03/05/2021, 23:27
Atatürk’ün manevi kızlarından Afet İnan, tarih öğrenimi görüyordu. Hocalarından, İsviçreli ünlü bilim adamı Prof. Eugéne Pittard, doktora tezi olarak, Türk’ü tanımlamasını istedi. Öğrencisinin, Atatürk’e danışacağını biliyordu. İsviçreli ünlü profesör, En büyük Türk’ün, Türk ulusunu nasıl tanımlayacağını merak ediyordu.
Nitekim beklediği gibi oldu. Atatürk, manevi kızı kendisinden yardım istediğinde, şöyle dedi:
’Önce sen çalış, yazını hazırla; sonra birlikte inceleriz!’
Afet İnan, çalışmasını tamamladı ve Atatürk’e gitti. Büyük Önder, çalışmanın sayfalarını tek tek çevirdi, ara başlıklara göz attı ve hızlı bir kararla;
’Hele dur!’ dedi; ’Ver bana bir kâğıt; ben, Türk’ün tanımını sana yapayım!’
Ve çok zaman olduğu gibi, kurşun kalemle doğaçlama yazmaya başladı:
’Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu.
Bu sahne, 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir.
Beşik, tabiatın rüzgârlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk, tabiatın yağmurlarıyla yıkandı.
O çocuk, tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları, tabiatın babası tanıdı; onların oğlu oldu.
Bir gün, o tabiat çocuğu, tabiat oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu.
Türk budur; yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.’
İsviçreli profesörün merakı giderilmişti..
( Millet Dergisi, Sayı: 116, 1948, s. 10-11)
Nitekim beklediği gibi oldu. Atatürk, manevi kızı kendisinden yardım istediğinde, şöyle dedi:
’Önce sen çalış, yazını hazırla; sonra birlikte inceleriz!’
Afet İnan, çalışmasını tamamladı ve Atatürk’e gitti. Büyük Önder, çalışmanın sayfalarını tek tek çevirdi, ara başlıklara göz attı ve hızlı bir kararla;
’Hele dur!’ dedi; ’Ver bana bir kâğıt; ben, Türk’ün tanımını sana yapayım!’
Ve çok zaman olduğu gibi, kurşun kalemle doğaçlama yazmaya başladı:
’Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu.
Bu sahne, 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir.
Beşik, tabiatın rüzgârlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk, tabiatın yağmurlarıyla yıkandı.
O çocuk, tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları, tabiatın babası tanıdı; onların oğlu oldu.
Bir gün, o tabiat çocuğu, tabiat oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu.
Türk budur; yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.’
İsviçreli profesörün merakı giderilmişti..
( Millet Dergisi, Sayı: 116, 1948, s. 10-11)