20/08/2013, 04:39
Alevilik tartışmaları kızışmaya başlayınca, bu konudaki yayınların sayısı da arttı. Tarihsel fanteziler ve siyasal hesaplaşmalar ağır basıyor.
HALUK HEPKON
Alevilik ve Aleviler son dönemlerde iki tartışmayla birlikte anılıyorlar. Birincisi, Aleviliğin İslam içi mi yoksa dışı mı değerlendirilmesi gerektiği. Farklı Alevi çevreleri bu soruya değişik yanıtlar veriyorlar.
İkincisi ise AB İlerleme Raporu ile birlikte gündeme gelen 'azınlık' tartışması.
Alevilik ile ilgili, özellikle de 90'lı yıllarda 'Alevi Uyanışı' diye tarif edilen hareketlenmeden sonra, birçok şey yazılıp çizildi. Bilimsel verilerden ziyade yazanların gündelik politik kaygıları üzerine inşa edilmiş izlenimi veren bu çalışmaların çoğunda, Alevilik farklı farklı tanımlanıyordu. Bir dönem Alevilik şamanlık vurgusuyla halis muhlis Türk ilan edilirken; bir başka dönemde de Zerdüştlüğün etkileri büyütülerek Kürtlere has bir dinsel tercih olarak kabul edildi. Birbirlerinden çok farklı gibi görünmelerine rağmen bütün bu tezlerin iki ortak noktası vardı. Birincisi, bilimsellikten tamamıyla uzaktılar ve gündelik siyasi ihtiyaçlar çerçevesinde kaleme alınmışlardı. İkincisi, hepsi de Aleviliğin solla ilişkisinden son derece rahatsızdılar.
İlk bakışta ne kadar farklı görünürse görünsün AB Raporu ile birlikte yayın dünyasında başlayan Alevilik furyası da öncekilere benziyor. Furyanın ürünleri daha çok yeni dönemin siyasi kaygılarıyla kaleme alınmış ya da bu kaygılar doğrultusunda seçilerek yayımlanmış izlenimi veriyorlar.
Alevi aydınlanması
Aleviliğin İslam dışında olduğu fikri ilk kez değerli araştırmacı Nejat Birdoğan tarafından ileri sürülmüştü. O günlerde saldırılara ve hakaretlere maruz kalan Birdoğan'ı savunmak kimsenin aklına gelmiyordu. 2000'li yıllarda Karen Fogg ile yapılan görüşmelerin çeşitli Alevi çevrelerin zihinlerini açtığı ve AB taraftarlığının koyu bir dinsel bağnazlıkla iç içe olduğu görülüyor. Aleviliğin laikliği ve cumhuriyeti savunan tavrı, geçmişte bu dinsel inanışa mensup kitleler içinde bir aydınlanma yaşanmasına yol açmıştı. Bugün tam tersi bir süreç hayata geçirilmeye çalışılıyor. 'Azınlık' tartışması, Alevi halk kitlelerinin kafasında cumhuriyet ve laiklik konusunda soru işaretleri oluşturmak için kullanılıyor. Geçmişte solla birlikte elde edilmiş aydınlanmanın kazanımları 'kimlik arayışı' adı altında yok ediliyor. Akıldan ve bilimden uzak yeni bir din icat ediliyor.
Erdoğan Çınar Aleviliğin Gizli Tarihi isimli kitabında, gerçek Aleviliğin sır perdeleri ardına saklanmış, aydınlanmış bir azınlıktan başkasının anlayamayacağı, sembollerle ifade edilen bir gizli inanış olduğunu söylüyor. Kitaba göre Aleviliğin Hz. Ali ile bir ilgisi yoktur. Çınar Alevi kelimesinin eskiden Anadolu'da yaşamış Luvilerden geldiğini öne sürüyor. Çınar, iddiasını destekleyecek herhangi bir kanıt gösterme zahmetiyle uğraşmadan, devamla 'luvi' sözcüğünün birçok dilde ışık ya da ışık kaynağı anlamına geldiğini ileri sürüyor. Bu mantık yürütmenin doğal sonucu Aleviliği sadece İslam'ın değil bütün tektanrılı dinlerin 'serçeşmesi' ilan etmektir. Yeni tarih tezine göre yeryüzünün ilk dini Mu İmparatorluğu'nun dinidir. İmparatorluğun Atlantis Koloni İmparatorluğu'na bağlı Mısır alt kolonisinde bu dini kurumlaştıran kişi İdris Peygamber'dir. Onun kurduğu Mısır Okulu'nda yetişenlerde bu inanışı Alamut üzerinden Anadolu'ya ulaştırıyorlar. Böylelikle Çınar, 'Alevilik İslam içi mi dışı mı?' tartışmasına orijinal bir yorum getirerek İslam'ı Alevilik içi bir akım haline getiriyor.
Kimlik bunalımı
Bu noktadan sonra Çınar'ı tutmak mümkün olmuyor. 'Big bang' teorisi ile Yunus Emre'nin dizeleri arasında ilişki kuruyor; Darwin'in 'evrim teorisi'nin Alevi nefeslerinde yüzlerce yıl önceden söylenegeldiğini ileri sürüyor.
Kitap Yayınevi tarafından çıkartılan Alevilik isimli çalışma son yıllarda esen ideolojik rüzgârların Alevilik içindeki tezahürleri hakkında bilgi veriyor. Farklı yazarların katkılarıyla ortaya çıkan çalışma aslında kendi içinde bir tutarlılığa sahip. Yazıların çoğu, internette Alevilere yönelik olarak hazırlanmış çeşitli sitelerde de görebileceğimiz belli bir bakış açısının etrafında şekilleniyor. Zaten kitabın derlenmesinde sanal ortamın bir hayli katkısı olmuş. İsmail Engin ve Havva Engin tarafından hazırlanan çalışmanın önsözünde Alevilerin bir 'kimlik bunalımı' ile karşı karşıya kaldıkları ileri sürülüyor. Buna göre söz konusu kimlik bunalımına yanıt için 'ithal ideolojiler'den medet umulmamalı, öze dönmelidir. Öze dönmekten kastedilen Alevilere yönelik din dersleri ve dedelik gibi ortaçağ kurumlarının yeniden yapılandırılmasıdır.
Ortada bir bunalım olduğu kesindir. Örneğin kitabın hazırlayıcılarından İsmail Engin Aleviliğin 'ithal ideolojiler' tarafından siyasallaştırılmasına örnek olması açısından 'Kızıl Yol' isimli dergiyi inceliyor. Menşei belirsiz bu dergi çevresi, Engin'e göre, devlete karşı şiddet eylemlerine girişmiş; sağı solu bombalamış, metropollerde 'kurtarılmış bölgeler' oluşturmuş, devlet güçleriyle çatışmış sosyalist olma iddiasındaki bir harekettir. Engin bu 'kurtarılmış bölgeler'in ve söz konusu çatışmaların nerelerde olduğunu da yazısına ekleseydi kuşkusuz iyi olurdu. Ama Engin'in 'büyük bir tehlike'ye işaret etmek için örnek olarak seçtiği 'Kızıl Yol', Avrupa'da topu topu dört sayı çıkarabilmiştir. Bir 'Anadolu Alevistanı' kurmayı hedeflemiş bu müthiş hareket, hem sosyalisttir hem de dedelik kurumunun tekrar yapılanmasını istiyor. Engin böyle bir siyasi garabetin üzerinden 'ithal' diye nitelediği ideolojilerle hesaplaşıyor. 'İdeolojilere hayır' diye diye Aleviliğe ideolojik bir çerçeve kazandırılıyor. Gerçekten de çalışmaya sinmiş bir ideoloji vardır. Alevilerin sola yatkınlığıyla hesaplaşma, bu ideolojik paketin içindekilerden yalnızca birisidir. Diğerleri hemen ardından geliyor. Birincisi akıldan inanca doğru kaçıştır. Yazıların çoğunda çözülmekte olan dedelik kurumunun nasıl kendisini yenileyeceği tartışılıyor. Bunda şehre göçün ve dedelik kurumunun bir takım görevlerini üstlenen cumhuriyet kurumlarının da etkisi vardır. İş, dedelik kurumunu savunmaktan bilimin karşısında çaresiz kaldığı alanların keşfine dönüşüyor. 'İthal ideoloji'den kaçış, dedelik kurumunu savunmayla sonuçlanıyor.
Paylaşılamayan Alevilik
Aleviliği Caferiliğin heterodoks yorumu biçiminde tarif eden yazarlardan biri ise, işi İmam Cafer Sadık'ın yaklaşık 1300 sene öncesinden Pluton gezegenini keşfettiğini; optik alanındaki fikirleriyle Bacon ve Galileo gibi bilginlerin selefi olduğunu söylemeye kadar götürüyor.
Uzunca bir dönem Alevilik Türk ve Kürt milliyetçilikleri arasında paylaşılamamıştı. 'Azınlık' tartışması ile birlikte bu türden eğilimlerde tekrar bir hareketlenme başladı. Nihat Çetinkaya'nın Kızılbaş Türkler başlıklı kitabını da bu çerçeve içinde ele almak gerekiyor. Aleviliği 'Türk tarih ve etno-kültürel gelenekleri bağlamında' inceleme iddiasındaki kitabın önsözünde, "Alevi Türklere AB tarafından 'müslüman azınlık' sıfatının kazandırılmaya çalışıldığı günümüzde böylesi bir çalışmanın çok yerinde olduğu" söyleniyor. Aleviliği saf Türkmenlerin İslamı yorumlamaları diye tarif eden Çetinkaya'ya göre, tarihteki Alevi ayaklanmalarının asıl nedenleri dinsel değildir. Kırsal alanda, her türlü dış etkiden uzak, milli benliklerine uygun bir biçimde yaşayan Türkmenlerin devşirme yöneticilerin haksızlıklarına karşı ayaklanmaları 'kötü niyetli' kişiler tarafından mezhep çekişmesi ya da sınıf çatışması olarak gösterilmiştir.
Bakış açısının tuhaflığı yüzünden Çetinkaya'nın çalışmasında her şey birbirine karışıyor. Çetinkaya, Türklerin Alevilik ile tanışmasını anlatırken Babinger'in tezlerini uç noktalara kadar çekiyor; sırf Arap düşmanlığından ötürü İslam tarihi ile ilgili yalnızca Şii yorumlara itibar ediyor. Tarihe 'Türk bakış açısıyla' bakarken, iş İslam Peygamberini ve İbrahim Peygamberi Türk kökenli ilan etmeye kadar varıyor. Aleviliği milliyetçilikle açıklamaya çalışmanın sonuçları okuyucuyu gülümsetmekten öteye gidemiyor.
Konuyla ilgili kitaplardan birisi de Murat Okan'ın Türkiye'de Alevilik isimli çalışması. Okan kitapta, Alevilik ve Aleviliğin 'etnisite', 'heterodoksi', 'kültür' ve 'yeni cemaatleşme' gibi bazı konu ve kavramlarla olan ilişkisi hakkındaki fikirlerini ifade etmiş. Okan, bu işi yaparken Aleviler açısından önemli bir yere sahip Cem Vakfı ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği örgütlenmelerini de gerek söylemleri gerekse de hedefleri ve politikaları açısından karşılaştırıyor. Okan'ın Alevilik konusunda yaptığı çözümlemeleri, en kibar ifadeyle sıradışı diye niteleyebiliriz. Sosyal bilimler literatüründeki kavramların esnek olarak ele alınması gerektiğini söyleyen Okan, esnetmeye 'etnisite' kavramından başlıyor. Yazar, "Alevi bireylerin günlük dilde sıkça kullandıklarını" söylediği 'yabancı' kavramından yola çıkarak, Alevileri dinsel değil de etnik bir grup olarak tanımlıyor.
Okan'a göre Türkiye'deki modernleşme çabaları insanları tek tipleştirmeye yönelik yukarıdan aşağıya hoyratça bir çabadır. Cumhuriyetin kurulması sırasında toplum içindeki İslami bağ ulusal bağa çevrilmeye çalışılmış, Ortodoks Sünni İslam hedef alınmıştır. Bu esnada tekkelerin kapatılması gibi hayata geçirilen uygulamalar yüzünden Aleviler de zarar görmüşlerdir.
Gerçeği olgularda aramak gerekiyor. Aslında bütün bu iddialara rağmen Alevilerin Cumhuriyet Devrimi'ne bağlılığı Okan tarafından da biliniyor. Mızrağı çuvala sığdırmak mümkün değildir. Okan'a göre Aleviler arasında Kurtuluş Savaşı'na, Cumhuriyet Devrimi'ne ve laikliğe verilen aktif desteğin nedeni 'eksiklik duygusu'dur.
Okan kitabında, Cumhuriyet Devrimi ve solla ilgili bir de ilişki kurgulamakadır. Buna göre 'Milli Demokratik Devrim' tezini savunan 'Üçüncü Dünyacı' anlayışlar sayesinde solun politikaları ile devlet politikaları üst üste çakışmıştır. Okan'a göre 'Alevi solcudur' klişesinin kaynağı burasıdır. Bu yüzden de ülkedeki sol ve Aleviler Okan'ın sınavını geçemediklerinden 'solcu' değil 'devletçi' olmuşlardır.
Okan'ın Alevilik gibi geniş bir meseleyi bitirdikten sonra solun sorunlarına da el atmaya karar verdiği anlaşılıyor. Üstelik bu konuda hiç de alçakgönüllü değil; hızını alamayarak sola muhalif olmayı da öğretmeye kalkıyor. Bu yüzden kitap alt başlığındakinin tersine antropolojik değil siyasi bir yaklaşımın ötesine geçemiyor.
ALEVİLİĞİN GİZLİ TARİHİ, Erdoğan Çınar, Çiviyazıları Yayınevi, 2004,
ALEVİLİK, İsmail Engin/Havva Engin, Kitap Yayınevi, 2004,
KIZILBAŞ TÜRKLER, Nihat Çetinkaya, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2003,
TÜRKİYE'DE ALEVİLİK, Murat Okan, İmge Kitabevi, 2004
HALUK HEPKON
Alevilik ve Aleviler son dönemlerde iki tartışmayla birlikte anılıyorlar. Birincisi, Aleviliğin İslam içi mi yoksa dışı mı değerlendirilmesi gerektiği. Farklı Alevi çevreleri bu soruya değişik yanıtlar veriyorlar.
İkincisi ise AB İlerleme Raporu ile birlikte gündeme gelen 'azınlık' tartışması.
Alevilik ile ilgili, özellikle de 90'lı yıllarda 'Alevi Uyanışı' diye tarif edilen hareketlenmeden sonra, birçok şey yazılıp çizildi. Bilimsel verilerden ziyade yazanların gündelik politik kaygıları üzerine inşa edilmiş izlenimi veren bu çalışmaların çoğunda, Alevilik farklı farklı tanımlanıyordu. Bir dönem Alevilik şamanlık vurgusuyla halis muhlis Türk ilan edilirken; bir başka dönemde de Zerdüştlüğün etkileri büyütülerek Kürtlere has bir dinsel tercih olarak kabul edildi. Birbirlerinden çok farklı gibi görünmelerine rağmen bütün bu tezlerin iki ortak noktası vardı. Birincisi, bilimsellikten tamamıyla uzaktılar ve gündelik siyasi ihtiyaçlar çerçevesinde kaleme alınmışlardı. İkincisi, hepsi de Aleviliğin solla ilişkisinden son derece rahatsızdılar.
İlk bakışta ne kadar farklı görünürse görünsün AB Raporu ile birlikte yayın dünyasında başlayan Alevilik furyası da öncekilere benziyor. Furyanın ürünleri daha çok yeni dönemin siyasi kaygılarıyla kaleme alınmış ya da bu kaygılar doğrultusunda seçilerek yayımlanmış izlenimi veriyorlar.
Alevi aydınlanması
Aleviliğin İslam dışında olduğu fikri ilk kez değerli araştırmacı Nejat Birdoğan tarafından ileri sürülmüştü. O günlerde saldırılara ve hakaretlere maruz kalan Birdoğan'ı savunmak kimsenin aklına gelmiyordu. 2000'li yıllarda Karen Fogg ile yapılan görüşmelerin çeşitli Alevi çevrelerin zihinlerini açtığı ve AB taraftarlığının koyu bir dinsel bağnazlıkla iç içe olduğu görülüyor. Aleviliğin laikliği ve cumhuriyeti savunan tavrı, geçmişte bu dinsel inanışa mensup kitleler içinde bir aydınlanma yaşanmasına yol açmıştı. Bugün tam tersi bir süreç hayata geçirilmeye çalışılıyor. 'Azınlık' tartışması, Alevi halk kitlelerinin kafasında cumhuriyet ve laiklik konusunda soru işaretleri oluşturmak için kullanılıyor. Geçmişte solla birlikte elde edilmiş aydınlanmanın kazanımları 'kimlik arayışı' adı altında yok ediliyor. Akıldan ve bilimden uzak yeni bir din icat ediliyor.
Erdoğan Çınar Aleviliğin Gizli Tarihi isimli kitabında, gerçek Aleviliğin sır perdeleri ardına saklanmış, aydınlanmış bir azınlıktan başkasının anlayamayacağı, sembollerle ifade edilen bir gizli inanış olduğunu söylüyor. Kitaba göre Aleviliğin Hz. Ali ile bir ilgisi yoktur. Çınar Alevi kelimesinin eskiden Anadolu'da yaşamış Luvilerden geldiğini öne sürüyor. Çınar, iddiasını destekleyecek herhangi bir kanıt gösterme zahmetiyle uğraşmadan, devamla 'luvi' sözcüğünün birçok dilde ışık ya da ışık kaynağı anlamına geldiğini ileri sürüyor. Bu mantık yürütmenin doğal sonucu Aleviliği sadece İslam'ın değil bütün tektanrılı dinlerin 'serçeşmesi' ilan etmektir. Yeni tarih tezine göre yeryüzünün ilk dini Mu İmparatorluğu'nun dinidir. İmparatorluğun Atlantis Koloni İmparatorluğu'na bağlı Mısır alt kolonisinde bu dini kurumlaştıran kişi İdris Peygamber'dir. Onun kurduğu Mısır Okulu'nda yetişenlerde bu inanışı Alamut üzerinden Anadolu'ya ulaştırıyorlar. Böylelikle Çınar, 'Alevilik İslam içi mi dışı mı?' tartışmasına orijinal bir yorum getirerek İslam'ı Alevilik içi bir akım haline getiriyor.
Kimlik bunalımı
Bu noktadan sonra Çınar'ı tutmak mümkün olmuyor. 'Big bang' teorisi ile Yunus Emre'nin dizeleri arasında ilişki kuruyor; Darwin'in 'evrim teorisi'nin Alevi nefeslerinde yüzlerce yıl önceden söylenegeldiğini ileri sürüyor.
Kitap Yayınevi tarafından çıkartılan Alevilik isimli çalışma son yıllarda esen ideolojik rüzgârların Alevilik içindeki tezahürleri hakkında bilgi veriyor. Farklı yazarların katkılarıyla ortaya çıkan çalışma aslında kendi içinde bir tutarlılığa sahip. Yazıların çoğu, internette Alevilere yönelik olarak hazırlanmış çeşitli sitelerde de görebileceğimiz belli bir bakış açısının etrafında şekilleniyor. Zaten kitabın derlenmesinde sanal ortamın bir hayli katkısı olmuş. İsmail Engin ve Havva Engin tarafından hazırlanan çalışmanın önsözünde Alevilerin bir 'kimlik bunalımı' ile karşı karşıya kaldıkları ileri sürülüyor. Buna göre söz konusu kimlik bunalımına yanıt için 'ithal ideolojiler'den medet umulmamalı, öze dönmelidir. Öze dönmekten kastedilen Alevilere yönelik din dersleri ve dedelik gibi ortaçağ kurumlarının yeniden yapılandırılmasıdır.
Ortada bir bunalım olduğu kesindir. Örneğin kitabın hazırlayıcılarından İsmail Engin Aleviliğin 'ithal ideolojiler' tarafından siyasallaştırılmasına örnek olması açısından 'Kızıl Yol' isimli dergiyi inceliyor. Menşei belirsiz bu dergi çevresi, Engin'e göre, devlete karşı şiddet eylemlerine girişmiş; sağı solu bombalamış, metropollerde 'kurtarılmış bölgeler' oluşturmuş, devlet güçleriyle çatışmış sosyalist olma iddiasındaki bir harekettir. Engin bu 'kurtarılmış bölgeler'in ve söz konusu çatışmaların nerelerde olduğunu da yazısına ekleseydi kuşkusuz iyi olurdu. Ama Engin'in 'büyük bir tehlike'ye işaret etmek için örnek olarak seçtiği 'Kızıl Yol', Avrupa'da topu topu dört sayı çıkarabilmiştir. Bir 'Anadolu Alevistanı' kurmayı hedeflemiş bu müthiş hareket, hem sosyalisttir hem de dedelik kurumunun tekrar yapılanmasını istiyor. Engin böyle bir siyasi garabetin üzerinden 'ithal' diye nitelediği ideolojilerle hesaplaşıyor. 'İdeolojilere hayır' diye diye Aleviliğe ideolojik bir çerçeve kazandırılıyor. Gerçekten de çalışmaya sinmiş bir ideoloji vardır. Alevilerin sola yatkınlığıyla hesaplaşma, bu ideolojik paketin içindekilerden yalnızca birisidir. Diğerleri hemen ardından geliyor. Birincisi akıldan inanca doğru kaçıştır. Yazıların çoğunda çözülmekte olan dedelik kurumunun nasıl kendisini yenileyeceği tartışılıyor. Bunda şehre göçün ve dedelik kurumunun bir takım görevlerini üstlenen cumhuriyet kurumlarının da etkisi vardır. İş, dedelik kurumunu savunmaktan bilimin karşısında çaresiz kaldığı alanların keşfine dönüşüyor. 'İthal ideoloji'den kaçış, dedelik kurumunu savunmayla sonuçlanıyor.
Paylaşılamayan Alevilik
Aleviliği Caferiliğin heterodoks yorumu biçiminde tarif eden yazarlardan biri ise, işi İmam Cafer Sadık'ın yaklaşık 1300 sene öncesinden Pluton gezegenini keşfettiğini; optik alanındaki fikirleriyle Bacon ve Galileo gibi bilginlerin selefi olduğunu söylemeye kadar götürüyor.
Uzunca bir dönem Alevilik Türk ve Kürt milliyetçilikleri arasında paylaşılamamıştı. 'Azınlık' tartışması ile birlikte bu türden eğilimlerde tekrar bir hareketlenme başladı. Nihat Çetinkaya'nın Kızılbaş Türkler başlıklı kitabını da bu çerçeve içinde ele almak gerekiyor. Aleviliği 'Türk tarih ve etno-kültürel gelenekleri bağlamında' inceleme iddiasındaki kitabın önsözünde, "Alevi Türklere AB tarafından 'müslüman azınlık' sıfatının kazandırılmaya çalışıldığı günümüzde böylesi bir çalışmanın çok yerinde olduğu" söyleniyor. Aleviliği saf Türkmenlerin İslamı yorumlamaları diye tarif eden Çetinkaya'ya göre, tarihteki Alevi ayaklanmalarının asıl nedenleri dinsel değildir. Kırsal alanda, her türlü dış etkiden uzak, milli benliklerine uygun bir biçimde yaşayan Türkmenlerin devşirme yöneticilerin haksızlıklarına karşı ayaklanmaları 'kötü niyetli' kişiler tarafından mezhep çekişmesi ya da sınıf çatışması olarak gösterilmiştir.
Bakış açısının tuhaflığı yüzünden Çetinkaya'nın çalışmasında her şey birbirine karışıyor. Çetinkaya, Türklerin Alevilik ile tanışmasını anlatırken Babinger'in tezlerini uç noktalara kadar çekiyor; sırf Arap düşmanlığından ötürü İslam tarihi ile ilgili yalnızca Şii yorumlara itibar ediyor. Tarihe 'Türk bakış açısıyla' bakarken, iş İslam Peygamberini ve İbrahim Peygamberi Türk kökenli ilan etmeye kadar varıyor. Aleviliği milliyetçilikle açıklamaya çalışmanın sonuçları okuyucuyu gülümsetmekten öteye gidemiyor.
Konuyla ilgili kitaplardan birisi de Murat Okan'ın Türkiye'de Alevilik isimli çalışması. Okan kitapta, Alevilik ve Aleviliğin 'etnisite', 'heterodoksi', 'kültür' ve 'yeni cemaatleşme' gibi bazı konu ve kavramlarla olan ilişkisi hakkındaki fikirlerini ifade etmiş. Okan, bu işi yaparken Aleviler açısından önemli bir yere sahip Cem Vakfı ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği örgütlenmelerini de gerek söylemleri gerekse de hedefleri ve politikaları açısından karşılaştırıyor. Okan'ın Alevilik konusunda yaptığı çözümlemeleri, en kibar ifadeyle sıradışı diye niteleyebiliriz. Sosyal bilimler literatüründeki kavramların esnek olarak ele alınması gerektiğini söyleyen Okan, esnetmeye 'etnisite' kavramından başlıyor. Yazar, "Alevi bireylerin günlük dilde sıkça kullandıklarını" söylediği 'yabancı' kavramından yola çıkarak, Alevileri dinsel değil de etnik bir grup olarak tanımlıyor.
Okan'a göre Türkiye'deki modernleşme çabaları insanları tek tipleştirmeye yönelik yukarıdan aşağıya hoyratça bir çabadır. Cumhuriyetin kurulması sırasında toplum içindeki İslami bağ ulusal bağa çevrilmeye çalışılmış, Ortodoks Sünni İslam hedef alınmıştır. Bu esnada tekkelerin kapatılması gibi hayata geçirilen uygulamalar yüzünden Aleviler de zarar görmüşlerdir.
Gerçeği olgularda aramak gerekiyor. Aslında bütün bu iddialara rağmen Alevilerin Cumhuriyet Devrimi'ne bağlılığı Okan tarafından da biliniyor. Mızrağı çuvala sığdırmak mümkün değildir. Okan'a göre Aleviler arasında Kurtuluş Savaşı'na, Cumhuriyet Devrimi'ne ve laikliğe verilen aktif desteğin nedeni 'eksiklik duygusu'dur.
Okan kitabında, Cumhuriyet Devrimi ve solla ilgili bir de ilişki kurgulamakadır. Buna göre 'Milli Demokratik Devrim' tezini savunan 'Üçüncü Dünyacı' anlayışlar sayesinde solun politikaları ile devlet politikaları üst üste çakışmıştır. Okan'a göre 'Alevi solcudur' klişesinin kaynağı burasıdır. Bu yüzden de ülkedeki sol ve Aleviler Okan'ın sınavını geçemediklerinden 'solcu' değil 'devletçi' olmuşlardır.
Okan'ın Alevilik gibi geniş bir meseleyi bitirdikten sonra solun sorunlarına da el atmaya karar verdiği anlaşılıyor. Üstelik bu konuda hiç de alçakgönüllü değil; hızını alamayarak sola muhalif olmayı da öğretmeye kalkıyor. Bu yüzden kitap alt başlığındakinin tersine antropolojik değil siyasi bir yaklaşımın ötesine geçemiyor.
ALEVİLİĞİN GİZLİ TARİHİ, Erdoğan Çınar, Çiviyazıları Yayınevi, 2004,
ALEVİLİK, İsmail Engin/Havva Engin, Kitap Yayınevi, 2004,
KIZILBAŞ TÜRKLER, Nihat Çetinkaya, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2003,
TÜRKİYE'DE ALEVİLİK, Murat Okan, İmge Kitabevi, 2004