You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

Atatürk'ün Kurtuluş Savaşından Sonraki Kehanetleri

Atatürk'ün Kurtuluş Savaşından Sonraki Kehanetleri

Posting Freak
Atatürk'ün Kurtuluş Savaşından Sonraki Kehanetleri
[COLOR=#009900]Ali Bektan
[COLOR=#009900][Resim: atk17.jpg]
Atatürk diğer sömürge ülkelerde de saygınlık kazanacağını biliyordu...
Türkiye Kurtuluş Savaşı'nı kazanınca, bu başarının etkileri diğer uluslarda da görülmeye başlandı. Esir milletler esaret zincirini kırarak özgürlüklerine kavuşmak için çalışmaya başladıklarında Türkiye'yi ve Atatürk'ü örnek almışlardı.

O yıllarda Dünyada 135,5 milyon kare toprak sürülüp ekilirdi. Bu toprakların 104,5 milyon karelik bölümü sömürge veya yarı sömürgeydi. O zamanki dünya nüfusu da 1.777.000.000 kişiydi. Bu nüfusun 1.250.000.000 kişisi sömürülüyordu...

İkinci Dünya Savaşı çıktığı zaman yabancı ülkelerde Almanlar ve İngilizler savaşırken, bu sömürge ülkelerin kılı bile kıpırdamıyordu. Nasıl olsa ya Almanlar tarafından ya da İngilizler tarafından sömürüleceklerdi.
Özellikle Müslüman ülkeler için durum böyleydi. Mustafa Kemal Atatürk bu ülkeler için şöyle söylemişti:

- "Bu bir halk hareketidir... Diğer yerlerdeki müslümanlar da düşmanlarımıza karşı mücadele edeceklerdir. Bunlar çoğunlukla İngiliz idaresindedirler. Bu haçlı hareketinin son temsilcileridir. Ve biz bunlara karşı mücadele ediyoruz. İslam alemi artık uyanmalıdır. Nitekim uyanmıştır..."

Mustafa Kemal bunları söylediği zaman İslam alemi henüz o kadar belirli bir güç değildi. Çoğu yabancı ülkeler tarafından sömürge halinde yaşamaktaydılar.
Yine Kurtuluş Savaşı sonrasında 1922 yılında Mustafa Kemal şöyle der:

- "Türkiye'nin bugünkü mücadelesinin yalnız Türkiye'ye ait olmadığını tekrar etmek lüzumunu hissediyorum. Türkiye'nin bu günkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı, belki daha az kan dökülerek daha çabuk bitirilebilirdi. Türkiye'nin müdafa ettiği dava bütün mazlum ülkelerin davasıdır. Hatta bütün şarkın davasıdır.""

Atatürk'ün bu öngörüsü de gerçekleşmiş ve birçok ülkede Atatürk fikir ve eylemleriyle büyük bir saygı görmüştür.

1933 yılında Afrika'ya yaptığı bir geziden dönen bir aydınımız şunları söylemişti:

- "Gezdiğim Afrika topraklarında Türkiye'nin bulunduğu yeri harita üzerinde gösteremeyenler çoğunluktaydı. Fakat hepsi Atatürk'ü olağanüstü bir insan olarak tanıyordu. Ve Türk kurtarıcısını kendileri için dahi lider sayıyor ve çok seviyorlardı."

Ve böyle olduğu için Cezayir'de Fransızlar'a karşı savaşan bir direnişçi vurularak öldürüldüğünde, koynundan Atatürk'ün kanlı fotoğrafı çıkmıştı. Pakistan'da ve Hindistan'da ise O'nun resimlerini her yerde görmek mümkündü...
[Resim: atk20.jpg]
Atatürk'ün Halide Edip Adıvar'a söylediği endişesi...
Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı'nı kazanmıştı fakat onu daha birçok iş bekliyordu. Bunlar ülkenin ekonomik, kültürel ve siyasal işleriydi.
Ona göre devrimcinin vazifesi sadece zaferi kazanmak değildi. Geride kendisini bekleyen çok sayıda işler vardı. Nitekim Mustafa Kemal Paşa, 10 Eylül 1922'de İzmir'e girdiği gün: "Daha yapılacak çok işimiz var" demişti.
Kurtuluş Savaşı'na katılmış olan Halide Edip Adıvar şunları yazar:

"Başında yüz güneş doğmuşcasına yüzü parlıyordu. Sesinin tonu el sıkışı, içindeki coşkunluğu ortaya koyuyordu. Bir Devr-i Daim makinası gibi kendi kendini besleyen sonsuz bir irade gücüne sahip bir adam... Kendisini tebrik ettim. Bir kaplanın sesini andıran kocaman bir kahkaha ile cevap verdi: 'Evet, nihayet bu işi yaptık.'

Fevzi Paşa keyifli zamanlarda yaptığı gibi, sağ elini göğsüne vuruyor ve dişleriyle dudaklarını ısırıyordu. Ortada aşırı bir dostluk havası vardı. Mustafa Kemal Paşa'nın neşesinden ben de ferahlık duydum, 'izmir'i aldıktan sonra artık biraz dinlenirsiniz Paşam, çok yoruldunuz.' dedim."

Atatürk'ün Halide Edip Adıvar'a olan cevabı tam anlamıyla bir kehanet niteliğindedir. Ve adeta gelecek günleri anlatmaktadır:

- "Dinlenmek mi? İzmir'i aldıktan sonra Yunanlılar yerine birbirimizi mi yiyeceğiz?"

Bunun üzerine Halide Edip Adıvar itiraz eder. "Niçin Paşam? Yapılacak o kadar çok işiniz var ki, onları yaparsınız."

- "Ya bana mahalefet etmiş olan adamlar?"

- "Bunlar bir millet meclisinde olağan şeyler değil mi? Siz bunları unutmaksınız."

Ancak Atatürk unutmamıştır. Çünkü unutmaması gerektiğini çok iyi biliyordu. Nitekim aradan geçen günler kendisini bir kez daha haklı çıkarmış ve bazı gerici çevreler Kurtuluş Savaşı'ndan sonra öyle bir hava estirmişlerdir ki, Mustafa Kemal Atatürk'ü Türk vatandaşlığından çıkarmak için bile çalışmalar yapılmıştır. Atatürk bu tip çalışmalarda bulunanları etkisiz bırakmasına rağmen, onun vefatından sonra bile bu tip karanlık çalışmalar sürdürülmüş ve günümüze kadar gelmiştir.

Onun gerçekleştirdiği devrimlerden rahatsız olan gerici çevreler halen içten içe Atatürk karşıtı bir çalışmayı günümüzde de sürdürmektedirler.
Kısacası Atatürk'ün 1920'li yıllardaki endişesi hiç de haksız değildi... Belki de O, geleceğin sıkıntısını, daha o günlerden içinde yaşıyordu...
[Resim: atk18.gif]
İzmir'de İngiliz Donanması için hazırlattığı nota...
9 Eylül 1922'de İzmir kurtarıldıktan ve Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan birkaç gün soma Mustafa Kemal İzmir'e gelmişti. Güvenlik nedeniyle bir ailenin evinde kalıyordu. Yorgun olduğu için dinlenirken bir gün balkona çıkar ve denizi seyretmeye koyulur. Uzun bir süre denize bakar ve düşünür...
Türk sularında İngiliz gemilerinin hala durduğunu görünce çok sinirlenir. Salih Bozok'a: "Bana Hariciye Vekili (Dışişleri Bakanı) Yusuf Kemal Bey'i çağırın " der.

Atatürk Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey'e:

- "Mağlup bir devletin donanmasının burada durmasına gerek yok. İngiltere'ye nota verin. Donanmasını çeksin. Çekmezse batıracağımı bildirin."

Hariciye Vekili ne yapacağını şaşırır. Bu notayla İngilizleri kızdırmaktan ve savaşın yeniden başlayabileceğinden endişe eder. Bu yüzden notayı göndermemek için zaman kazanmaya çalışır. Atatürk'ün birkaç kez kendisine "Ne oldu nota Yusuf bey?" diye sormasına karşılık, her seferinde: "Hazırlanıyor Paşam, şimdi takdim ederim" cevabını verir.

Sonunda olaya tanık olan Latif hanım, Atatürk'e:
- "Paşam üzülmeyiniz, izin verirseniz bu notayı ben yazayım."
- "İngilizce yazacaksınız" ' - "Evet biliyorum."
- "Buyrun yazın bakalım..."
Latife hanım çok kısa bir sürede İngilizler'e verilmesi arzulanan notayı yazıp Atatürk'e uzatır. Atatürk yazının üslubunu çok beğenmiş ve yaverine dönerek: "Yusuf Kemal Bey'i çağırın bana" demiştir.
Hariciye Vekili odaya girer girmez, yazılan notayı uzatıp:
- "Sizin bir türlü yazamadığınız notayı hanımefendi bir dakikada yazdı. Buyurun bir de siz okuyun..."

Notayı alan İngilizler kısa bir sürede gemilerini çekmek zorunda kalmışlardı. Atatürk'ün geleceği önceden bilebilme yeteneği bir kez daha başarıya ulaşmıştı. Hariciye Vekili'nin tüm endişeleri boşunaydı. Çünkü Atatürk İngilizler'in nasıl davranacağını "Üstün Sezme Gücü" ile gayet iyi biliyordu.

Bu olayda dikkatlerimizi çeken bir başka nokta da; Atatürk'ün balkona çıktıktan sonra denize uzun süre bakıp belki de bir nevi transa girmesidir. Gelecek ile ilgili bilgileri söyleyebilenlerin kullandıkları başlıca yöntemden biri olan belli bir yere konsantrasyonla sağlanan trans haline Atatürk'ün birçok kehanetinde rastlanmıştır.
[Resim: atk21.jpg]
Başkent Ankara
Atatürk'ün Ankara'yı Başkent yapmasının ardındaki sebep bir hayli ilginçti. Bu sebebi açıklarken aynı zamanda yeni bir kehanette daha bulunuyordu.
- "Ben Türk'ün imkansızı imkan haline getiren kudretini bütün dünyaya göstermek için Ankara'yı istedim. Bir gün gelecek şu çorak tarlalar yeşil ağaçların çevirdiği villalar arasından uzanan yeşil sahalar, asfaltlar ve binalarla bezenecek. Hem bunu hepimiz göreceğiz, yakında olacak..." ' Ankara 13 Ekim de Başkent oldu... Fakat Cumhuriyetin ilk yıllarıda neredeyse boş denecek kadar az bir nüfusa sahipti ve kırsal bir alanda kuruluydu. Bunun için bazı Batılı devletler büyükelçi göndermeyeceklerini açıklamalarına rağmen, Atatürk ve Türk Hükümeti kararlarından hiç bir zaman vazgeçmediler.
Ancak Atatürk bu konuda da haklı çıkacaktı...

Atatürk'ün bu sözlerinin de çok kısa bir süre sonra gerçekleştiğini, Batılı devletler büyük bir şaşkınlıkla izlemişlerdir. Bu arada Ankara'nın Başkent olacağı ile ilgili kehanette bulunan bir başka kişi daha vardı...

Bu kehanet; Tarikat-ı Aliye Sufi şeyhlerinden Müştak Dede'nin 1848 yılında basılan "Divan"ında yer alan bir şiirde ortaya çıkıyordu. Bu şiirde Ankara'nın Başkent olacağına dair bir kehanette bulunulmuştur.

Müştak Dede'nin, Sufi anlayışına uygun olarak kehanetini şifreli bir şekilde yazdığı şiirinin 1, 3, 5, ve 7 nci mısralarında sırasıyla Arapça Elif, Nun, Kaf, Re ve He harfleri vurgulanmaktadır.

Bu harfler A, N, K, R, H yı yani Ankara'yı belirler. İkinci mısrada belirtilen bu yerin Ankara olacağı, yedinci mısrada da bunun hay-u hu ile yani Kurtuluş Savaşı kasdedilerek, gürültü patırtıyla gerçekleşeceği ima edilmektedir. Üstelik Ebcet hesabıyla birinci mısranın açılımı yapıldığında, hicri tarih ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Başkent olacak yerin Ankara olduğu dokuzuncu mısrada geçen Sultan Hacı Bayram'a ilişkin ifadeyle de açıklanmaktadır. Çünkü Hacı Bayram Veli'nin türbesi Ankara'da yer alır.

[Resim: atk22.jpg]
Radyo ve sinema hakkındaki kehaneti
Mustafa Kemal Atatürk'ün radyo ve sinema hakkındaki sözleri onun "Üstün Sezme Gücü"ne en önemli kanıtlardan bir diğeridir...

- "Sinema, gelecekteki dünyanın bir dönüm noktasıdır. Şimdi bize basit gibi gelen eğlence olan radyo ve sinema bir çeyrek asra kalmadan yeryüzünün çehresini değiştirecektir. Japonya'daki kadın, Amerika'daki zenci, Eskimo'nun ne dediğini anlayacaktır. Tek ve birleşik bir dünyayı hazırlamak bakımından sinema ve radyonun keşfi yanında tarihte devirler açan matbaa, barut, Amerika'nın keşfi gibi olaylar oyuncak nisbetinde kalacaktır."

Atatürk bu ön görüsünü; radyonun emekleme devrinde olduğu, sinemada ise yeni yeni, çalışmalar yapıldığı bir dönemde ifade etmiştir. Aradan geçen yıllar küreselleşen dünyada bu keşifler sayesinde çok önemli adımlar atmıştır. Dünya insanlarının birbirlerini tanıma ve öğrenmede radyo, sinema ve televizyon çok önemli roller üstlenmiştir.

Bu keşiflerin ileride ne derecede büyük bir güce dönüşebileceklerini Atatürk yıllar öncesinden görmüştür.

Altının çizilmesi gereken bir diğer konu da Atatürk'ün o yıllarda "Tek ve Birleşik Dünya" düzeninden bahsetmiş olmasıdır. Son yıllarda daha yeni yeni teleffuz edilmeye başlanan "Küresel Dünya" anlayışını yıllar öncesinden ifade etmesi ayrı bir öneme sahiptir.
[Resim: atk23.jpg]
Cumhuriyet Gazetesi'ne düzenlenen saldırı ve Atatürk'ün telepatik algılayışı...
Refik Saydam'ın Sağlık Bakanlığı'na ve Başbakanlığa vekalet ettiği bir dönemde Atatürk, Ticaret Bakanı Ali Rıza Bey'in Çankaya civarındaki köşküne davet edilmişti...

Sofrada yenilip içiliyordu... O sırada Refik Saydam'ın Atatürk'ü görmek istediği bildirildi. Salona alındı. Saydam'ın rengi atmış ve heyecan içinde Atatürk'le özel olarak görüşmek istediğini bildirdi. Atatürk sükûnetle cevap verdi:

- "Canım hele söyle biraz yanıma gel otur bakalım. İçimizde yabancı yoktur. Açık konuşabiliriz."
Refik Saydam İstanbul'da Cumhuriyet Gazetesi'nin Subaylar tarafından tahrip edildiğini, camlarının kırıldığını ve binanın işgal edildiğini anlattıktan soma, bu olayın bir ihtilal başlangıcı olduğuna dair raporlar aldığını söyledi.

Atatürk dikkatle dinledi. Sakin ve güven telkin edici bir sükunetle cevap verdi:
- "Bu basit bir olaydır..."
Refik Saydam bir ihtilal başlangıcından söz ederken Atatürk sakin bir şekilde bunun basit bir olay olduğunu ve endişeye gerek olmadığım söylüyordu. Bir kez daha kendisine yollanan raporların gerçeği ifade etmediğine karar vermişti...
Ancak yine de tedbir elden bırakılmadı ve İstanbul'a telgraf çekilerek olayların sonuçlan ve gelişimi ile ilgili son bilgiler istendi.

İstanbul'dan gelen cevaplar Atatürk'ü doğruluyordu... Atatürk telepatik algılayışında bir kez daha haklı çıkmış ve buna çevresindekiler de bir kez daha şahit olmuşlardı...

Bu olay Atatürk'ün telepati yoluyla hissettiklerinden sadece biridir. Örneğin yine bir başka olayda; zamanın Başbakanı İstanbul'da ordunun isyan ettiğinden bahsederken; O sakin bir şekilde bunun basit bir zabıta olayı olduğunu söylemesi incelenmesi ve üzerinde durulması gereken bir durumdur. Buna benzer olaylar Atatürk'ün tüm yaşamı boyunca sürekli olarak hep yaşanmıştır...
Edward ile Madam Simpson'a ait kehaneti...
1936 yılının Ekim Ayı'nda o zamanki İngiltere Kralı 8. Edward ile Madam Simpson, Türkiye'de Atatürk'ün misafiri olarak bulunuyorlardı.
Atatürk ve misafirleri bulundukları gemiden, Moda'daki deniz yarışlarını seyrediyorlardı. Atatürk cok keyifli ve neşeliydi. İngiltere Kralı 8. Edward ile Madam Simpson yanyana oturuyorlardı. Bir ara Madam Simpson elindeki dürbünü ile ayağa kalktı. Davetliler ve gazeteciler de kalktılar. Kral da Ata'yı selamlayarak Madam Simpson'un arkasından kalkınca, Atatürk yanlarındakilere döner ve şöyle der:

- "Kralın Madam'a karşı zaafı olduğunu görüyorum. Korkarım ki, tahtını bu kadın yüzünden kaybedecek. "

İngiltere tahtına çıkmış olan 8. Edward bir süre sonra Ma­dam Simpson ile evlenmek isteyince, saray çevresindekiler ve hükümetin ileri gelenleri bu evlenmeye karşı geldiler ve engel oldular. Çünkü Madam Simpson asil tabir edilen bir aileden gelmiyordu. O halktan biriydi. Bunun üzerine 8. Edward İngiltere tahtından feragat ederek, Bayan Simpson ile evlenmişti. Bu olay Yirminci yüzyılın en büyük aşkı olarak kitaplara ve filmlere konu olmuştur.
Bu büyük aşk şimdi de burada konu olmuş durumdadır. Ancak yirminci yüzyılın unutulmaz aşkı olarak değil, Atatürk'ün kehanetlerinden biri olarak...
[Resim: atk25.jpg]
II. Dünya Savaşı ve Avrupa'deki siyasal değişimler...
Şimdi sıralayacağım kehanetler yine O'nun eşsiz Parapsikolojik yeteneklerinin başarısıdır...

O, yıllar öncesinden Avrupa'da olacak kanlı bir savaştan söz ediyordu. Hatta bununla da kalmıyor bu savaştan kimlerin karlı çıkacağını da açıklıyordu... O, bütün bu açıklamalarını, Almanya'da Naziler'in henüz daha iktidara gelmediği 1932 yılında yapıyordu.

Atatürk Mac Arthur ile olan bir görüşmesinde şöyle diyordu:

- "Versay Antlaşması I. Dünya Savaşı'na sebebiyet vermiş olan nedenlerden hiç birini halledemediği gibi, bilakis dünün başlıca rakiplerinin arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirmiştir. Zira galip devletler mağluplara sulh şartlarını zorla kabul ettirirlerken, bu memleketlerin Etnik, Jeopolitik ve İktisadi özelliklerini asla nazarı itibara (dikkate) almamışlar ve sadece intakam hisleri ile hareket etmişlerdir. Böylelikle bu gün içinde yaşadığımız sulh devresi sadece mütarekeden ibaret kalmıştır. Eğer siz Amerikalılar Avrupa işleri ile ilgilenmekten vazgeçmeyerek Wilson'un programını tatbik etmekte ısrar etseydiniz, bu mütareke devresi uzar ve bir gün devamlı bir sulha müncer olabilirdi, (barışa ulaşılabilirdi) Bence dün olduğu gibi, yarın da Avrupa'nın geleceği Almanya'nın alacağı vaziyete bağlı bulunacaktır. Fevkalade bir dinamizme sahip olan bu 70 milyonluk çalışkan ve disiplinli millet üstelik milli ihtiraslarını kamçılayabilecek siyasi akıma kendisini kaptırdı mı, er geç Versay antlaşmasının tasviyesine gidilecektir."

Atatürk Almanya'nın İngiltere ve Rusya hariç olmak üzere bütün Avrupa Kıtasını işgal edebilecek bir orduyu kısa bir zamanda oluşturabileceğini, savaşın 1940-1946 yılları arasında başlayacağını ve sona ereceğini, Fransa'nın ise kuvvetli bir ordu yaratmak için lazım gelen nitelikleri artık kaybettiğini ve İngiltere'nin Adalarını savunmak için bundan sonra Fransa'ya güvenemeyeceğini önceden bildirmiştir.

O yıllarda Dünya'nın büyük devletleri olarak kabul edilen Amerika, İngiltere ve Fransa'daki yöneticiler I. Dünya Savaşı gibi bir savaşın asla olmayacağını iddia ediyorlardı. Atatürk ise bütün bunların aksine yeni bir dünya savaşının çıkacağını ve bu savaşı da Hitler'in başlatacağını söylüyordu.

- "Savaşı o başlatacak, insanlığın başına bela olacak" diyordu.

1938 yılında hastalığının ilerlediği günlerde bile savaşın yakınlaştığını hissediyordu. Gerçi birçok tedbirler almıştı ama onun tek isteği Türkiye Cumhuriyeti'nin bu savaşın dışında kalmasıydı. Tıpkı İttihat ve Terakki Yöneticileri'ni I. Dünya Savaşı'na girmemeleri konusunda uyarması gibi... Onun bu isteğini vefatından sonra İsmet İnönü gerçekleştirmiştir.

Açıkça şöyle diyordu:

- "Bu harp neticesinde dünyanın vaziyeti ve dengesi baştanbaşa değişecektir. İşte bu devre esnasında doğru hareket etmesini bilmeyip en küçük bir hata yapmamız halinde, başımıza I. Dünya Savaşı'ndan sonra mütareke zamanında ne geldiyse, ondan daha ağırlarının geleceğini görüyorum."

Savaşın çıkış tarihini net bir şeklide söylemiş olduğuna şahit olanların sayısı bir hayli fazladır.

Celal Bayar "Atatürk'ten Hatıralar" kitabında: "Azami üç seneye kadar dünyada bir savaş patlayacağına ve bunun tesirlerinin Türkiye'de yakından duyulacağına ilişkin olarak; Atatürk'e hükümet kanalından hiç bir bilgi verilmemiştir" derken, benim teorimi yani Atatürk'ün geleceği önceden görebildiğini teyid etmektedir.
Atatürk adeta tüm dünyanın geleceğini okuyordu. Örneğin İtalya için de şu görüşlere yer vermiştir:

- "İtalya Mussolini idaresi altında şüphesiz büyük bir kalkınmaya ve inkişafa (gelişmeye) mazhar olmuştur. Eğer Mussolini müstakbel (gelecekteki) bir harpte İtalya'nın zahiri (görünen) heybet ve azametinden harp haricinde kalmak suretiyle yeterince yararlanabilirse, sulh masasında da başlıca rollerden birini oynayabilir. Fakat korkarım ki, İtalya'nın bu günkü şefi, Sezar rolünü oynamak hevesinden kendisini kurtaramayacaktır..."

Atatürk aynı zamanda Amerika'nın geçen savaşta olduğu gibi bu gelecekteki muhtemel savaşta da (II. Dünya Savaşında) tarafsız kalamayacağını ve Almanya'nın ancak Amerikan müdahalesiyle mağlup edilebileceğini de sözlerine ilave edip şöyle devam etmiştir:

- "Avrupalı devlet adamları başlıca anlaşmazlık konusu olan önemli siyasi meseleleri her türlü milli bencilliklerden uzak ve yalnız toplum yararına uygun olarak son bir gayret ve tam bir iyi niyetle ele almazlarsa, korkarım ki, felaketin önü alınamayacaktır. Zira Avrupa meselesi İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki anlaşmazlıklar problemi olmaktan artık çıkmıştır. Bu gün Avrupa'nın doğusunda bütün medeniyeti ve hatta bütün insanlığı tehdit eden yeni bir kuvvet belirmiştir. Bütün maddi ve manevi imkanlarını topyekûn bir şekilde ihtilali gayesi uğruna seferber eden bu korkunç kuvvet, üstelik Avrupalılar ve Amerikalılar'ca henüz malum olmayan yepyeni siyasi metodlar tatbik etmekte ve rakiplerinin en küçük hatalarında bile mükemmelen istifade etmesini bilmektedir. Rusya'nın yakın komşusu ve bu memleketle çok savaşmış bir millet olarak biz Türkler, orada cereyan eden olayları yakından takip ediyor ve tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan Doğu milletlerinin düşüncelerini mükemmelen istismar ederi, onların milli ihtiraslarını okşayan ve kinlerini tahrik etmesini bilen bolşevikler yalnız Avrupayı değil, Asyayı da tehdit eden başlıca kuvvet halini almıştır."

Yukarıda aktarmış olduğum Atatürk'ün kehanetlerini yorumlarsak, O'nun "Üstün Sezme Gücü"nü çok daha iyi anlayabiliriz.

Atatürk'ün ileri sürdüğü ön görülerinin birçoğu gerçek anlamda birer kehanet özelliği taşır. Söyledikleri 1932 tarihli olduğuna göre Almanya'da Naziler ve Hitler iktidara geçmemişti ve mecliste de güçlü değillerdi. Ancak bir yıl sonra 1933 yılında iktidara geldiler ve hızla bir kalkınmaya girdiler. Bu arada yepyeni bir Alman Ordusu kurarak, modern silahlar üretmeye başladılar.
Daha sonra Versay Antlaşması çiğnendi. O sıralarda Alman milletinin milli hisleri tahrik edilmeye başlanmıştı. Almanlar, büyük ve modem bir Almanya için Naziler'in peşinden koşmaya başladılar. Ancak yine de, o yıllarda bütün Dünya ikinci bir dünya savaşını beklemiyordu. Fakat Atatürk'ün söylediği savaş 1940 yılında başladı ve tam altı yıl sürdü. Yani Atatürk'ün 1932 yılında söylemiş olduğu gibi...

Yine Atatürk'ün önceden söylemiş olduğu gibi bu savaştan en karlı çıkan ulus Rusya oldu ve büyük bir süper güç haline geldi.

Bütün bu tarihi olaylar da göstermektedir ki; Atatürk yıllar öncesinden geleceği bilerek açıklamış ve günü geldikçe bunlar teker teker gerçekleşmiştir.
İtalyanlar'ın Habeşistan'a saldıracakları hakkındaki kehaneti...
Bu tarihi olayı nakleden, Ata'nın yakın arkadaşlarından Münir Hayri Egeli'dir. Egeli'nin ağzından olayı ve olayın gelişimini takip edelim:
Habeşistan Savaşı başlamadan önce İtalya'nın Rodos'a askeri harekatta bulunduğu günlerdi... Bir akşam yine Atatürk'ün sofrasına davet edilenler onu balkonda gezinirken buldular. Atatürk: "Tevfik Rüştü nerede?" diye sordu. Ankara Palas'da bazı sefirlere ziyafet veriyor, dediler.

"Biz de oraya gitsek olmaz mı?" diyen Atatürk'ün bu sözünden sonra hep birlikte Ankara Palas'a gidildi.

Atatürk Arnavutluk Elçisi Asaf Bey'in yakınında giriş ve çıkış kapısını iyi görebileceği bir yere oturdu.

Atatürk: "Asaf bey, gazetelerde bir takım resimler görüyorum. Arnavutluk'da operet mi oynanıyor?" Bu sözleri ile yeni Kral Zogo'nun sorguçlu resimlerini kastettiğini anlayan elçi şaşırıyor... Atatürk devam ediyor:

- "Cumhuriyet'de ne zarar görüldü ki, krallık ilan edildi? Hem takip edilen politika tehlikelidir. İtalya'nın Arnavutluk'u Balkanlar'da bir basamak yapması muhtemeldir."

Bunu duyan İtalyan sefiri müdaheleye kalkınca Ata:

- "Haber aldığımıza göre Roma'da bazı öğrenciler elçilik önünde gösteri yaparak Antalya'yı istemişler. Antalya sigara paketi midir ki sefir cebinden çıkarıp versin. Antalya buradadır. Buyurun alın. Hem benim bir teklifim var. Hakikaten böyle bir şey düşünülüyorsa, Musolini'ye müsaade edelim. Antalya'ya asker çıkarsın. Bütün ihracat tamam olunca harp ederiz. Mağlup olan hakkına razı olur."

Bu sözleri duyan İtalyan Elçisi atılıyor: "Bu bir harp ilanı mıdır?"
Atatürk: "Hayır ben burada bir fert olarak konuşuyorum. Türkiye de harp ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yetkileri içindedir."
Bu durum üzerine Başbakan İsmet Paşa'ya telefon edilir. Ve Ankara Palas'a çağrılır.
Atatürk bunu haber alınca:
- "Hükümet geliyor, biz gidelim" der. Çankaya'ya döndüğü zaman şunları söyler:
- "İtalya ile harp tehlikesi yok. Rodos'a yapılan hareket Habeşistan 'a yönelecektir.''

O yıllarda İtalya'daki faşist yönetim kendisine yeni sömürgeler arıyordu. Hatta Avrupa gazetelerinde zaman zaman İtalya'nın Rodos Adasına yakın Anadolu topraklarını işgale hazırlandığı ile haberler yayınlanıyordu. Türk hükümeti her ihtimale karşı bütün tedbiri almıştı. Ancak Atatürk'ün söylediği yine gerçekleşdi ve İtalya Türkiye'ye saldırmadı. İtalya aynen Atatürk'ün söylemiş olduğu gibi kısa bir süre sonra Habeşistan'a saldırdı.

Atatürk gelecekle ilgili yaptığı tahminlerde bir kez daha yanılmamıştı...

Romanya için söylediği kehanet
29 Ekim 1937'de Ankara Sergi Evi'nde Cumhuriyet Bayramı şerefine balo veriliyordu. Bu baloya Romanya Başbakan'ı Titülesku da davetliydi. Salonun bir köşesinde Atatürk, Başbakan Celal Bayar, Tevfik Rüştü Aras, Romanya Başbakanı ve devletlerin diğer ileri gelenleri bulunmaktaydı. Bu arada Romanya Büyükelçisi ile konuşuyorlardı. Bir ara Atatürk Romanya Başbakanı Titülesku'ya, Balkan birliğinin lüzumundan ve oluşturulmasından bahseder ve şu soruyu sorar:

- "Ekselans, Dünya siyasi durumunun nezaketini biliyorlar mı? Bir cehennemi harbin vukuunda (olduğunda) ilk harekete Romanya maruz kalacaktır. Eğer sezmiyorlarsa Romanya devletinin dahil bulunacağı bir Balkan Birliği'nin süratle takviyesi lazımdır."

Atatürk bu sözlerinden sonra, Romanya Kralı'nın bu konuda Türkiye'yi ziyaret etmesini istediğini de Titülesku'ya bildirir...

Birkaç gün sonra Titülesku Romanya'ya geri döner. Atatürk'ün söylediklerini Kralına anlatır. Fakat Romanya Kralı Başbakan Titülesku'nun ilettiği mesajın ne derece önemli olduğunu anlayamaz. Ve Titülesku'nun Atatürk'ün bu fikirlerini kabul ettiğini görünce* onu da Başbakanlık görevinden uzaklaştırır.
Romanya Kralı böyle bir savaşın çıkacağına asla inanmıyordu!.. Oysa ki Atatürk yanılmamaktaydı... Romanya Kralı bunun faturasını İkinci Dünya Savaşı başladığında öder. 1940 yılında önce Ruslar Romanya'nın elinde bulunan bazı bölgeleri ele geçirir. Arkasından Alman Orduları da 1940 sonlarına doğru Balkanlar yönüne doğru harekete geçerler. Önce Macaristan'ı arkasından da Romanya'yı alırlar.

Atatürk'ün kehaneti doğru çıkmış ve kendisinin önceden söylediği gibi Romanya işgal edilmiştir...
İznik Kapıları ile ilgili kehaneti
Atatürk, 15 Temmuz 1936'da Yalova'dan Bursa'ya geçerken İznik'e uğramıştı.' Yanında Celal Bayar, Afet hanım ve daha bazı arkadaşları vardı. Afet hanım İznik'i gezmek için Atatürk'ten izin alır. Atatürk:

- "Hay, hay... Gidebilirsiniz fakat asıl İznik'i göremeye­ceksiniz. Çünkü o toprağın altındadır" der.

Atatürk etrafındakilere sorar:
-"İznik kaç kapılıdır?" Bir İznikli yanıt verir:
- "Uç kapısı vardır efendim. Bulunduğumuz yerin doğusundaki kapı, kuzeyindeki Yenişehir kapısı, güneyindeki istanbul kapısı..."
Atatürk'ün "Peki Batı kapısı nerede?" diye sorması üzerine İznikli öyle bir kapının olmadığını ve böyle bir kapıyı bilmediklerini söyler.
Atatürk bir müddet susar.. Ve o konuyla ilgili başka bir söz etmez.. Konu kapanır...
Aradan seneler geçer...
Biriken suları İznik Gölü'ne akıtmak için kanal açmaya uğraşan işçiler, suların kendiliğinden boşluk bularak akmaya başladığını görürler... Kazıya devam edilir... Sonunda toprağın alatından tam teşkilatlı kurşun bir kapıyı ortaya çıkartırlar... İşte bu kapı Atatürk'ün aradığı ve bahsettiği kapıdır!...
[COLOR=#990000]( Atatürk'ün Kehanetleri - Ali Bektan )
[Resim: 114ld.jpg]



Ben göremem daha uzun boyunu
Ahret derler kısaltamam yolunu
Bugün Sahı Merdan sarsın oglunu
Yetis Ya Üseyin baban gidiyo
Son Düzenleme: 02/08/2012, 03:48, Düzenleyen: PELİN.
Posting Freak
Atatürk'ün Kurtuluş Savaşından Sonraki Kehanetleri
Bir daha okunsun yukarıdaki yazı...

Harbiye okulu gezdim
Düşman gaddar sır gizledim
Hacı Bektaş pir özledim
Postum sensin Zöhre Ana

Atatürk'ün verdiği nefes....
Kelimelerim sistem hatasından yanlış yerden ayrılıyor...

“Çalışmadan, yorulmadan, öğrenmeden rahat yaşama yollarını aramayı itiyat haline getirmiş milletler, evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.”
[Resim: imza3cp.gif]


Özü bitmiş, gümanı pak olmamış,şeytana tapmış, nefsi çıkarı için arayıpta birşey bulamamış, kuyruk acısı varsa,Derviş Muhammed'in de dediği gibi" bir kılını çektiyse" Zöhre Ana, onu değerlendirmek ister aklısüre.Ehlibeyt'in meyvası bitmez, dalı budağı kurumaz,sen ne kadar kezzap dökersen dök, O'nun Zemzem çeşmesi ALİ'dir

Derviş'in HAK kelamını can kulağıyla dinliyebliyorsan yeter,firdevs bağından bir gül alabiliyor musun,O'nun ibadetine,saldığı yola,yaşatmak istediği güzelliğe canı gönülden yürüyebiliyorsan en büyük mutluluk budur.
(Pir Zöhre Ana)

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren Pir Zöhre Ana Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri İletişim bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.