27/09/2011, 00:31
Türkiye Cumhuriyeti’nde uluslaşma sürecini tamamlayan Türk Devriminin ya da Atatürk devrimlerinin en önemli basamaklarından ilki cumhuriyetin kuruluşundan dört yıl sonra yapılan harf devrimi, ikincisi de cumhuriyetin kuruluşundan dokuz yıl sonra 26 Eylül 1932’de düzenlenen Türk Dil Kurultayı ile yaşama geçen ‘Dil Devrimi’dir. Bu nedenle, 26 Eylülleri (yarın) ‘Dil Bayramı’ olarak kutluyoruz. Bayram coşku demektir, bayram sevinç demektir. Halbuki Türkçemiz, kültür emperyalizminin etkisiyle yabancı dil özenticilerinin, öykünücülerinin elinde perişan olmuş ve sahipsiz kalmıştır. Dil Bayramı olarak 78. yılını kutladığımız bugünde de bayram sevinci ve coşkusu yerine büyük bir üzüntü yaşamaktayız.
Dil, toplumu ulus yapan, o toplumda yaşayan bireyleri birbirine kaynaştıran ulusal bir iletişim aracıdır. Öğretim ve öğrenmenin biricik anahtarı, bilgi aktarmanın ve biriktirmenin sağlayıcısıdır. Dil ile düşünce arasında çok sıkı bir bağlantı vardır. Bir dil başka dillerin karışımından oluşmuşsa, o dilin söz dağarcığı yabancı sözcüklerle yüklüyse, böyle bir dille açık seçik düşünülemez. Bir toplumun düşünce alanında gelişmesi, öncelikle dilinin yetkinliğine, zenginliğine bağlıdır.
Yüce Atatürk: ‘Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır’ diyerek dilin bir ulus açısından ne kadar önemli olduğuna vurgu yapmıştır.
Gelişmiş, yetkin ve zengin bir dilden yoksun toplum düşünce alanında yaratıcı olamaz. Bir toplumu değiştirmek, ona yeni bir yaşama düzeni getirmek geniş ölçüde o toplumun diline bağlıdır. Dilin, bir ulusun varlığının ve kültürünün emrinde, iyi bir anlatım aracı olarak kullanılabilmesi, sosyal yapının ortak gelişme koşullarına ayak uydurarak yol alabilmesine ve o sosyal yapının gereksinimlerine yeterince yanıt verebilmesine bağlıdır.
Dil konusunda hem Atatürk’ün hem de Türk Ulusu’nun gösterdiği kararlılık sonraki yıllarda gösterilmemiştir. Özellikle 1950’li yıllardan itibaren ABD ile başlayan ve AB ülkeleriyle devam eden yabancılaşma, her alanda olduğu gibi dilimiz ve kültürümüz üzerinde de etkili olmuş, hem sözlü ifadelerde, hem yazılı kullanımlarda yabancı özenticiliğini egemen kılmıştır. Ulusal kimliğimizin simgesi olan dilimiz, yabancı dillerin boyunduruğu altına girmiştir. Günümüzün yöneticileri ve aydınları tarafından dilimize gerekli özen gösterilmemektedir.
Yüzyıllar önce Karamanoğlu Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277’de yayınladığı fermanında: ‘Bugünden sonra divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır’ diyerek Türk diline sahip çıkarken bugün bizler ne kadar utanılacak durumda olduğumuzun farkında bile değiliz.”
Dil Bayramı kutlu olsun!
Dil, toplumu ulus yapan, o toplumda yaşayan bireyleri birbirine kaynaştıran ulusal bir iletişim aracıdır. Öğretim ve öğrenmenin biricik anahtarı, bilgi aktarmanın ve biriktirmenin sağlayıcısıdır. Dil ile düşünce arasında çok sıkı bir bağlantı vardır. Bir dil başka dillerin karışımından oluşmuşsa, o dilin söz dağarcığı yabancı sözcüklerle yüklüyse, böyle bir dille açık seçik düşünülemez. Bir toplumun düşünce alanında gelişmesi, öncelikle dilinin yetkinliğine, zenginliğine bağlıdır.
Yüce Atatürk: ‘Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır’ diyerek dilin bir ulus açısından ne kadar önemli olduğuna vurgu yapmıştır.
Gelişmiş, yetkin ve zengin bir dilden yoksun toplum düşünce alanında yaratıcı olamaz. Bir toplumu değiştirmek, ona yeni bir yaşama düzeni getirmek geniş ölçüde o toplumun diline bağlıdır. Dilin, bir ulusun varlığının ve kültürünün emrinde, iyi bir anlatım aracı olarak kullanılabilmesi, sosyal yapının ortak gelişme koşullarına ayak uydurarak yol alabilmesine ve o sosyal yapının gereksinimlerine yeterince yanıt verebilmesine bağlıdır.
Dil konusunda hem Atatürk’ün hem de Türk Ulusu’nun gösterdiği kararlılık sonraki yıllarda gösterilmemiştir. Özellikle 1950’li yıllardan itibaren ABD ile başlayan ve AB ülkeleriyle devam eden yabancılaşma, her alanda olduğu gibi dilimiz ve kültürümüz üzerinde de etkili olmuş, hem sözlü ifadelerde, hem yazılı kullanımlarda yabancı özenticiliğini egemen kılmıştır. Ulusal kimliğimizin simgesi olan dilimiz, yabancı dillerin boyunduruğu altına girmiştir. Günümüzün yöneticileri ve aydınları tarafından dilimize gerekli özen gösterilmemektedir.
Yüzyıllar önce Karamanoğlu Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277’de yayınladığı fermanında: ‘Bugünden sonra divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır’ diyerek Türk diline sahip çıkarken bugün bizler ne kadar utanılacak durumda olduğumuzun farkında bile değiliz.”
Dil Bayramı kutlu olsun!