You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

ABD' nin Büyük Ortadoğu Projesi

ABD' nin Büyük Ortadoğu Projesi

Senior Member
ABD' nin Büyük Ortadoğu Projesi
Soğuk Savaşın ABD önderliğindeki kapitalist bloğun zaferiyle sona ermesinden sonra ABD için temel hedef, ortaya Sovyetler Birliği’nin yerine geçebilecek, küresel boyuta bir meydan okumayı temsil eden bir devlet/devletler bloğunun ve/veya ABD’nin küresel hegemonyasına meydan okumasa bile dünyanın herhangi bir jeopolitik alt sisteminde ABD’nin çıkarlarına aykırı olacak şekilde politikalar izleyebilecek bölgesel gücün/güçlerin ortaya çıkmasını engelleyecek ABD tek kutupluluğunun devamını sağlamak olmuştur.
ABD, Soğuk Savaşın hemen sonrasında hazırlanan ilk beş yıllık ABD Savunma Bütçe Kanununun içerisine bu politik hedefini açık bir anlatımla da yerleştirmiştir.
ABD’nin 21 nci yüzyılda tek süper güç olarak kalmasının önündeki küresel veya bölgesel nitelikli/kapasiteye sahip ülkeler/ülke grupları ise Z. Brze-zinski’nin “Büyük Satranç Tahtası- ABD’nin Önceliği ve Bunun Jeostratejik Gerekleri” adlı 1997 yılında yayınlanan kitabında belirtilmiştir. Bu kitapta, “tek küresel güç” olan ABD’nin bu sıfatına ve niteliğine meydan okuyabilecek potansiyel “meydan okuyucular”ın ta-mamı Avrupa-Asya kıta bloğunda konumlanmışlardır.
Bu politik hedefi gerçekleştirmek için, izlenen strateji Soğuk Savaşı izleyen ilk on yılda ağırlıklı olarak ekonomik içerikli bir strateji olmuştur. Bu stratejinin adı, Kissinger’in ifadesi ile, ABD kapitalizmi olan küreselleşmenin, iletişim ve bilişim teknolo-jilerinin sağladığı imkanlardan da yararlanarak, tarihte hiç olmadığı kadar yaygınlaşmasını sağlamak olmuştur. Çünkü, Soğuk Savaşın hemen başında kurulan ve Batı dünyasında ve ABD
yanlısı jeopolitik sistemde Amerikan hegemonyasının temelini oluşturan ABD ekonomik üstünlüğü 1974 Vietnam Savaşının etkileriyle çökmüştü. Bu tarihten sora ABD’nin Batı Avrupa, Japonya ve ABD yanlısı ülkeler üzerindeki hegemonyası; ekonomik gücüne bağlı olarak değil, Sovyetler Birliği’nin kapitalist ülkeler için oluşturduğu askeri tehdide dayanarak sürdürülmüştür. ABD, Sovyetler Bir-liği’nin çökmesinden sonra, kapitalist ülkeler ve dünyanın geri kalanı üzerinde ABD hegemonyasının kendisini yeniden üretebilmesinin ancak ekonomik bir yenilenme ile gerçekleştirilebileceğini öngörmüştür.
Soğuk Savaş’tan sonra işbaşına gelen Clinton’un dünya algılamasıyla da uyumlu olan bu süreç 1990’lara küreselleşme olarak damgasını vur-muştur. Bu süreçte ABD ekonomisi özellikle yüksek teknolojiye dayanan büyük bir atağa geçmiştir. Ancak bu gelişme, ABD’ye 2 nci Dünya Savaşı sonunda ABD’nin dünyanın geri kalan ekonomileri karşısında sahip olduğu ekonomik üstünlüğü vermekten çok uzak olmuştur.
Bir yandan küreselleşmenin ABD hegemonyasının alt yapısını tam anlamıyla hazırlayamayacağının orta-ya çıkması, diğer taraftan ABD kapitalizminin yaşadığı iç sıkıntılar neticesinde, W.Bush Ocak 2001’de iktidara gelir gelmez, Clinton döneminin ekonomik politikalarında ayrıcalıklı bir yere sahip olan Çin’i “ABD çıkarlarını tehdit eden bir ülke olarak görmüş ve Çin’e yönelik bir strateji arayışına girmiştir.
Ancak, 11 Eylül saldırısı, ABD yönetiminin Çin politikasının farklı bir eksene kaydırmıştır.
Tarihsel süreç içerisinde ABD dış politikasında büyük adımların atılması, köklü değişikliklerin yapılabilmesi için ABD kamuoyunun desteğinin sürekli olarak alınması mutlak bir zorunluluk haline gelmiştir. 11 Eylül saldırıları da hem ABD kamuoyunun, hem de dünya kamuoyunun özellikle 11 Eylül’ü izleyen ilk aylarda ABD yönetiminin politikalarına destek verilmesine yol aç-mıştır.
11 Eylül saldırıları, ABD yönetimine, ABD hegemonyasını ve tek kutupluluğu ABD ekonomisine bağlı olarak değil de, ABD Silahlı Kuvvetlerine dayandırarak sürdürmek için büyük bir stratejik atağa geçme fırsatını vermiş-tir.
11 Eylül sonrasında ABD, terörü ve terörün arkasındaki güçleri sebep göstererek dünyanın her yerine askeri gücünü kullanarak girmektedir. Bu teorik olarak ABD’ye dünyanın bütün coğrafyalarına değişen boyutta askeri müdahale imkanı sağlayabilmektedir.
Bu durum, Yeni Amerikan Güvenlik Doktrininde de pekiştirilmekte ve ABD’nin askeri müdahale yapabilmesi için hemen hemen “sınırsız olan şartlar” yeni doktrinde yer almaktadır.
ABD’nin yeni Güvenlik Doktrininde; hedef olarak terör ve terörün arkasındaki odaklar ve devletler göste-rilmesine rağmen, özü itibariyle hedef olarak ABD’nin tek kutupluluğuna meydan okuyabilecek olan büyük merkezi güçlerin alındığı anlaşılmaktadır. ABD Güvenlik Doktrininde hedef olarak alınan devletler, dünya enerji kaynaklarının üzerinde veya yakınında olup, jeopolitik önem arz eden ve hem bölgesel planda ABD’ye meydan oku-yup, hem de ABD’ye küresel planda meydan okuyabilecek büyük güçler ile ittifak içerisine girebilecek devletlerdir.
11 Eylül sonrasında gittikçe netleşen ABD tutumu, 21 nci yüzyılda aktüel ve potansiyel olarak ABD’ye meydan okuyabilecek büyük güçlerin enerji kaynaklarının bulunduğu alanların ya mevcut jeopolitik yapıları ile ya da
[B]jeopolitik yapılarının değiştirilip, ABD menfaatlerine uygun hale getirildikten sonra ABD denetimine alınmasıdır [/B]
[B]ABD bu yaklaşımıyla; 1648’de orta-ya çıkmış olan ve ulus devletlerin ege-menliği esasına dayanarak gelişen devletler arası ilişkileri ve devletler hukukunu farklı bir eksene taşımakta, bir Soğuk Savaş kurumu olan BM’yi tehdit etmekte, BM’yi ABD’nin küresel politikalarını tasdik eden bir noter konumuna taşımaktadır. [/B]
[B]ABD’nin başka hiçbir ulusun sahip olmadığı askeri güç kapasitesine daya-narak yaptığı/yapmaya çalıştığı bu jeopolitik düzenlemelerin ve dünyayı Avrasya eksenli olarak askeri karakollar sistemi ile kontrol altına almayı hedefleyen politikalarının yerel, bölge-sel ve küresel boyutta anti Amerikan ittifakları ortaya çıkarması yalnızca bir zaman meselesidir. [/B]
[B]ABD, 11 Eylül sonrasında El-Kaide ve ona destek veren Taliban yönetimini ortadan kaldırma söylemiyle Afganis-tan’ı kuşatan alana, Pakistan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan eksenli olarak yerleşmiştir. [/B]
[B]ABD’nin Afganistan’ın çevre kuşağına yerleşmesi, ABD askeri ve politik gücüne Avrasya ekseninde yeni açılım alanları sağlamıştır. ABD, Batı Türkistan’ın başta enerji kaynakları olmak üzere zengin yeraltı kaynakları üzerinde hakimiyet tesis etmenin ötesinde Çin, Rusya, Hindistan, Pakistan ve İran’a karşı hemen sınır ötelerinden güç projeksiyonu gerçekleştirme şansını elde etmiştir. Batı Türkistan’ı tamamlayan alan ayni eksen üzerindeki Güney Kafkasya olmuştur. [/B]
[B]ABD, bu alanda Gürcistan’a yönelik Rusya baskısına karşı Gürcistan’ın arkasında askeri varlığıyla yer almıştır. Bu iki stratejik alandaki mücadeleler, düşük yoğunluklu çatışma mantığı çerçevesinde devam etmektedir. [/B]
[B]Batı Türkistan-Güney Kafkasya ala-nında gerçekleşen ABD askeri müdahalesi mevcut jeopolitik yapıyı değiş
[B]tirmeyi, ulus devletlerin sınırlarını yeni-den çizmeyi hedeflememektedir. Amaç, bu coğrafyadaki mevcut ülkeleri, Rusya ve Çin’in etki alanı dışına çıkararak, Avrasya’nın enerji yataklarının bulunduğu Hazar havzasının Doğusunda ve Batısında bir ABD denetim bölgesi oluşturmak, bu bölgenin enerji kaynaklarının açık denizlere ABD denetiminde inmesini sağlamaktır. [/B]
[B]Avrasya’da nihai düzenleme gerçekleşmeden ABD büyük bir sabırsızlıkla Orta Doğuya yönelmiş ve Irak’ı işgal etmiştir. ABD’nin Ortadoğu politikasının iki temel belirleyicisi; petrolün ABD kontrol ve denetiminde dünya pazarlarına güven içerisinde ulaştırılması ve İsrail’in varlığının korunmasıdır. Bu iki hedefi veya bu hedeflerden birisini göz ardı eden bir ABD politikasının şekillenmesi mümkün görülmemektedir. ABD’nin önümüzdeki dönemde, Ortadoğu’ya ilişkin politikalarının her aşamasında bu iki kriterin belirleyici ola-cağı açıktır. [/B]
[B]“Petrolün ABD kontrol ve dene-timinde dünya pazarlarına güven içe-risinde ulaştırılması”nda kritik öneme haiz olan ülkeler S.Arabistan ve S.Arabistan’la güç birliği içerisinde hareket eden Körfez Şeyhlikleridir. Halihazırda hem S.Arabistan, hem de Körfez Şeyhliklerinin yönetimleri ABD kontrol ve denetimindedir. [/B]
[B]11 Eylül saldırılarından sonra, ABD’nin Orta Doğu politikasında 11 Eylül’e kadar izlediği “ABD yanlısı petrol zengini, baskıcı-feodal rejimlere destek politikasını terk ederek, bölgede jeopolitik kaymalara ve demokratik devrim/reform süreci başlatması gerektiği” şeklindeki düşüncelerin gündeme taşındığı görülmüştür. Bu tarz düşüncelerin gelişmesinde 11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren eylemcilerin S.Arabistan kökenli olması yanında, S.Arabistan’ın köktendinci anlayışı destekleyen örgütlere vermiş olduğu mali destek, S.Arabistan’ın Afganistan ve Irak operasyonlarına destek
[B]vermede gösterdiği isteksizliğin de önemli rolü bulunmaktadır. [/B]
[B]S.Arabistan, 262,4 milyar varil ispatlanmış petrol rezervine sahip bulunmaktadır, bu potansiyeli ve kapasitesiyle S.Arabistan, petrol fiyatlarını ABD çıkarlarına uygun olarak belirlemekte ve petrol fiyatlarını kontrol altında tutmaktadır. S.Arabistan’ın devre dışı bırakılması durumunda bu işlevi yapabilecek başka bir ülke mevcut değildir. Bu kapsamda ABD’nin S.Arabistan’ı gözden çıkarması mümkün görülmemektedir. [/B]
[B]ABD, günde 11,6 milyon varil ithal etmekte ve ihtiyacının %60’ını dış alımla kapatmaktadır. ABD, toplam ithalatının %14,5’unu S.Arabistan’dan yapmaktadır. Diğer bir deyişle ABD için S.Arabistan petrol ithalatı açısından önemli değildir. Ancak S.Arabistan diğer körfez ülkeleri ile birlikte petrol üretimini artırıp-azaltarak dünya petrol fiyatlarını değiştirme gücüne sahip bir konumdadır. Bu nedenle, ABD’nin S.Arabistan üzerindeki kontrolünün geçici olarak dahi kaybolması ABD çıkarlarına hayati derecede aykırıdır. [/B]
[B]Bu yaklaşımla S.Arabistan ve Körfez şeyhliklerinin istikrarlarını kısa ve orta vadede tehlikeye atacak hiçbir gelişme ABD çıkarları ile uyumlu değildir. Bu nedenle, ABD’nin “Irak modelini Orta- doğunun diğer ülkelerine taşıma” projesinin ve “yapacağını ifade ettiği” siyasal, ekonomik ve jeopolitik gelişimlerin büyük bir hızla değil, istikrarı ön planda tutan bir tempo ile gerçekleştirilmeye çalışılacağı öngörülmektedir. [/B]
[B]ABD’nin Orta Doğu politikasında dikkate alınması gereken diğer kriter; İsrail’in varlığı, bununla bağlantılı olan Arap-İsrail çatışması, Arap-İsrail çatış-masından ve anti batı duygu ve düşüncelerden beslenen radikal İslam gerçeğidir. [/B]
[B]Ortadoğuda yapılacak her türlü düzenlemede bu iç içe geçmiş üç olgu, en az petrol kadar önem taşımaktadır. [/B]
[B]ABD’nin radikal İslam ile sonsuza kadar sürecek bir savaşı besleyen
[B]adımlar atması ve radikal İslam’ın sahip olduğu dinamikleri küçümse-yerek İslam politikasını anti terörizm önlemlerine indirgemesi ABD için uy-gun bir hareket tarzı olmayacaktır. [/B]
[B]ABD muhtemelen önümüzdeki dönemde, bütün Arapları anti Amerikancı yapan ve radikal İslamcı süreçleri besleyen savaş odaklı İsrailci bir çözüm yerine Arapları, radikal İslamcı ve laik Araplar diye ikiye bölüp, ABD karşıtı cepheyi küçülten ve küçülen cephenin dinamiklerini Arap içi çatışmalarda tüketen bir çözümü tercih edecektir. Bu ise, ABD’nin Irak’la ilgili sorunların çözümlenmesine paralel olarak Arap-İsrail barış girişiminin güçlü bir biçimde gündeme taşınacağını göstermektedir. [/B]
[B]ABD’nin Orta Doğuda yapmaya çalıştığı jeopolitik düzenlemeler bugün için yalnızca Irak merkezli gibi görünmesine rağmen bu durumun aldatıcı olduğu kıymetlendirilmektedir. Ortadoğuda “çekilecek bir taşın domino etkisi yaptığı” tarihsel bir gerçekliktir. [/B]
[B]ABD’nin Ortadoğu’daki temel hedeflerine ulaşmasında engel yaratabilecek olan aktüel ve potansiyel bölgesel güçler, İran, Mısır, Suriye ve S.Arabistan’dır. İran tek başına engel üretebilecek potansiyele sahipken, S.Arabistan, Suriye ve Mısır ancak ABD aleyhtarı bir dış destek ile ABD çıkarlarını tehdit edebilir hale gelebile-cektir. [/B]
[B]ABD karşıtı rejime sahip olması ve herhangi bir dış destek almadan bağımsız olarak tehdit oluşturucu potansiyele sahip olması nedeniyle İran, halihazır konumuyla “ABD’nin Ortadoğu’da kurmaya çalıştığı sınırsız egemenliği”ni tehdit etmektedir. Bu çerçevede ABD; Irak’ta yaptığı gibi İran’da da mevcut rejimi yıkarak yerine ABD yanlısı bir iktidarı getirmeye çalışacaktır. Ancak İran’da ABD yanlısı bir yönetim işbaşına getirilse dahi bu ülkede ABD’nin dışına çıkma eğilim ve refleksleri oldukça güçlüdür. [/B]
[B]Irak’ın konumu da İran gibidir. ABD Irak’ta kendi kontrol ve güdümünde bir
[B]yönetim tesis etmesine rağmen, bu yönetimin Irak’ta kontrolü sağlaması, hakimiyetini kurabilmesi çok zor olabilecektir. Ülke yapısındaki “ABD yönlendirmesi dışına çıkma eğilimi”nin önümüzdeki dönemde daha da gelişmesi sürpriz olmayacaktır. [/B]
[B]Bu kapsamda ABD’nin halihazırda işgal etmiş olduğu Irak’ta orta ve uzun vadede üniter bir yapı kurmayacağı, İran’a yönelik orta ve uzun vadeli politikasında da İran’ın üniter bir devlet olarak kalmaması hedefini tercih edeceği, buna karşılık S.Arabistan, Mısır ve Suriye gibi ülkelerin dış ilişkilerini sürekli kontrol altında tutarak, kendisi dışında ve kendi kontrolü altında bulunmayan farklı merkezi güçlerle iyi ilişkiler geliştirmesini engelleyeceği değerlendirilmektedir. [/B][/B] [/B] [/B] [/B]

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren Pir Zöhre Ana Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri İletişim bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.