Pir Zöhre Ana Forum

Tam Versiyon: Aleviliği Fransızlara anlatmak
Şu anda arşiv modunu görüntülemektesiniz. Tam versiyonu görüntülemek için buraya tıklayınız.
Herşey sadık okurum “Angelo”nun bir mesajıyla başladı. Yılmadan yorulmadan her hafta köşe yazımı okuyup, yorum yapan, bazen eleştiren okurum, yaşadığı Nantes kentinde “bir Fransız arkadaşının Alevilik hakkında yazdığı kitap ile ilgili BirGün’de yazı yazmamı” öneriyordu. “Hak İnsandadır” (La vérité est dans l’homme) kitabının yayıncısı Sigest ile temasa geçmem gerektiğinde ise karşıma bir eski dost çıkıyordu: Hrant Dink’in katledildiği gün Paris’te katıldığım televizyon programından çıkarken tanıştığım ve birlikte ağladığım “memleketlim” Varujan Sirapyan. Angelo sayesinde sadece Erwan Kerivel ve kitabını değil, Nantes’daki güzel insanları tanıdım, keşfettim. Tüm bunlar ise bu mesleği neden sevdiğimin de kanıtı oldu.

Zira güzel bir tesadüf eseri, geçtiğimiz günlerde Nantes Alevi Kültür Merkezi’nde yapılacak kitap tanıtım toplantısına katıldım. Nantes buluşmasında yazar Erwan Kerivel ve yayıncısı Varujan Sirapyan’ı kalabalık bir topluluk karşıladı. Dernek başkanı Tümay Yaldırak ve yardımcısı Zeynel Yiğit’in düzenlediği günde gençlerin ilgisinin yanısıra, “orta yaşlıların” kararlılığı ve ilkeliliği dikkate değerdi. Tartışma kısmının önemli bir bölümü, gençlerin Aleviliğin İslamın bir parçası olmadığı konusundaki sorgulamaları, Aleviliğin bir din olup olmadığı konusundaki tartışmalara ayrıldı. Fransızların bütün Türkiyelileri aynı kalıba sokmak istemelerinin getirdiği baskıdan kaynaklanan kimlik sorgulamaları, özellikle gençlerin kimliklerini oluşturmak için Alevi sıfatının yeterince anlaşılmamasından kaynaklanıyor.

Sigest yayınlarından geçtiğimiz ay çıkan “Hak İnsandadır” (La vérité est dans l’homme) kitabının yazarı Erwan Kerivel ile BirGün okurları için söyleştik.

>>Kitaptan önce sizden söz etmek istiyorum. Erwan Kerivel kimdir? Neden böyle bir kitap yazmak ihtiyacı duydunuz?
1972 doğumluyum. Bröton (Bretagne bölgesi) ve İspanyol karışımı bir aileden geliyorum. Komünist anneannem ve ailesi, Franko İspanya’sından kaçıp Fransa’ya gelmiş. Galiçya bölgesinden geliyordu, bu bölge çok kısa sürede Frankocu’ların eline geçtiğinden, iç savaş başlar başlamaz ülkeyi terketmek zorunda kalmışlar. Baba tarafım ise safkan Bröton! Liseyi edebiyat şubesinden bitirdim. Eşim Céline ve ben liseden sonra pek ne yapacağını bilmeyen bir nesilin çocuklarıyız. Okuldan sonra bir meslek edinmemiz ve bir iş bulmamız gerekiyordu ama pek de ne yapacağımızı bilemiyorduk. Fen ve matematik dalında parlak değildim ama bana araştırmayı ve tarihi sevdiren öğretmenlerim oldu, en azından bu açıdan çok şanslıyım.

>>20 yıldır bu dilin, bu kültürlerin içindesiniz...
Tam yirmi yıl oldu. Nantes Alevi Kültür Merkezi sorumlularından Dersimli Zeynel Yiğit benim tam yirmi yıllık dostum. Kısa süre içinde benden Türkiye’den gelen Kürt mültecilere Fransa’daki iltica işlemlerinde destek olmamı istediler. Ben de onlara dosyalarını düzenlemelerinde yardımcı oluyordum. O dönemde henüz mülteciler komisyonlarında onların yanında katılmamız yasaklanmamıştı. Görüşmelere birlikte giriyorduk. Hem destek olmak için, hem de birçoğu okur yazar olmadığı için her şeylerini biz yapıyorduk. Örneğin hiç unutmadığım Şeyhmus adlı bir arkadaşım gelmişti. Oralarda çobanlık yaparken Kürt militanlarına peynir verdiği için askerler tarafından ağır işkence görmüş ve buraya kaçmıştı ve hâlâ kağıtlarını alamadığı için Almanya’da bir göçmen kampında yaşıyor. Alevilerle karşılaşmam da aynı dönemde olmuştur, çünkü tüm bu arkadaşlar siyasi mücadelenin içinde bulunmanın yanısıra, aynı zamanda Alevi idiler.

>>Yani Türkiye’nin en büyük “ötekilerinin” gerçeğini böyle öğrendin?
Türk ve Kürt Alevilerle tanışmam sayesinde böyle bir farkın varlığını öğrendim. Buradakilerin çoğu Maraş Pazarcık veya Dersim kökenli. Dersim olaylarından hemen sonra Konya Ereğlisine bağlı eskiden adı Göçmenler olan Yeni Zengen’e göç etmeye zorlanmışlar.

>>Peki Türkiye’ye ilk kez ne zaman geldiniz? Fransa’da karşılaştığınız insanlarla görüştünüz mü?
1998 yılında eşim Céline ile İstanbul’a turist olarak gittik. Tanıdıkları aramadık, ilk gelişimizde kendi fikrimizi edinmek istedik. Kendi gözlerimizle görmek, keşfetmek istedik. Üstelik tanıdıklarımızın hemen hepsi Kürt idi. Köylere gitmek çok hoş tabii, ancak dil sorunu vardı, birçoğu Türkçe konuşmuyordu.

>>Peki dostların Aleviliğin kökenlerini anlatıyor muydu?
Tam tersine, başlangıcını sorduğumda, “bilmiyoruz” diyorlardı. “Nedir başlangıç?” diyorlardı. Ben de “gelin birlikte araştıralım, bulalım” dedim. Ve anladım ki bir başlangıç, bir köken yok. Birbirine karışmış birçok köken var. Bölgelerine göre, Aleviler onlardan önce aynı topraklarda yaşayan insanların kültürel özelliklerini taşıyor. Örneğin Alevi Zaza dostlarımın ibadet alışkanlıkları Hıristiyan adetlerine çok benziyor. Diğerleri ise Mezopotamya’daki güneşe ibadet edenlerinkine benziyor. Çepnilerin adetlerinde Orta Asya’dan gelen şamanizm izleri var. Sonuçta hepsinin birleştiği duruş “biz İslam tarafından asimile olmayacağız” diyerek direnmeleri. Benim de ilgimi çeken bu yönü oldu doğrusu...

>>Avrupa’da Türkiye’nin yüzde 99 oranında Müslüman bir halktan oluştuğunu kestirmeden belirten bir söyleme karşı, özellikle Fransızları Alevilik konusunda eğitmek miydi amacınız?
Evet aynen. Fransızlara Türkiye’nin Erdoğan’dan ya da Midnight Express’den ibaret olmadığını göstermek istedim. Öte yandan, Fransa’daki Alevi dostlarıma da kendilerini tanıtmak için bir araç vermek istedim. Öyle kolay da olmadı. On yıllık bir araştırmanın sonunda altı ayda yazdım kitabı. Akabinde ise dört-beş ay boyunca yayıncı aradım. Belki bir master tezi şeklinde de yapabilirdim, ama aradığım ses bu değildi. Ben en geniş halk kitlelerine hitap edecek bir kitap yazmak istiyordum, akademik araştırmaların okuyucu kitleleri kısıtlı. Üstelik, kitabı gönderdiğim yayıncılar kabaca “metniniz çok ilginç, ama konusu fazla özel, ilgi çekeceğinden şüpheliyiz” derken aslında satır aralarında “hiçbir akademik statünüz olmadığından basamayız” diyorlardı. Tek olumlu yanıt SIGEST yayınevinden geldi ve kitabı yayınlayabildik.

“Kırmızı mürekkeple” işaretlenmiştim

>>Kitabından da anlaşılıyor zaten...
Liseden mezun olduğum 1990’da iş bulmak çok zordu ve birkaç ay boyunca Kürt arkadaşlarla inşaatlarda kaçak işçi olarak çalıştım. Ardından ****lürji işçisi olarak çalışmaya başladım. Bugün adı Arcelor Mittal olan Usinor fabrikasında işe girdim. 7 yıl sonra, aktif olarak katıldığım bir grev sonrasında işten atıldım. 20 ay boyunca bir kütüphanede memur olarak çalıştım. Böylece fabrika havasından çıkmış oldum. Askerlikten sonra yeniden iş aramaya başladım, ama özel sektörde artık bana kimsenin iş vermeyeceğini biliyordum, çünkü “kırmızı mürekkeple” işaretlenmiştim. Hem aktif bir sendikacıydım, hem de eşim Céline ile birlikte uzun zamandır sol örgütlerin içinde yer almıştık. Bu nedenle kamu sektöründeki tüm şirketlere başvuruda bulundum ve sonuçta Devlet Demiryolları’nda memur olarak işe alındım! Şu anda Nantes’da gar şefiyim.

15 yaşımdan itibaren Fransa’daki Maoist gruplar içinde yer aldım. Céline ise Troçkist idi! İkimiz de çok üretkendik, sol dergilerinde çok sayıda yazı ve makale yazıyorduk. 100-200 adet basılan bu yazıları kimsenin okumadığına ikna olduğumuzda ise bütün enerjimizi buna vermenin doğruluğunu sorgular olduk. Militanlık günlerimiz bize çok şey kattı ve hiçbir zaman pişmanlık duymadık. Ancak 2002 yılında artık örgütlü yaşamdan ayrılmaya karar verdik. O dönem tüm enerjimizi Lübnan’daki Filistinli mültecilere yardım etmeye harcamaya başladık.

>>>Örgüt üyeliğinden çıkmak kolay değildir. Bu süreci nasıl yaşadınız?
Çok zorlandık doğrusu. Yaşamınızın büyük bir bölümünü adadığınız ve 24 saatinizi düzenleyen bir faaliyeti bıraktığınızda, büyük bir boşluğa düşüyorsunuz. Yıllarınızı verdiğiniz bir şeyden ayrılırken, aynı zamanda siyasetin çok acımasız olduğunu da anladık. Fikir arkadaşlığı, sadece herkesin herşey üzerinde hemfikir olduğu bir ortamda geçerli, yani farklı fikirlerin zikredilmesi mümkün değil. Etrafımızı rahatsız eden sorular sormaya başladığımızda ise her şeyin birden dağıldığını gördük. Özellikle fikir yoldaşlığı konusunda fazla idealist olduğumuzu anladık.

Alevilikte evrensel hoşgörü mesajı gördüm

>>Alevilik merakı, ardından da bilgisi nasıl gelişti? Türk İslamını tam anlamıyla tanımadan Alevi kültürüne nasıl geçiş yaptınız?
Eşim ve ben herhangi bir dine mensup değiliz. Alevilik bence bir din olmaktan öte, Alevilik bir felsefe, yaşam biçimi ve kültürü. Kitabımda da söylüyorum, kanımca Alevilik yerleşik bir düzene direnişin tarihsel bileşkesi. Gerçekten de, Alevilerin yaşamsal bölgelerine baktığınızda, İslama karşı duran Hıristiyan düşüncelerin bulunduğu aynı bölgelerde yer almış. Tarihe baktığınızda, her yerde yerleşik düzeni reddeden gruplar yer alıyor. Alevilikte evrensel bir hoşgörü mesajı ve insanoğluna bakma isteği olduğunu anladım.

Benim şansım Alevilerle Avrupa’da karşılaşmış olmak. Aksi olsaydı çok zor olurdu, zira Türkiye’de Alevilik gizlilik esasında yaşanıyor. Cemaatin dışına çıkmıyor. Avrupa’da özgür ifadeye sahip olan Aleviler Türkiye’dekilerin yaşadığı baskılara maruz değil. Avrupa’da dışa açılıp inançlarını paylaşmayı seçmişler. Başta, “ama biz Aleviyiz” deyince anlamıyordum tabii, bu ifadeyi hayatımda ilk kez duyuyordum. Türkçeyi giderek öğrendikçe, Türkçe Alevilik üzerine kitaplar okumaya başladım. Doğrusu Türkçe Alevilik üzerine çok sayıda kitap ve yayın var. İnanması güç bir kitap bolluğu var Türkçe’de.

Temel yanılgı tek, bölünmez bir ulus devlet olduğudur

SIGEST yayınlarının ve 2004 yılında kurulan Tchobanian Enstitüsünün kurucusu ve yöneticisi Varujan Sirapyan ile söyleşi:

>>Kitabı basmaya nasıl karar verdiniz?
Enstitünün üzerinde durduğu konulara çok uygundu. Enstitü, siyasi ve jeopolitik konularla birlikte, kültürel konulara da açık bir kurum. İşin ilginç tarafı, Aleviliği tanımama ve bilmeme rağmen, ben de bir sürü şey öğrendim Erwan’ın kitabından. Ben de hep yüzde 99 Müslüman toplumu yanılgısına sahiptim, zira bize öğretilen buydu. Türkiye’de okurken elbette okulda edebiyat hocamızdan Pir Sultan Abdal’ın veya Bektaşi şiirlerini öğrenmiştik. Ama bize hiç kimse bunların Alevi olduğunu söylememişti.

>>Yayınevi olarak bir yerde misyonunu Türkiye’deki tüm “ötekilikleri” anlatmak olarak özetleyebilir miyiz?
Kesinlikle. Sürgündeki Türklere baktığınızda zaten anlıyorsunuz, Cumhuriyetin temelini oluşturan büyük Türk ulusu kurmak hedefi zaten gerçekleri yansıtmıyor. Temel yanılgı Türkiye’nin tek, bölünmez bir ulus devlet olduğudur. Esas bilgelik, her ötekinin zenginliğini ortaya koyarak birçok Türkiyeli tanımlamak olmalıydı. Onlarca etnik grubun bulunduğu topraklarında tek bir kimlik oluşturmak büyük bir yanılgı. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne de değişen bir şey yok. Tchobanian Enstitüsünün birincil amacı hem Ermeni kültürünü Avrupa’da ve özellikle Fransızca konuşulan ülkelerde tanıtmak, hem de Fransız kültürünü Ermenistan’da tanıtmak. Ancak bir Türkiyeli olarak bütün ötekilikler beni ilgilendiriyor.

>>Sigest’in erişeceği okur kitlesi oldukça geniş sanırım...
Bu kitaptan para kazanmak gibi bir kaygımız yok. Ancak çok iyi bir referans. Erwan kendi çevresine gönderecek, ayrıca bizim enstitü olarak birçok bağlantımız var. Birçok kültürel kuruma gönderdik.


kaynak:birgün gazetesi