05/11/2009, 17:37
Cumhuriyet
05.11.2009
Harf Devrimi’nin 81. Yılı
İ. GÜRŞEN KAFKAS
Harf ya da Yazı Devrimi (1 Kasım 1928) Cumhuriyetin kuruluşunun beşinci yılında ve her alanda yenileşme devrimlerinin yapılageldiği bir süreçte yapıldı. Ülkenin aydınlanma başlangıcının en önemli ve en büyük adımı “Harf Devrimi”dir.
Osmanlı’nın kullandığı Arap abecesi Türkçe konuşma ve yazı diline uygun değildi. Eski yazının öğrenilmesi güçtü, kullanımı sorunlar yaratıyordu. Türkçenin doğasındaki sesleri yansıtamıyor, ünlü sesleri göstermiyordu. Bazı ünsüzler için uzatma, kısaltma harflerinin eklentisi gerekiyordu. Yazı Devrimi, yenileşmeci dilimize ayna tutmuştu. Osmanlıcadaki “terkipler, deyimler” Türkçeye baskındı. Türk dili tanınmaz durumdaydı. Türkçe özünden uzaklaşmış, Arapça ile bütünleşmişti.
Genç Türkiye Cumhuriyeti her alanda gerçekleştirmeye çalıştığı devrimle, halkının bilimsel, sanatsal yaratıcılığını ortaya çıkarmaya çalışıyordu.
Genç Cumhuriyet, Arap abecesiyle sosyal, kültürel, sanatsal alandaki toplumun düşünsel üretimini hızlandıramayacaktı. Bilimde, sanatta, teknikte ve sosyal yapıdaki kavramsal yenileşmelerde beklenen sonuç alınamayacaktı.
“Dil demek ulus demektir” özdeyişinden yola çıkıldığında, yeni cumhuriyetin yeni diliyle yüzleşmesi gerektiği anlaşılmıştı. Kimliğini yitirmiş Arapça terim, terkip, deyim ve tamlamaların yoğunca kullanıldığı dil Türkçe olamazdı. Bir çözüm gerekliydi. Türkçenin önde tutulduğu bir çözüm…
Osmanlıca, yüzyıllar süren imparatorluğun dili olarak önemli kalıtlarıyla biliniyordu. Ancak, dilin yenileşmesi gerektiği de önemli bir gerçekti. Yeni devletin yeni dili özellikleriyle ortaya konulmalıydı.
Dil Devrimi öncesi nüfusun erkelerde yüzde 7’si, kadınlarda yüzde 3’ü okuma yazma biliyordu. Genel oranlarda yüzde 2-7 arası yok sayılacak bir istatistiki veriydi. Okuma oranının düşüklüğü düşündürücüydü.
Arap abecesi, halkta dinsel bir anlamı çağrıştırıyordu. Okuma yazmadan yoksun halk, yerde gördüğü Arap harfleriyle yazılı bir gazete parçası, bir kitap veya nota inanç penceresinden bakarak değişik, saygın anlamlar yüklüyordu. Cehalete (bilgisizlik) dildeki bu karmaşa da neden olmaktaydı. Vatandaş kendi dilini, kolay ve anlaşılır harflerle öğrenmeliydi.
Yazı dilinde, “din ve Arapça dil” kavramlarının örtüşmesi ülkenin yenileşme ve gelişmesinin önünde önemli bir engel olmaktaydı. Özdemir İnce Harf Devrimi ile ilgili yazısında, “Türkler kendi has alfabelerini bırakıp Arap alfabesini aldılar. Arap alfabesinde kiracı oturacaklarına kendilerine Latin alfabesinden ev yaptılar” diye konuyu güzelce yorumlamış.
Osmanlı aydınlarınca da dil ile ilgili yoğun tartışmaların yapıldığı bilinmektedir. Mustafa Kemal, yazının değiştirilmesi düşüncesini ilgililerle görüşmüş, tartışmış ve bir kurul oluşturulmasına karar verilmişti. “Alfabe Komisyonu”na, ek olarak “Dil Encümeni”ne görev verilmişti.
Mustafa Kemal, yeni abeceyi dilci İbrahim Necmi Dilmen’den öğrenmişti. 20 Mayıs 1928’de 1288 sayılı yasa ile öncelikle Arap rakamlarının kullanılmasına son verildi. Uluslararası rakamların kullanılmasına bu tarihten sonra başlanıldı.
Yönünü çağdaş uygarlığa çeviren genç cumhuriyetin yenileşmeci devrimlerinin gerçekleşebilmesi “Dil Devrimi”yle olabilecekti. Mustafa Kemal, Başbakan İsmet İnönü’ye yeni harflerle yazdığı mektubu, Falih Rıfkı Atay Sarayburnu’nda halka okudu. “Arkadaşlar, güzel dilimizi anlatabilmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahenkli, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardır kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurarak anlaşılmayan işaretlerden kendimizi kurtarmalıyız. Yakın gelecekte bütün dünya tanık olacaktır. Buna kesinlikle inanıyorum” diye ekliyordu.
Atatürk, yazı devrimini tanıtmak amacıyla hemen yurt gezilerine çıkarak halkı aydınlattı. 1 Kasım 1928’de 1353 sayılı yasayla, 29 harften oluşan yeni Türk abecesi kabul edildi. Atatürk, yurt gezilerinde yeni harflerin, abecenin önemini, değişikliğin nedenlerini anlattı. Halkın bilinçlenmesini, harf devriminin dinle ilgisinin olmadığını örnekleyerek açıklıyordu. 1 Kasım 1928’de Latin alfabesine dayalı yeni Türk alfabesinin kabulü sonrası, 24 Kasım 1928’de “Millet Mektepleri” açıldı. Halka, yurdun her yerinde okuma yazma öğretiliyordu. Atatürk bu çalışmayı 1928’de karatahta başında bizzat başlattı. Ona, “Millet Mektepleri Başöğretmeni” unvanı verildi. “Benim asıl anlatılacak yanım öğretmenliğimdir” özdeyişini bu nedenle söylemişti. Dünyada “Başöğretmen” unvanı olan tek lider Mustafa Kemal’dir. “Türkçe varsıl bir dildir” özdeyişiyle Türkçeye duyduğu güveni ve sevgiyi anlatıyordu. “Türkçe giderse Türkiye gider” özlü sözüyle Oktay Sinanoğlu dilimizin önemini vurguluyor. Türkçemizi bilim dili ve sanat dili donanımında kullanarak yaygınlaştırmalıyız. Yeni harflerimizle ülkemize aydınlık bir gelecek dileklerimle…
05.11.2009
Harf Devrimi’nin 81. Yılı
İ. GÜRŞEN KAFKAS
Harf ya da Yazı Devrimi (1 Kasım 1928) Cumhuriyetin kuruluşunun beşinci yılında ve her alanda yenileşme devrimlerinin yapılageldiği bir süreçte yapıldı. Ülkenin aydınlanma başlangıcının en önemli ve en büyük adımı “Harf Devrimi”dir.
Osmanlı’nın kullandığı Arap abecesi Türkçe konuşma ve yazı diline uygun değildi. Eski yazının öğrenilmesi güçtü, kullanımı sorunlar yaratıyordu. Türkçenin doğasındaki sesleri yansıtamıyor, ünlü sesleri göstermiyordu. Bazı ünsüzler için uzatma, kısaltma harflerinin eklentisi gerekiyordu. Yazı Devrimi, yenileşmeci dilimize ayna tutmuştu. Osmanlıcadaki “terkipler, deyimler” Türkçeye baskındı. Türk dili tanınmaz durumdaydı. Türkçe özünden uzaklaşmış, Arapça ile bütünleşmişti.
Genç Türkiye Cumhuriyeti her alanda gerçekleştirmeye çalıştığı devrimle, halkının bilimsel, sanatsal yaratıcılığını ortaya çıkarmaya çalışıyordu.
Genç Cumhuriyet, Arap abecesiyle sosyal, kültürel, sanatsal alandaki toplumun düşünsel üretimini hızlandıramayacaktı. Bilimde, sanatta, teknikte ve sosyal yapıdaki kavramsal yenileşmelerde beklenen sonuç alınamayacaktı.
“Dil demek ulus demektir” özdeyişinden yola çıkıldığında, yeni cumhuriyetin yeni diliyle yüzleşmesi gerektiği anlaşılmıştı. Kimliğini yitirmiş Arapça terim, terkip, deyim ve tamlamaların yoğunca kullanıldığı dil Türkçe olamazdı. Bir çözüm gerekliydi. Türkçenin önde tutulduğu bir çözüm…
Osmanlıca, yüzyıllar süren imparatorluğun dili olarak önemli kalıtlarıyla biliniyordu. Ancak, dilin yenileşmesi gerektiği de önemli bir gerçekti. Yeni devletin yeni dili özellikleriyle ortaya konulmalıydı.
Dil Devrimi öncesi nüfusun erkelerde yüzde 7’si, kadınlarda yüzde 3’ü okuma yazma biliyordu. Genel oranlarda yüzde 2-7 arası yok sayılacak bir istatistiki veriydi. Okuma oranının düşüklüğü düşündürücüydü.
Arap abecesi, halkta dinsel bir anlamı çağrıştırıyordu. Okuma yazmadan yoksun halk, yerde gördüğü Arap harfleriyle yazılı bir gazete parçası, bir kitap veya nota inanç penceresinden bakarak değişik, saygın anlamlar yüklüyordu. Cehalete (bilgisizlik) dildeki bu karmaşa da neden olmaktaydı. Vatandaş kendi dilini, kolay ve anlaşılır harflerle öğrenmeliydi.
Yazı dilinde, “din ve Arapça dil” kavramlarının örtüşmesi ülkenin yenileşme ve gelişmesinin önünde önemli bir engel olmaktaydı. Özdemir İnce Harf Devrimi ile ilgili yazısında, “Türkler kendi has alfabelerini bırakıp Arap alfabesini aldılar. Arap alfabesinde kiracı oturacaklarına kendilerine Latin alfabesinden ev yaptılar” diye konuyu güzelce yorumlamış.
Osmanlı aydınlarınca da dil ile ilgili yoğun tartışmaların yapıldığı bilinmektedir. Mustafa Kemal, yazının değiştirilmesi düşüncesini ilgililerle görüşmüş, tartışmış ve bir kurul oluşturulmasına karar verilmişti. “Alfabe Komisyonu”na, ek olarak “Dil Encümeni”ne görev verilmişti.
Mustafa Kemal, yeni abeceyi dilci İbrahim Necmi Dilmen’den öğrenmişti. 20 Mayıs 1928’de 1288 sayılı yasa ile öncelikle Arap rakamlarının kullanılmasına son verildi. Uluslararası rakamların kullanılmasına bu tarihten sonra başlanıldı.
Yönünü çağdaş uygarlığa çeviren genç cumhuriyetin yenileşmeci devrimlerinin gerçekleşebilmesi “Dil Devrimi”yle olabilecekti. Mustafa Kemal, Başbakan İsmet İnönü’ye yeni harflerle yazdığı mektubu, Falih Rıfkı Atay Sarayburnu’nda halka okudu. “Arkadaşlar, güzel dilimizi anlatabilmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahenkli, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardır kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurarak anlaşılmayan işaretlerden kendimizi kurtarmalıyız. Yakın gelecekte bütün dünya tanık olacaktır. Buna kesinlikle inanıyorum” diye ekliyordu.
Atatürk, yazı devrimini tanıtmak amacıyla hemen yurt gezilerine çıkarak halkı aydınlattı. 1 Kasım 1928’de 1353 sayılı yasayla, 29 harften oluşan yeni Türk abecesi kabul edildi. Atatürk, yurt gezilerinde yeni harflerin, abecenin önemini, değişikliğin nedenlerini anlattı. Halkın bilinçlenmesini, harf devriminin dinle ilgisinin olmadığını örnekleyerek açıklıyordu. 1 Kasım 1928’de Latin alfabesine dayalı yeni Türk alfabesinin kabulü sonrası, 24 Kasım 1928’de “Millet Mektepleri” açıldı. Halka, yurdun her yerinde okuma yazma öğretiliyordu. Atatürk bu çalışmayı 1928’de karatahta başında bizzat başlattı. Ona, “Millet Mektepleri Başöğretmeni” unvanı verildi. “Benim asıl anlatılacak yanım öğretmenliğimdir” özdeyişini bu nedenle söylemişti. Dünyada “Başöğretmen” unvanı olan tek lider Mustafa Kemal’dir. “Türkçe varsıl bir dildir” özdeyişiyle Türkçeye duyduğu güveni ve sevgiyi anlatıyordu. “Türkçe giderse Türkiye gider” özlü sözüyle Oktay Sinanoğlu dilimizin önemini vurguluyor. Türkçemizi bilim dili ve sanat dili donanımında kullanarak yaygınlaştırmalıyız. Yeni harflerimizle ülkemize aydınlık bir gelecek dileklerimle…