en iyi yansıtan öğeler olan el sanatları, asırlar boyu toplumların sanat anlayışlarını ve yaşam tarzlarını aktarmada etkin bir rol oynamıştır. Aynı zamanda eğitim, bilim, teknik ve diğer alanlardaki gelişme düzeyi ile el sanatlarındaki gelişim düzeyi paralellik gösterir.

İnsan topluluklarının ürettikleri ürünlerin el sanatları içinde değerlendirilebilmesi için; estetik değerler taşıması, o topluluğun duygu ve düşüncelerini yansıtabilmesi, maddi karşılığı olmadan üretilmiş olması, eser halinde ortaya çıkışından sonra çevresinde bir takım gelenek ve görenekler meydana getirmiş olması gerekir.

Anadolu birçok uygarlığa beşiklik ettiği ve bu uygarlıkların kültür varlıklarını yeni bir sentez içinde sürdürerek her köşesinde yaşatmakta ve bu nedenle Anadolu el sanatlarının kökleri çok eskilere gitmektedir
Geleneksel Türk el sanatlarının renkli ve zengin örneklerinin belki en küçük, ama en anlamlısının oya olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Anadolu kadınının ve genç kızının duygu, düşünce ve hayal dünyasının bütün kıvrımlarını, yaratıcılığını, zekasını, el ve göz zevkinin yüce noktalara ulaşmasını sadece oyalarda bulmaktayız. Yüzlerce yıllık bir geleneği ısrarla, inatla günümüzde de sürdüren genç kızlarımızın el emeği -göz nuru dökerek ortaya çıkardığı oyalar, estetik bir yaratma sonunda oluşturulan birer sanat eseri olduğu kadar, aynı zamanda, yapıldıkları yörenin doğasını, iklimini, ürünlerini, bitkilerinin özelliklerini, o yörede kullanılan araç gereci ve hatta aile içinde veya dışındaki sosyal hayatı kanıtlayan eserlerdir. Aynı motifin farklı bölgelerde değişik adlarla tanınması, yöredeki egemen duyguyu, inancı ve düşünceyi de ortaya koyması bakımından ilginçtir. Söz gelişi, Artvin'de subay sırması adı verilen oyanın Konya'daki adı yılan kemiği, Balıkesir'deki adı ise tren yolu dur.

Daha çok işleme tekniği, kullanılan araç-gereç ve malzemeler oya türlerinin belirlenmesinde ayrımcı bir rol oynarlar. Bunlar; iğne, tığ, firkete, mekik, boncuk oyaları ile yün, koza, mum ve dokuma oyalarıyla birlikte dikişli, kuma, ve iplik artışı oyalar biçiminde ana gruplar içinde toplanırlar.

Gelinlik çağına girmeden her genç kızın küçük yaşlardan başlayarak oyalı tülbentler örtüler, yemeniler hazırlaması kaçınılmazdır.

Genç kızın yakın çevresindeki çiçekler, hayvanlar, ev içi araçlar, organlarımız, gökyüzü yapılan oyalara ad olarak verilir. Gül, menekşe, papatya, karanfil, sümbül, çiğdem, küpe çiçeklerinin yanı sıra bir çok sebze ve meyve, evcil hayvanlar bu renkli dünyanın zenginliklerini oluşturur. Bütün bunlar sitilize ve sembolize edilerek ortaya çıkarılır.

GÜZEL SANATLARDA GRAFİK TASARIM

Grafik tasarımın tarihi,MÖ 14,000'lerde yapılmış mağara resimlerine ve İÖ 4.yy'da yazının başlamasına dayandırılabilir. Sonraları daha çok el yazması dini içerikli kitaplar ilk yayınlar olacaktır. Johann Gutenberg'in Avrupa'da 1450'lerde hareketli matbaa'yı icadı ıle kitaplar yaygınlaşmaya başlamıştır. O dönemlerde entellektüel düşünce din etrafında olduğundan ilk basılıp dağıtılmaya başlanan kitaplar dinsel kitaplardır. Basılı yayınlar için harf ve metin dizimi erken dönem grafik tasarım pratikleridir.

Türkiye'de İbrahim Müteferrika ilk defa 14 Aralık 1727'de Müteferrika Matbaasını kurmuştur. Burada basılan kitaplar dünya kitap tarihine ve Osmanlı kültürü tarihine dair önemli bilgiler vermektedir. Bu matbaada 1729-1742 tarihleri arasında 16 kitap basılmıştır. 1729'da "Vankulu Lugati" Arapça harflerle ilk basılan kitaptır. Katip Çelebi'nin 1732'de basılan "Cihannuma"sı içinde harita ve çizimler vardır. J. B Holderman'ın "Grammaire Turque" kitabı 1730'da Osmanlı'da Latin alfabesini kullanan ilk baskı olmuştur. 1732 yılında basılan "Tarih-i Hind-i garbi" (Amerika'nin keşfi), Amerika hakkında Müslüman bir yazar tarafından yazılan ilk kitaptır, 13 tahta baskı içerir.

1891-1896 arasında William Morris tasarladığı kitaplarla zamanına göre çok başarılı grafik tasarım işler üretmiştir. William Morris'in isleri grafik tasarim icin bir pazar oldugunu gostermistir. Bu donemler tasarımın sanattan ayrılmaya başladığı dönemlerdir.

Birinci Dünya savaşı sonrasında 19.yy'ın sanat ve tasarım görüşlerine tepki olarak yeni düşünceler oluşmaya başladı. 1919'da Almanya'nin Weimar şehrinde kurulan Bauhaus okulu sanat ve tasarım alanında birçok yeniliğin öncüsü oldu.

TÜRKİYEDE ÖNEMİ

Grafik tasarım kavramı baskı sanarı ve teknolojisinden ayrı düşünmek olanaksızdır. Bu nedenle Türkiye'de ilk kurulan basım evinin Türk grafik sanatının ilk filizlendiği ortam olduğunu söylemek yalnış olmayacaktır.

İstanbul, Türkiye'de iş ve kültür hayatının, dolayısıyla grafik tasarımmesleğinin de merkezidir. Görsel açıdan uyarıcı bir ortamın Türkiye tasarımcılarının çoğunun toplandığı yer olması şaşırtıcı değildir.

Grafik tasarım mesleğinin gelişiminden önce gelen kişiliklerden biri; Yurdaer Altıntaş ve çalışma arkadaşları tarafından kurulan, Türk tasarımcılarını temsil eden profesyonel kurum; Grafikerler Meslek Kuruluşu da İstanbul'da dır.

Türk grafik tasarımının kendi kişiliğini bulması için belki biraz daha zaman gerekiyor. Toplumsal kültürün görsel anlatım ve iletişim biçimlerine uyum sağlayamaması, basılı iletişim teknolojisinin ülkemize oldukça geç girmiş olması, grafik tasarım eğitimini diğer görsel sanat dallarına göre henüz emekleme döneminde olmasıgibi nedenler; Türk tasarımcıların uluslar arası düzeyde söz sahibi olmasını geciktirmektedir. Piyasadan yetişerek belirli zanaatçı deneğimini kazanan, ama tasarım eğitimi ve kültüründen yoksun bir çok "meslektaşımız" uzun yıllar Türk grafik tasarımına yön vermiştir.

Bunun sonucunda, belirli bir temele; kavrama yada bakış açısına dayanmayan, görsel efect ve süslemelerle dolu, iletişim işlevinden göz ardı edildiği grafik ürünler ortaya çıkmış ve çıkmaktadır.

Bu olumsuz tabloyu düzeltecek yegane gücün; tasarım eğitimi almış, grafik tasarım problemlerine kavramsal açıdan yaklaşabilen ve iletişimi grafik tasarımın ayrılmaz bir parçası olarak ele alan genç grafik tasarımcıları olduğuna inanıyoruz.
Member
Güzel Sanatlar
İbrahim Balaban

1921 yılında Bursa' da doğdu. Nazım Hikmet'i tanıyarak onunla birlikte hapiste resim çizmeye başladı. Resmin yanı sıra felsefe, sosyoloji, ekonomi-politik konularında pratik bilgiler edindi. 1961 yılında Yeni Dal Grubu ressamlarına katıldı. Resimlerinden dolayı tutuklandı. Saban ardındaki köylü figürüne ağırlık verdiği köy yaşamını kendine özgü bir resimsel düzen anlayışı içinde yorumladığı çalışmaları safyürek bir özle doludur.

Abidin Dino

1913 yılında İstanbul'da doğdu, 1993 yılında Paris'te öldü. İlk çalışmalarını Artist dergisinde yayımladı. 1933 yılında ise arkadaşları ile birlikte D Grubu'nu, 1940'ta ise Liman Ressamları (Yeniler) Grubu'nu oluşturdu. 1952 yılında kesin olarak Paris'e yerleşti. Değişik dönemlerde Fransa Plastik Sanatlar onur başkanlığı ve New York Dünya Sergisi sanat danışmanlığını yaptı. Resimleri, düşünsel ve görsel temeller üzerine oturur. Dönemsel çalışmaları birbirine bağlayan; bu düşünceselliğin, görselliğin sürekliliği ve kendi içindeki organik ilişkisidir. (bkz.Resim 1)

Ali Avni Çelebi

1904 yılında İstanbul'da doğdu, 1993 yılında öldü. 1918 yılında Sanayi-i Nefise'de öğrenim gördü. 1922 yılında arkadaşları ile birlikta Münih'e gönderildi. Yurda döndüğünde resim öğretmenliği yaptı.Yakın arkadaşları ile birlikte Müstakiller Grubu'nu oluşturdu. 1944 yılında 6. DRHS'de birincilik ödülünü, 1966 yılında Tahran Bienali Birincilik Ödülü'nü kazandı. Müstakiller Grubu ile çağdaş Türk resmine aşılanan yeni anlayışın öncüleri arasında yer alır. Hacimsel ******m ve kitle etkisi bu anlayışı belirleyen başlıca değerlerdir.

Aliye Berger
1903 yılında İstanbul'da doğdu, 1974 yılında öldü.Sanatçı bir aliden gelen Berger, 1. Dünya savaşı yıllarında okulu kapanınca boş zamanlarında desen dersleri aldı.1947-1950 yılları arasında J.B.Wright atölyesinde gravür çalışmaları yaptı. 1954 yılında AICA'nın İstanbul'daki genel kurulu nedeniyle Yapı Kredi Bankası'nın düzenlediği resim yarışmasında birincilik ödülü aldı. Resimleri, gravür tekniğinde olup yaşamını büyük ölçüde etkileyen Büyükada peyzajını ve yöre özelliklerini içerir.


[BNeşe Erdok[/B]

1940 İstanbul doğumlu. 1963'te İDGSA Resim Bölümü'nü bitirdi.1965-1966 yılları arasında İspanyol hükümetinin bursuyla Madrid'de resim çalışmaları yaptı.1967-1972 yıllarında, devlet bursuyla ENSBA'da resim, fresk ve vitray öğrenimi gördü.1973 yılında, "16. DYO Sergisi" özel ödülünü, 1979 yılında "2. İstanbul Sanat Bayramı, Yeni Eğilimler Sergisi" başarı ödülünü, 1980 yılında "14. DYO Sergisi" mansiyon, 1981 yılında "Vakko Büyük Resim Yarışması" birincilik ödülünü, 1986 yılında "Sedat Simavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülü" nü aldı. Sanatçı, tekil figürü, anıtsal bir resim teması olarak, psikolojik boyutlarını ön plana çıkaracak anlatımcı bir uslupla yansıttığı çalışmalırında, anlam vurgusu ölçülü deformasyonlar içinde verilir.(Bkz.Resim 2)

Zeki Kocamemi

1900 yılında İstanbul'da doğdu, 1959 yılında öldü. 1916 yılında Sanayi-i Nefise'ye girdi. 1922 yılında Türkocağı hesabına Münih'e gönderildi. 1929 yılında yakın arkadaşı ile birlikte Müstakiller Grubu'nu kurdu. 1939 yılında DRHS'de "Atatürk'ün Cenaze Töreni" adlı tablosu ile birincilik ödülü kazandı. Resimlerinde doğa görüntüleri ve figürler, Cezanne estetiğinden kaynaklanan görüş uyarınca, hacim ve mekansallık ilkelerine göre biçimlendirilir.


Özdemir Altan

1931 yılında Konya'da doğdu. 1956 yılında İDGSA Resim Bölümü'nü bitirdi. 1971-1976 yılları arasında katıldığı bir yarışmada çeşitli ödüller aldı. 1948-1956 yılları arasında kübist çalışmaları dikkat çeker. 1960'lı yıllara kadar tuş tekniğine dayalı dışavurumcu elemanların ağırlıkta olduğu "romantik" dönem gözlenir. 1960'lı yıllardan sonra fantastik ve düşsel temalar kendini gösterir. 1970'te ise temalar halı sanatına yansır. Mekanik ayrıntıların kompoze edilmiş örnekleri üzerinde resmine de karışacak olan motifler halı desenlerinde yeni bir uygulama alanı bulur. Üçüncü boyut, renk, ışık ve derinlik gibi soyut kolajlar paralelinde ortaya çıkan yeni endişeler son dönem çalışmalarını biçimlendirmektedir. (Bkz. Resim 3)
Son Düzenleme: 11/02/2008, 02:11, Düzenleyen: füsun.
Member
Güzel Sanatlar
Sevgili arkadaşlarım kusura bakmayın bu ressamların her birinin çok güzel resimleri vardı ama onları ekleyemedim.nasıl eklenir bilmiyorum olmadı.

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren Pir Zöhre Ana Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri İletişim bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.