Yüzyıldan fazla bir zamandır Alevilik ve Aleviler üzerine profesyonel oyunlar oynanıyor. Alevilerin kafaları karıştırılıyor. Avcı-toplayıcılıktan bu yana Yukarı Mezopotamya’da ve yakınlarında kesintisiz yaşamını sürdüren, doğruluk-dürüstlük, toplumsal dayanışma ve bunlara bağlı olarak felsefe, edebiyat, müzik, bilim alanlarında kendi içinde evrimleşen ve eşsiz değerler taşıyan Hakk Yolu Alevilik yok edilerek semavi dinlerin alanına aktarılmak isteniyor. Aleviliğe ve Alevilere sahte tarih yazılıyor. Aleviliğin Orta Asya kökenli olduğu tekrarlanıyor. Aleviliğin kurucularının, ocak kurucularının, sözlü geleneğin başlatıcılarının Hıristiyan Düalist Ermeniler olduğunu söyleyenler bile var. Cennet-cehennem savunucuları, Cinvat-Sırat köprüsü korkutucuları Alevi olarak gösterilmek isteniyor. Ali adı nefretle anılırken Hıristiyanlığın gerçek kurucusu St Paul’e övgü düzen, St Paul’un en yakın adamlarını “Mürşit”, “Üstat” olarak önümüze koyanlar var. Bu tekrarı profesör unvanlı kişiler, tarih profesörleri de yapıyor. Son ve genel vurgulanan ise Aleviliğin Türk-İslam olduğudur. Aleviliğin İslam’ın Türk yorumu olduğu söyleniyor. Güya Türklerin İslam’dan önceki dini Şamanizm’dir ve Alevilik Şamanizm’in kendisidir. Bunlar tekrarlanıyor.
Bu düşünceler yanlıştır. Hakk Yolu Alevilik büyük bir yapıdır. Yol doğruluk üzerinedir. Doğruluk ise sorgu-görgü ile sağlanmaktadır.
“Yol bir sürek bin bir” Aleviliğin genel bir söylemidir. Aleviler farklı işlek ve süreklerden, aynı Yol’un izleyicileridir. Başları Hakk’a bağlıdır. Semavi dinlerin gerek teolojisi, gerekse ritüelleri Aleviliği tarif edemez. Çerağ uyandırılan, kurban tığlanan, sorgu-görgüden geçilen, dem alınan, semah yürünen, cem birlenen, musahip temelli, kadın-erkek canların birlikte yaşadığı, dede-talip birlikteliğine dayalı olan Alevilik hiçbir dinle tarif edilemez.
Günümüzde, Aleviliğin en temel kurumu olan ocak sistemi reddedilerek, silikleştirilerek Aleviler tek bir çatı altında toparlanmak ve o çatı da ele geçirilmek istenmektedir. Geniş Alevi yığınların eskiden devrimci mücadeleye katılması, burada dezavantaj olarak karşımıza çıkmaktadır. Dedeyi küçümseyen ve yok sayan, cemi olumsuzlayan ve ceme katılmayan; Aleviliği dernekçilik ve sol söylem olarak kabul eden bir anlayış kutsanıyor. Ocakları yeteri kadar kavramamanın sonucu ortaya çıkan “Alevi-Bektaşi” kavramı bu tür düşünceleri taşıyanlara fırsatlar sunmaktadır.
“Alevi” sözcüğü tek başına kullanılmıyor. Yanına mutlaka “Bektaşi” sözcüğü de ekleniyor. Tüm Alevilerin Hacı Bektaş ocağına bağlı olduğu sanılıyor ya da öyle sanılsın isteniyor. Oysa durum böyle değildir. Aleviler bugün birbirine eşit mürşit ocaklarına bağlıdır. Bu ocaklar Hacı Bektaş, Baba Mansur, Avuçan, Dede Garkın, Sultan Sahak, Haydari, Klezei ocaklarıdır. Dolayısıyla “Alevi-Bektaşi” söylemi yanlıştır. “Alevi” kavramı daha kapsayıcı bir kavramdır. Diğer mürşit ocaklarımız da en az Hacı Bektaş ocağımız kadar büyüktür.
Baba, Sultan, Ana, Hacı, Dede gibi adlandırmalar ve benzer adlandırmalar Aleviliğin temel adlandırmalarıdır. Hacı Bektaş, Dede Garkın gibi adlandırmalar kişi adı değildir. Hacı Bektaş, Bektaş obasının Hacısı, Dede Garkın, Garkın obasının Dedesi demektir. Ankara Kaymakamı, Giresun Valisi gibi. Yani esas ismi Seyyit Muhammed olan eren, Bektaş obasına Hacı; esas ismi Numan olan eren Garkın obasına Dede olmuştur. Ocaklarımız birbirine eşittir, “emmi çocukları”dır, hepsiyle de gurur duyuyoruz. Ocaklarımıza bağlı, Kürt, Türk, Arap, Zaza, Abdal gibi çok geniş topluluklar vardır. Aidiyetlerimizle, çok dilliliğimizle gurur duyuyoruz. Anlatmaya çalıştığım şu: Toparlanma ocaklar etrafında, görüşmeler de ocaklar arasında olmalıdır.
BİR TOPLULUĞU DAĞITMAK İÇİN TARİHİNİ YOK ETMEK GEREKİR
Tarih yazıcıları Alevi topluluklarının köklerini başka yerlerdeymiş gibi göstermişlerdir. Oysa Halep-Musul arası Aleviliği ve ocaklarımızı tanımak açısından kritik bir yerdir. Musul-Halep ve Bursa-Bağdat yolu; Harran, Tektek dağları, Karacadağ, Harran Gaveyta (Musul) gibi yöreler incelenmelidir. Bu inceleme basit bir inceleme olmamalıdır. Tıp, matematik, astronomi, kimya, fizik, felsefe, edebiyat, din bilimi gibi alanlarda faaliyet gösteren Alevi çocukları mutlaka ve mutlaka gözünü ve bütün dikkatini bu coğrafyaya dikmelidir. Çok basit bir örnekleme ile şu söylenebilir: Dünyanın ilk üniversitesinin kurulduğu yer olan Harran aynı zamanda ilk gökbilim aletlerinin yapıldığı atölyeleri barındırıyordu. Batlamyus bile Harran kaynaklı aletler kullanmıştır…
YOL ERENLERİ
Mürşit ocaklarımız anayurttan dağılmadan önce, Yukarı Mezopotamya’da iç içe, birbirine çok yakın mesafelerdeydi. Aşiretlerimiz, obalarımız, köylerimiz iç içeydi. Bugün dört bir tarafa dağılmış durumdayız. Şöyle düşünülebilir: Edirne’de, Yozgat’ta, Çorum’da, Kayseri’de, Trabzon’da, Adana’da, Aydın’da, İzmir’de, Kerkük’te, Musul’da… Kirmanşah’ta , Tebriz’de, Halepçe’de, Lazkiye’de, çoğaltılabilir, Alevi toplulukları aynı cemi, aynı sorgu-görgüyü, aynı demi, aynı semahı, aynı çerağı… bu ritüelleri uyguluyorlarsa, onlar bir tarihte, çok uzun bir zaman iç içe, birlikte yaşamışlar demektir. Gerçekten de öyle. Ocaklarımız, talip topluluklarımız binlerce yıl aynı yerde yaşadılar. 1230 yılından itibaren dağılmalar başladı. Mezopotamya’dan Anadolu’ya, Musul’dan İran’a, Sincar’dan Suriye’ye ve diğer yerlere dağılım oldu.
Yukarıdaki haritayı dikkatle incelemek gerekiyor. Görülüyor ki zaviyelerimizle, türbelerimizle, ziyaretlerimizle, her şeyimizle bütün izlerimiz Yukarı Mezopotamya’dadır. Yine kült merkezleri izlenecek olursa Göbeklitepe, Soğmatar gibi kadim izlerin üzerinde ve etrafında bulunmaktaydık. Turna sürülerimiz, karayılanlarımız oradadır. “Gökteki Babalar”, “Yerdeki Analar” düşüncesi oradadır. Orada Ali Ay, Muhammed ise Gün’dür.
Ocaklarımızın oluşum coğrafyasını tek tek saptayalım:
1. Hacı Bektaş Ocağı: Urfa ili, Viranşehir ilçesi Barut Köyü ve Mardin ili Kızıltepe ilçesi Bektaş köyü.
2. Dede Garkın Ocağı: Mardin ili Derik ilçesi Dede köyü. (Köyün eski adı Dede Garkın)
3. Avuçan Ocağı: Urfa Tek Tek Dağlarından çıkan Avuç Çayı çevresinde. Ayrıca Urfa kentinin yakınında Seyit Mençek Zaviyesi.
4. Baba Mansur Ocağı: Gaziantep ili Yavuzeli ilçesi Milelis köyünün Zarar yöresinde.
5. Sultan Sahak Ocağı: Talip topluluklarının dağıldığı yer Musul’dur. Onlara Ehli Hakklar deniyor. Sultan Sahak’ın Hakk’a yürüdüğü yer: Halepçe’nin Hewraman yöresidir.
6. Haydariler Ocağı: Dağılım yeri Sincar (1240). Günümüzde Lazkiye ve Hatay’da (Özellikle Serinyol’da) bulunmaktadırlar.
7. Klezeiler Ocağı: Dağılım yeri Sincar (1240). Günümüzde Lazkiye ve Hatay’da (Özellikle Serinyol’da) bulunmaktadırlar.
Mürşit Ocaklarımızın bulundukları yerler birbirlerine çok yakındır. Örneğin Dede Garkın Ocağı, Hacı Bektaş Ocağı’nın oluşum yerlerinin, yani Barut köyü ile Bektaş köyünün tam ortasındadır.
Bütün mürşit ocaklarımız Musul-Halep ve Bursa Bağdat yolu üzerindedir.
Özellikle Avuçan ocağımız Göbeklitepe’ye çok yakındır. Karacadağ etekleri yurtlarımızdandır.
Hamza Aksüt’ün çeşitli kaynak gruplarıyla gösterdiği bu durum, bizim Yukarı Mezopotamya’nın, Musul’dan Antep’e kadar yörelerin insanları olduğumuzu ortaya koymaktadır. (Bkz. Aleviler –Türkiye, İran, Irak, Bulgaristan-) Bugüne kadar ırkçı propagandistler ve onların yardımcıları tarafından ortaya konan propaganda tezleri paramparça olmuştur. Orta Asya, Mekke-Medine edebiyatı son bulmuştur. Yukarı Mezopotamya Ali kültü ile buluşmamızı da açıklamaktadır. Halkımız, Ali ile Muaviye savaşları, Emevi-Abbasi savaşları kendi topraklarımızda yaşandığı için taraf olmuş, Muaviye ve Yezit’in değil Ali ve çocuklarının tarafını tutmuştur.
Yukarı Mezopotamya, Hacı Bektaş, Dede Garkın, Avuçan, Baba Mansur, Sultan Sahak, Haydari, Klezei, Karaca Ahmet, Baba Aslanoğlu, Ali Seydi, Aslan Baba, Gürgür Baba, Eba Müslüm, Ahmed-i Zemçi, Baba İshak, Baba İlyas, Ayn Devle, Hacı Kureyş, Sultan Yalıncak gibi çok daha fazla artırabileceğimiz Alevi topluluk ve eren adlarının, adlandırmalarının ortak coğrafyasıdır. Erenlerimize ait türbe, ziyaret ve zaviyeler de bu coğrafyadadır. Alevi topluluklarının aşiretleri de bu coğrafyadaydı. Bu aşiretlerin hemen hemen tümünü bu coğrafyada sağlam kaynaklara dayalı olarak rahatlıkla gösterebiliyoruz.
Yukarı Mezopotamya aynı zamanda dünya biliminin üretildiği, yeni ile eskiyi birbirine bağlayan, üzerinde kesinlikle durulması gereken bir yerdir. Dünyanın ilk üniversitesinin kurulduğu yer Harran’dır. Harran Okulu olgusu doktorların, matematikçilerin, astronomi ile ilgilenenlerin, kimyacıların, felsefecilerin ve diğerlerinin bilincine çarpmalıdır. Sabit Kurra, Cabir b. Hayyan, el-Battani, bilimle ilgilenen Alevilerin bilincine çarpmak zorundadır. Rasathanelerin, gök cisimlerinin yapıldığı Harran’daki atölyelerin arkadaşların bilincine çarpması gerekiyor. Çünkü Alevilerin bilimle çok yakından ilgisi vardır.
Bazıları Aleviliğin kaybolduğunu, köklerinin belirsiz olduğunu, Aleviliğin ve Alevilerin başka yapılar arasında aranması gerektiğini düşünüyor. Özellikle Aleviliği semavi dinlerin içinde sanıyor, yalan-dolanla bir dinden kurtarıp başka dinlerin önüne yem olarak atmaya çalışıyor.
Alevilik kaybolmuş bir yapı değildir. Hiçbir dinde bulunmayan, birlik ve bütünsellik oluşturan hem felsefi, hem de demir disiplinli yapısı halen dimdik ayaktadır. Bize büyük görevler düşüyor. Dede’ye peyik gönderilmesinden tutalım cem birlenmesine kadarki süreci tekrardan, bilince çıkartarak incelemek gerekiyor. Dede ocaklarının tanınması, bilinmesi; otantik cemlerin izlenmesi, dikkatle kayda geçirilmesi ve bilince çıkartılması önemlidir.
İLK KURŞUN
“İlk Kurşun” silahtan çıkan mermi değildir. Bazen bir bildiri, bazen köhne anlayışı yıkan bir düşünce açıklamasıdır. İlk kurşun düşmanı öldürmez, insanın ve toplumun içindeki köleliği öldürür.
Aşiretlerimizin, boylarımızın, obalarımızın ilk yurdunun tespit edilmesi, zengin olgularla, reddedilmesi mümkün olmayacak bir şekilde ortaya konulması Alevilik ve Aleviler açısından ilk kurşundur.
Beyinlerin kuşatılması, köreltilmesi, tarihimizin uydurulmuş anlatımlarla karartılması artık mümkün değildir. Önümüze çekilen setler yıkılmıştır.
Alevilik doğruluk üzerinedir.
Hakk defteri doğruluk defteridir ve doğruluk defterinde kara yazı yoktur.
(Daha geniş bilgi için: Hamza Aksüt, ALEVİLER, Türkiye-İran-Irak-Suriye-Bulgaristan; İlk Yurtları, Dede Ocakları, Talip Toplulukların Tarihi, Talip Yerleşimlerin Tarihi, Yurt Kitap-Yayın, 2. Baskı, Nisan 2010 Ankara)
Alevi Tarih Yazımında İlk Kurşun - Ünsal Öztürk
Konu Sahibi / Yazar
donanma44
Kategori / Forum
Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları
Yorumlar / Cevaplar
1
Okunma / Görüntüleme
4239
Alevi Tarih Yazımında İlk Kurşun - Ünsal Öztürk
Alevi Tarih Yazımında İlk Kurşun - Ünsal Ãztürk
Aleviliğin ve Şiiliğin farkı nedir?
Alevilik ve Şiilik farklı yapılardır.
-Şiilikte Muharrem Orucu yoktur. Muharrem yası tutar ama oruç yoktur. Muharrem orucunun dinde olmadığını söylerler !..
-Dünya'da Muharrem Orucu tutan tek topluluk Alevilerdir !..
-Şiilikte din adamları; mollalar ve Ayetullah şeklindedir. Alevilikte ise rehber ,mürşid ve Pir şeklindedir.
-Aleviler cem yapan, görgüden sorgudan geçen bir topluluktur ama Şiilikte bunlar yoktur.
-Şiiler,Aleviler ve Yezidiler tavşan yemez
-Hak Muhammed Ali,Ehlibeyt inancı ortaktır.
Alevilik ve Şiilik farklı yapılardır.
-Şiilikte Muharrem Orucu yoktur. Muharrem yası tutar ama oruç yoktur. Muharrem orucunun dinde olmadığını söylerler !..
-Dünya'da Muharrem Orucu tutan tek topluluk Alevilerdir !..
-Şiilikte din adamları; mollalar ve Ayetullah şeklindedir. Alevilikte ise rehber ,mürşid ve Pir şeklindedir.
-Aleviler cem yapan, görgüden sorgudan geçen bir topluluktur ama Şiilikte bunlar yoktur.
-Şiiler,Aleviler ve Yezidiler tavşan yemez
-Hak Muhammed Ali,Ehlibeyt inancı ortaktır.
Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi