02/07/2009, 14:36
Cumhuriyet- Bilim Teknik
26.06.2009
][B]Bir uygarlık göstergesi: Safranbolu[/B][/color]
1975 dünyada ‘Tarihi Mirasın Korunması’ yılı ilan edilmişti. Aynı yılın ağustos ayında Türkiye’de en büyük halk katılımıyla yapılan Safranbolu haftaları başladı. 1975, 1976, 1977’de her yıl bir hafta bu aydınlanma ve bilinçlenme olayı sürdürüldü. 1999 yılında Safranbolu dünya mirası listelerine Türk kenti olarak girdi. Doğan Kuban
Oraya gidin. Ve ona sahip çıkın. Tarihin üretip miras bıraktığı şeylerdeki ortaklık kadar hiçbir şey bir toplumun kişilerini birbirleriyle kardeş yapamaz. İnsanları birbirlerine düşüren ve çağdaş kargaşayı yaratanları işlevsiz bırakacak en güzel yöntem tarihin bıraktıklarına birleştiren miras olarak bakmasını öğrenmektir.
Bu Cumhuriyet tarihinin çağdaş uygarlık bağlamında halk katılımı ile sağlanan en büyük sosyal atılımı sayılabilir. Safranbolu bugün Türkiye’nin en iyi korunmuş kentidir. Türkiye’de tarihi kent koruma çabalarının en gözde olanı ve olumlu sonuç verenidir. Ve kendi halkının önayak olduğu bir çağdaşlaşma olgusunun en gönendirici örneğidir.
Geçenlerde Safranbolu’ya gittim. Tarihi Safranbolu yaşıyordu. Tarihi Safranbolu Türkiye’nin en önemli tarihi kentlerinden bin kat daha iyi korunmuştu. Ve Türkiye’yi ziyarete gelen bütün yabancılar Safranbolu diye bir kenti tanıyorlardı. Halk tarih bilincinin bir küçük kenti ekonomik olarak yaşatacağını öğrenmişti. Safranbolulular bu çabalarının olumlu sonuçlarını görmüş ve sürdürüyorlardı. Safranbolu’da çağdaş aydınlık insanların, politik düşünce ve kavgalar üstünde, ortak olarak sahip çıktıkları bir kent mirası bilinci oluşmuştu. Ve bunları kültür alanında taçlandıran bir güzel sanatlar fakültesi kurulmuştu.
Safranbolu’da Türkiye’de eskiden tanıdığım, yaşadığım hiçbir kentte kâbil olmayacak bir duruluk içinde yıkandım. Tarihin çağdaşlaşmayı sağlayan araçlardan biri olabileceğini kanıtlanmış olarak görüp büyük bir mutluluk duydum.
Bir tarihi kentin koruma çabasının ve bunun başarısının bir öncü sosyal çağdaşlaşma olgusu olduğunu düşündüm. O günlerde Safranbolu insanının katkısı ile gerçekleşen bu çabayı ve ürününü kamuoyuna yeni çabaları teşvik edici bir örnek olarak sunmak gereğini duydum.
]KIZILTAN ULUKAVAK[/color]
1975-77 arasında Safranbolu halkı her yıl 200-250 tarihçi, sanat tarihçisi, mimar, ressam, heykeltıraş, fotoğrafçı, politikacı, yazar, gazeteci, film yapıcısı Türk aydınını kendi evlerinde yılda bir hafta misafir ettiler. O zaman Türkiye’nin en büyük aydın belediye başkanı olarak tanıdığım Kızıltan Ulukavak bu toplumsal hareketin başını çekti. Kasaba halkını örgütledi. Ve Türkiye’de şimdiye kadar hiçbir kent ve kasabada olmayan bir tarihi kent koruma olgusunu gerçekleştiren yolu açtı. Ona ve bütün Safrabolululara, ve Safranbolu’nun korunmasına ufak ve büyük katkısı olan herkese selam olsun. Bu ülke kültürü hepsine teşekkür borçludur. Bu olay Türkiye’de başka hiçbir kent ve kasabada gerçekleşmediği için Cumhuriyet tarihinin en yalın ve başarılı sosyal katılım, bilinçlenme hareketi olarak incelenmelidir.
Tarihi çevre koruma bir yasa sorunu değildir; bir kültürel tavırdır. Avrupa toplumları kentlerinin tarihi yapısını yasalardan önce de koruyorlardı. Türkiye’de ise yasa da olsa koruyamadığımızı ya da korumakta zorlandığımızı gördük. Başta İstanbul olmak üzere ünlü tarihi kentlerin durumu belli.
Dünyanın II. Dünya Savaşı’ndan sonra bilinçli olarak örgütlediği savaşta, gelişmiş ülkelerle birlikte kentlerin, tarihi, fiziksel varlığının korunmasının bir uygarlık birikimi olduğunu öğrendik. Bütün uygar insanlar bunun ulusal kimliğin öğelerinden biri olduğu yolunda da bilinçlendirdiler. Türkiye bu bilinçlenmeye ulaşmakta zorluk çeken bir toplumdur.Onun için Safranbolu olayı bir yerel katılım mucizesidir.
Kuşkusuz Safranbolu gerçekten kültür düzeyi yüksek insanlar yetiştiren özellikli bir yöre idi. Yine de bir bilinçlenme süreci, bir sahip çıkma süreci, bunun sürdürülmesi ve sonuçlandırılması gibi aşamalarda, Safranbolu bütün Türkiye’nin hastalığı olan toprak yağmasına direnebilen bir kamuoyu yaratabilen tek kent oldu.
Bugün kent kültür turizmi ya da tarihi özgün varlık turizmi denilebilecek bir etkinlik ile kendine bir geçim olanağı sağlamıştır.
UYGARLIĞIN GÖSTERİ ALANLARI
Uygarlık uzun zamanları içeren bir süreçtir. Avrupa’da iyi korunmuş kent sayısı saymakla bitmez. Parma, Floransa, Toledo, Aix-en-Provence, Dubrovnik, Carcassonne, Venedik anımsandığı zaman insanı duygulandıran uygarlık gösterileridir. Bunlara biz sadece Safranbolu’yu kattık. Önemli olan bu niteliğin ünlü anıtlarla değil, kentin konutları ve dokusu ile kazanılmış oluşudur. Bu ülkelerde bizden çok teknoloji, bizden iyi öğretim, bizden fazla zenginlik var. O toplumlar bu eski konutlarda yaşamanın bir konfor sıkıntısı değil, bir kültürel ayrıcalık niteliği olduğunu nasılsa öğrenmişler. Amerika’nın birkaç yüz yıllık tarihinde bile bizden çok korunmuş kent var.
Cenevre’de ya da Basel’de bu zengin insanların bu evlerde nasıl yaşadıklarına şaşarsınız. Paris’in Londra’nın eski mahallelerinde zenginler oturur. Türk halkının para kazanıp burjuvalaşan bölümü böyle bir bilince sahip olamadı.
Orta İngiltere’nin bazı kentlerinin tarihi merkezlerinde bazen bir tane bile yeni bina görmezsiniz. Bizim zenginlerimiz Süleymaniye’de eski bir evde oturmaz. Bu mahalleleri İstanbul’la ilgisi olmayan fakir köylülere bıraktılar.
Kuşkusuz Avrupalının koruma bilinci başka kültür olaylarıyla paralel yürümüştür. İngiliz Shakespeare’i, Alman Goethe’yi, Fransız Montaigne’i, İtalyan Dante’yi yaşamının bir boyutu yapmıştır. Bizim en okumuşumuz Yunus, Fuzuli ya da Mehmet Akif ve Fikret’i neredeyse unutmuştur.
Safranbolu’da ilginç bir olay başıma geldi. Sabah ezanında nasıl olduysa bir aralık sadece bir müezzinin ezan sesi geldi. Öteki müezzinler hoparlörlerini henüz açmamışlardı. O zaman kendimi eskiden olduğu gibi Boğaziçi’nde karşı sahilde Bebek Camisi imamının sesini dinlermiş gibi hissettim. Sanki bu hoparlör sesi değil, insan sesiydi. Ve yüzlerce, binlerce yıllık bir kültür gösterisi idi. Ve Safranbolu’ya da uyuyordu. Yeniden çocukluğumu yaşadım. Ve yaşım kadar büyüdüm. Tarih genelde öyle bir boyuttur.
Biz kuşkusuz 21. yüzyıl insanıyız. İstesek de istemesek de 2009 yılında yaşayacağız. Ama tarihin bizimle birlikte yaşamasına izin verirsek varlığımız da o kadar artar. 21. yüzyılın cüceleri olmayız.
Safranbolu’yu korunmuş olarak görünce onunla birlikte, sadece bir koruma uzmanı ve tarihçi olarak değil, bu geçmişin anısını yaşatabilen uygar bir toplum üyesi olarak kıvanç duydum. Ve Safranbolu insanlarına ortak bir varlığı paylaşan kardeşler olarak sevgi duydum.
Sevgili okuyucular,
Türkiye’de hiçbir kent, bir mimarı, bir tarihçiyi ve bir korumacıyı Safranbolu’yu görmek kadar heyecanlandıramaz. Oraya gidin. Ve ona sahip çıkın. Tarihin üretip miras bıraktığı şeylerdeki ortaklık kadar hiçbir şey bir toplumun kişilerini birbirleriyle kardeş yapamaz. İnsanları birbirlerine düşüren ve çağdaş kargaşayı yaratanları işlevsiz bırakacak en güzel yöntem tarihin bıraktıklarına birleştiren miras olarak bakmasını öğrenmektir. Bu edilgen bir öğreti değil etkin (aktif) bir öğrenme çabasıdır.
26.06.2009
][B]Bir uygarlık göstergesi: Safranbolu[/B][/color]
1975 dünyada ‘Tarihi Mirasın Korunması’ yılı ilan edilmişti. Aynı yılın ağustos ayında Türkiye’de en büyük halk katılımıyla yapılan Safranbolu haftaları başladı. 1975, 1976, 1977’de her yıl bir hafta bu aydınlanma ve bilinçlenme olayı sürdürüldü. 1999 yılında Safranbolu dünya mirası listelerine Türk kenti olarak girdi. Doğan Kuban
Oraya gidin. Ve ona sahip çıkın. Tarihin üretip miras bıraktığı şeylerdeki ortaklık kadar hiçbir şey bir toplumun kişilerini birbirleriyle kardeş yapamaz. İnsanları birbirlerine düşüren ve çağdaş kargaşayı yaratanları işlevsiz bırakacak en güzel yöntem tarihin bıraktıklarına birleştiren miras olarak bakmasını öğrenmektir.
Bu Cumhuriyet tarihinin çağdaş uygarlık bağlamında halk katılımı ile sağlanan en büyük sosyal atılımı sayılabilir. Safranbolu bugün Türkiye’nin en iyi korunmuş kentidir. Türkiye’de tarihi kent koruma çabalarının en gözde olanı ve olumlu sonuç verenidir. Ve kendi halkının önayak olduğu bir çağdaşlaşma olgusunun en gönendirici örneğidir.
Geçenlerde Safranbolu’ya gittim. Tarihi Safranbolu yaşıyordu. Tarihi Safranbolu Türkiye’nin en önemli tarihi kentlerinden bin kat daha iyi korunmuştu. Ve Türkiye’yi ziyarete gelen bütün yabancılar Safranbolu diye bir kenti tanıyorlardı. Halk tarih bilincinin bir küçük kenti ekonomik olarak yaşatacağını öğrenmişti. Safranbolulular bu çabalarının olumlu sonuçlarını görmüş ve sürdürüyorlardı. Safranbolu’da çağdaş aydınlık insanların, politik düşünce ve kavgalar üstünde, ortak olarak sahip çıktıkları bir kent mirası bilinci oluşmuştu. Ve bunları kültür alanında taçlandıran bir güzel sanatlar fakültesi kurulmuştu.
Safranbolu’da Türkiye’de eskiden tanıdığım, yaşadığım hiçbir kentte kâbil olmayacak bir duruluk içinde yıkandım. Tarihin çağdaşlaşmayı sağlayan araçlardan biri olabileceğini kanıtlanmış olarak görüp büyük bir mutluluk duydum.
Bir tarihi kentin koruma çabasının ve bunun başarısının bir öncü sosyal çağdaşlaşma olgusu olduğunu düşündüm. O günlerde Safranbolu insanının katkısı ile gerçekleşen bu çabayı ve ürününü kamuoyuna yeni çabaları teşvik edici bir örnek olarak sunmak gereğini duydum.
]KIZILTAN ULUKAVAK[/color]
1975-77 arasında Safranbolu halkı her yıl 200-250 tarihçi, sanat tarihçisi, mimar, ressam, heykeltıraş, fotoğrafçı, politikacı, yazar, gazeteci, film yapıcısı Türk aydınını kendi evlerinde yılda bir hafta misafir ettiler. O zaman Türkiye’nin en büyük aydın belediye başkanı olarak tanıdığım Kızıltan Ulukavak bu toplumsal hareketin başını çekti. Kasaba halkını örgütledi. Ve Türkiye’de şimdiye kadar hiçbir kent ve kasabada olmayan bir tarihi kent koruma olgusunu gerçekleştiren yolu açtı. Ona ve bütün Safrabolululara, ve Safranbolu’nun korunmasına ufak ve büyük katkısı olan herkese selam olsun. Bu ülke kültürü hepsine teşekkür borçludur. Bu olay Türkiye’de başka hiçbir kent ve kasabada gerçekleşmediği için Cumhuriyet tarihinin en yalın ve başarılı sosyal katılım, bilinçlenme hareketi olarak incelenmelidir.
Tarihi çevre koruma bir yasa sorunu değildir; bir kültürel tavırdır. Avrupa toplumları kentlerinin tarihi yapısını yasalardan önce de koruyorlardı. Türkiye’de ise yasa da olsa koruyamadığımızı ya da korumakta zorlandığımızı gördük. Başta İstanbul olmak üzere ünlü tarihi kentlerin durumu belli.
Dünyanın II. Dünya Savaşı’ndan sonra bilinçli olarak örgütlediği savaşta, gelişmiş ülkelerle birlikte kentlerin, tarihi, fiziksel varlığının korunmasının bir uygarlık birikimi olduğunu öğrendik. Bütün uygar insanlar bunun ulusal kimliğin öğelerinden biri olduğu yolunda da bilinçlendirdiler. Türkiye bu bilinçlenmeye ulaşmakta zorluk çeken bir toplumdur.Onun için Safranbolu olayı bir yerel katılım mucizesidir.
Kuşkusuz Safranbolu gerçekten kültür düzeyi yüksek insanlar yetiştiren özellikli bir yöre idi. Yine de bir bilinçlenme süreci, bir sahip çıkma süreci, bunun sürdürülmesi ve sonuçlandırılması gibi aşamalarda, Safranbolu bütün Türkiye’nin hastalığı olan toprak yağmasına direnebilen bir kamuoyu yaratabilen tek kent oldu.
Bugün kent kültür turizmi ya da tarihi özgün varlık turizmi denilebilecek bir etkinlik ile kendine bir geçim olanağı sağlamıştır.
UYGARLIĞIN GÖSTERİ ALANLARI
Uygarlık uzun zamanları içeren bir süreçtir. Avrupa’da iyi korunmuş kent sayısı saymakla bitmez. Parma, Floransa, Toledo, Aix-en-Provence, Dubrovnik, Carcassonne, Venedik anımsandığı zaman insanı duygulandıran uygarlık gösterileridir. Bunlara biz sadece Safranbolu’yu kattık. Önemli olan bu niteliğin ünlü anıtlarla değil, kentin konutları ve dokusu ile kazanılmış oluşudur. Bu ülkelerde bizden çok teknoloji, bizden iyi öğretim, bizden fazla zenginlik var. O toplumlar bu eski konutlarda yaşamanın bir konfor sıkıntısı değil, bir kültürel ayrıcalık niteliği olduğunu nasılsa öğrenmişler. Amerika’nın birkaç yüz yıllık tarihinde bile bizden çok korunmuş kent var.
Cenevre’de ya da Basel’de bu zengin insanların bu evlerde nasıl yaşadıklarına şaşarsınız. Paris’in Londra’nın eski mahallelerinde zenginler oturur. Türk halkının para kazanıp burjuvalaşan bölümü böyle bir bilince sahip olamadı.
Orta İngiltere’nin bazı kentlerinin tarihi merkezlerinde bazen bir tane bile yeni bina görmezsiniz. Bizim zenginlerimiz Süleymaniye’de eski bir evde oturmaz. Bu mahalleleri İstanbul’la ilgisi olmayan fakir köylülere bıraktılar.
Kuşkusuz Avrupalının koruma bilinci başka kültür olaylarıyla paralel yürümüştür. İngiliz Shakespeare’i, Alman Goethe’yi, Fransız Montaigne’i, İtalyan Dante’yi yaşamının bir boyutu yapmıştır. Bizim en okumuşumuz Yunus, Fuzuli ya da Mehmet Akif ve Fikret’i neredeyse unutmuştur.
Safranbolu’da ilginç bir olay başıma geldi. Sabah ezanında nasıl olduysa bir aralık sadece bir müezzinin ezan sesi geldi. Öteki müezzinler hoparlörlerini henüz açmamışlardı. O zaman kendimi eskiden olduğu gibi Boğaziçi’nde karşı sahilde Bebek Camisi imamının sesini dinlermiş gibi hissettim. Sanki bu hoparlör sesi değil, insan sesiydi. Ve yüzlerce, binlerce yıllık bir kültür gösterisi idi. Ve Safranbolu’ya da uyuyordu. Yeniden çocukluğumu yaşadım. Ve yaşım kadar büyüdüm. Tarih genelde öyle bir boyuttur.
Biz kuşkusuz 21. yüzyıl insanıyız. İstesek de istemesek de 2009 yılında yaşayacağız. Ama tarihin bizimle birlikte yaşamasına izin verirsek varlığımız da o kadar artar. 21. yüzyılın cüceleri olmayız.
Safranbolu’yu korunmuş olarak görünce onunla birlikte, sadece bir koruma uzmanı ve tarihçi olarak değil, bu geçmişin anısını yaşatabilen uygar bir toplum üyesi olarak kıvanç duydum. Ve Safranbolu insanlarına ortak bir varlığı paylaşan kardeşler olarak sevgi duydum.
Sevgili okuyucular,
Türkiye’de hiçbir kent, bir mimarı, bir tarihçiyi ve bir korumacıyı Safranbolu’yu görmek kadar heyecanlandıramaz. Oraya gidin. Ve ona sahip çıkın. Tarihin üretip miras bıraktığı şeylerdeki ortaklık kadar hiçbir şey bir toplumun kişilerini birbirleriyle kardeş yapamaz. İnsanları birbirlerine düşüren ve çağdaş kargaşayı yaratanları işlevsiz bırakacak en güzel yöntem tarihin bıraktıklarına birleştiren miras olarak bakmasını öğrenmektir. Bu edilgen bir öğreti değil etkin (aktif) bir öğrenme çabasıdır.