ÖYKÜLERLE ATATÜRK
SİYASET ADAMLIĞI İLE ÜLKE ÇIKARLARI ÜZERİNE OLANLAR
[FONT="Verdana"]BU MİLLETVEKİLLİĞİ AYRICALIĞINI HİÇ BEĞENMEDİM
[color="blue"][font="verdana"]Atatürk bir sabah florya’dan dolmabahçe sarayına dönüyor. Yeşilköy istasyonunun önünden geçerken birdenbire otomobili durduruyor ve başyaver’e:
- sorunuz, tren var mı? Diye emir veriyor.
O sırada tren hemen hareket etmek üzeredir, hep birlikte otomobilden inip yanındakilerle trene biniyor. Karar ani verildiği ve tatbik edildiği için bu trene biniş hemen kimsenin nazarı dikkatini çekmiyor. Bir müddet sonra, her şeyden habersiz olan kondüktör ata’nın bulunduğu kompartımana geliyor. Kafileyi görünce çekilmek istiyor. Ata hemen sesleniyor;
- vazifeni yap! (yanındakileri göstererek) bu efendilere niçin bilet sormuyorsun?
Yanındakiler cevap verirler.
- paşam biz mebusuz. Tren bileti almayız. Parasız seyehat ederiz.
Ata hayretle:
- bu imtiyazı hiç beğenmedim, der. çok ayıp ve acayip bir kaide. çok güzel halkçılık![/color]
[FONT="Verdana"]DEVLET İMKANLARINI AMACINA UYGUN KULLANMA
[FONT="Verdana"]Sivas kongresi sonrası, heyeti temsiliye’nin ankara’ya gelmesi kararlaştırıldıktan sonra mustafa kemal ve hüseyin rauf beraberlerindekilerle ankara’ya geldiklerinde keçiören yolu üzerindeki ziraat mektebi’ne misafir edilmişlerdi. Daha sonra mustafa kemal ankara istasyonundaki gar müdürlüğü binasına yerleşti. Burası hem evi, hem çalışma yeriydi.
O tarihlerde ankara vilayetinin şehir merkezi kale ve onun hemen çevresi idi. Keçiören, etlik, dikmen, ayrancı’da bağ evleri vardı. Bunlar arasında çankaya'da papazın bağı olarak adlandırılan iki katlı ev mustafa kemal’e armağan edildi ve o da evi ordu’ya devrederek evin adı ordu köşkü oldu. Iki katlı binaya 1924’de ilaveler yapıldı fakat bina ısıtılamıyor idi. Zafer, inkılaplar, cumhuriyet, dünyanın üzerimizde toplanan gözleri, mustafa kemal’in müstesna şahsiyeti, mütevazi de olsa yeni bir devlet başkanlığı konutunu zorunlu kılıyordu.
Mustafa kemal yeri kendi seçti, kayalar düzenlendi, dış cephe pembe rengin hakimiyetinde, içerde yeşilin her tonu ile ve planın esası mustafa kemal’in olan yapı 1932’de tamamlandı ve aynı yılın haziran ayında da taşınıldı.
Pembe köşkün döşenmesi için bütçede pek mütevazi para vardı. Gazi, gerekli olanı şahsi imkanları ile karşılama kararı aldı ve kendisine tavsiye edilen o günlerde beyoğlu istiklal caddesinde bir türk’ün açtığı dekorasyon mağazası sahibi selahattin refik beyi ankara’ya davet etti. Binayı gezdirdi, arzularını açıkladı ve kendisinden teklif istedi.
Kısa süre sonra kendisine sunulan tasarıyı inceledi, muhatabı konuyu gerçekten biliyordu ve anladı ki, kendisini tanıyanlarca da uyarılmıştı. Buna rağmen teklifleri hazırlayanları kırmadan ülkenin mütevazi imkanlarını izah edebilmiş olmanın rahatlığı içinde feragatlar istedi. O sırada ata’nın yanında olan ankara belediye başkanı asaf ilbay bey ata’nın şu açıklamasını kaydeder.
“biliyorsunuz burası cumhurbaşkanlığı köşkü... Mülkiyeti devletin... Benden sonra buraya meclisin veya belki milletin doğrudan seçeceği zatlar gelecek. Bu eşyaların parasını benim şahsen verdiğimi sizler biliyorsunuz ama, yarın bunu bilmeyenler içinde yanlış hükümler veren olmaz mı? Memlekete en zaruri hizmetlerin yapılamadığı bütçe darlığı içinde israf yapıldığını düşünenler bulunmaz mı? Bir endişem de karar mevkinde olanların şahsi arzularını devlete yükleme mevzuunda beni emsal göstermelidir. Bunu hiç istemem.”
sonra selahattin refik bey’e döner:
“şahsi imkanların olsa bile, böyle mekânlara asgari masraflarla rahat ve zevkli tefrişi tercih etme tercihindeyim. Beni anlıyorsunuz zannederim.” der.
CEMAL KUTAY, ATATÜRK OLMASAYDI
BAYRAĞA SAYGI
[FONT="Verdana"]Atatürk bu engin insanlık duygusu ile milletlerin istiklali prensibine olan gönülden saygı ve bağlılığını izmir’e girdiği sırada da göstermişti... O’na izmir’de karşıyaka’da bir ev hazırlanmıştı ki, bu evde işgal esnasında yunan kralı konstantin de kalmıştı... Evin sahibinin oğlu ile hazırlıkta çalışanların bazı yakın akrabası yunanistan’da esir bulunuyorlardı; işgal esnasında, bütün türkler gibi çok ızdırap çekmişlerdi; içlerinden yaralıydılar ve yunanlılardan öç almak ateşiyle yanıp tutuşuyorlardı. Bu duyguların etkisi altında evin dış merdiveninin üzerine, muzaffer başkomutanının basıp geçmesi için, ipek bir düşman bayrağı sermişlerdi...
Atatürk yere serili bayrağın önünde durmuştu; etrafında bulunan kadın-erkek izmirliler, kendisini içeriye girmeye davet ediyor, gözleri yaşlarla dolu:
“buyurunuz, geçiniz, bizim öcümüzü yerine getiriniz. Yabancı kral bu evden içeri, bizim bayrağımıza basarak girmişti; siz lütfedin, bu karşılıkla o lekeyi silin. Burası bizim şehrimizdir, bu ev sizin evinizdir, bu hak sizindir” diye yalvarıyorlardı.
Hiçbir durumda benliğini ve sağduyusunu kaybetmeyen civanmert insan; kendilerine en tatlı bakış ve sesi ile:
“o, geçmişte hata etmiş; bir milletin iskitlalinin timsali olan bayrak çiğnenmez, ben onun hatasını tekrar edemem,” cevabını vermişti ve ancak bayrağı yerden kaldırttıktan sonra beyaz mermerlere basarak içeri girmişti...
Hasan rıza soyak; atatürk’ten hatıralar, s. 136
Cumhuriyet
[FONT="Verdana"]Atatürk, mudanya yolu ile bursa’ya gidiyordu. Kalabalık bir halk kitlesi iskelede etrafını çevirmiş bulunmakta idi. Bir kadının, elinde bir kağıtla atatürk’e yaklaştığı görüldü. Ihtiyar, zayıf bir kadındı. Ata’nın yolunu keserek titrek bir sesle:
- beni tanıdın mı oğul? Dedi. Ben sizin selanik’te komşunuzdum. Bir oğlum var; devlet demiryollarına girmek istiyor. Siz onu alsınlar dediniz. Fakat müdür dinlemedi. Oğlumu yine işe almamış..ne olur bir kere de siz söyleseniz.
Atatürk’ün çelik bakışlı gözleri samimiyetle parladı... Elleriyle geniş jestler yaparak ve yüksek sesle :
- oğlunu almadılar mı? Dedi. Ben tavsiye ettiğim halde mi almalıdar? Ne kadar iyi olmuş... çok iyi yapmışlar... Işte cumhuriyet böyle anlaşılacak...
Kadın kalabalığın içinde kaybolmuştu. Ve atatürk adeta vecd (çoşku) dolu bir sesle:
- işte cumhuriyetten beklediğimiz netice... Diyordu.
Hulusi köymen; atatürk’ü anmak kitabından, s. 260
Vatan işlerinde korkmak olmaz
Sivas'ta vatan bütünlüğü ve bütün millet adına bir kongre toplamaya karşı olanlar çoktu.
Işgal kuvvetleri ile istanbul hükümeti de kongreyi toplatmamak için el birliği etmişlerdi. Binbaşı rütbesinde bir fransız jandarma subayı, yanına bir tercüman alarak sivas valisine geldi.
"eğer burada kongre toplanırsa fransızlar sivas'ı işgal edecekler" dedi.
Vali, mustafa kemal'e ikinci bir kongreden vazgeçilmesini yahut erzincan'da toplanmasını söyledi. Kuva-i milliyeci bir genç sonradan sivas milletvekili kasım da valiyi desteklemekteydiler. Mustafa kemal, ingilizlerin samsun'u topa tutmak, on güne kadar yeni işgaller yapmak şantajı ile kendi çalışmalarına engel olmak istediklerini hatırlatarak bu blöflere kulak asmamaları cevabını verdi.
Hiç bir vaka olmadan 2 eylül akşamı sivas'a varılmıştır. şehirde ne kadar fayton ve yaylı araba varsa hepsini karşılayıcılar tutmuşlardı. Yalnız hürriyet ve itilaf partisinden kimse yoktu. Kalabalık arasında fransız subayın tehdidi üzerine telaşlanan genç rasim'i gören mustafa kemal:
- "gençler için vatan işlerinde ölmek olabilir, korkmak asla !
Kurtuluş savaşı’nda sakarya zaferi nasıl bir kader dönümü olmuşsa, anadolu'da yeni devletin kuruluşunda sivas kongresi’nin o kadar büyük önemi vardır.
F. Rıfkı atay, çankaya
Emeğine sağlık hepsi çok güzel gerçek hikayeler...
Satı kadın
[FONT="Verdana"]Ankara'da yakıcı bir yaz günü idi atatürk beraberinde arkadaşları ve yaverleri olduğu halde kızılcahamam'a giderken kazan köyü yakınlarında durmuş ve otomobilinden inmişti. Köyün kadını, genci, yaşlısı, ihtiyarı köylerin içinden geçen, şosede duran bu yabancı konukları görünce hep koşuştular. Kimi su seyirtti, kimi ayran , bunlardan biri, güğümünden aktardığı soğuk ayranı ata'ya uzattı:
- bir soğuk ayran içer misiniz, dedi.
Bu çorak iklimin kavurduğu yüzünde bronzlaşmış türk kadının en bariz ifadelerini taşıyan, bir türk anası idi. Böğrüne sıkıştırdığı kundağı biraz daha bastırdıktan sonra, sağ elindeki ayran bardağını uzattı, bekledi. Ata'sı, ayranı kana kana içmiş ve biran durakladıktan sonra ona :
- senin kocan kim ? Diye sormuştu
köylü kadını,yüzü tunçlaşmış, elleri nasırlı bir türk anası ankara'nın kendine has şivesi ile kocasının sakarya harbinde boğazından yaralanmış bir cengaver olduğunu söyledi. Ata bir soru daha sordu :
- ne zaman doğdun?
- 1919'da atatürk samsun'a çıktığı zaman doğdum.
Ata, bir an düşündü. Yıl 1934 idi. Kadının bu ifadesine göre 15 yaşında olması lazım gelirdi. Halbuki karşısındaki kadın 25 yaşlarında görünüyordu tekrar sordu :
- nasıl olur
evet, nasıl olurdu. Bu satı kadın hiç tereddütsüz, o her zamanki nüktedan haliyle ve memleketin işgal altında geçirdiği acı yılları ima ederek:
- evet paşam, ondan evvel yaşamıyordum ki !
Bu espiri ata'yı bir hayli düşündürdü. Ayrılırken yaverine kadının ismini ve adresini not ettirdi. Daha sonra biz satı kadını büyük millet meclisine giren ilk kadın milletvekili olarak görmekteyiz.
Yazılmayan yönleriyle atatürk, s.arif terzioğlu sayfa 22-23