Sevgili arkadaşlar, Taş Bebek filminde yaşadığımız bir çok olay oldu. Ben bunlardan bazılarını paylaşmak istiyorum. Filmin çekiminde bulunan tüm emeği geçen arkadaşlarında yaşadıklarını aktarmalarını rica ediyorum.
Geçen sene Taş Bebek filminin çalışmaları sırasında, bütün ekip, defalarca Ankara'ya bağlı Aydıncık Köyü'ndeki çekimin yapılacağı mekana gittik.
Bu köyü bulmamızı sağlayan Zöhre Ana olmuştu.
"Seçkin Baba'nın türbesinin bulunduğu köye gidin orada bulursunuz" demişti.
O gün bu sohbetin içinde bulunanlardan bazıları çeşitli köyler söylesede, Zöhre Ana "Hayır ben o köyü uygun buluyorum, çocuklar siz oraya gidin" diye bize bir ışık yakmıştı.
Tabiki bizim için istikamet alternatifsiz, Aydıncık köyü oldu. Biz hep beraber bu köye gittik. Her yer kar altında...Bize kerpiçten yapılmış bir ev lazımdı ancak gördüklerimiz hep harabeydi…
Sağlam bir ev gösterdiler, bu evinde içi ve dış mekanı çekime uygun değildi. Aramaya devam ettik…Sonunda aradığımız evi bulduk. Biraz tamiratla istediğimiz hale gelebilirdi. Evin sahibi de kullanmamıza izin verince, çekimin yapılacağı yer belli oldu. Bir kaç gün sonra da evin tamiratına başladık.
Kapılar pencereler zımparalandı, her biri boyandı, camsız olan tüm pencerelere cam takıldı, evin beyaz badanalı dış boyası baştan aşağı kazındı, evin içi tavanlara kadar temizlendi, ocak tamir edilip ateş yakılacak duruma getirildi, içeride ve dışarıda kerpici dökülmüş yerler çamurla doldurulup doğallığı bozulmadan sıvandı. Evin önündeki bahçe, kazma kürek ve tırmıklarla temizlendi. Kenarda duran koca kütük (filmde Hüsne Hatunun Taş Bebeği bulduğu yerde duran kütük) bin bir güçlükle bahçenin ortasına getirildi. Hüsne Hatun’u canlandıran oyuncu arkadaşımız Figen, ayağı takılmadan insin çıksın, rahat yürüsün diye evin önündeki yükseklik kazıldı düzeltildi. Otlar yolundu… Daha neler neler..
Arkadaşlar tamir et, temizle, kapısı, bacası, zemini, bahçesi, penceresi, camı derken evin işini sonunda bitirdik. Aslına bakarsanız elimizden gelse evi alıp bir dağ başına götüreceğiz, yani o kadar gayretli ve heyecanlıyız. Birde her yer kar altında olmasa!…
Filmde kar olmaması gerekli. Kar erise, bu seferde her yer çamur olur, gene çalışmak güçleşecek diye telaş ediyoruz.
Biz tamirat işinden döndüğümüzde genelde çok geç saatler oluyordu. Her dönüşümüzde dergaha geliyor Pir Zöhre Ana’yı ziyarete çıkıyorduk. Çaylarımızı içerken yaptıklarımızı anlatıyorduk. Bu ziyaretlerimizin birinde, Pir Zöhre Ana’dan, çekim yapacağımız ortamı görmesi için köye birlikte gitmeyi rica ettik. Aslında mesele mekanı görmesi değil, yapacağımız işi lütufuyla kolaylaştırması, bize yerinde talimatlar vermesiydi.
İki gün sonra telefonum çaldı. Telefodaki Hasan’dı (Zöhre Ana’nın damadı):
- Hadi hazırlan, köye gidiyoruz. Acele et!”
Okadar acele ettim ki,“nerde kaldın” telefonları hiç susmadı. En sonunda kendimi dışarı attım. Bir baktım araba kapıda, Pir Zöhre Ana ve Hasan beni bekliyor. Bu arada Tunç, Şahımmerdan ve aracımızı kullanan Ali Zeynel’e telefonla ulaştım, ancak onlar yetişemediler. Biz yola çıktık…
Köye gelince ilk olarak Seçkin Baba’yı ziyaret ettik. Türbenin dışında duamızı ederken, yaşlı bir köylü yanımıza yaklaştı. Bir şeyler sormaya başladı. Zöhre Ana dua ederken rahatsız olmasın diye, duamı bitirip adamla ilgilendim.
Adam:
- Hoşgeldiniz.
Ben:
- Hoşbulduk amca.
- Nerden geliyonuz?
- Ankara’dan.
- İyi. Arsamı alacaksınız?
- Hayır ama sen galiba satmak istiyorsun!
- Alırsanız arsa var buralarda.
- Yok amca biz türbeyi ziyarete geldik.
- İyi Allah kabul etsin.
- Sağol.
Ana duasını bitirmişti arabaya yöneldi.
- Hadi gidelim uşaklar (çocuklar).
Yaşlı adam, Zöhre Ana’yı tanıyan gözlerle bakıyordu ama hiçbir harekette de bulunmuyordu. Zöhre Ana arabaya binerken:
- Ne soruyordu?
- Satılık arsa varmış onu söylüyor.
Arabaya binip çekim yapacağımız eve yöneldik... Ana, evin içini dışını gezerken:
- Tam mübareğin yaşadığı ev gibi bir ev bulmuşsunuz. Yalnız onun evinin kapısı doğuya bakıyordu, bu evin ki güneye bakıyor.
Ben:
- Zöhre Ana, yaklaşık yüz yıllık bir ev olduğunu söylüyorlar. Evin sahibi çoktan ölmüş, çocuklarıda oturmamışlar burada. Adam hep kapının önünde tek başına öylece otururmuş.
Ana:
- İnançlı adammış, sabah akşam Allah’a yalvarırmış. Ona nasip oldu... Şu karşıdaki ağaca bezler bağlayın, dilek ağacı görünümü verin. O dönemde Hüsne hatun’un kerametini görenler, evinin yakınındaki ağaca dilekleri için bez bağladılar…
Evden ayrıldık, az ötede bulunan ve mezar taşında "Elvan Çelebi" yazan türbenin başına gelip duamızı ettik ve köyden ayrıldık…
Biraz yol aldık… Zöhre Ana arabadan inip yürümek istedi. Biz arabayla ağır ağır ilerlerken Zöhre Ana hızlı bir tempoda yürüyordu. Geçtiğimiz yollar üzerinde tel örgülü bahçelerde köpekler bize havlıyordu. Onbeş yirmi dakika sonra siyah bir köpek kudurmuş gibi yerinden fırlayıp Ana’ya doğru gelmeye başladı. Hasan arabayı köpeğin üzerine doğru sürdü. Ben hemen arabadan inip Zöhre Ana’nın yanına geldim. İkimizde yerden aldığımız taşları köpeğe atmaya başladık. Köpek köpek değil, sanki oldu bir canavar. Hırlıyor havluyor üstümüze geliyor. Hasan da bir yandan arabayı köpeğin üzerine sürüyor. Baktıki olmuyor o da indi arabadan. Neyse, bu sırada köpeğin sahibi hayvana seslendi de, hayvanda onu anlayıp yanına gitti. Ben Pir Zöhre Ana’ya döndüm:
- Ana bu neydi böyle, her halde bu köpek, daha önceden de size ürüyenlerdi!?
- Herhalde öyleydi.
Bu belayı atlattıktan sonra Zöhre Ana önde ben ardında yürümeye başladık. Biraz yürdük… Bir baktık soldan üç-dört tane çoban köpeği tarlaların içinden geliyor, üç-dört tane de sağdan…
Ana:
- Hakan sen taş al.
- Aldım Ana, elimde tutuyorum zaten.
- Yaklaşırlarsa atarsın.
- Tamam Ana.
Köpekler bize hiç yaklaşmadılar, yolun karşısındaki tarlalara doğru diğer köpeklerin yanına gittiler…
Saat akşam beş civarı olmuştu. Yürüdüğümüz yolun iki tarafında tarlalar alabildiğine uzayıp gidiyordu...
Bulutlu güneşsiz bir havaydı. Gökyüzünde güneş yoktu çünkü şu anda yer yüzünde yürüyordu… Hasan arabayla bizi geriden takip ediyordu. Hiç ses yoktu… Pirimin üzerinde açık sarı renkli, atkısı kendinden bir manto vardı. Atkının iki ucu, mantonun sırtından kollara iniyordu. Ana yürüdükçe, bu atkı esen rüzgarla kolların ritmine ayak uyduruyor, sanki bir çift kanat misali, bu ıssız ovanın ortasında uzayıp giden yolda iki yana savruluyordu…
Tekti eşi benzeri yoktu, Haktan gelen Hak Pirimdi ve ben böyle bir zatın ardı sıra yüyordum. Ama asıl önemli olan onun yolunda yürümek dedim, aklıma şu dörtlüğü geldi:
Dağlar taşlar varlık ova
Biri güneş biri ayda
Ehlibeyt bir ikrarda
Duruyorsan gel yanıma…..
………
3 Mart 2007
Taş Bebek Dış mekan çekimindeyiz, Hüsne Hatun dışarıdan gelen çoban köpeklerinin sesi üzerine bahçeye çıkacaktır.
- Kameraaa!
- Oyuuun!
Köyün her yanından görmediğimiz çoban köpeklerinin sesi yükselmeye başladı. Kamera kayıtta… Herkes sustu, köpeklerin sesi daha da yükseldi. Çekim ekibi şaşkın… Bizim ekipte ise şaşkınlık yok, sadece bilmenin mutluluğu var. Aynı, birkaç gün içinde karların eriyip yerlerin kurumasına gösterdiğimiz tepki gibi. Aynı ihtiyacımız olan güneşli havanın hiç gitmediğini gördüğümüz gibiyiz.
……….
Çoban Ali sahnesi:
…Yağmur yağmaktadır, Çoban Ali gelir…
- Kameraaa!
- Oyuuun!
- Yağmur bastırdı, herkes içeriye koşsun, çabuk.
Ben şimdilik bu kadarını yazıyorum. Diğer arkadaşlarımında mutlaka yazacakları vardır.
EKİN yazdı:Sevgili arkadaşlar, Taş Bebek filminde yaşadığımız bir çok olay oldu. Ben bunlardan bazılarını paylaşmak istiyorum. Filmin çekiminde bulunan tüm emeği geçen arkadaşlarında yaşadıklarını aktarmalarını rica ediyorum.
Abi çok güzel bir konu kayıtlara geçmesi de iyi olur. Hatta resimlerle videolarla süslemek gerekiyor. En kısa zamanda resim ve videoları koyalım. Eline sağlık.
Aslında hangi birini anlatacağız ki, o kadar çok şey yaşadık ki...
Bunların çoğu hayal edemeyeceğimiz şeylerdi.
Düşünsenize "Çoban Ali" sahnesinde bize yağmur gerekiyor.
Ve Çoban Aliden önce dışarıdaki sahnelerde bir damla yağmur düşmezken, o sahneye gelince birden öyle bir yağmur başlıyor ki, set ekibinin ağzı açık kalıyor.
Benim en çok şaşırdığım an ise "kuzunun silkelenmesi idi"
Zöhre Ana'nın bize anlattığına göre "Çoban Ali elinde kuzuyla" Hüsne Hatunun evine geliyor. O sırada yağmur yağmaktadır. kuzu yağmurdan ıslanmıştır. İçeri girdiğinde Çoban Ali Hüsne Hatunu evin köşesinde yorgun ve bitkin bir şekilde uzanmış olarak buluyor. Elindeki kuzuyu yere bıraktığında kuzu silkeleniyor ve bu sırada kuzudan saçılan yağmur damlaları Hüsne Hatunu uyandırıyor.
Şimdi biz filmin aslına uygun olması için elimizden geleni herşeyi yapmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla bu sahnede kuzunun yere bırakıldığında silkelenmesi gerekiyor.
Çoban Ali eve girer. Hüsne Hatunu görür. Elindeki kuzuyu yere bırakır ve sonra ne olur biliyor musunuz?
Kuzu sanki senaryoyu okumuş gibi öyle bir silkelenir ki, yine hayretler içinde kalırız.
Hayretler içinde kalırız dememe bakmayın...
Biz mucizelere alıştık...
Set ekibi eminim hayatlarındaki en ilginç film çalışmasında yer aldılar.
TAŞ BEBEK filimi ; Yeni Kuşak Sahnesi için büyük bir adım olmuştur..
İnşallah bu filimimizle birlikte festivallere katılıcaz.
Eğer EKİN abide uygun görürse filimin bir fragman yapılıp youtube'ye atma şansımız varmı ?..
İyi olur diye düşünüyorum..
Siz ne dersiniz ?.
ŞahımMerdan yazdı:Abi çok güzel bir konu kayıtlara geçmesi de iyi olur. Hatta resimlerle videolarla süslemek gerekiyor. En kısa zamanda resim ve videoları koyalım. Eline sağlık.
Konuyu açarken bende bu yaşadıklarımızı kayda geçirmeyi düşünerek açtım.
Elimdeki resimleri toparlamaya çalışacağım.
Kuzu ile ilgili bir hatıra daha var. Sizlerde hatırlayacaksınız.
Ana ummana giriyor, bakıyor ki kucağında bir kuzu. Seviyor, elini sürüyor. Elindeki kına olduğu gibi kuzunun yünlerine geçiyor.
Ana bu ummanını anlatırken şöyle yorumladı:
- Kendi kendime dedimki bu çocukların kuzusu. O kadar inançla yapıyorlarki ummanda gördüm.
Şahımmerdan kuzunun silkelenmesini anlatırken bir şeyi unuttun. Kuzu çekim sırasında yağmurdan ıslanmamıştı. Hasta olmasından korktuğumuz için içeride ocağın yanında tutuyorduk. Yani tüyleri kuru olan kuzu, kendi sırası geldiğinde senaryoya uygun bir şekilde silkelenmişti.