30/08/2009, 01:20
26-30 Ağustos 1922 Büyük Taarruz-Başkomutanlık Meydan Muharebesi Zaferinin 87. Yıldönümü
Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir’ diyenlerin savaşıydı bu... ’Bütün kaleleri zaptededilmiş’ bir imparatorluktan yeni bir devlet doğacaktı.
’Biz şeref ve haysiyetiyle yaşamak isteyen bir milletiz’ diyenler el ele, omuz omuza verdiler. Bitmiş ve tükenmiş olarak ölüme terk edilmiş Anadolu’dan gök kubbeye destanlar yazacak adsız kahramanlar, vatan için, bayrak için, Tanrı için yollara döküldüler.
Yalın ayaktılar. Çarıklarının altı yoktu. Var olan Türklük’ün yüce ruhuydu. Düğüne koşar gibi şahadet şerbetini içmeye koştular. Sakarya Meydan Savaşı zaferle sonuçlanmış TBMM kürsüsünde konuşan gaziyi dinliyoruz:
’Efendiler,
’Bütün cihanın bilmesi lazımdır ki Türk halkı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun hükümeti uşak muamelesine tahammül edemez.’
Dünya son asrın dehasını alkışlıyordu. Yaşananlar, ölüme meydan okuyanların destanıydı; çünkü...Savaş meydanları toprağı vatan kılanlarla donanırken, siyasetin ve iktidar hırsının arsızlığı ve doymazlığı kimi kişilerin kafasında, bir yılan misali, tüm başarılara kin kusuyordu.Cephenin ilerisinde ve gerisinde olumluluk kadar olumsuzluk varlığını sürdürüyor olsa da Gazi Mustafa Kemal milletiyle birlikte bir vatan yaratmanın aşkını yaşıyordu, çoğalarak...
’İkdam’ gazetesinde Halide Edip’in ’Ateşten Gömlek’i yayımlanmaya başlanmıştı bile... İstiklal Marş’ımızın şairi Mehmet Ãkif ’Bugün de, yarın da herkes gözünü dört açmalı, kimin ve neyin hesabına birbirimizin gırtlağına sarılmamız isteniyor, bunu çok iyi düşünmeli’ diyordu.
Kendilerini dünyanın efendisi sayan ve öyle kabul edilmesini isteyen işgalci güçler her türlü zulmü ve katliamı çoluk çocuk demeden uyguluyor ve ’Osmanlı’yı bitirdik, şimdi Anadolu’da Türklük’ü bitireceğiz’ sloganlarıyla işkence modelleri üretiyorlardı.
Görünüşte günler kara, gelecek akılları susturacak ölçüdeyken vatanları için dövüşenler aydınlık bir ufkun erleri olarak kuşkuya düşmediler.
Bitmiş, tükenmiş ve teslim bayraklarını çekmiş olan İstanbul hükümeti ise kurtuluş destanını kanlarıyla yazanların yok edilmesinin histeri nöbetindeydi. Padişah ve taraftarlarının ’arz-ı ihanete’ dönüşmüş vatanın ’harim-i ismetine’ bir kanlı bıçak gibi girenler desteklenir olmuştu. Ali Kemal, 7 Ağustos tarihli yazısında ’Ankara’nın iç ve dış siyaseti iflas etmiştir’ diyecek kadar alçalmıştır.
İdrakleri öteyi göremeyenlerle, müstemleke (sömürülen ülke) olmayı içlerine sindirenler savaş alanlarından gelecek olumsuz haberlerin bekleyişi içinde bölücülük tohumlarını rastgele serpiyorlardı.
14 Ağustos gecesi, 15’inci Tümen yola döküldü. Afyon’a iniyoruz. Aynı saatlerde Azerbaycan büyükelçiliğindeki yemekte Gazi Mustafa Kemal, Azeri şarkılarının gönüllere serpiştirildiği ortamda bir hafta sonra taarruza geçileceğini söylemişti.
’Megalo Idea’nın askerleriyse galibiyetlerinden emin olarak Afyon Orduevi’nde verilecek balonun keyfindeydiler.
]’Gökyüzünde kara kara bulutlar
]Hayın mı hayın!
]Bir gün gelir hesabını sorarız
]Buralarda durmayın’
dedikse de zafer sarhoşu, efsun askerler çekip gitmediler.
24 Ağustos sabahı Sandıklı’dayız. Gerilmiş bir yaydı Mustafa Kemal. Tanrı aydınlık bir şafak olmuş gözlerinde parlıyor, Akdeniz’e bir şimşek gibi uzanıyordu.
Bataryalar biraz daha ileriye kaydılar. Rüzgârın ve toprağın bile duyumsadığı bir sessizliğin içinde sis ve karanlığın örttüğü gecede Başkomutan Mustafa Kemal, Fevzi Paşa ve ismet Paşa’yla birlikte karargâhlarının savaş kademeleri Kocatepe’ye çıktılar.
05:30: ’Topların çelik ağzı bir hücum marşını çalıyordu’ artık... Tahrip ateşi başlamıştı. Yunan’ın bilinen tek noktası ateş altına alınmıştı.’Ya ölüm, ya istiklal’ haykırışı ay-yıldızlı bir bayrak olmuş, dalgalanıyordu. Türk fırtınasıydı esen... Emirlerle bütünleşen dualar ve tekbirler, mermilerle sarmaş dolaş Yunanların üstüne yağıyor, Mehmetçikler nurdan bir ışık olarak İzmir’e akıyordu. ’Geçilmez’ denilen her yer geçiliyor, ’Alınmaz’ denilen her yer alınıyordu.
Türk’ün ayranı kabarmış ölüme meydan okuyor ve ’Geldikleri gibi giderler’ mucizesini gerçekleştiriyorlardı. Zulmü, utanmazlığı ve haddini bilmezliği yok eden bir depremdi bu... Mazlum milletlerin kurtuluş müjdecisiydi olanlar...
Haklıydık. Kutsal bir savaşın hak bilir inançlı insanlarıydık.’Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım’ kükremesiyle insanlık tarihine namuslu ve onurlu yaşamanın meydan savaşını veriyorduk. Yenilmezlik tahtının ebedi sahibi Gazi Mustafa Kemal’in askerleriydiler,kısacası... Yürüyorlar, koşuyorlar, koşmuyorlar, uçuyorlardı. Ve Tınaztepe’de bir Mehmetçik kaçan Yunan’ın geride bıraktığı bir topun üzerinde Allah-ü Ekber çağrısıyla tüm emperyalistlere ’Bu topraklar bizimdir’ diyerek haykırdı. Evet bu topraklar bizimdir.
Tarihimiz, şanlarımız, şereflerimiz, ecdadımız ;Mevlana’mız, Yunus’umuz, Hacı Bektaşi Veli’miz ile unutulmuş kahramanlarımız bu topraklarda yaşar .
Başta Yüce Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Kahraman silah arkadaşları olmak üzere Cumhuriyet’in kurulması uğruna canlarını feda eden Gazi ve Şehitlerimizi binlerce şükran, binlerce minnet duyguları içinde rahmetle anıyor yüceliklerinin önünde saygıyla eğiliyoruz.
Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir’ diyenlerin savaşıydı bu... ’Bütün kaleleri zaptededilmiş’ bir imparatorluktan yeni bir devlet doğacaktı.
’Biz şeref ve haysiyetiyle yaşamak isteyen bir milletiz’ diyenler el ele, omuz omuza verdiler. Bitmiş ve tükenmiş olarak ölüme terk edilmiş Anadolu’dan gök kubbeye destanlar yazacak adsız kahramanlar, vatan için, bayrak için, Tanrı için yollara döküldüler.
Yalın ayaktılar. Çarıklarının altı yoktu. Var olan Türklük’ün yüce ruhuydu. Düğüne koşar gibi şahadet şerbetini içmeye koştular. Sakarya Meydan Savaşı zaferle sonuçlanmış TBMM kürsüsünde konuşan gaziyi dinliyoruz:
’Efendiler,
’Bütün cihanın bilmesi lazımdır ki Türk halkı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun hükümeti uşak muamelesine tahammül edemez.’
Dünya son asrın dehasını alkışlıyordu. Yaşananlar, ölüme meydan okuyanların destanıydı; çünkü...Savaş meydanları toprağı vatan kılanlarla donanırken, siyasetin ve iktidar hırsının arsızlığı ve doymazlığı kimi kişilerin kafasında, bir yılan misali, tüm başarılara kin kusuyordu.Cephenin ilerisinde ve gerisinde olumluluk kadar olumsuzluk varlığını sürdürüyor olsa da Gazi Mustafa Kemal milletiyle birlikte bir vatan yaratmanın aşkını yaşıyordu, çoğalarak...
’İkdam’ gazetesinde Halide Edip’in ’Ateşten Gömlek’i yayımlanmaya başlanmıştı bile... İstiklal Marş’ımızın şairi Mehmet Ãkif ’Bugün de, yarın da herkes gözünü dört açmalı, kimin ve neyin hesabına birbirimizin gırtlağına sarılmamız isteniyor, bunu çok iyi düşünmeli’ diyordu.
Kendilerini dünyanın efendisi sayan ve öyle kabul edilmesini isteyen işgalci güçler her türlü zulmü ve katliamı çoluk çocuk demeden uyguluyor ve ’Osmanlı’yı bitirdik, şimdi Anadolu’da Türklük’ü bitireceğiz’ sloganlarıyla işkence modelleri üretiyorlardı.
Görünüşte günler kara, gelecek akılları susturacak ölçüdeyken vatanları için dövüşenler aydınlık bir ufkun erleri olarak kuşkuya düşmediler.
Bitmiş, tükenmiş ve teslim bayraklarını çekmiş olan İstanbul hükümeti ise kurtuluş destanını kanlarıyla yazanların yok edilmesinin histeri nöbetindeydi. Padişah ve taraftarlarının ’arz-ı ihanete’ dönüşmüş vatanın ’harim-i ismetine’ bir kanlı bıçak gibi girenler desteklenir olmuştu. Ali Kemal, 7 Ağustos tarihli yazısında ’Ankara’nın iç ve dış siyaseti iflas etmiştir’ diyecek kadar alçalmıştır.
İdrakleri öteyi göremeyenlerle, müstemleke (sömürülen ülke) olmayı içlerine sindirenler savaş alanlarından gelecek olumsuz haberlerin bekleyişi içinde bölücülük tohumlarını rastgele serpiyorlardı.
14 Ağustos gecesi, 15’inci Tümen yola döküldü. Afyon’a iniyoruz. Aynı saatlerde Azerbaycan büyükelçiliğindeki yemekte Gazi Mustafa Kemal, Azeri şarkılarının gönüllere serpiştirildiği ortamda bir hafta sonra taarruza geçileceğini söylemişti.
’Megalo Idea’nın askerleriyse galibiyetlerinden emin olarak Afyon Orduevi’nde verilecek balonun keyfindeydiler.
]’Gökyüzünde kara kara bulutlar
]Hayın mı hayın!
]Bir gün gelir hesabını sorarız
]Buralarda durmayın’
dedikse de zafer sarhoşu, efsun askerler çekip gitmediler.
24 Ağustos sabahı Sandıklı’dayız. Gerilmiş bir yaydı Mustafa Kemal. Tanrı aydınlık bir şafak olmuş gözlerinde parlıyor, Akdeniz’e bir şimşek gibi uzanıyordu.
Bataryalar biraz daha ileriye kaydılar. Rüzgârın ve toprağın bile duyumsadığı bir sessizliğin içinde sis ve karanlığın örttüğü gecede Başkomutan Mustafa Kemal, Fevzi Paşa ve ismet Paşa’yla birlikte karargâhlarının savaş kademeleri Kocatepe’ye çıktılar.
05:30: ’Topların çelik ağzı bir hücum marşını çalıyordu’ artık... Tahrip ateşi başlamıştı. Yunan’ın bilinen tek noktası ateş altına alınmıştı.’Ya ölüm, ya istiklal’ haykırışı ay-yıldızlı bir bayrak olmuş, dalgalanıyordu. Türk fırtınasıydı esen... Emirlerle bütünleşen dualar ve tekbirler, mermilerle sarmaş dolaş Yunanların üstüne yağıyor, Mehmetçikler nurdan bir ışık olarak İzmir’e akıyordu. ’Geçilmez’ denilen her yer geçiliyor, ’Alınmaz’ denilen her yer alınıyordu.
Türk’ün ayranı kabarmış ölüme meydan okuyor ve ’Geldikleri gibi giderler’ mucizesini gerçekleştiriyorlardı. Zulmü, utanmazlığı ve haddini bilmezliği yok eden bir depremdi bu... Mazlum milletlerin kurtuluş müjdecisiydi olanlar...
Haklıydık. Kutsal bir savaşın hak bilir inançlı insanlarıydık.’Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım’ kükremesiyle insanlık tarihine namuslu ve onurlu yaşamanın meydan savaşını veriyorduk. Yenilmezlik tahtının ebedi sahibi Gazi Mustafa Kemal’in askerleriydiler,kısacası... Yürüyorlar, koşuyorlar, koşmuyorlar, uçuyorlardı. Ve Tınaztepe’de bir Mehmetçik kaçan Yunan’ın geride bıraktığı bir topun üzerinde Allah-ü Ekber çağrısıyla tüm emperyalistlere ’Bu topraklar bizimdir’ diyerek haykırdı. Evet bu topraklar bizimdir.
Tarihimiz, şanlarımız, şereflerimiz, ecdadımız ;Mevlana’mız, Yunus’umuz, Hacı Bektaşi Veli’miz ile unutulmuş kahramanlarımız bu topraklarda yaşar .
Başta Yüce Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Kahraman silah arkadaşları olmak üzere Cumhuriyet’in kurulması uğruna canlarını feda eden Gazi ve Şehitlerimizi binlerce şükran, binlerce minnet duyguları içinde rahmetle anıyor yüceliklerinin önünde saygıyla eğiliyoruz.