21/10/2012, 01:21
[B]
[B]YÖRESEL KELİMELER
Muş :
(A)
ABA: 1)Abla.2)Kalın kumaştan yapılan elbise,palto.
ABDU: Abdullah isminin yöremizde söylenişi.
ABRUL AYI: Nisan ayı.
ACA, ACAP, ACABULA: Kararsızlık, merak, şüphe bildirmek üzere kullanılır.Acaba.
ACCUK: Azıcık.
ADI BATASICA: Beddua amacıyla söylenir.
AFUR: İneklerin bekletildiği yer, ahır.
AGA: Erkek kardeş için söylenir.
AGUBAT: Mahkemelerde başkasının hakkını arayan, avukat.
AĞIRAMAK: Eşek veya katır bağırması, anırması.
AĞRI: ‘den ileriye,’den doğru'' anlamında bir edat.
AĞŞAK, AĞARŞAK: Yün eğirmeye yarayan aletin yuvarlak parçası.
AĞUŞUK: Yarı açık.
AHA, AHACUK: İşte burada.
AHT: 1)Dilek, vaat.2)Beddua.
AKLINA DAMMAK: Aklına gelmek.
AKULDANE: Herkese akıl veren kişi, ukala.
ALAF: Hayvana verilen bitki demeti.
ALAMUK: Yağmurdan sonra güneşin bulutların arasından kuvvetli bir şekilde vurması.
ALA PAKLA: Barbunya fasulyesi.
ALEM EŞKERE: Herkesin bildiği, gördüğü, duyduğu şekilde.
ALLAH BAYNITMASIN: Beddua amacıyla ''Allah iyi gün göstermesin.'' manasında söylenir.
ANDIR, ANDIR GALSIN: Kötülemek maksadıyla ''yerin dibine girsin.'' anlamında söylenir.
ANGARE: Hatır için yapılması istenen iş, angarya.
ANNAK: Görünür yer, meydan.
ANNAKLAMAK: Arkasından ya da gelişine bakmak, gözetlemek.
ANUK: Nane.
ARKURU: Paralel, çapraz, aykırı.
ASLUHU LESLUHU: Aslı, nesli ve geçmişi.
AŞKİ: Olayın nedeninin belli olması.
AŞGU: Yufka.
AŞGU MAKARUN: Yufkadan açılan makarna, erişte.
AVCUK: Avuç.
AVU: Zehir, ağı.
AVU ÇİÇEĞİ: Dağda yetişen sarı ve mor çiçek açan bir bitki.
AVUZ: İnek doğurduktan sonra ilk sütünden yapılan yemek.
AYAM: Hava, hava durumu.
AYAMA: Takılmış isim, lakap.
AYNINDA: Göz ile görülen.
AYTDAMAK: Bahçede ağaç budamak, ağaç temizlemek.
(B)
BACILIK: Ahiret kardeşliği.
BADIÇ: Kabuklu fasulye.
BAĞAR: Göğüs, sine.
BAHA: Fiyat, paha.
BAHALU: Fiyatı yüksek, pahalı.
BAKRAÇ: ****lden yapılmış kulplu yoğurt, süt kabı.
BAKULUK: Satılık olmayan, teşhirlik olan.
BALDIRAN ARMUDU: Bir armut çeşidi.
BANDIK: Mor çiçek açan yabani bir bitki.
BAR: Beyaz küf.
BASUK: Zayıf, cılız, cüce kimse.
BAŞAK: Fındık toplandıktan sonra dalda geri kalan taneler.
BAT: Tahta ya da ağaçtan yapılmış çit, avlu.
BATMAN: Yöremizde ağır anlamında kullanılan, miktarı bölge bölge değişen, genelde 8 okka gelen ağırlık ölçüsü birimi.
BAYAK: Az önce, demin.
BAYNIMAK: Gelişmek, büyümek.
BEH: Alınan veya yapılan bir iş neticesinde karşı tarafa verilen ön para, kaparo.
BEK: Hızlı, sert.
BEKİTMEK: Sert tekme ya da yumruk vurmak.
BEKÜŞTÜRMEK: Sağlamlaştırmak, gevşekliğini gidermek, pekiştirmek.
BEL: Çatal ağızlı toprağı belleme aleti.
BEZENE: Fasulyeye benzer taneli bir bitki, bezelye.
BILDIR: Geçen sene.
Bİ BİŞÜRÜM: Pişirimlik, pişirilecek kadar.
BİÇİK: İnek yavrusu.
Bİ HAMLA: Tek harekette, bir seferde, bir hamlede.
Bİ TA: Bir daha.
Bİ DOMA: Azıcık.
Bİ DUTAM: Azıcık.
Bİ GOŞAMA: 2 avuç dolusu.
BİLEKİM: Meğerse, halbuki, oysa.
BİLERZÜK: Bilezik.
BORUMBOK: Gidişat ya da yapılan iş çok kötü manasında.
BOSTAN: Hıyar, badem.
BÖĞCÜK: Böcek.
BÖĞÖN: Bugün.
BÖĞÖR: Göğüs, sine.
BÖĞÖRMEK: Yüksek sesli devamlı bağırmak ya da öksürmek.
BÖĞREK: Böbrek.
BUCAKLUK: Evdeki mutfak odası.
BULAŞUK: Dedikodu yapan.
BURKMA: Ters çevirerek sıkma.
BUYMAK: Üşümek.
BÜK: Dere kenarındaki düzlük arazi.
BÜNGÜLDEMEK: 1)Dağılmak, kaynamak.2)Coşmak.
©
CİGARA: Sigara.
CAHT: İstek, vaat, çaba.
CAMADAN: Yünden yapılan sırt çantası.
CAMIŞ: Manda, camız.
CAM IŞIĞI: Gazla çalışan camlı lamba.
CANG ETME: 1)Aklı başına gelme.2)Surata vurulan şamar.
CAPLAMA: Çatıya ya da çite paralel çakılan az kalın çıta.
CARCUR: Ateşli silahlardaki mermi kutusu, şarjör.
CARTDAK: Aniden, birdenbire.
CASCAYDAK: Tek başına, yalnız, çıplak.
CAZU: 1)Geceleri mezardan çıkıp insanlara kötülük ettiğine inanılan yaratık, cadı.2)Tuttuğnu koparan girgin ve becerikli bayan.
CEEK GARGA: Bağıran alakarga.
CEMBER: Başörtüsü.
CEMEK: Bir balık avlama yöntemi.
CEMİLDİK: Misket, mıras.
CENDERME: Jandarma.
CEPKEN: Yağmurluk.
CERLEMEK: Sinirlenmek, bağırmak.
CIDIK: Dal ile yapılan kuş kapanı.
CILK: Çürük yumurta.
CIMBIŞ: Eğlenceli, komik, cümbüş.
CINGAN, CINGANE: Çingene.
CIRANG ETMEK: Vücudun görünen yerine vurup ses çıkartma.
CIRCIR: 1)Fermuar.2)İshal.
CIRIM CINGIL: 1)Ağaçta meyvelerin çok miktarda olması.2)Elbiselerin üst üste veya yırtık pırtık olması.
CIRITTA: Bir tür hamur kızartması.
CIRMAK: 1)Kedinin tırnağı.2)Ağaç kökünün ince kısmı.
CISCIBIT: Sırılsıklam ıslanma.
CIVIZ: Oynan oyunu bozan, mızıkçı.
CIZMA: 1)Vazgeçme.2)Çizmek.3)Çizme.
CİCİK: Meme.
CİDDİK: Uğurlu haber getirdiğine inanılan bir kuş.
CİİPBEK: Saklambaç.
CİLİM ÇAMUR: Bir çeşit ıslak toprak, killi toprak.
CİMCÜK: 1)İki parmak ile etin sıkıştırılması, çimdik.2)Çok az, azıcık.
CİMBİT: Kaş alma aleti, cımbız.
CİNİBİS: Uyanık, cin gibi.
CUFARLANMA: Zehirlenme.
CÜCÜK: Tavuk, kuş yavrusu.Civciv.
(Ç)
ÇAĞLAN: Şelale, çağlayan.
ÇAKITDAK: Olmamış küçük meyve.
ÇAL: Yüzdeki çiller.
ÇALIK: Bakımsız, zayıf.
ÇALINMIŞ: Cin çarpmış.
ÇALMAK: Boya, badana, sıva sürmek.
ÇALPAMA: Ayran.
ÇALPAMAK: Çalkalamak.
ÇALPARA: Kalaylı tencere.
ÇARA: İnekten gelen akıntı.
ÇARUK: Eskiden giyilen deri ayakkabı.
ÇAŞU: Alış-veriş yapılan kalabalık yer, çarşı.
ÇATMAK: 1)Rast gelmek, rastlamak.2)Sinirli bir şekilde tartışmak.
ÇAVUŞ: 1)Bir işin amiri.2)Çok bilmiş, her konuda fikir yürüten akıl veren kişi.
ÇEBİÇ: Keçi yavrusu.
ÇEÇ: 1)Ayıklanmış fındık.2)Madeni para.
ÇEKDÜRMEK: Makinada anahtar vs. yaptırmak.
ÇEKMEK: 1)Balık vs. temizlemek, ayıklamak.2)Kaplamak, üstüne örtü, tahta, teneke örtmek.
ÇELPEŞTÜRMEK: Çalkalamak.
ÇELPEŞÜK: Karışık, dolaşık.
ÇENCÜK: Kapı manalı, kilidi.
ÇEPEL: Azar azar yağan kar.
ÇETEVEZ: Kavgacı, yaramaz.
ÇITDAK: Küçük ateş parçası, kıvılcım.
ÇITDAK BÖĞCÜĞÜ: Ateş böceği.
ÇIN: Bir meyvenin birkaçının beraber olduğu dalcık.
ÇIPIR: Çok renkli, alaca.
ÇITIL: 1)Saç veya iplik gibi şeylerin düzgünlüğünün bozulması.2)Budanmış dalların çok ince olanı.
ÇİĞSENTİ: İnce ince yağan yağmur, çiğse.
ÇİMMEK: Yıkanmak.
ÇİMZÜRMEK: Yıkamak.
ÇİL: 1)Meyve, sebzenin yeni olmuşu, küçüğü.2)Yüzdeki benler.
ÇİTLEK: Ayçekirdeği.
ÇİVİT: 1)Meyve çekirdeği.2)Çamaşırları beyazlatmak için çivit otu bitkisinden çıkarılan mavi toz boya.
ÇOKMAK: Bir yere toplanmak.
ÇOR: Yemeklere aşırı tuz katılmış olması.
ÇORT: Dikenli yer.
ÇOTANAK: Yeşil kapsüllü birkaç fındığın toplu halde olanı.
ÇÖĞÖR: Mısırın biçildikten sonra toprakta kalan gövdesi.
ÇÖKELİK: Yoğurt kurusu, çökelek.
ÇÖMDÜRMEK: Çöktürmek.
(D)
DA: Cümleyi güçlendiren ek.
DADANUK: Sık sık gelen, dadanmış olan, alışık.
DATDUK: Sevimli, tatlı.
DALAMAK: Isırmak, tırnaklamak.
DALDA, DULDA: Yağmur, güneş, kar ve rüzgar vurmayan yer.
DARI: Mısır.
DARTILMAK: Ağırdan almak, nazlanmak, zoraki yapmak.
DASDAR: Yün kilim.
DAVUN: 1)Kötü, zehir.2)Bir çeşit bağırsak hastalığı, ishal.
DAYAK: Destek için konulan kazık.
DAYANÇA: 1)Koruyucu, hami.2)Destek için konulan kazık.
DAZIRATMAK: 1)Suyun yüksekten akması.2)Ayakta su dökmek.
DAZIR DAZIR YÜRÜMEK: Kimseyi umursamadan küstahça yürümek.
DEBERTMEK: Karıştırmak.
DEĞMEN: Değirmen.
DEĞMEN PENDİ: Değirmene gelen suyun kanalı.
DEKMÜK: Tekme.
DEMBELHANE: Akıl hastanesi.
DENGİM DEĞİL: Yaşıtım, akranım, anlaşacağım kişi değil.
DENGİME DAYANDI: Artık sabrım kalmadı.
DEPEBIZDIK: Takla.
DEPÜK, DEKMÜK: Tekme.
DERBEY: Lastik ayakkabı çeşidi, Derby.
DEVRÜLE GALASI: Beddua amacıyla ''ölesin'' anlamında.
DEYHA, DEYDAĞA: İşte orada.
DIKIM: Lokma.
DINGILDAMAK: Tin tin oynamak, sallanmak.
DIŞALLIK, DIŞARUKLU: Ecinni, cin.
DIVITDAK, DİVİTDEK: Küçük şey.
DİBLE: Karalahanadan yapılan bir çeşit yemek.
DOBUÇ: 1)Sivriliğini kaybetmiş, körelmiş.2)Yüzü gülmeyen, asık suratlı.
DOH: ''Sese kulak ver''anlamında söylenir.
DOLAŞUK: 1)Düzen kuramayan, beceriksiz.2)Birbirine girmiş ip, saç.
DOMUZ AŞAĞA: Sıklamen bitkisi, bu bitkinin soğanı.
DONAKLU: Giyim kuşamı yerinde, süslü olan.
DONURA: Vücut kiri.
DONZURMA: Dondurma.
DORUK: Yöremizde uzun çam ağaçları için söylenir.
DOZİRİK: İki cevizin içinin oyulup çubuk takılmasıyla oluşan pervaneli oyuncak.
DÖĞCEK: Çamaşırları derede yıkamak için ahşaptan yapılan alet, tokaç.
DÖKME: Dalından değil, yere dökmek suretiyle toplanan meyve.
DÖMBEK: İri, yuvarlak.
DÖŞEME: 1)Karalahanadan yapılan bir çeşit yemek.2)Evin iç tabanının tahta kaplaması.
DÖŞÜRMEK: Meyve, sebze toplamak.
DUNDAR: Üstü kapalı yer, sığınak.
DUZ DAŞI: Turşu bidonunun ağzına konulan veya sarımsak, biber ve tuz ezilen taş.
DÜDEK: Ham, olgunlaşmamış meyve.
DÜZMEK: Hazırlamak.
(E)
EBE: Nine, büyükanne.
EBEMGUŞAĞA: Gökkuşağı.
EBRÜMEK: Erime, eskimek.
ECCÜK: Çok az, azıcık.
ECÜNNÜ: Cin, ecinni.
EEY: Bir seslenme nidası, çağrıya ''duydum'' manası verir.
EĞERCEK: Yün eğirme aleti, kirman.
EĞLE: Durdur.
EĞLENMEK: Durup dinlenmek, birini beklemek.
EĞNİ: 1)Üst baş.2)Elbise giyecek vücut.
EĞŞÜN: Ekmek, yufka çevirme aleti.
EĞESÜK GÖRMEK: Evin ya da evlenecek olanın ihtiyacını karşılama.
EĞŞİ AYRAN: Ekşimiş ayran.
EHEL: 1)İyi, güzel.2)Usta.
ELCEK: Eldiven.
ELLEŞMEK: İlişmek, rahatsız etmek.
EMCE, EMİ, EMİCE: Amca.
EME: Fakat, ama.
ENÜK: 1)Kedi köpek yavrusu.2)Yavru (alay ve şaka yollu söylenir).
EĞŞÜ HAMUR: Hamur mayalamak amacıyla saklanan mayalık hamur.
EŞ: Doğum olayından sonra geriden gelen parça, peş.
EŞKERE: Herkesçe bilinen, aşikar.
EVECAN: 1)Ayağına çabuk, hızlı.2)Yerinde duramayan.
EVELEK MANTARI: Bir çeşit mantar.
EVMEK: Acele etmek.
EVZA: Kibrit.
EY VERMEK: Çağrıya cevap vermek.
(F)
FELFEKİÇ; Paramparça, yırtık, buruşuk.
FELFEŞİR ; Gözleri parlayan, uyanık.
FEŞEL; Yaramaz çocuk.
FETİR; Bir hamur kızartması.
FIRFIKIÇ; Üst üste doldurulmuş, iç içe.
FIŞITMAK; Kaldırıp atmak.
FIRIN DARISI; Fırında kurutulmuş mısır.
FIRIN PAKLASI; Fırında kurutulmuş taze fasulye.
FIŞKI; Dışkı.
FIYMAK; Kaçmak, kayıp gitmek.
FİĞ; Ekilip biçilen bir bitki.
FİNNURİ; Tenekeden bozma lamba.
FİRAVUN; Art niyetli, kötülük düşünen.
FOLTAK; Bol, büyük olan, geniş, sıkmayan.
FONİ; Huni.
FÖSÜK; Dişsiz, dişler dökülmüş.
FÖTDEK; Büyük gözleri olan.
FURMA; Hurma.
(G)
GABALAK; 1)Yüksek yer, tepe.2)Galdiriğe benzer bir bitki.
GAFA GOÇANI; Nüfus kağıdı.
GAGALİÇ; Biçimsiz, tipsiz, şekilsiz.
GAKMUK; Yumruk.
GAHİRLENMEK; Duygulanmak.
GALA; Kale.
GALDİRİK; Yaprağının sapından yemek, turşu yapılan bir bitki.
GALEMLİK; Evlerde ateş yakılan yerin üstü, baca kapağı.
GAMBAK; Başında saçı olmayan, kel.
GALBİ PIYIR PIYIR ETMEK; Mutluluktan uçmak.
GALİSER; Şebinkarahisar'ın yörede söylenişi.
GALUK; Evlenme çağı geçmiş kız.
GAN AYAKLU; Uslu, sakin, saygılı.
GANNU; Kan davalı.
GAPÇUK; Göz kapağı.
GARAGIŞ AYI; Aralık ayı.
GARALASTİK; Bir lastik ayakkabı çeşidi.
GARAMUK; Gelişmemiş fındık tanesi.
GARA TAVUK; Bir kuş türü.
GARCAŞTURMAK; Olacak bir işi bozmak, karıştırmak.
GARALTU; 1)Gölge.2)Cismi belli olmayan hareketlilik.
GARAR BAZAR; Ölçmeden, tartmadan, tahmini.
GARAVU; Ağı çiçeği.Diğer adı; orman gülü.Mor çiçek açan kara avu çiçeği.
GARİPSEMEK; Birini özlemek, duygulanmak ya da bir şey karşısında hayret etmek.
GARŞILAMA HAVASI; Düğünlerde oynanılan bir oyun türü.
GASIT DEMEK; Yalan söylemek veya şakadan söylemek.
GAŞGABAN; Dikenli, uçurumlu yerler.
GATIRAN; Zift, katran.
GATUK; Ayran veya ekmeğin yanındaki ikinci yiyecek, içecek.
GAV; Kuru ağaç mantarı.
GAVİL; Verilen, karşılıklı anlaşılan söz.
GAVLAN; Kırlarda yetişen ve gövdesi yenilen bir bitki.
GAVUNÇ; Hadım olmuş.
GAYBANA; 'Kayıp olsun'' anlamında kullanılır.
GAYDA; Türkü, name.
GAYDALANMAK; Kendi kendine dertli türkü söylemek.
GAYDA VURMAK; Çalgı aletiyle şarkı, türkü söylemek.
GAYMAĞAM; Sevgi sözcüğü''yavrum, evladım''.
GAYNA Git, defol.
GAZEL; Kuru yapraklar.
GECİN; Fırında kurutulmuş fasulye.
GEÇEK; Merdiven.
GEGEK; Bir aletin çıkıntısı, burnu.
GEGİRTDEK; Zayıf, kuru.
GELAVU; Sincap.
GELEK; Sebze, kitap, defter yaprağı.
GELİNÇİ; Düğün alayı.
GEME ; Fare.
GEMÜRMEK; Ağızda çevirmek, oyalanmak, kemirmek.
GERCE; Sarmaşık ağacı.
GERU; Dal eğmeye yarayan ucu bükük sopa.
GEVÜK; Dişlerı çıkık olan.
GI; ''Kız'' anlamında söylenir.
GIPCUK; Kirpik.
GIBRU, GIBRAĞA; Kurbağa
GICIRIM, GICIRUK; Kinlenme, sinirlenme.
GIÇ ATMAK; 1)Hayvanın arka ayaklarıyla vurması.2)Arabanın şarampolde kalması.
GILINMAMAK; Birine ihtiyaç duymadığını belli etmek.
GILGIBIÇ; Kıl, tüy gibi şeyler.
GINDIRA; Sulak yerlerde yetişen ince uzun yapraklarının kenarları keskin hasır yapılan koyu renk bir çayır otu.
GINNAP; Sicimden biraz kalın ip.
GIRAN; Köyün ya da mahallenin genellikle merkezine yakın boş ve düz arazi.
GIRKMAK; Saç, sakalı veya bahçedeki dikenleri tıraş etmek.
GIRKLU; Loğusa.
GISGIÇ; Kıskanç.
GISMUK; 1)Cimri.2)Çimdik, sıkma.
GIŞMUK; Tekme, hayvan tekmesi, çifte.
GIYMUK; İnce odun parçası, kıymık.
GIYNAK; Küçük parça.
GIZMITMAK; Sinirlendirmek, kızdırmak.
GİCİŞMEK, GICIŞMAK; 1)Kaşınmak, yerinde duramamak.2)Ekşi meyve veya ****l çizimi esnasında dişlerin hassaslaşması, aşırı algılı olması.
GİREBİ; Burunlu, küçük balta.
GOBARMAK; Kibirlenmek, gururlanmak, şişinmek.
GOCAMAN ; Kocamış erkek.
GOCCAMAN; Çok büyük.
GOGİL, GUGİL; Ensede toplanan saç topuzu.
GOĞUK; 1)Mağara, çukur.2)Dişin çürüyüp boşalan yeri.
GOĞUZ; Kova, bidon gibi eşyaların içi tam dolmamış, yarıdan yukarıda olması.
GOMİT; Makbul olmayan bir balık çeşidi.
GONUŞUK; Verilen söz.
GOPÇA; Düğme.
GORUK; İçi kurtlu veya boş fındık.
GOŞAM, GOŞMAK; İki avuç.
GOT; Eski bir ölçü birimi, ölçü kovası.
GOT GAFALU; Büyük, kalın kafalı, salak.
GOYA; Sanki, güya, sözde.
GOYUN; 1)Göğüs, sine.2)Koyun.
GOZAK, GOZALAK; Olgunlaşmamış meyve.
GÖBEL; Köpek yavrusu.
GÖDEN; Su kurbağası.
GÖĞNÜK, GÖĞNÜMÜŞ; 1)Meyvenin içinin kararıp, yumuşaması.2)Yanık, ateşli kül.
GÖĞSÜ GIZIL KUŞU; Bir kuş çeşidi.
GÖÖ; 1)Yeşil renk.2)Gökyüzü.3)Olgunlaşmamış meyve.
GÖÖRTDEME; Ekşimiş ayran.
GÖSCEK; Gözlük.
GÖTCEBİ; Arka cebi.
GÖTÜN GÖTÜN GİTMEK; Geri geri gitmek.
GÖVEL; Ördek.
GÖVERME; İnsan yüzünün kansız olması, beyaz yüz.
GÖZE; 1)Suyun topraktan ilk çıktığı yer.2)Dolap ve mutfak dolabı gözü.
GUFA; Kova.
GUKGUK; 1)Guguk kuşu.2)Bir çeşit çiçek adı.
GULAKLU; İki tarafı tutacaklı küçük tava, sahan.
GURNA; Çeşme.
GURSAK; Mide.
GUŞGULİK; Başı yaşmakla yarım bağlamak.
GUVALAK; Bir tür kuş, baykuş.
GUYTAK; Derin olmayan.
GÜBÜR; Pislik kırıntısı, çöp.
GÜCÜK AYI; Şubat ayı.
GÜDÜNE; Mısır taneleri çıkarıldıktan sonra geriye kalan kısım.
GÜGÜM; Su taşımaya yarar bakır kap, güğüm.
GÜLK; Tavuğun civciv çıkarmak üzere yumurtaya yatma zamanı, gurk.
GÜN DARISI; Güneşte kurutulan mısır.
GÜNİ, GÜNNİ; Güneyde kalan yer.
GÜVENEK; Kara sinekten büyük, ineklere zarar veren bir hayvan.
GÜZÜN; Son bahar, güz.
(H)
HA; Anlama kesinlik sağlayan bir önek.
HAARDA; Nerede?
HABLE, HABÖLE; Böyle.
HABU; Bu.
HABURA; Burası.
HABURDAN AĞRI; Buradan öteye.
HACCAK; Güzel, iyi.
HAÇAN; 1)Ne zaman.2)Madem.
HAU; O.
HAURA; Ora.
HAM TEVEK; Yabani sarmaşık.
HARAR; Büyük sepet.
HAR HAR; Hararetli şekilde, yoğun çalışma.
HARK; Su kanalı, ark.
HARTAMA; Çatı kaplama tahtası.
HAS; 1)Yakıştı.2)İpek, parlak kumaş.3)İyi ekmek, yemek vs.
HAS GIZ; Hanım, hanımcık nazik kız.
HAŞİNDİ; Şimdi.
HAŞIL; Buğdaydan, mısır yarmasından yapılan bir yemek türü.
HAŞLAK; Yakıcı, kavurucu hava.Haşlak yumurta: Haşlanmış, rafadan yumurta.
HATCA, HATCE; ''Hatice'' isminin yöremizde söylenişi.
HAVRUZ; Beşiklerdeki lazımlık, çiş yapma kovası.
HAVZE; Yöremizde ''Hafize'' adının söylenişi.
HAYTA; 1)Yaramaz.2)Başıboş.
HE; Evet.
HELENPİR; Fiyatı düşük, külüstür.Kelepir
HELLE; Undan yapılan sulu çorba.
HENNÜK; Toprağın suya doymuş hali.
HERİ; Daha. Gel heri: Daha çalışma gel.
HERS; Hırsla karışık sinir.
HEVLE; Helva.
HEYLEME; Hayvanlara seslenme.
HILTAK; Gevşemiş, yerinden oynamış.
HINÇ ETMEK; Ezmek.
HIŞIR; Buruşuk, eski, kırık, dökük, ezilmiş.
HIŞNAMAK; Kişnemek.
HITDAMAK; Küçük parçalara bölmek.
HIZAN; Evlat, çocuk, torunlar.
HIZAR; Büyük testere.
HİM; Binanın temeli.
HODUL; Hantal.
HOLTA; Misina ve iğneli balık tutma aracı.
HOPCURAMAK; Yüksekten atlamak, zıplamak.
HORSA; Heves, hırs.
HOŞMAK; Barbunyadan yapılan bir yemek türü.
HOŞMAK AĞAZ; Gevşek, gevrek ağızlı.
HOŞURAN; Bir bitki türü.
HÖLDÜRECEK; Acele, tadına varmadan içilen.
HÖRELENMEK; Kafa tutmak, dayılanmak.
HÖŞÜL; 1)Çayın dip kısmı.2)Bulanık sıvı.
HÖŞÜR HÖŞÜR; Çok sıcak olan, kaynar olan.
HÜTDÜK; 1)Isıldık.2)Düdük.
HÜĞÜM; Fındık dalı.
(I)
ICCAK; Sıcak.
ILINCAK; Salıncak.
IMIK; Sıcak.
IRIP, IRIM TIRIM; En ince ayrıntısı.
IRGAMAK; Sağa sola sallamak.
IRGALAMAK; Alakadar etmek.
ISMALLAMA; 1)Çarşıya pazara gidene verilen sipariş.2)Özel yapım.
ISTINGA; Ağızına kadar sıkıca dolu.
IŞILDIK; Dil ya da eli ağıza götürmek suretiyle melodili ses çıkarma, ısıldık.
IYIM SIYIM; Darma dağın.
IYMAK; Sermek, yaymak.
IŞGIN; Taze sürgün dal, filiz.
IŞIMAK; Gözlerin, yüzün parlaması.
(İ)
İBRAAM; ''İbrahim'' adının yöremizde söylenişi.
İÇLİK; Gömlek.
İLEĞEN; Lehen.
İLEEK GÜN; Önceki gün.
İLİSTİR; ****l süzgeç.
İLENGER; Büyük bakır tepsi.
İMLEK; Kolay bir şekilde çözülecek düğüm, ilmik.
İNDEM; Pek öyle değil.
İNTAAP; Vücudun herhangi bir yerinin mikroplanması sonucu meydana gelen şişlik, kızarıklık, iltihap.
İSİİN; ''Hüseyin'' adının yöremizde söylenişi.
İSKEMBİ; İskemle.
İSTİDA; Dilekçe.
İŞDONU; Alt kısmına giyilen iç çamaşırı.
İŞMAR ETMEK; Karşıdaki kişiye göz kırpmak.
İT DİRSEĞİ; Gözdeki hastalık olan arpacık.
İT ÜZÜMÜ; Üzüm veren yabani sarmaşık ağacı.
(K)
KAKMAK; 1)Boynuz ya da başla toslamak.2)Yumruklamak.
KAVUK MANTARI; Bir mantar çeşidi.
KAYNAĞRI; ''Ölmeyesice'' veya ''kayna git''anlamında söylenir.
KEÇEMEN; Kertenkele.
KEF; Uzun zamandır yıkanmamaktan doğan kirlilik.
KEKİREMİŞ; Çok ekşimiş yoğurt.
KELEK; 1)Zil 2)Yenmeyecek kadar olgunlaşmış hıyar.
KELEM; Karalahananın gövdesi.
KELLE ; Mısır koçanı ya da lahana demeti.
KELLİ FELLİ; Kılığı kıyafeti düzgün, gösterişli adam. Kerli ferli.
KELPENTİ; Kerpeten.
KEMRE; İnek dışkısı.
KERANTU; Tırpandan küçük kesme aracı.
KESMEK; Gizlice şikayet etmek.
KESMÜK; 1)Sigara izmariti 2)Meyvenin yendikten sonra arta kalan kısmı.
KEŞAN; Çubuklu desenli şal.
KEŞİK; Beklenen sıra.
KEŞMEK; Yıkanmamaktan doğan kirlilik.
KEYFANI; İhtiyar kadın.
KIŞITMA, FIŞITMA; Kaldırıp atmak.
KIYIN KIYIN GİTMEK; Görmesini istemediğin kişiden habersizce uzaklaşmak.
KİKİREMEK; İçten içe gülmek.
KİRAZ AYI; Haziran ayı.
KİRAZ DUZLUSU; İleride yenmek üzere kirazın tuzlanması.
KİTDİK; Küçük sabun parçası.
KÖMÜŞ; 1)Manda 2)Çok uyuyanlar,tembeller için verilen bir sıfat.
KÖRSE; Yuvarlak bileme taşı.
KÖKLEME; Fındık fidanı.
KÖSTÜKÖPEK; Köstebek.
KÖTEK; 1)Atılan dayak.2)Çamaşır yıkamada kullanılan ahşap tokmak.
KÖTÜLEMİŞ; 1)Hastalığı ağırlaşmış 2)Birine,kötü veya asılsız tarafı anlatılmış.
KÖZLEME; Odun ateşinde yapılan şiş kebap.
KUFA; Kova.
KÜLEK; Yoğurt koyulan ahşap kap.
KÜLEK KAFALI; Koca kafalı,geç anlayan.
KÜLLÜK; Ocakbaşı,kül toplanan yer.
KÜPÜ; Balta,keser,kazma,tabanca gibi şeylerin sırtı,kalın yeri.
KÜRÜL; Bezelye.
KÜRÜMEK; Kar,çamur,çöp yığını gibi şeyleri ileriye doğru sürmek.
KÜSKÜLEMEK; 1)Bir şeyi sopayla veye elle ileri doğru itmek.2)Gaza getirmek,kendi söylemek istediğini başkasına söyletmeye çalışmak.
(L)
LALAÇ; Dilsiz.
LAZ ARMUDU; Bir armut çeşidi.
LÖKÜS; 1)Hava basınçlı gaz lambası.2)Gösterişli, şatafatlı.
LÜLÜ; Yemlemek için tavuğu çağırma.
(M)
MACİR; Göçmen, muhacir.
MADA; İstek, iştah.
MAĞZU; Evin yakınında, fazla eşyaların konulduğu veya mısır kurutulan ahşaptan yapılmış yerin adı.
MAHANA; Sebep, mana.
MAKSUS; Gerçek olmayan, yalan.
MAL; İnek, koyun, keçi gibi ahır hayvanı.
MANGIR ETMEMEK; Değersiz, ucuz.
MANGIR GİBİ HAVA; Kuru, ayaz hava.
MAPUSHANE; Cezaevi, hapishane.
MAYIŞ; Maaş.
MEDENİYET YILTARI; Kravat, boyun bağı.
MEĞEL; Ağzı geniş kazma.
MEH; Buyur, al.
MENDABUR; Aşırı derecede pis, kötü insan.
MENDEK; Yemeği yapılan yabani bir ot.
MEREK; Ot koyulan kulübe.
MERULCAN; Dikenli sarmaşık ucu.
MEŞEBE; Su koyulan kap, maşrapa.
MEZER GAÇGUNU; Zayıf, benzi solmuş kişileri aşağılamak için söylenir.
MIH, MUF; Hayvanların ayaklarına çakılan nal çivisi.
MIKSIÇTI, MISGIÇ; Parasını harcamaya korkan, cimri.
MIRAS; Misket, cemildik.
MIRIK DEMEMEK; Her türlü ısrara, zorluğa karşı isteneni söylememek.
MOĞOŞ MOĞOŞ KOKMAK; Ekşi ekşi kokmak.
MUGAYYED OLMAK; Sahip çıkmak.
MUHANNET; Korkak.
MURÇ; Kalın demir delgi.
MÜKGEM; 1)Sağlam, sağlamlaştırılmış, muhkem.2)Çok güzel, şahane.
(N)
NABAL; Günah, vebal.
NAFA; Karayolu kamyonlarına verilen isim.
NALÇA; Ayakkabı alt demiri.
NALGUN; Arabaya yüklenen eşya için ödenen ücret, navlun.
NALET; 1)Allah'ın, insanların sevgisinden, ilgisinden yoksunluk.2)Berbat, kötü.
NALİN ; Islak yerlerde kullanılan ahşap terlik, nalın.
NALGIRUĞU, MUFGIRUĞU; Hırdavat, nalbur malzemesi.
NARDEK; Pekmezin sulandırılmış hali.
NASIRANLI; İnatçı.
NEBRİ; Gayrımüslim olan kimseler.
NEMRUT; Asık suratlı, çehresiz.
NEZÜK; Tatlı, güzel, taze.
NİFİ; Anayı, babayı dinlemeyen kız çocukları için söylenir.
(O)
OBUZ; 1)Büyük su, ark.2)Küçük dere.)Dar vadi.
OCAK ; 1)Aile.2)Bacanın altında ateş yakılan geniş yer.
OĞLUK; Kalabalık olmayan.
OĞOL ; 1)Yavru.2)Sevme ya da acıma manasında söze anlam yüklemek için söylenir.
OKARI; Yukarı.
ONMAK; İyi gün görmek, mutlu ve zengin olmak.
ORAK AYI; Temmuz ayı.
OYAN BUYAN; Öteye, beriye.
OYNAŞ; Eşinden başka, gayrımeşru eş.
OYRAK; Çukur arazi, oyulmuş yer.
OTLUK; 1)Kara lahanadan yapılan bir yemek çeşidi.2)Otların toplanıp biriktirildiği yer.
(Ö)
ÖĞÖRSEMEK; Hayvanın üremek amacıyla boğa isteği.
ÖĞSİ; Ucu yanan odun.
ÖKLEMEK; Bağlamak, sabitlemek.
ÖTÜREK; İshal.
ÖZGER; Rüzgar, yel.
(P)
PAKLA; Fasulye.
PALAN; Kalın örtü.Genelde eşeklerin üzerine örtülen kısa örtü.
PANCAR; Karalahana.
PALDIR; Bahçeden toplanıp hayvanların altına atılan ya da yedirilen ot yığını.
PALTAN GIRBAĞA; İri kurbağa.
PASA; Devamlı, habire.
PATDAK; Patlak ağacından yapılan, orta boşluğundan yaprak topağı atılan oyuncak silah.
PATOS; Fındık ayıklama makinası.
PE; Doğal çukur, zeminden alçak yer.
PEE; Değirmene su gelen kanal.
PEŞGİR; Havlu.
PEŞGÜ; Soba.
PEŞTEMBAL; Bayanların etek üzerine taktıkları çizgili desenli örtü, peştamal.
PEZÜK TURÇUSU; Pazıdan yapılan turşu.
PITDAK; Patlayan mısır.
PIYKMAK, PIYKIRMAK; Toprakta veya karda kaymak.
PIYMAK; Kaçmak.
PITIRAK; Üzerinde gezildiğinde yapışan yabani bir bitki.
PİNNİK; Tavukların tüneme yeri.
PİSİK; Kedi.
POOL; Haşlanmış mısır.
PONTUL; Pantolon.
PORT; Elbisenin kullanıldıktan sonra tüylenmesi.
PÖĞREK; Toprak ya da çimentodan yapılmış su akıtma borusu.
PUR; Sert, kumlu toprak.
PÜRÇEK; Fındığın çiçeği.
(S)
SACİYEK; Ekmek pişirilen sacın altına konulan üç ayaklı yükselti aleti, sac ayağı.
SADIR; Sidik.
SAKITDAK; Kene.
SAL; Tabut.
SAMAKSA; Üzüm ve undan yapılan tatlı.
SAPLİYE; ****l kepçe.
SARMA; Karalahana dolması.
SASUK; Tadı iyi olmayan (genelde su için kullanılır).
SAYFAN; Bahçelerdeki bekçi kulübesi.
SEF; Doğru olmayan, yanlış.
SEĞERTMEK; Hızlı gitmek, koşmak.
SERENTİ; Direkler üzerine yapılan kiler.
SEPKEN; Rüzgarla yağan yağmur.
SERGÜ; 1)Mal satmak amacıyla açılan tezgah.2)Bir şeyin üzerine veya altına serilen örtü.
SIBARTDAMAK; Gömlek vs. kolunu yukarı katlamak.
SIBIÇ; Sap, yaprağın gövdeye birleştiği dalı.
SIKSAPI; Sökülüp kurutulan küçük mısır sapı.
SIYNAK, SINNAK; Büyük baş hayvan tırnağı.
SIYPUK; Delirmiş, aklını yitirmiş.
SİFTE; İlk yapılan alışveriş, siftah.
SİFTİİN; İlk önce, evvela.
SİYMEK; Küfür etmek.
SİNİ; Sofra.
SİNİN GÜMBÜRDESİN; ''Mezarın dağılsın'' anlamında kullanılır.
SİNMEK, SİĞNENMEK; Saklanmak.
SİRON; Açma yufkadan yoğurt, sarımsak dökerek, dürülerek yapılan bir yemek çeşidi.
SOYKA; Kötü anlam veren ''yerin dibine girsin'' manasında.
SÖKÜTMEK; Üstünü başını çıkartmak.
SÖYKÜNMEK; Ağırdan almak.
SUSAK; Kabak sülalesinden, içi oyularak su taşımaya yarayan bitki.
SÜRMEK; 1)Boya-badanalamak.2)Canlı veya cansız birşeyi istediği yöne götürmek.
SÜVE; Eski evlerdeki büyük kapı sürgüsü.
(Ş)
ŞAĞDETNAME; Diploma.
ŞALAK; Yenmeyecek kadar olgunlaşmış, tohumluk ayrılan hıyar.
ŞARBA; Maşrapa.
ŞAVULTU; Gürültü ve yankılı ses.
ŞELEK; Büyük sepet.
ŞEPEK, ŞİRPİK; Göz çapağı.
ŞİRE; Şıra.
(T)
TA; 1)Daha.2)Çok uzak anlamında.
TAFLAN; Kara yemiş.
TAFLAN TURÇUSU; Kara yemişten yapılan turşu.
TAM; 1)Çatı, dam.2)Ahır.
TARAN; Dere içindeki kaya oyukları.
TAVUK MANTARI; Sarı renkli bir mantar çeşidi.
TAY; 1)Sırtta taşınan yükün dengesi.2)Bebeğin yeni yeni yürüyüp dengesini sağlaması.
TEKEBIZDIK; Takla.
TEKELCEK; Tekerlek.
TEKÜLLÜ; Sevgili, aşık olunan.
TEKNE; Hamur yoğurmaya yarayan büyük ahşap kap.
TEKNE GAZUNTUSU; Ailenin en son çocuğu.
TENGE; Sepeti sırtta taşıma ipi.
TEREK; Mutfak rafı.
TERSİNGIÇ; Geri geri.
TESBÜK; Tesbih.
TESPERMEK; Üşüyüp, ürpermek.
TEVEK; Asma ağacı.
TEZBERİ; ''Acele buraya gel'' manasında söylenir.
TIĞYOZ; Geçimsiz, aksi.
TIKILAK; Küçük yuvarlak şey.
TIKIZ; Çok sıkı.
TIMAN; İç giysisi olan don.
TİĞREK; Titiz, işgilli.
TİKEN ÇİLEĞE; Böğürtlen.
TİLİ; Yemek seçen.
TİNGİLDEMEK; Gülerken göbeğin oynaması.
TİRMİT MANTAR;I Bir mantar çeşidi.
TİVSİ; Balık yavrusu.
TOKAÇ; 1)Şelek, harar gibi aletlerin yere değen ağaçtan ayağı.2)Derede çamaşır yıkamaya yarayan ağaçtan tokmak, döğcek.
TOKALAK; İki yumruk büyüklüğünde toprak parçası.
TOP; Felçli, eli ayağı tutmayan.
TOPLAYICI; Dilenci.
TOPUR; Çoklu fındık çotanağı.
TÖMBELEK; Dümbelek çalgısı.
TÖNGEL; Muşmula, beşbıyık meyvesi.
TULKURMA; Şişme.
TULUK; Yanak.
TÜKÜMCE;K Tükürük.
TÜLLUK; Bahçelerde yağmurdan korunmak için çalı, çırpıdan yapılan yer.
TÜRMEDAĞAN; Çok dağınık, darmadağın.
(U)
UFRA; Ekmek ve yufka pişirilirken sacın üzerine atılan un.
ULA; Bir hayret ve sesleniş nidası.
ULUK; Pis, pasaklı, boş boş gezen.
URA; Erkeğe hitap ederken söylenen söz.
URUF OLMAK; Sinirlenmek, çok kızmak.
URUFUN GAVUZ OLSUN; Ruhun kaybolsun.
USLU; 1)Büyükler, ata.2)Yaramaz olmayan.
UŞAK; Çocuk, evlat.
UYKU SEMETESİ; Uyku sersemliği, uyku semesi.
UYRA; Uykuda görülen, rüya.
(Ü)
ÜBRÜK; İbrik.
ÜFLÜK; Isıldık.
ÜĞRÜNMEK; Hızlı yürüyememek, yan yan veya yuvarlanarak yürümek.
ÜL; Civciv veya tavuk yemi.
ÜRKMEK; 1)Heyelan.2)Korkmak.
ÜRMEK; Havlamak.
ÜŞMEK; Toprağı kazarak çukur açmak veya yüksek yeri eliyle kazarak alçaltmak.
ÜZÜM AYI; Ekim, kasım ayı.
(Y)
YABAN; 1)Uzak yer, orman.2)Gurbet.3)Yabancı kişi.
YAĞLAŞ; Undan yapılan tatlı, muhallebi.
YAL ; İnek için hazırlanan, su, kepek, un ve ot karışımı yemek.
YALAĞUZ; Tek başına, yalnız.
YALAVU ; Ateş, kıvılcım, ateşin sıcaklığı.
YAMBUL; Yamuk.
YAMYAM; Şişenin içine gaz doldurulup ağzına bez parçası sıkıştırılmasıyla yapılan bir ışıtma aracı.
YANPİRİ; Yengeç gibi yan yan yürüme.
YAPMA; Elde yapılan, el işi.
YARIMAĞAZ; İsteksizce söyleme, gönülsüz söz verme.
YARMA; Mısır kırması.
YARMAÇA; Ağacın yakmak amacıyla birkaç parçaya bölünmüşü.
YARTAKLANMA; Yağcılık yapma, yalakacılık.
YAVŞU; Tarlada yetişen yabani bir ot.
YAYKIN; Kızılağaç.
YAYLIM; Hayvanların otladığı yer.
YAYMAK; 1)İneği otlatmaya götürmek.2)Bir örtüyü açıp, sermek.3)Dedikoduyu sağa sola anlatmak.
YEKNE YESAN; Yok olma, yeksan.
YENLİK; Ağır olmayan, hafif.
YEYGÜ; İnek yiyeceği; ot, lahana artığı gibi şeyler.
YILDİRİK, YIPRAK; Yaldızlı, parlak olan.
YİĞDİN; Genelde süpürge yapılıp fırın temizlemeye yarayan bir bitki.
YÖREK; Bebeklerin beşiğe bağlandığı bez.
YUĞKA; Derin olmayan, sığ olan.
YUĞLAMAK; Döndürerek ileriye götürmek, yuvarlamak.
YUNCAK; Yıkanacak olan.
YÜĞLEMEK; Ucunu sivriltmek.
(Z)
ZABATCAK; Sabahleyin.
ZABDİYE; Jandarma.
ZAAR; 1)Uyuz köpek.2)Demekki, boşuna değil.
ZAĞRA; Un yapılan mısır ya da buğday.
ZEĞET; Akşam.
ZEHMERİ AYI; Ocak ayı.
ZEKLENME; 1)Taklit etme.2)Alaya, gırgıra alma.
ZELFİNAZ; Safinaz isminin yöremizde söylenişi.
ZERZEMBİL; Darmadağın.
ZIPCUK, ZIBIÇ; Meyve, sebze sapı.
ZİFİR ; 1)Karanlık.2)Sigara dumanı.
ZUMBUK; Yumruk.
[/B][/B]
[B]YÖRESEL KELİMELER
Muş :
(A)
ABA: 1)Abla.2)Kalın kumaştan yapılan elbise,palto.
ABDU: Abdullah isminin yöremizde söylenişi.
ABRUL AYI: Nisan ayı.
ACA, ACAP, ACABULA: Kararsızlık, merak, şüphe bildirmek üzere kullanılır.Acaba.
ACCUK: Azıcık.
ADI BATASICA: Beddua amacıyla söylenir.
AFUR: İneklerin bekletildiği yer, ahır.
AGA: Erkek kardeş için söylenir.
AGUBAT: Mahkemelerde başkasının hakkını arayan, avukat.
AĞIRAMAK: Eşek veya katır bağırması, anırması.
AĞRI: ‘den ileriye,’den doğru'' anlamında bir edat.
AĞŞAK, AĞARŞAK: Yün eğirmeye yarayan aletin yuvarlak parçası.
AĞUŞUK: Yarı açık.
AHA, AHACUK: İşte burada.
AHT: 1)Dilek, vaat.2)Beddua.
AKLINA DAMMAK: Aklına gelmek.
AKULDANE: Herkese akıl veren kişi, ukala.
ALAF: Hayvana verilen bitki demeti.
ALAMUK: Yağmurdan sonra güneşin bulutların arasından kuvvetli bir şekilde vurması.
ALA PAKLA: Barbunya fasulyesi.
ALEM EŞKERE: Herkesin bildiği, gördüğü, duyduğu şekilde.
ALLAH BAYNITMASIN: Beddua amacıyla ''Allah iyi gün göstermesin.'' manasında söylenir.
ANDIR, ANDIR GALSIN: Kötülemek maksadıyla ''yerin dibine girsin.'' anlamında söylenir.
ANGARE: Hatır için yapılması istenen iş, angarya.
ANNAK: Görünür yer, meydan.
ANNAKLAMAK: Arkasından ya da gelişine bakmak, gözetlemek.
ANUK: Nane.
ARKURU: Paralel, çapraz, aykırı.
ASLUHU LESLUHU: Aslı, nesli ve geçmişi.
AŞKİ: Olayın nedeninin belli olması.
AŞGU: Yufka.
AŞGU MAKARUN: Yufkadan açılan makarna, erişte.
AVCUK: Avuç.
AVU: Zehir, ağı.
AVU ÇİÇEĞİ: Dağda yetişen sarı ve mor çiçek açan bir bitki.
AVUZ: İnek doğurduktan sonra ilk sütünden yapılan yemek.
AYAM: Hava, hava durumu.
AYAMA: Takılmış isim, lakap.
AYNINDA: Göz ile görülen.
AYTDAMAK: Bahçede ağaç budamak, ağaç temizlemek.
(B)
BACILIK: Ahiret kardeşliği.
BADIÇ: Kabuklu fasulye.
BAĞAR: Göğüs, sine.
BAHA: Fiyat, paha.
BAHALU: Fiyatı yüksek, pahalı.
BAKRAÇ: ****lden yapılmış kulplu yoğurt, süt kabı.
BAKULUK: Satılık olmayan, teşhirlik olan.
BALDIRAN ARMUDU: Bir armut çeşidi.
BANDIK: Mor çiçek açan yabani bir bitki.
BAR: Beyaz küf.
BASUK: Zayıf, cılız, cüce kimse.
BAŞAK: Fındık toplandıktan sonra dalda geri kalan taneler.
BAT: Tahta ya da ağaçtan yapılmış çit, avlu.
BATMAN: Yöremizde ağır anlamında kullanılan, miktarı bölge bölge değişen, genelde 8 okka gelen ağırlık ölçüsü birimi.
BAYAK: Az önce, demin.
BAYNIMAK: Gelişmek, büyümek.
BEH: Alınan veya yapılan bir iş neticesinde karşı tarafa verilen ön para, kaparo.
BEK: Hızlı, sert.
BEKİTMEK: Sert tekme ya da yumruk vurmak.
BEKÜŞTÜRMEK: Sağlamlaştırmak, gevşekliğini gidermek, pekiştirmek.
BEL: Çatal ağızlı toprağı belleme aleti.
BEZENE: Fasulyeye benzer taneli bir bitki, bezelye.
BILDIR: Geçen sene.
Bİ BİŞÜRÜM: Pişirimlik, pişirilecek kadar.
BİÇİK: İnek yavrusu.
Bİ HAMLA: Tek harekette, bir seferde, bir hamlede.
Bİ TA: Bir daha.
Bİ DOMA: Azıcık.
Bİ DUTAM: Azıcık.
Bİ GOŞAMA: 2 avuç dolusu.
BİLEKİM: Meğerse, halbuki, oysa.
BİLERZÜK: Bilezik.
BORUMBOK: Gidişat ya da yapılan iş çok kötü manasında.
BOSTAN: Hıyar, badem.
BÖĞCÜK: Böcek.
BÖĞÖN: Bugün.
BÖĞÖR: Göğüs, sine.
BÖĞÖRMEK: Yüksek sesli devamlı bağırmak ya da öksürmek.
BÖĞREK: Böbrek.
BUCAKLUK: Evdeki mutfak odası.
BULAŞUK: Dedikodu yapan.
BURKMA: Ters çevirerek sıkma.
BUYMAK: Üşümek.
BÜK: Dere kenarındaki düzlük arazi.
BÜNGÜLDEMEK: 1)Dağılmak, kaynamak.2)Coşmak.
©
CİGARA: Sigara.
CAHT: İstek, vaat, çaba.
CAMADAN: Yünden yapılan sırt çantası.
CAMIŞ: Manda, camız.
CAM IŞIĞI: Gazla çalışan camlı lamba.
CANG ETME: 1)Aklı başına gelme.2)Surata vurulan şamar.
CAPLAMA: Çatıya ya da çite paralel çakılan az kalın çıta.
CARCUR: Ateşli silahlardaki mermi kutusu, şarjör.
CARTDAK: Aniden, birdenbire.
CASCAYDAK: Tek başına, yalnız, çıplak.
CAZU: 1)Geceleri mezardan çıkıp insanlara kötülük ettiğine inanılan yaratık, cadı.2)Tuttuğnu koparan girgin ve becerikli bayan.
CEEK GARGA: Bağıran alakarga.
CEMBER: Başörtüsü.
CEMEK: Bir balık avlama yöntemi.
CEMİLDİK: Misket, mıras.
CENDERME: Jandarma.
CEPKEN: Yağmurluk.
CERLEMEK: Sinirlenmek, bağırmak.
CIDIK: Dal ile yapılan kuş kapanı.
CILK: Çürük yumurta.
CIMBIŞ: Eğlenceli, komik, cümbüş.
CINGAN, CINGANE: Çingene.
CIRANG ETMEK: Vücudun görünen yerine vurup ses çıkartma.
CIRCIR: 1)Fermuar.2)İshal.
CIRIM CINGIL: 1)Ağaçta meyvelerin çok miktarda olması.2)Elbiselerin üst üste veya yırtık pırtık olması.
CIRITTA: Bir tür hamur kızartması.
CIRMAK: 1)Kedinin tırnağı.2)Ağaç kökünün ince kısmı.
CISCIBIT: Sırılsıklam ıslanma.
CIVIZ: Oynan oyunu bozan, mızıkçı.
CIZMA: 1)Vazgeçme.2)Çizmek.3)Çizme.
CİCİK: Meme.
CİDDİK: Uğurlu haber getirdiğine inanılan bir kuş.
CİİPBEK: Saklambaç.
CİLİM ÇAMUR: Bir çeşit ıslak toprak, killi toprak.
CİMCÜK: 1)İki parmak ile etin sıkıştırılması, çimdik.2)Çok az, azıcık.
CİMBİT: Kaş alma aleti, cımbız.
CİNİBİS: Uyanık, cin gibi.
CUFARLANMA: Zehirlenme.
CÜCÜK: Tavuk, kuş yavrusu.Civciv.
(Ç)
ÇAĞLAN: Şelale, çağlayan.
ÇAKITDAK: Olmamış küçük meyve.
ÇAL: Yüzdeki çiller.
ÇALIK: Bakımsız, zayıf.
ÇALINMIŞ: Cin çarpmış.
ÇALMAK: Boya, badana, sıva sürmek.
ÇALPAMA: Ayran.
ÇALPAMAK: Çalkalamak.
ÇALPARA: Kalaylı tencere.
ÇARA: İnekten gelen akıntı.
ÇARUK: Eskiden giyilen deri ayakkabı.
ÇAŞU: Alış-veriş yapılan kalabalık yer, çarşı.
ÇATMAK: 1)Rast gelmek, rastlamak.2)Sinirli bir şekilde tartışmak.
ÇAVUŞ: 1)Bir işin amiri.2)Çok bilmiş, her konuda fikir yürüten akıl veren kişi.
ÇEBİÇ: Keçi yavrusu.
ÇEÇ: 1)Ayıklanmış fındık.2)Madeni para.
ÇEKDÜRMEK: Makinada anahtar vs. yaptırmak.
ÇEKMEK: 1)Balık vs. temizlemek, ayıklamak.2)Kaplamak, üstüne örtü, tahta, teneke örtmek.
ÇELPEŞTÜRMEK: Çalkalamak.
ÇELPEŞÜK: Karışık, dolaşık.
ÇENCÜK: Kapı manalı, kilidi.
ÇEPEL: Azar azar yağan kar.
ÇETEVEZ: Kavgacı, yaramaz.
ÇITDAK: Küçük ateş parçası, kıvılcım.
ÇITDAK BÖĞCÜĞÜ: Ateş böceği.
ÇIN: Bir meyvenin birkaçının beraber olduğu dalcık.
ÇIPIR: Çok renkli, alaca.
ÇITIL: 1)Saç veya iplik gibi şeylerin düzgünlüğünün bozulması.2)Budanmış dalların çok ince olanı.
ÇİĞSENTİ: İnce ince yağan yağmur, çiğse.
ÇİMMEK: Yıkanmak.
ÇİMZÜRMEK: Yıkamak.
ÇİL: 1)Meyve, sebzenin yeni olmuşu, küçüğü.2)Yüzdeki benler.
ÇİTLEK: Ayçekirdeği.
ÇİVİT: 1)Meyve çekirdeği.2)Çamaşırları beyazlatmak için çivit otu bitkisinden çıkarılan mavi toz boya.
ÇOKMAK: Bir yere toplanmak.
ÇOR: Yemeklere aşırı tuz katılmış olması.
ÇORT: Dikenli yer.
ÇOTANAK: Yeşil kapsüllü birkaç fındığın toplu halde olanı.
ÇÖĞÖR: Mısırın biçildikten sonra toprakta kalan gövdesi.
ÇÖKELİK: Yoğurt kurusu, çökelek.
ÇÖMDÜRMEK: Çöktürmek.
(D)
DA: Cümleyi güçlendiren ek.
DADANUK: Sık sık gelen, dadanmış olan, alışık.
DATDUK: Sevimli, tatlı.
DALAMAK: Isırmak, tırnaklamak.
DALDA, DULDA: Yağmur, güneş, kar ve rüzgar vurmayan yer.
DARI: Mısır.
DARTILMAK: Ağırdan almak, nazlanmak, zoraki yapmak.
DASDAR: Yün kilim.
DAVUN: 1)Kötü, zehir.2)Bir çeşit bağırsak hastalığı, ishal.
DAYAK: Destek için konulan kazık.
DAYANÇA: 1)Koruyucu, hami.2)Destek için konulan kazık.
DAZIRATMAK: 1)Suyun yüksekten akması.2)Ayakta su dökmek.
DAZIR DAZIR YÜRÜMEK: Kimseyi umursamadan küstahça yürümek.
DEBERTMEK: Karıştırmak.
DEĞMEN: Değirmen.
DEĞMEN PENDİ: Değirmene gelen suyun kanalı.
DEKMÜK: Tekme.
DEMBELHANE: Akıl hastanesi.
DENGİM DEĞİL: Yaşıtım, akranım, anlaşacağım kişi değil.
DENGİME DAYANDI: Artık sabrım kalmadı.
DEPEBIZDIK: Takla.
DEPÜK, DEKMÜK: Tekme.
DERBEY: Lastik ayakkabı çeşidi, Derby.
DEVRÜLE GALASI: Beddua amacıyla ''ölesin'' anlamında.
DEYHA, DEYDAĞA: İşte orada.
DIKIM: Lokma.
DINGILDAMAK: Tin tin oynamak, sallanmak.
DIŞALLIK, DIŞARUKLU: Ecinni, cin.
DIVITDAK, DİVİTDEK: Küçük şey.
DİBLE: Karalahanadan yapılan bir çeşit yemek.
DOBUÇ: 1)Sivriliğini kaybetmiş, körelmiş.2)Yüzü gülmeyen, asık suratlı.
DOH: ''Sese kulak ver''anlamında söylenir.
DOLAŞUK: 1)Düzen kuramayan, beceriksiz.2)Birbirine girmiş ip, saç.
DOMUZ AŞAĞA: Sıklamen bitkisi, bu bitkinin soğanı.
DONAKLU: Giyim kuşamı yerinde, süslü olan.
DONURA: Vücut kiri.
DONZURMA: Dondurma.
DORUK: Yöremizde uzun çam ağaçları için söylenir.
DOZİRİK: İki cevizin içinin oyulup çubuk takılmasıyla oluşan pervaneli oyuncak.
DÖĞCEK: Çamaşırları derede yıkamak için ahşaptan yapılan alet, tokaç.
DÖKME: Dalından değil, yere dökmek suretiyle toplanan meyve.
DÖMBEK: İri, yuvarlak.
DÖŞEME: 1)Karalahanadan yapılan bir çeşit yemek.2)Evin iç tabanının tahta kaplaması.
DÖŞÜRMEK: Meyve, sebze toplamak.
DUNDAR: Üstü kapalı yer, sığınak.
DUZ DAŞI: Turşu bidonunun ağzına konulan veya sarımsak, biber ve tuz ezilen taş.
DÜDEK: Ham, olgunlaşmamış meyve.
DÜZMEK: Hazırlamak.
(E)
EBE: Nine, büyükanne.
EBEMGUŞAĞA: Gökkuşağı.
EBRÜMEK: Erime, eskimek.
ECCÜK: Çok az, azıcık.
ECÜNNÜ: Cin, ecinni.
EEY: Bir seslenme nidası, çağrıya ''duydum'' manası verir.
EĞERCEK: Yün eğirme aleti, kirman.
EĞLE: Durdur.
EĞLENMEK: Durup dinlenmek, birini beklemek.
EĞNİ: 1)Üst baş.2)Elbise giyecek vücut.
EĞŞÜN: Ekmek, yufka çevirme aleti.
EĞESÜK GÖRMEK: Evin ya da evlenecek olanın ihtiyacını karşılama.
EĞŞİ AYRAN: Ekşimiş ayran.
EHEL: 1)İyi, güzel.2)Usta.
ELCEK: Eldiven.
ELLEŞMEK: İlişmek, rahatsız etmek.
EMCE, EMİ, EMİCE: Amca.
EME: Fakat, ama.
ENÜK: 1)Kedi köpek yavrusu.2)Yavru (alay ve şaka yollu söylenir).
EĞŞÜ HAMUR: Hamur mayalamak amacıyla saklanan mayalık hamur.
EŞ: Doğum olayından sonra geriden gelen parça, peş.
EŞKERE: Herkesçe bilinen, aşikar.
EVECAN: 1)Ayağına çabuk, hızlı.2)Yerinde duramayan.
EVELEK MANTARI: Bir çeşit mantar.
EVMEK: Acele etmek.
EVZA: Kibrit.
EY VERMEK: Çağrıya cevap vermek.
(F)
FELFEKİÇ; Paramparça, yırtık, buruşuk.
FELFEŞİR ; Gözleri parlayan, uyanık.
FEŞEL; Yaramaz çocuk.
FETİR; Bir hamur kızartması.
FIRFIKIÇ; Üst üste doldurulmuş, iç içe.
FIŞITMAK; Kaldırıp atmak.
FIRIN DARISI; Fırında kurutulmuş mısır.
FIRIN PAKLASI; Fırında kurutulmuş taze fasulye.
FIŞKI; Dışkı.
FIYMAK; Kaçmak, kayıp gitmek.
FİĞ; Ekilip biçilen bir bitki.
FİNNURİ; Tenekeden bozma lamba.
FİRAVUN; Art niyetli, kötülük düşünen.
FOLTAK; Bol, büyük olan, geniş, sıkmayan.
FONİ; Huni.
FÖSÜK; Dişsiz, dişler dökülmüş.
FÖTDEK; Büyük gözleri olan.
FURMA; Hurma.
(G)
GABALAK; 1)Yüksek yer, tepe.2)Galdiriğe benzer bir bitki.
GAFA GOÇANI; Nüfus kağıdı.
GAGALİÇ; Biçimsiz, tipsiz, şekilsiz.
GAKMUK; Yumruk.
GAHİRLENMEK; Duygulanmak.
GALA; Kale.
GALDİRİK; Yaprağının sapından yemek, turşu yapılan bir bitki.
GALEMLİK; Evlerde ateş yakılan yerin üstü, baca kapağı.
GAMBAK; Başında saçı olmayan, kel.
GALBİ PIYIR PIYIR ETMEK; Mutluluktan uçmak.
GALİSER; Şebinkarahisar'ın yörede söylenişi.
GALUK; Evlenme çağı geçmiş kız.
GAN AYAKLU; Uslu, sakin, saygılı.
GANNU; Kan davalı.
GAPÇUK; Göz kapağı.
GARAGIŞ AYI; Aralık ayı.
GARALASTİK; Bir lastik ayakkabı çeşidi.
GARAMUK; Gelişmemiş fındık tanesi.
GARA TAVUK; Bir kuş türü.
GARCAŞTURMAK; Olacak bir işi bozmak, karıştırmak.
GARALTU; 1)Gölge.2)Cismi belli olmayan hareketlilik.
GARAR BAZAR; Ölçmeden, tartmadan, tahmini.
GARAVU; Ağı çiçeği.Diğer adı; orman gülü.Mor çiçek açan kara avu çiçeği.
GARİPSEMEK; Birini özlemek, duygulanmak ya da bir şey karşısında hayret etmek.
GARŞILAMA HAVASI; Düğünlerde oynanılan bir oyun türü.
GASIT DEMEK; Yalan söylemek veya şakadan söylemek.
GAŞGABAN; Dikenli, uçurumlu yerler.
GATIRAN; Zift, katran.
GATUK; Ayran veya ekmeğin yanındaki ikinci yiyecek, içecek.
GAV; Kuru ağaç mantarı.
GAVİL; Verilen, karşılıklı anlaşılan söz.
GAVLAN; Kırlarda yetişen ve gövdesi yenilen bir bitki.
GAVUNÇ; Hadım olmuş.
GAYBANA; 'Kayıp olsun'' anlamında kullanılır.
GAYDA; Türkü, name.
GAYDALANMAK; Kendi kendine dertli türkü söylemek.
GAYDA VURMAK; Çalgı aletiyle şarkı, türkü söylemek.
GAYMAĞAM; Sevgi sözcüğü''yavrum, evladım''.
GAYNA Git, defol.
GAZEL; Kuru yapraklar.
GECİN; Fırında kurutulmuş fasulye.
GEÇEK; Merdiven.
GEGEK; Bir aletin çıkıntısı, burnu.
GEGİRTDEK; Zayıf, kuru.
GELAVU; Sincap.
GELEK; Sebze, kitap, defter yaprağı.
GELİNÇİ; Düğün alayı.
GEME ; Fare.
GEMÜRMEK; Ağızda çevirmek, oyalanmak, kemirmek.
GERCE; Sarmaşık ağacı.
GERU; Dal eğmeye yarayan ucu bükük sopa.
GEVÜK; Dişlerı çıkık olan.
GI; ''Kız'' anlamında söylenir.
GIPCUK; Kirpik.
GIBRU, GIBRAĞA; Kurbağa
GICIRIM, GICIRUK; Kinlenme, sinirlenme.
GIÇ ATMAK; 1)Hayvanın arka ayaklarıyla vurması.2)Arabanın şarampolde kalması.
GILINMAMAK; Birine ihtiyaç duymadığını belli etmek.
GILGIBIÇ; Kıl, tüy gibi şeyler.
GINDIRA; Sulak yerlerde yetişen ince uzun yapraklarının kenarları keskin hasır yapılan koyu renk bir çayır otu.
GINNAP; Sicimden biraz kalın ip.
GIRAN; Köyün ya da mahallenin genellikle merkezine yakın boş ve düz arazi.
GIRKMAK; Saç, sakalı veya bahçedeki dikenleri tıraş etmek.
GIRKLU; Loğusa.
GISGIÇ; Kıskanç.
GISMUK; 1)Cimri.2)Çimdik, sıkma.
GIŞMUK; Tekme, hayvan tekmesi, çifte.
GIYMUK; İnce odun parçası, kıymık.
GIYNAK; Küçük parça.
GIZMITMAK; Sinirlendirmek, kızdırmak.
GİCİŞMEK, GICIŞMAK; 1)Kaşınmak, yerinde duramamak.2)Ekşi meyve veya ****l çizimi esnasında dişlerin hassaslaşması, aşırı algılı olması.
GİREBİ; Burunlu, küçük balta.
GOBARMAK; Kibirlenmek, gururlanmak, şişinmek.
GOCAMAN ; Kocamış erkek.
GOCCAMAN; Çok büyük.
GOGİL, GUGİL; Ensede toplanan saç topuzu.
GOĞUK; 1)Mağara, çukur.2)Dişin çürüyüp boşalan yeri.
GOĞUZ; Kova, bidon gibi eşyaların içi tam dolmamış, yarıdan yukarıda olması.
GOMİT; Makbul olmayan bir balık çeşidi.
GONUŞUK; Verilen söz.
GOPÇA; Düğme.
GORUK; İçi kurtlu veya boş fındık.
GOŞAM, GOŞMAK; İki avuç.
GOT; Eski bir ölçü birimi, ölçü kovası.
GOT GAFALU; Büyük, kalın kafalı, salak.
GOYA; Sanki, güya, sözde.
GOYUN; 1)Göğüs, sine.2)Koyun.
GOZAK, GOZALAK; Olgunlaşmamış meyve.
GÖBEL; Köpek yavrusu.
GÖDEN; Su kurbağası.
GÖĞNÜK, GÖĞNÜMÜŞ; 1)Meyvenin içinin kararıp, yumuşaması.2)Yanık, ateşli kül.
GÖĞSÜ GIZIL KUŞU; Bir kuş çeşidi.
GÖÖ; 1)Yeşil renk.2)Gökyüzü.3)Olgunlaşmamış meyve.
GÖÖRTDEME; Ekşimiş ayran.
GÖSCEK; Gözlük.
GÖTCEBİ; Arka cebi.
GÖTÜN GÖTÜN GİTMEK; Geri geri gitmek.
GÖVEL; Ördek.
GÖVERME; İnsan yüzünün kansız olması, beyaz yüz.
GÖZE; 1)Suyun topraktan ilk çıktığı yer.2)Dolap ve mutfak dolabı gözü.
GUFA; Kova.
GUKGUK; 1)Guguk kuşu.2)Bir çeşit çiçek adı.
GULAKLU; İki tarafı tutacaklı küçük tava, sahan.
GURNA; Çeşme.
GURSAK; Mide.
GUŞGULİK; Başı yaşmakla yarım bağlamak.
GUVALAK; Bir tür kuş, baykuş.
GUYTAK; Derin olmayan.
GÜBÜR; Pislik kırıntısı, çöp.
GÜCÜK AYI; Şubat ayı.
GÜDÜNE; Mısır taneleri çıkarıldıktan sonra geriye kalan kısım.
GÜGÜM; Su taşımaya yarar bakır kap, güğüm.
GÜLK; Tavuğun civciv çıkarmak üzere yumurtaya yatma zamanı, gurk.
GÜN DARISI; Güneşte kurutulan mısır.
GÜNİ, GÜNNİ; Güneyde kalan yer.
GÜVENEK; Kara sinekten büyük, ineklere zarar veren bir hayvan.
GÜZÜN; Son bahar, güz.
(H)
HA; Anlama kesinlik sağlayan bir önek.
HAARDA; Nerede?
HABLE, HABÖLE; Böyle.
HABU; Bu.
HABURA; Burası.
HABURDAN AĞRI; Buradan öteye.
HACCAK; Güzel, iyi.
HAÇAN; 1)Ne zaman.2)Madem.
HAU; O.
HAURA; Ora.
HAM TEVEK; Yabani sarmaşık.
HARAR; Büyük sepet.
HAR HAR; Hararetli şekilde, yoğun çalışma.
HARK; Su kanalı, ark.
HARTAMA; Çatı kaplama tahtası.
HAS; 1)Yakıştı.2)İpek, parlak kumaş.3)İyi ekmek, yemek vs.
HAS GIZ; Hanım, hanımcık nazik kız.
HAŞİNDİ; Şimdi.
HAŞIL; Buğdaydan, mısır yarmasından yapılan bir yemek türü.
HAŞLAK; Yakıcı, kavurucu hava.Haşlak yumurta: Haşlanmış, rafadan yumurta.
HATCA, HATCE; ''Hatice'' isminin yöremizde söylenişi.
HAVRUZ; Beşiklerdeki lazımlık, çiş yapma kovası.
HAVZE; Yöremizde ''Hafize'' adının söylenişi.
HAYTA; 1)Yaramaz.2)Başıboş.
HE; Evet.
HELENPİR; Fiyatı düşük, külüstür.Kelepir
HELLE; Undan yapılan sulu çorba.
HENNÜK; Toprağın suya doymuş hali.
HERİ; Daha. Gel heri: Daha çalışma gel.
HERS; Hırsla karışık sinir.
HEVLE; Helva.
HEYLEME; Hayvanlara seslenme.
HILTAK; Gevşemiş, yerinden oynamış.
HINÇ ETMEK; Ezmek.
HIŞIR; Buruşuk, eski, kırık, dökük, ezilmiş.
HIŞNAMAK; Kişnemek.
HITDAMAK; Küçük parçalara bölmek.
HIZAN; Evlat, çocuk, torunlar.
HIZAR; Büyük testere.
HİM; Binanın temeli.
HODUL; Hantal.
HOLTA; Misina ve iğneli balık tutma aracı.
HOPCURAMAK; Yüksekten atlamak, zıplamak.
HORSA; Heves, hırs.
HOŞMAK; Barbunyadan yapılan bir yemek türü.
HOŞMAK AĞAZ; Gevşek, gevrek ağızlı.
HOŞURAN; Bir bitki türü.
HÖLDÜRECEK; Acele, tadına varmadan içilen.
HÖRELENMEK; Kafa tutmak, dayılanmak.
HÖŞÜL; 1)Çayın dip kısmı.2)Bulanık sıvı.
HÖŞÜR HÖŞÜR; Çok sıcak olan, kaynar olan.
HÜTDÜK; 1)Isıldık.2)Düdük.
HÜĞÜM; Fındık dalı.
(I)
ICCAK; Sıcak.
ILINCAK; Salıncak.
IMIK; Sıcak.
IRIP, IRIM TIRIM; En ince ayrıntısı.
IRGAMAK; Sağa sola sallamak.
IRGALAMAK; Alakadar etmek.
ISMALLAMA; 1)Çarşıya pazara gidene verilen sipariş.2)Özel yapım.
ISTINGA; Ağızına kadar sıkıca dolu.
IŞILDIK; Dil ya da eli ağıza götürmek suretiyle melodili ses çıkarma, ısıldık.
IYIM SIYIM; Darma dağın.
IYMAK; Sermek, yaymak.
IŞGIN; Taze sürgün dal, filiz.
IŞIMAK; Gözlerin, yüzün parlaması.
(İ)
İBRAAM; ''İbrahim'' adının yöremizde söylenişi.
İÇLİK; Gömlek.
İLEĞEN; Lehen.
İLEEK GÜN; Önceki gün.
İLİSTİR; ****l süzgeç.
İLENGER; Büyük bakır tepsi.
İMLEK; Kolay bir şekilde çözülecek düğüm, ilmik.
İNDEM; Pek öyle değil.
İNTAAP; Vücudun herhangi bir yerinin mikroplanması sonucu meydana gelen şişlik, kızarıklık, iltihap.
İSİİN; ''Hüseyin'' adının yöremizde söylenişi.
İSKEMBİ; İskemle.
İSTİDA; Dilekçe.
İŞDONU; Alt kısmına giyilen iç çamaşırı.
İŞMAR ETMEK; Karşıdaki kişiye göz kırpmak.
İT DİRSEĞİ; Gözdeki hastalık olan arpacık.
İT ÜZÜMÜ; Üzüm veren yabani sarmaşık ağacı.
(K)
KAKMAK; 1)Boynuz ya da başla toslamak.2)Yumruklamak.
KAVUK MANTARI; Bir mantar çeşidi.
KAYNAĞRI; ''Ölmeyesice'' veya ''kayna git''anlamında söylenir.
KEÇEMEN; Kertenkele.
KEF; Uzun zamandır yıkanmamaktan doğan kirlilik.
KEKİREMİŞ; Çok ekşimiş yoğurt.
KELEK; 1)Zil 2)Yenmeyecek kadar olgunlaşmış hıyar.
KELEM; Karalahananın gövdesi.
KELLE ; Mısır koçanı ya da lahana demeti.
KELLİ FELLİ; Kılığı kıyafeti düzgün, gösterişli adam. Kerli ferli.
KELPENTİ; Kerpeten.
KEMRE; İnek dışkısı.
KERANTU; Tırpandan küçük kesme aracı.
KESMEK; Gizlice şikayet etmek.
KESMÜK; 1)Sigara izmariti 2)Meyvenin yendikten sonra arta kalan kısmı.
KEŞAN; Çubuklu desenli şal.
KEŞİK; Beklenen sıra.
KEŞMEK; Yıkanmamaktan doğan kirlilik.
KEYFANI; İhtiyar kadın.
KIŞITMA, FIŞITMA; Kaldırıp atmak.
KIYIN KIYIN GİTMEK; Görmesini istemediğin kişiden habersizce uzaklaşmak.
KİKİREMEK; İçten içe gülmek.
KİRAZ AYI; Haziran ayı.
KİRAZ DUZLUSU; İleride yenmek üzere kirazın tuzlanması.
KİTDİK; Küçük sabun parçası.
KÖMÜŞ; 1)Manda 2)Çok uyuyanlar,tembeller için verilen bir sıfat.
KÖRSE; Yuvarlak bileme taşı.
KÖKLEME; Fındık fidanı.
KÖSTÜKÖPEK; Köstebek.
KÖTEK; 1)Atılan dayak.2)Çamaşır yıkamada kullanılan ahşap tokmak.
KÖTÜLEMİŞ; 1)Hastalığı ağırlaşmış 2)Birine,kötü veya asılsız tarafı anlatılmış.
KÖZLEME; Odun ateşinde yapılan şiş kebap.
KUFA; Kova.
KÜLEK; Yoğurt koyulan ahşap kap.
KÜLEK KAFALI; Koca kafalı,geç anlayan.
KÜLLÜK; Ocakbaşı,kül toplanan yer.
KÜPÜ; Balta,keser,kazma,tabanca gibi şeylerin sırtı,kalın yeri.
KÜRÜL; Bezelye.
KÜRÜMEK; Kar,çamur,çöp yığını gibi şeyleri ileriye doğru sürmek.
KÜSKÜLEMEK; 1)Bir şeyi sopayla veye elle ileri doğru itmek.2)Gaza getirmek,kendi söylemek istediğini başkasına söyletmeye çalışmak.
(L)
LALAÇ; Dilsiz.
LAZ ARMUDU; Bir armut çeşidi.
LÖKÜS; 1)Hava basınçlı gaz lambası.2)Gösterişli, şatafatlı.
LÜLÜ; Yemlemek için tavuğu çağırma.
(M)
MACİR; Göçmen, muhacir.
MADA; İstek, iştah.
MAĞZU; Evin yakınında, fazla eşyaların konulduğu veya mısır kurutulan ahşaptan yapılmış yerin adı.
MAHANA; Sebep, mana.
MAKSUS; Gerçek olmayan, yalan.
MAL; İnek, koyun, keçi gibi ahır hayvanı.
MANGIR ETMEMEK; Değersiz, ucuz.
MANGIR GİBİ HAVA; Kuru, ayaz hava.
MAPUSHANE; Cezaevi, hapishane.
MAYIŞ; Maaş.
MEDENİYET YILTARI; Kravat, boyun bağı.
MEĞEL; Ağzı geniş kazma.
MEH; Buyur, al.
MENDABUR; Aşırı derecede pis, kötü insan.
MENDEK; Yemeği yapılan yabani bir ot.
MEREK; Ot koyulan kulübe.
MERULCAN; Dikenli sarmaşık ucu.
MEŞEBE; Su koyulan kap, maşrapa.
MEZER GAÇGUNU; Zayıf, benzi solmuş kişileri aşağılamak için söylenir.
MIH, MUF; Hayvanların ayaklarına çakılan nal çivisi.
MIKSIÇTI, MISGIÇ; Parasını harcamaya korkan, cimri.
MIRAS; Misket, cemildik.
MIRIK DEMEMEK; Her türlü ısrara, zorluğa karşı isteneni söylememek.
MOĞOŞ MOĞOŞ KOKMAK; Ekşi ekşi kokmak.
MUGAYYED OLMAK; Sahip çıkmak.
MUHANNET; Korkak.
MURÇ; Kalın demir delgi.
MÜKGEM; 1)Sağlam, sağlamlaştırılmış, muhkem.2)Çok güzel, şahane.
(N)
NABAL; Günah, vebal.
NAFA; Karayolu kamyonlarına verilen isim.
NALÇA; Ayakkabı alt demiri.
NALGUN; Arabaya yüklenen eşya için ödenen ücret, navlun.
NALET; 1)Allah'ın, insanların sevgisinden, ilgisinden yoksunluk.2)Berbat, kötü.
NALİN ; Islak yerlerde kullanılan ahşap terlik, nalın.
NALGIRUĞU, MUFGIRUĞU; Hırdavat, nalbur malzemesi.
NARDEK; Pekmezin sulandırılmış hali.
NASIRANLI; İnatçı.
NEBRİ; Gayrımüslim olan kimseler.
NEMRUT; Asık suratlı, çehresiz.
NEZÜK; Tatlı, güzel, taze.
NİFİ; Anayı, babayı dinlemeyen kız çocukları için söylenir.
(O)
OBUZ; 1)Büyük su, ark.2)Küçük dere.)Dar vadi.
OCAK ; 1)Aile.2)Bacanın altında ateş yakılan geniş yer.
OĞLUK; Kalabalık olmayan.
OĞOL ; 1)Yavru.2)Sevme ya da acıma manasında söze anlam yüklemek için söylenir.
OKARI; Yukarı.
ONMAK; İyi gün görmek, mutlu ve zengin olmak.
ORAK AYI; Temmuz ayı.
OYAN BUYAN; Öteye, beriye.
OYNAŞ; Eşinden başka, gayrımeşru eş.
OYRAK; Çukur arazi, oyulmuş yer.
OTLUK; 1)Kara lahanadan yapılan bir yemek çeşidi.2)Otların toplanıp biriktirildiği yer.
(Ö)
ÖĞÖRSEMEK; Hayvanın üremek amacıyla boğa isteği.
ÖĞSİ; Ucu yanan odun.
ÖKLEMEK; Bağlamak, sabitlemek.
ÖTÜREK; İshal.
ÖZGER; Rüzgar, yel.
(P)
PAKLA; Fasulye.
PALAN; Kalın örtü.Genelde eşeklerin üzerine örtülen kısa örtü.
PANCAR; Karalahana.
PALDIR; Bahçeden toplanıp hayvanların altına atılan ya da yedirilen ot yığını.
PALTAN GIRBAĞA; İri kurbağa.
PASA; Devamlı, habire.
PATDAK; Patlak ağacından yapılan, orta boşluğundan yaprak topağı atılan oyuncak silah.
PATOS; Fındık ayıklama makinası.
PE; Doğal çukur, zeminden alçak yer.
PEE; Değirmene su gelen kanal.
PEŞGİR; Havlu.
PEŞGÜ; Soba.
PEŞTEMBAL; Bayanların etek üzerine taktıkları çizgili desenli örtü, peştamal.
PEZÜK TURÇUSU; Pazıdan yapılan turşu.
PITDAK; Patlayan mısır.
PIYKMAK, PIYKIRMAK; Toprakta veya karda kaymak.
PIYMAK; Kaçmak.
PITIRAK; Üzerinde gezildiğinde yapışan yabani bir bitki.
PİNNİK; Tavukların tüneme yeri.
PİSİK; Kedi.
POOL; Haşlanmış mısır.
PONTUL; Pantolon.
PORT; Elbisenin kullanıldıktan sonra tüylenmesi.
PÖĞREK; Toprak ya da çimentodan yapılmış su akıtma borusu.
PUR; Sert, kumlu toprak.
PÜRÇEK; Fındığın çiçeği.
(S)
SACİYEK; Ekmek pişirilen sacın altına konulan üç ayaklı yükselti aleti, sac ayağı.
SADIR; Sidik.
SAKITDAK; Kene.
SAL; Tabut.
SAMAKSA; Üzüm ve undan yapılan tatlı.
SAPLİYE; ****l kepçe.
SARMA; Karalahana dolması.
SASUK; Tadı iyi olmayan (genelde su için kullanılır).
SAYFAN; Bahçelerdeki bekçi kulübesi.
SEF; Doğru olmayan, yanlış.
SEĞERTMEK; Hızlı gitmek, koşmak.
SERENTİ; Direkler üzerine yapılan kiler.
SEPKEN; Rüzgarla yağan yağmur.
SERGÜ; 1)Mal satmak amacıyla açılan tezgah.2)Bir şeyin üzerine veya altına serilen örtü.
SIBARTDAMAK; Gömlek vs. kolunu yukarı katlamak.
SIBIÇ; Sap, yaprağın gövdeye birleştiği dalı.
SIKSAPI; Sökülüp kurutulan küçük mısır sapı.
SIYNAK, SINNAK; Büyük baş hayvan tırnağı.
SIYPUK; Delirmiş, aklını yitirmiş.
SİFTE; İlk yapılan alışveriş, siftah.
SİFTİİN; İlk önce, evvela.
SİYMEK; Küfür etmek.
SİNİ; Sofra.
SİNİN GÜMBÜRDESİN; ''Mezarın dağılsın'' anlamında kullanılır.
SİNMEK, SİĞNENMEK; Saklanmak.
SİRON; Açma yufkadan yoğurt, sarımsak dökerek, dürülerek yapılan bir yemek çeşidi.
SOYKA; Kötü anlam veren ''yerin dibine girsin'' manasında.
SÖKÜTMEK; Üstünü başını çıkartmak.
SÖYKÜNMEK; Ağırdan almak.
SUSAK; Kabak sülalesinden, içi oyularak su taşımaya yarayan bitki.
SÜRMEK; 1)Boya-badanalamak.2)Canlı veya cansız birşeyi istediği yöne götürmek.
SÜVE; Eski evlerdeki büyük kapı sürgüsü.
(Ş)
ŞAĞDETNAME; Diploma.
ŞALAK; Yenmeyecek kadar olgunlaşmış, tohumluk ayrılan hıyar.
ŞARBA; Maşrapa.
ŞAVULTU; Gürültü ve yankılı ses.
ŞELEK; Büyük sepet.
ŞEPEK, ŞİRPİK; Göz çapağı.
ŞİRE; Şıra.
(T)
TA; 1)Daha.2)Çok uzak anlamında.
TAFLAN; Kara yemiş.
TAFLAN TURÇUSU; Kara yemişten yapılan turşu.
TAM; 1)Çatı, dam.2)Ahır.
TARAN; Dere içindeki kaya oyukları.
TAVUK MANTARI; Sarı renkli bir mantar çeşidi.
TAY; 1)Sırtta taşınan yükün dengesi.2)Bebeğin yeni yeni yürüyüp dengesini sağlaması.
TEKEBIZDIK; Takla.
TEKELCEK; Tekerlek.
TEKÜLLÜ; Sevgili, aşık olunan.
TEKNE; Hamur yoğurmaya yarayan büyük ahşap kap.
TEKNE GAZUNTUSU; Ailenin en son çocuğu.
TENGE; Sepeti sırtta taşıma ipi.
TEREK; Mutfak rafı.
TERSİNGIÇ; Geri geri.
TESBÜK; Tesbih.
TESPERMEK; Üşüyüp, ürpermek.
TEVEK; Asma ağacı.
TEZBERİ; ''Acele buraya gel'' manasında söylenir.
TIĞYOZ; Geçimsiz, aksi.
TIKILAK; Küçük yuvarlak şey.
TIKIZ; Çok sıkı.
TIMAN; İç giysisi olan don.
TİĞREK; Titiz, işgilli.
TİKEN ÇİLEĞE; Böğürtlen.
TİLİ; Yemek seçen.
TİNGİLDEMEK; Gülerken göbeğin oynaması.
TİRMİT MANTAR;I Bir mantar çeşidi.
TİVSİ; Balık yavrusu.
TOKAÇ; 1)Şelek, harar gibi aletlerin yere değen ağaçtan ayağı.2)Derede çamaşır yıkamaya yarayan ağaçtan tokmak, döğcek.
TOKALAK; İki yumruk büyüklüğünde toprak parçası.
TOP; Felçli, eli ayağı tutmayan.
TOPLAYICI; Dilenci.
TOPUR; Çoklu fındık çotanağı.
TÖMBELEK; Dümbelek çalgısı.
TÖNGEL; Muşmula, beşbıyık meyvesi.
TULKURMA; Şişme.
TULUK; Yanak.
TÜKÜMCE;K Tükürük.
TÜLLUK; Bahçelerde yağmurdan korunmak için çalı, çırpıdan yapılan yer.
TÜRMEDAĞAN; Çok dağınık, darmadağın.
(U)
UFRA; Ekmek ve yufka pişirilirken sacın üzerine atılan un.
ULA; Bir hayret ve sesleniş nidası.
ULUK; Pis, pasaklı, boş boş gezen.
URA; Erkeğe hitap ederken söylenen söz.
URUF OLMAK; Sinirlenmek, çok kızmak.
URUFUN GAVUZ OLSUN; Ruhun kaybolsun.
USLU; 1)Büyükler, ata.2)Yaramaz olmayan.
UŞAK; Çocuk, evlat.
UYKU SEMETESİ; Uyku sersemliği, uyku semesi.
UYRA; Uykuda görülen, rüya.
(Ü)
ÜBRÜK; İbrik.
ÜFLÜK; Isıldık.
ÜĞRÜNMEK; Hızlı yürüyememek, yan yan veya yuvarlanarak yürümek.
ÜL; Civciv veya tavuk yemi.
ÜRKMEK; 1)Heyelan.2)Korkmak.
ÜRMEK; Havlamak.
ÜŞMEK; Toprağı kazarak çukur açmak veya yüksek yeri eliyle kazarak alçaltmak.
ÜZÜM AYI; Ekim, kasım ayı.
(Y)
YABAN; 1)Uzak yer, orman.2)Gurbet.3)Yabancı kişi.
YAĞLAŞ; Undan yapılan tatlı, muhallebi.
YAL ; İnek için hazırlanan, su, kepek, un ve ot karışımı yemek.
YALAĞUZ; Tek başına, yalnız.
YALAVU ; Ateş, kıvılcım, ateşin sıcaklığı.
YAMBUL; Yamuk.
YAMYAM; Şişenin içine gaz doldurulup ağzına bez parçası sıkıştırılmasıyla yapılan bir ışıtma aracı.
YANPİRİ; Yengeç gibi yan yan yürüme.
YAPMA; Elde yapılan, el işi.
YARIMAĞAZ; İsteksizce söyleme, gönülsüz söz verme.
YARMA; Mısır kırması.
YARMAÇA; Ağacın yakmak amacıyla birkaç parçaya bölünmüşü.
YARTAKLANMA; Yağcılık yapma, yalakacılık.
YAVŞU; Tarlada yetişen yabani bir ot.
YAYKIN; Kızılağaç.
YAYLIM; Hayvanların otladığı yer.
YAYMAK; 1)İneği otlatmaya götürmek.2)Bir örtüyü açıp, sermek.3)Dedikoduyu sağa sola anlatmak.
YEKNE YESAN; Yok olma, yeksan.
YENLİK; Ağır olmayan, hafif.
YEYGÜ; İnek yiyeceği; ot, lahana artığı gibi şeyler.
YILDİRİK, YIPRAK; Yaldızlı, parlak olan.
YİĞDİN; Genelde süpürge yapılıp fırın temizlemeye yarayan bir bitki.
YÖREK; Bebeklerin beşiğe bağlandığı bez.
YUĞKA; Derin olmayan, sığ olan.
YUĞLAMAK; Döndürerek ileriye götürmek, yuvarlamak.
YUNCAK; Yıkanacak olan.
YÜĞLEMEK; Ucunu sivriltmek.
(Z)
ZABATCAK; Sabahleyin.
ZABDİYE; Jandarma.
ZAAR; 1)Uyuz köpek.2)Demekki, boşuna değil.
ZAĞRA; Un yapılan mısır ya da buğday.
ZEĞET; Akşam.
ZEHMERİ AYI; Ocak ayı.
ZEKLENME; 1)Taklit etme.2)Alaya, gırgıra alma.
ZELFİNAZ; Safinaz isminin yöremizde söylenişi.
ZERZEMBİL; Darmadağın.
ZIPCUK, ZIBIÇ; Meyve, sebze sapı.
ZİFİR ; 1)Karanlık.2)Sigara dumanı.
ZUMBUK; Yumruk.
[/B][/B]