ALEVİLİK NEDİR?
“Alevilik nedir?” sorusuna çok çeşitli yanıtlar verilmektedir. Aleviler bu çeşitli yanıtlar içinde neyin doğru neyin yanlış olduğunu da kesin olarak bilmemektedirler. Ayrıca “Aleviler, Müslüman mı?” sorusuna Alevilerin yanıtı net değildir.
Aleviler yaşama nasıl bakar? Bu sorunun yanıtı çok basit olsa da kendi içinde karmaşa yaratmaktadır. Aleviler arasında çok çeşitli görüşler vardır. Örneğin bir konuşmada şunlar söylenebilir:
Biri “Ben sadece Ali’yi tanırım” der; bir başkası “Ben sadece Allah’ı tanırım”; bir başkası da “Ben hem Allah’ı, hem Muhammed’i, hem de Ali’yi tanırım”; bir başkası hiç birini tanımaz ama kendisine “Alevi” diyebilir. Bu söylemler kişinin beyin yapısının ne denli dünyayı algılayıp algılayamamasına bağlıdır.
Yüzlerce yıllık Alevi Sünni karşıtlığı aslında 1400 yıl önceki Ali ve karşıtlarının taht/mülk kavgasından başka bir şey değildir. Yani sermayeyi paylaşma kavgasıdır. Bir çıkar alanı veya çıkar pazarlarıdır bu kavganın nedeni.
Alevileri, Müslüman kabul etmeyen Sünnilere karşılık, Aleviler “Biz Müslümanız” diye direnmektedirler. Uslarına hiçbir zaman bilimden yana olmak gelmez. Bilim, insanları öbür dünyaya taşımadığı için Aleviler öbür dünya tasarımını taşıyan Müslümanlığa sığınmaya çalışıyorlar. Bazı Sünniler Alevileri çağdaş görse de gerçekte öyle değildir.
Hiçbir Alevi duvarında Lui Pastör’ün, Michael Faraday’ın, Charles Robert Darwin’in, Wilhelm Conrad Röntgen’in ve daha nice bilim insanın resimlerini asmaz.
Duvarlarda kan’ın, vahşetin simgesi olan bir kılıç resmi (Zülfikar), bu kılıcı kullanan ve nice insanın kanına giren Ali’nin resmi ve birçok Arap asıllı kişilerin resimleri asılıdır.
Bilim insanlarından konuşulduğunda “onlar gâvur” deyip, çıkarlar işin içinden; oysa her gün o bilim insanlarının buluşlarından faydalanmaktadırlar. Adını bile duymadıkları bu bilim insanları, insanlık adına kendilerini feda ederken, onların buluşlarına karşılık kötü söz (küfür) ile karşılık verilmektedirler.
Aleviler kitap okumazlar... (yav buna çok güldüm valla araya girmeyecektim ama dayanamadım ne yapam

Okusalar dahi Alevilikle ilgili saçma sapan kâğıtlar (kitap demiyorum) karıştırırlar. Merak diye bir duyguları gelişmemiştir. Bir araya geldiklerinde mülklerinden konuşurlar; kim ne denli mülk edinmiş, kimin çocuğu ne yapmış ne yapamamış diyerek dedikodu yaparlar. Hiçbir zaman bilimden, doğadan, sevgiden konuşmazlar. Birbirleriyle yarışır, birbirlerini kötülerler. Birbirlerini sevmedikleri halde beraber olabilirler. Bir başkası ötekinin mutluluğunu istemez. Biri araba alınca öteki “Ben niye alamadım” diye üzülür. Kısacası, sabahtan akşama dek akçe (para) ve mülkten konuşurlar. Sevgi dillerinin ucuna bile gelmez. Zaten birbirini severek evlenmezler. Evlenmeleri gerektiği için evlenirler.
Gelenek ve görenekleri yaşatmak için ellerinden geleni yaparlar. Bilim çağında ilkel gelenek ve göreneklerle yaşamayı kendilerine bir yaşam tarzı olarak görürler.
Alevilikte Dedelik
Dedelik, Aleviliğin hala günümüzde devam eden bir uygulamasıdır. Dede kavramı nereden geliyor, ne süreçlerden geçmiş gibi olaylara girmeden; dedeliğin günümüz bilim çağındaki anlamını ortaya koymaya çalışalım.
Dede, Alevi topluluğunu sömüren, onların çıkarlarını paraya çeviren, yalancı, düzenbaz, erdemsiz, kişiliksiz, utanmaz, bilgisiz kişilerdir. Dedeler bir parazit gibi yaşarlar. Aleviler de bu durumdan çok memnundurlar. Bu parazitleri yaşatanlar Alevilerin kendisidir. Bu cehalet günümüz bilim-bilgi çağında hala devam etmektedir.
Bir örnek verirsek; herhangi bir dede bir köye gittiğinde orada bulunan taliplerinden ne kopardıysa (para, kuzu-koyun, yiyecek vb.) alır ve gider. Kimse sormaz; “Çalışmayan, üretmeyen, parazit gibi yaşayan dede, neden bizleri soyup gidiyor.” demez. Dedenin ilahi bir güce iye olduğuna inanan Aleviler, dedeye herhangi bir saygısızlık karşısında çarpılacaklarına inanırlar. Bu yüzden dedenin tüm istekleri kabul edilir. Dede, gittiği köylerde inananlar tarafından istediği her şey yerine getirilir. Ayrıca dedenin yediği yemeği ve içtiği suyun kalanını yemek ve içmek de Aleviler için büyük bir ilahi eylemdir.
Zöhre Ana
Ankara’da Zöhre Ana diye biri var. Bu kişi Alevilerin ona verdiği servetle lüks içinde yaşamaktadır. Sözde “İlahi” bir kadınmış, doktorların iyileştiremediğini bu kadın iyileştiriyormuş. Bir hastanız varsa doktora değil Zöhre Ana’ya gidin, kapısını süpürün, suyundan için, eteğine el sürün; üfürsün, tükürsün ve sizi iyileştirsin. Ama boş gitmeyin. Zöhre anaya giderseniz eli dolu gidin. Yoksa şifa bulamazsınız!
Aleviler Laik mi?
Yıllardır Alevilerin hep laik olduğu söylenir. Gerçekten Alevîler laik midir? Yoksa laik mi gözükmek istiyorlar?
Bu soruların yanıtını vermek için ilk önce Laikliği tanımlamamız gerekiyor. Laiklik nedir?
Laikliğin çıkış noktası bireyin var olma mücadelesine dayanır. Birey; hükümdarlar, krallar karşısında kendi varlığını toplum ile eşit düzeyde görmek ister. Birey olamayanlar yani çıkarcılar her zaman toplumun eşitliğini kabul etmemekle birlikte tanrısal veya tanrısal olmayan yönetim biçimleriyle güdülenmek ister. Bu güdülenme krallar ve hükümdarlar tarafından gerçekleşir. Hükümdarları ve kralları yaratan ve yaşatan çıkarcılar, yaşamı araç değerler üzerine kurarak eşitsizliği yaratır ve bu eşitsizlikten kendilerine pay almak isterler. Oysa birey; toplumdan, eşitlikten yana olduğu için eşitsizliği ve bununla birlikte kralları ve hükümdarları hiçbir biçimde yaşatmaz. Laiklik; birey ile çıkarcıların ayrımı demektir. Laiklik; Tanrısallığı değil toplumsallığı savunmak ve eşitlik ile herkesin ortak pay alması demektir. Düşünen birey laik olabilir ancak çıkarcılar hiçbir zaman laik olamaz. Çıkarcılar us’tan yana olmadığı gibi kendinde de yana değillerdir.
Laiklik, us’tan yanadır; değişimi kabul eder, inancı kabul etmez; oysa Aleviler inançtan yanadır.
Laiklik, bireyi tanır; insanı kabul eder, tanrıyı kabul etmez; oysa Aleviler tanrıya inanır. (Aslında tanrıya da inanmazlar. İnandıkları tek şey çıkarlarıdır.)
Laiklik, eşitlikten yanadır; eşitliği kabul eder; din, mezhep, ırk gibi toplumu bölen her türlü dogmaları kabul etmez; oysa Aleviler kendilerine Alevi diyerek kendi kendilerini bölmüşlerdir ve ayrım yapmışlardır.
Birey olamayan, düşünemeyen, bilgilenmeyen, kendi çıkarları peşinde koşanlar, laikliğin dışında kalmaktadırlar. Laikliğin amacı bireylerden bir toplum yaratmaktadır. Oysa Alevilik bir çıkar pazarıdır. Bununla birlikte Aleviliğin kendisi laikliğe aykırıdır. Alevilikle laiklik karşıt şeylerdir. Biri inançtır; yalanlara (düşlere, uydurmalara, kandırmacılara) dayanır, biri ise değişimdir, gerçeğe (bilime, düşünmeye, bilgilenmeye) dayanır.
Kısacası nereden bakarsak bakalım Alevililik laiklikle örtüşmemektedir. Bunun karşıtının gösterilmesinin nedeni laikliğin yanlış tanımlanmasından kaynaklanmaktadır.
Laiklik; yalanla, sömürüyle, karanlıkla, çıkarcıyla savaşımı gerektirir. Oysa Aleviler bunlara karşı durmak bir yana bunlarla özdeşleşme yoluna gitmektedirler. (Aleviler; asıl Müslümanlar bizleriz.) Oysa Aleviler yıllarca İslam dininin şiddetine, katliamlarıyla karşı karşıya kalmışlardır. Aleviler yalanla, çıkarcılarla savaşacaklarına iyice yozlaşma yoluna gitmektedirler.
Gelenekler büyük bir yalan ve çıkar kapısıdır. Alevilerin çabası da gelenekleri yaşatmaktır. Laiklik, değişim demek olduğu halde, Aleviler değişmeyen gelenekleri yaşatma yolundadırlar. Hala cem adı altında ibadet yapıp, bilgisiz-cahil dedelerin ellerini öpmekte, onlara saygı göstermektedirler.
Alevilik, ister aleve tapanlardan gelsin ister Alicilikten gelsin bugünkü anlamıyla tam olarak laiklik/toplum dışıdır. Laik olmak şurada dursun laikliğin öngördüğü değişimlere karşı direnmektedirler.
Aleviler arasından kuşkusuz düşünen birey çıkacaktır; onları sevgiyle kucakladığımı bilsinler.
(oy yesinler teveccühünü

Düşünenler için söylemek istediğim (kendileri benden iyi bilirler) bir şeyler var.
Çıkarcılar yalnızlıktan korkar. Onun içindir ki bir sürüye veya topluluğa girmeye ve oradan pay almaya çalışırlar. Oysa yalnızlık korkusu bilgisizlikten, düşünememekten kaynaklanmaktadır. İnsanın en büyük erdemi yalnız kalabilmeyi göze almasında yatmaktadır. Düşünen birey nicel olarak tek kalsa da yalnız kalmaz; bu nedenden dolayı kendisi “var”dır. Oysa çıkarcılar beraber olsalar da yalnızdırlar. Yani nicelik olarak yalnız kalınabilinir ama nitelik olarak düşünen birey hiçbir zaman yalnız değildir.
Bu yazımda Alevileri alçalttığım veya düşük gösterdiğim sanılmasın. Ben Alevilerin başka mezheplerden, dinlerden, milletlerden ayrı tutulamayacağını göstermek istedim. Hiçbir mezhebin, dinin, ırkın üstün olmadığını ve bununla birlikte insan evrim sürecinin dünyanın her yerinde birlikte devam ettiğini vurgulamak istedim. Aleviler ve öteki toplulukların sosyolojik, psikolojik durumları birbirinden ayrı değildir. Ayrı olan düşünen, okuyan, üreten, paylaşan, seven insanın kendisidir. Herkes kendi olduğu zaman; herhangi bir topluluktan veya sürüden ayrıldığı zaman insan olacaktırlar. İnsan kendini sevendir: nedeni de insan toplumun kendisidir.
(Kaynaklara bakın

[1] - http:/tr.wikipedia.org/wiki/Ana_Sayfa
[2] - Alphonse De LaMartine, “Osmanlı Tarihi”, Bilge Kültür Sanat, Eylül 2005
[3] - Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi...
İşte günümüz filozofları böyle...
Üretim araçlarının neden özel mülkiyete değil de devlete ait olması gerektiği yolunda düşüncelere sahip Gerçekten büüyük filozofları okuyup da kendini kendi evriminin baş köşesine oturtan, her şeyi bildiğini sanan, ahkam kesmeyi alışkanlık haline getiren, bilimsellikten dem vurup ön yargılarından kurtulamayan bir tür...
Acaba neyin evrim geçirmiş hali ki bu...
Çoook Eskiden sofistler vardı, bilgi satarlar ama felsefeyi ayağa düşürmezlerdi...
Bu filosofçuklar çıkalı satacak bilgi de kalmadı...Felsefe de...
Seni Thrasymakos'a havale ediyorum Semirtansel...
