12/05/2009, 21:35
Osmanlı’nın şeytanı Cumhuriyet döneminin gericilik simgesi: Saz
Osmanlı döneminin “bozguncu aleti” Cumhuriyetin ilk dönemlerinde de seçkin çevrelerce gelişmemiş bir kültürün simgesi görüldü. Değerlendirme böyle olunca, saz Türk modernleşme projesinin unsurlarından biri olamadı ve bu algılama sazın yerine gitar ve mandolin gibi batılı müzik aletlerinin konulmasına yol açtı, “Köy Enstitülerinde bile mandolin eğitimi verilerek bağlama dışlandı”
Saz Alevilerde bir eğlence aracı görülmez. sazın her bölümü, Aleviler tarafından anlamlandırılır. Sazın teknesi, “gizli bilimleri ve Tanrıyı bulmaya yarayan hazinedir ve “bilim şehri” olarak adlandırılır. Teknedeki bilimin bozulmasını, yitip gitmesini önleyen, sazın göğüs kısmıdır ki, buna da kapı denilir. Eşik Alevilikte zaten kutsaldır. Saz eşiği de bu nedenle ayrı bir önem taşır. Elif biçimindeki sap, Ali’ye ve Allah’a değinmedir. Sazın üzerindeki karar sesi olan La perdesi şah perde adını taşır. Ara nağmeleri bulmaya yarayan fa, sol, la seslerinden ilk ikisi anımsatma ve arama perdeleri olduğundan “niyaz perdesi adını alır.”
Saz kutsal olunca bu enstrümanı çalanın da “hak vergisi” bir yeteneğe sahip olduğu kabul edilir. Cem törenlerinde 12 posttan birinin zakire ait olması, Alevi uluları arasında 7 ozanın bulunması bu yüzdendir.
Müziği, sazı yasaklamak şöyle dursun, onu ibadetin parçası haline getiren Aleviler işte bu nedenle halk ozanlarını hep baş tacı eder, Tanrının dilini onların aracılığı ile kavrar, gözünü kulağını köy köy dolaşan ozanlara verir. Çünkü ozanlar, deyişleri, düvazları, semahları nesilden nesile aktaran, ahlaki kuralları, gönül temizliğine giden yolları, insan ve tanrı sevgisini, insan-ı kamil olmanın öğütlerini dile getiren kişilerdir.
Ancak, Alevilerin saza yüklediği anlam hiçbir zaman anlaşılmadı; “Sarayda en uç eğlencenin aracı olarak çeşitli sazlardan icra edilen müzik varolmasına rağmen telli saz günah” sayıldı; şeytani bulundu ve fetvalık oldu. Örneğin Ebu Suut Efendi, “Fesat(Kızılbaş) toplantısında çalgı çalan Zeyd’in çalgısını Müslüman Amr, vurup parçalasa ne yapmak gerekir” sorusuna “Büyük bir sevaba uğrar. O bozguncu aletin ağaçtan yapılmış olması durumunda bile bedelini ödemesi gerekmez” karşılığını verir.
Anadolunun öz kültürünün simgelerinden biri olan saz, Osmanlı imparatorluğunun son zamanlarında, İttihat ve Terakki yönetiminin Türklüğe dönüş hamlesiyle kendine fikri düzeyde kısmi kabul gördü. Baha Sait’in Alevilerle ilgili araştırmasında Türk çalgısı şeklinde takdim edilen saz, Türk dilini koruyan ve yaşatan enstrüman payesiyle ödüllendirildi ve Türk milliyetçiliğinin öğesi sayıldı.
Bu çabalar Cumhuriyetin ilk yıllarında sazın belirgin bir şekilde itibar kazanmasını sağlamaya yetmedi. Çünkü, Osmanlı döneminin “bozguncu aleti” Cumhuriyetin ilk dönemlerinde de seçkin çevrelerce gelişmemiş bir kültürün simgesi görüldü. Saza “gerici alet” yaftasının takılmasını Yaşar Kemal’in anlattığı bir anıdan öğreniyoruz. Bu anı şöyle:
“Uzun yıllar önce Veysel anlatmış, demişti ki: “Bir zamanlar Sivas’a sazımla inemez olmuştum. Bir polis, bir candarma sazımı görmesin, hemen elimden alıyorlar, doğru fırına atıyorlardı. Bir zamanlar Sivas’a saz dayandıramaz olmuştum.”
O zamanlar Sivas’ta niçin Aşık Veysel’in sazını alırlar da yakalarlardı? Şükrü Kaya’nın Dahiliye Vekilliği sıralarındaymış. Ahmet Kutsi Tecer de, tam bu aralar Sivas’ta öğretmenmiş. Bir gün Veysel ona gelmiş. Tecer, “Hani sazın” diye sormuş. Veysel de başına gelenleri anlatmış.
Ahmet Kutsi Tecer Valiye gitmiş.
“Vali bey” demiş, “Bugün polisler Aşık Veysel’in sazını elinden almışlar, fırınlamışlar. Doğru mu bu?!
Vali:
“Doğru” demiş.
Tecer:
“Neden?”
Vali:
“Saz çalmak gericiliktir. Saz gerici bir müzik aletidir. Dahiliye Vekaletinden öyle emir aldık.”
Tecer, Valiye sazın öyle bir şey olmadığını dili döndüğünce anlatmaya çalışmış, olmamış. Anan yahşi, baban yahşi... Kutsi Tecer gelmiş Ankara’ya, sazın gericilik olmadığını anlatmak için akla karayı seçmiş ama anlatmış sonunda. Halk şairlerinin sazları da fırınlanmaktan kurtulmuş.”
Sazın itibar kazanması, Ahmet Kutsi Tecer, Muzaffer Sarısözen gibi araştırmacıların çalışmalarıyla mümkün oldu. Halk müziği çalgılarının radyo programlarına alınması da Muzaffer Sarısözen’in eseriydi. Ahmet Kutsi Tecer ve Muzaffer Sarısözen’in “Folklor araştırmaları, halk müziği derlemeleri (…
Alevi kültürünü ön plana çıkarırken”, Tecer, “aşıklık geleneğinin son kalıntılarını cumhuriyetin propagandistlerine” dönüştürmek istiyordu. Nitekim halk ozanları, Tecer’in amaçladığı şekilde Cumhuriyet ve Atatürk sevgisinin yayıcısı oldular, methiyeler dizdikleri Atatürk’ün kutsal bir kişilik olarak tezahüründe büyük rol oynadılar. Tecer ve Sarısözen’in çalışmalarıyla Alevi kültürü açığa çıktı ama bu kültürün adının zikredilmesinden ısrarla kaçınıldığı görülüyordu. Semahlar, deyişler resmi ideolojinin arzuladığı şekilde seslendiriliyor, örneğin “şah” sözcüğünün yerine “yar” sözcüğü konuluyordu.
Kaynak: alevihaber.org
Osmanlı döneminin “bozguncu aleti” Cumhuriyetin ilk dönemlerinde de seçkin çevrelerce gelişmemiş bir kültürün simgesi görüldü. Değerlendirme böyle olunca, saz Türk modernleşme projesinin unsurlarından biri olamadı ve bu algılama sazın yerine gitar ve mandolin gibi batılı müzik aletlerinin konulmasına yol açtı, “Köy Enstitülerinde bile mandolin eğitimi verilerek bağlama dışlandı”
Saz Alevilerde bir eğlence aracı görülmez. sazın her bölümü, Aleviler tarafından anlamlandırılır. Sazın teknesi, “gizli bilimleri ve Tanrıyı bulmaya yarayan hazinedir ve “bilim şehri” olarak adlandırılır. Teknedeki bilimin bozulmasını, yitip gitmesini önleyen, sazın göğüs kısmıdır ki, buna da kapı denilir. Eşik Alevilikte zaten kutsaldır. Saz eşiği de bu nedenle ayrı bir önem taşır. Elif biçimindeki sap, Ali’ye ve Allah’a değinmedir. Sazın üzerindeki karar sesi olan La perdesi şah perde adını taşır. Ara nağmeleri bulmaya yarayan fa, sol, la seslerinden ilk ikisi anımsatma ve arama perdeleri olduğundan “niyaz perdesi adını alır.”
Saz kutsal olunca bu enstrümanı çalanın da “hak vergisi” bir yeteneğe sahip olduğu kabul edilir. Cem törenlerinde 12 posttan birinin zakire ait olması, Alevi uluları arasında 7 ozanın bulunması bu yüzdendir.
Müziği, sazı yasaklamak şöyle dursun, onu ibadetin parçası haline getiren Aleviler işte bu nedenle halk ozanlarını hep baş tacı eder, Tanrının dilini onların aracılığı ile kavrar, gözünü kulağını köy köy dolaşan ozanlara verir. Çünkü ozanlar, deyişleri, düvazları, semahları nesilden nesile aktaran, ahlaki kuralları, gönül temizliğine giden yolları, insan ve tanrı sevgisini, insan-ı kamil olmanın öğütlerini dile getiren kişilerdir.
Ancak, Alevilerin saza yüklediği anlam hiçbir zaman anlaşılmadı; “Sarayda en uç eğlencenin aracı olarak çeşitli sazlardan icra edilen müzik varolmasına rağmen telli saz günah” sayıldı; şeytani bulundu ve fetvalık oldu. Örneğin Ebu Suut Efendi, “Fesat(Kızılbaş) toplantısında çalgı çalan Zeyd’in çalgısını Müslüman Amr, vurup parçalasa ne yapmak gerekir” sorusuna “Büyük bir sevaba uğrar. O bozguncu aletin ağaçtan yapılmış olması durumunda bile bedelini ödemesi gerekmez” karşılığını verir.
Anadolunun öz kültürünün simgelerinden biri olan saz, Osmanlı imparatorluğunun son zamanlarında, İttihat ve Terakki yönetiminin Türklüğe dönüş hamlesiyle kendine fikri düzeyde kısmi kabul gördü. Baha Sait’in Alevilerle ilgili araştırmasında Türk çalgısı şeklinde takdim edilen saz, Türk dilini koruyan ve yaşatan enstrüman payesiyle ödüllendirildi ve Türk milliyetçiliğinin öğesi sayıldı.
Bu çabalar Cumhuriyetin ilk yıllarında sazın belirgin bir şekilde itibar kazanmasını sağlamaya yetmedi. Çünkü, Osmanlı döneminin “bozguncu aleti” Cumhuriyetin ilk dönemlerinde de seçkin çevrelerce gelişmemiş bir kültürün simgesi görüldü. Saza “gerici alet” yaftasının takılmasını Yaşar Kemal’in anlattığı bir anıdan öğreniyoruz. Bu anı şöyle:
“Uzun yıllar önce Veysel anlatmış, demişti ki: “Bir zamanlar Sivas’a sazımla inemez olmuştum. Bir polis, bir candarma sazımı görmesin, hemen elimden alıyorlar, doğru fırına atıyorlardı. Bir zamanlar Sivas’a saz dayandıramaz olmuştum.”
O zamanlar Sivas’ta niçin Aşık Veysel’in sazını alırlar da yakalarlardı? Şükrü Kaya’nın Dahiliye Vekilliği sıralarındaymış. Ahmet Kutsi Tecer de, tam bu aralar Sivas’ta öğretmenmiş. Bir gün Veysel ona gelmiş. Tecer, “Hani sazın” diye sormuş. Veysel de başına gelenleri anlatmış.
Ahmet Kutsi Tecer Valiye gitmiş.
“Vali bey” demiş, “Bugün polisler Aşık Veysel’in sazını elinden almışlar, fırınlamışlar. Doğru mu bu?!
Vali:
“Doğru” demiş.
Tecer:
“Neden?”
Vali:
“Saz çalmak gericiliktir. Saz gerici bir müzik aletidir. Dahiliye Vekaletinden öyle emir aldık.”
Tecer, Valiye sazın öyle bir şey olmadığını dili döndüğünce anlatmaya çalışmış, olmamış. Anan yahşi, baban yahşi... Kutsi Tecer gelmiş Ankara’ya, sazın gericilik olmadığını anlatmak için akla karayı seçmiş ama anlatmış sonunda. Halk şairlerinin sazları da fırınlanmaktan kurtulmuş.”
Sazın itibar kazanması, Ahmet Kutsi Tecer, Muzaffer Sarısözen gibi araştırmacıların çalışmalarıyla mümkün oldu. Halk müziği çalgılarının radyo programlarına alınması da Muzaffer Sarısözen’in eseriydi. Ahmet Kutsi Tecer ve Muzaffer Sarısözen’in “Folklor araştırmaları, halk müziği derlemeleri (…

Kaynak: alevihaber.org