ZEYNEP HATUN
Divan şiirinin bilinen ilk kadın şairi. 15. Yüzyılda yaşamış bir kadı kızı ve bir kadı eşi. Çağdaşı olan Mihri Hatun ile aralarında latifeler ve karşılıklı şiir söyleşmeleri var. Divanı, Sultan Mehmet adına düzenlendi. Zeynep Hatun, şiirlerinde, kadının isteklerini, açgözlülük olarak nitelendirir ve döneminin kadınının aşağılık konumundan sıyrılma isteğini anlatır. Zeynep Hatun, bir şair olarak kabul görebilmek için, arzularının “merdane” olmasını ister. Tıpkı alçakgönüllü bir erkek gibi, bilge olmak isteğini vurgular. Yumuşaklık, sevecenlik gibi kadına özgü bazı değerleri, zayıflık ve ruhsal eksiklik diye nitelendirir. Aşık Çelebi, “Mesairus Şuara” adlı kitapta, Zeynep Hatun’un yaşamının son döneminde şiiri bıraktığını, inzivaya çekildiğini anlatır.
GAZEL
Keşfet nikabını yeri göğü münevver et
Bu âlem anasırı firdevs-i enver et
Depret lebini cüşe getir hacz-i kevseri
Anber saçını çöz bu cinanı muattar et
Hattın berat verdi saba yeline dedi
Tez er Hatay'a Çin'i tamam et müseehhar et
Yâra yolunda âşk ile derdinden ölenin
Kim der sana ki hecr ile cânın mükedder et
Zeynep çü dost zülfü gibi tarümarsın
Divane olma şiirini divan ü defter et
Zeyneb ko meyli zinet-i dunyaya zen gibi
Merdane var Sade-dil ol terk-i ziver it
MİHRÃ HATUN
1460 ya da 1461'de Amasya'da doğdu ve 1506'da yine burada öldü. Asıl adı Mihrünnisa ya da Fahrünnisa. "Mihri" mahlasını kendisi de bir şair olan babası Mehmet Çelebi bin Yahya'dan (Belâyi) aldı. Hiç evlenmedi. Sultan 2. Bayezid ve oğlu Şehzade Ahmed’in Amasya Valiliği sırasında kentte toplanan bilgin ve sanatkarların meclislerine katıldı. Mihri Hatun, Zeynep Hatunla birlikte adı bilinen ilk Türk kadın şairlerinden. Güzelliğiyle bölgede ün salan Mihri Hatun, sade bir dille yazdığı kaside ve gazelleriyle tanınır. Diğer divan şairi kadınlardan aşkı çekinmeden kullanmasıyla ayrılır. Şairi Necati Bey’i kendisine örnek aldığı, şiirlerini Necati Bey'e gönderip fikrini öğrenmeye çalıştığı iddiaları da var. Söylentilere göre Necati Bey ile aralarında duygusal yakınlaşma vardı. Ayrıca şiirlerinde, Müyyedzâde Abdurrahman Çelebi ve Sinan Paşazâde İskender Çelebi’ye duyduğu aşka dair ipuçlarına da rastlanır. Mihri Hanım Divanı 1967'de Moskova'da basıldı.
GAZEL
Ben umardım ki seni yâr-ı vefâ-dâr olasın
Ne bileydim ki seni böyle cefâ-kâr olasın
Hele sen kaaide-i cevrde eksik komadın
Dostluk hakkı ise ancağ ola var olasın
Reh-i âşkında neler çektüğüm ey dost benim
Bilesin bir gün ola aşka giriftâr olasın
Sözüme uymadın ey asılası dil dilerim
Ser-i zülfüne anın âhiri ber-dâr olasın
Sen ki cân gül-şeninin bi gül-i nev-restesisin
Ne revâdır bu ki her hâr ü hasa yâr olasın
Beni âzâde iken aşka giriftâr itdin
Göreyim sen de benim gibi giriftâr olasın
Bed-duâ etmezem ammâ ki Huda’dan dilerim
Bir senin gibi cefâ-kâra hevâ-dâr olasın
Şimdi bir hâldeyüz kim ilenen düşmanına
Der ki Mihri gibi sen dahi siyeh-kâr olasın
ANİ HATUN
Doğum tarihi bilinmiyor. 1710'da Yenişehir-Fener'de yaşamını yitirdi. Asıl ismi Fatma. Kültürlü bir ailenin kızı olarak İstanbul’da doğdu. Akıllı, bilgili ve eğitimli olan Ani Hatun, “Hace-i Zenan (Kadınların Hocası)” lâkabıyla anılmıştır. Arapça öğrendi, doğu ve Batı edebiyatlarıyla ilgili çalışmalar yaptı. Bir divanı olduğu sanılıyor ama bulunamadı. Usta bir hattat olarak da ün yaptı. Bazı metinlerde hattatlığının şairliğinden bile üstün olduğu belirtilir.
GAZEL
Feramuş itti hayli dem beni yad itmeden kaldı
Benim çok sevdigim mahzunu dilşad itmeden kaldı
Nola t'amirine kasd itmese şah-ı cihan banım
Bilür kim hatır-ı viranım abad itmeden kaldı
Kalupdur bahr-i gamda fülk-i dil yok sahil-i maksud
Hayıflar rüzgarim bana imdad itmeden kaldı
Düşelden ran-ı aşk-ı yare zar ü natüvandır dil
Ser-i kuyinde halim yare feryad itmeden kaldı
Niçün derpey olur Ani ki hal-i Kays'ı bilmez mi
O biçare yetürdi kendin irşad itmeden kaldı
FITHAT HANIM
İstanbul'da doğdu, doğum tarihi bilinmiyor. 1780'de yine İstanbul'da yaşamını yitirdi. Asıl adı Zübeyde. Şeyhülislam Ebu İshakzade Mehmet Esad Efendi'nin kızı. Özel derslerle eğitildi. Küçük yaştan itibaren edebiyat ve şiirle ilgilendi. Rumeli Kazaskerlerinden Mehmed Efendi ile evlendi. Günümüze kadar gelen kadın şairler arasında en dikkat çekicilerden biri. Aydın ve şairi bol bir çevrede yetişti, döneminin sanat-edebiyat çevrelerinde bulundu. Şiirleri kadar nükteleri, Koca Ragıp Paşa ve şair Haşmet ile aralarında geçen şakalaşmalarla da bilinir. Ancak günümüze ulaşan bu şakaların bir kısmının uydurma olduğu sanılıyor. Türkçe'yi çok güzel kullanır, şiirlerinde zaman zaman halkın konuştuğu dile de yer verir. Ama şiirlerine kadın içtenliği ve inceliği yansımaz. Yayınlanmış bir divanı var. Kendisini anlamayan, ruhuna denk düşmeyen, şiirle uğraşmasına bir anlam veremeyen kocası Derviş Mehmet Efendi ile evliliğinde mutlu olmadığı biliniyor.
ŞARKI
Beni derdinle yeter zâr etdin
Yok mu insâfın a zalim söyle
Çeşm-i mestin gibi bimâr etdin
Yok mu insâfın a zalim söyle
Ruhların taze gülü handandır
Leblerin derd-i dile dermandır
Sühanın mürde-i aşka candır
Yok mu insâfın a zalim söyle
Ãşık-ı zâre cefâ kârındır
Öldüren gamze-i hunharındır
Eden ihyâ yine güftarındır
Yok mu insâfın a zalim söyle
Ey Sehi-kamer ü şirin-güftâr
Bülbül-i vird-i ruhun gerçi hezâr
Var mıdır bencileyin âşık-ı zâr
Yok mu insâfın a zalim söyle
GAZEL
Neşve-i cam-ı muhabbetle gönül cuş eyler
Çekilen der ü gamı cümle feramuş eyler
Kıl hazer alma sakın aşık-ı zarın ahın
Seni bir şuh-ı sitemkara felek dun eyler
Bir nigehle komadı derdimi takrire mecal
Çeşm-i mestin nice guyaları hamuş eyler
Hale-i mah gibi sineye çekmiş mihri
Bezm-i vuslatta o kim yari deraguş eyler
Sen hem gülşen-i hüsnünde figan et cü hezar
Fıtnata derd-i dilin belki o gül guş eyler
LEYLÃ HANIM
Bir kazasker kızı ve Keçecizâde İzzet Molla’nın yeğeni. Çocuk denecek yaşta evlendirildi, bir hafta içinde ayrıldı. Dönemin ünlü şairlerinden Keçecizade İzzet Molla'dan özel ders adı. Saray kadınlarıyla yakın ilişkisi olduğu bilinen, iyi eğitimli ve çok kültürlü bir şair. Hazır cevaplığı ve şakacılığı ile de tanınır. Mevlevi tarikatına katıldı. Mihri Hatun kadar olmasa da kadın duygularını dile getirmesi ve döneminin koşullarında bir kadın için serbest sayılabilecek söyleyişiyle dikkat çeker. Edebi bir çevrede yaşadığı için verimli bir şair. Şiir dili açık ve sade. Bir Divanı var. 1847'de yaşamını yitirdi. Pür âteşim açdırma sakın ağzımı zinhâr, mısrasıyla başlayan, Zâlim beni söyletme derûnumda neler var, nakaratlı şarkısı çok ünlü.
GAZEL
Yârin âşıkları ile ülfeti pek güçtür güç
O peri vahşidir unsiyyeti pek güçtür güç
Sakın aldanma gönül vâ'd-i visâl-i yâre
Sonra derd ü elem ü mihneti pek güçtür güç
Beni âfv eyle eğer meclise girdiyse rakip
Çekemem doğrusu bu sıkleti pek güçtür güç
Ders-i aşkı açalım dersini vaiz kapasın
Zâhidin bârid olur sohbeti pek güçtür güç
Sohbeti yâr ile de pekçe uzatma Leylâ
O peri vahşidir ünsiyyeti pek güçtür güç
ŞEREF HANIM
1809'da İstanbul'da doğdu, 1861'de yaşamını yitirdi. Şairi bol ve kültürlü bir ailenin kızı. Kadiri ve Mevlevi tarikatlarına girdiği biliniyor. Sıkıntılarla dolu bir yaşam sürdü. Padişah II. Mahmud ve Valide Sultan’a yazdığı şiirlerinde bu sıkıntıları anlatır. Geleneksel kalıplar içinde kalan şiirleri sadelikleri ve düzgün anlatımlarıyla dikkat çeker. Bir divanı var.
KASİDE
Kaside-i Bahâriyye der Hakk-ı Müşâriin-ileyh
- Berây-ı Ãli Paşa -
Açıl ey gonce-i zibâ açıl fasl-ı bahar oldı
Hezârın hasret-i didâr ile derdi hezâr oldı
Donandı her taraf üşkûfe-i elvan ile yer yer
Yine sun'-ı Cenâb-ı Kird-gârı aşikâr oldı
Takarrub edicek teşrifi sultân-ı gülin nâ-gâh
Dikildi tûğ-ı şâhi bağ u sahra kânı-kâr oldı
Bahar erdûsını sünbül-teber tebşire geldikde
Kurup çadır çiçekle muntazır her kûh-sâr oldı
Bu eyyâm-ı ferah-zâye tahassür çekmeden fulya
Sarardı sureta bir âşık-ı zar u nizâr oldı
Meğer neşv ü nema bulmuş şarâb-ı erguvan ile
Anın'çün çeşm-i dilber gibi nergis pür-humâr oldı
Görüp zülf-i arûsın ziynet ü dârâtını bi-şekk
Civan perçem başa çıktıkda gayet dil-figâr oldı
Benefşe çıkdı her-câyi deyu ifrât-ı ye'sinden
Olup sünbül perişan lâle yek-ser dâğ-dâr oldı
Eder şeb-bû ile ay-çiçeği gece safa, mehtâb
Görince fûl-ı bahri yollar üzre hep nisâr oldı
Düzüp zerrin kadehle bezmini çark-ı felek güya
Çekildi bir kenâre cümleden sâhib-vakâr oldı
Sarıldı nahl-ı leylâk üzre güya bir çiçekli şal
Bakup serv u sünûber bid-i reşkiyle çinâr oldı
Şakâyıkda görince revnak ü rengi kemâlinde
Hasedle zenbakın hep akl u fikri târ u mâr oldı
Bilür erbabı kadrin bak alur göz ile haşhaşa
Ki attâr-ı felekden ehl-i keyfe ber-güzâr oldı
Karanfil yâsemen aşkile sine çak çak etdi
Ya her dem tazeye meyi etmede bi-ihtiyâr oldı.
Ne kabil misk-i Rûmi ıtr-ı şâhiyle ola hem-bû
Girince araya şimşir bu da'vâ ber-karâr oldı
Bütün ezhâre hâlât-ı hazânı etmeğe ifşa
Gelüp kartopu güya tercemân-ı rûzigâr oldı
Bahâriyye temam olduysa da ey hâme güya ol
Gazel de söylemek şâirlere çünkim şiar oldı
Yine ey gül-izâr-ı işve vakt-ı âh u zar oldı
Bu da'vâya delil ü şâhid istersen hezâr oldı
Buyur geşt ü güzâr et cümle ezhârı çemen-zârın
Kudûmın öpmeğe hep dide dûz-ı intizâr oldı
Görince bülbülün cûş u hürüsün fart-ı gayretle
Benim de seyl-i eşkim ğıbta-bahş-ı cûy-bâr oldı
Gelüp bâd-ı sabâ dedi Şeref geç bu hevâlardan
Bu nazmın gerçi evrâk-ı sipihre yadigâr oldı
Ne sarf etdin bahara cevher-i güftârını ancak
Sebeb-i asayiş dünyâya bir âli-tebâr oldı
Edersin medh ol zât-ı şerifi et ki âlemde
Senası mahz-ı farz u her sağar ü her kibar oldı
Bu vasfa Hazret-i Ali Emin Paşa sezadır kim
Duây-ı devleti vird-i zeban ü her diyar oldı
Makâm-ı âliyi teşrif edel'den zât-ı ülyâsı
Umûr-ı hâriciyye nâzırıyle pür-vakâr oldı
Huzurunda şükûfe şişesi olmak ümidiyle
Ne rütbe şimdi çeşm-i bülbüle bak i'tibâr oldı
Nesim-i lutfı ğâlibdir bahara ehl-i hâcâtın
Nihâl-i maksad u amali hep pür berg ü bâr oldı
Nisâr olmakda gerçi cümleye nakd ü inâyâtın
Senin hakkında ise şad hezâr u bi-şümâr oldı
Düşüp ümmid-i afv ile der-i ihsanına gönlüm
Bilür cürm ü kusûrın pây-mâl-i i'tizâr oldı
Kerem-kârâ şeref-sadrâ sipihr-i devlete bed-râ
Eğerçi bunda ıtrâ'-ı makâla ibtidâr oldı
Vesile-cûy idim neşr etdim işte bu bahaneyle
Bütün ezhâr bûy-i midhatinden hisse-dâr oldı
Kıyâs olsa yanında bir içim su gibidir nisân
Ki cûd u şefkatin baranı bahr-ı bi-kenâr oldı
Umûrında muvaffaksın o rütbe zanneder herkes
Ya Zât-ı Hızr yâ tevfik-i Bari müsteşar oldı
Bekây-ı ömr ü ikbâlindir elbet matlabı halkın
Vücûdın mutlaka dünyâya lutf-ı Gird-gâr oldı.
Penâh eden hücûm-ı ceyş-i gamdan olur asude
Der-i Devlet-meâbın bir hısâr-ı üstüvâr oldı
Değil fahriyye yazmak gerçi haddim kendi hakkımda
Bana Zât-ı Şerifin lik mahz-ı iftihar oldı
Ederken âh ü feryâd endelib efsâne dinlemez
Şeref, başla du'âya gayrı vakt-ı İhtisar oldı.
Akib-i cemrede her sal meymûn fal dendikce
Cihâna feyz-i nevrûzın yeter pertev-nisâr oldı
Riyâz-ı ömr ü câhı haşre-dek her dem bahar olsun
Denildikçe yine vakt-ı safay-ı gül-izâr oldı.
(Mefailün mefailün mefailün mefâilün)
GAZEL
Dildeki dag-i füruzanım ile eğlenirim
Geceler kendi çerağınım ile eğlenirim
Ederim züver-i aguse-i hayalim yâri
Daima hidmet-i mihmanım ile eğlenirim
Söyletip çektiğini şuh-i cefakarından
Sergüzeşt-i dil-i nalanım ile eğlenirim
Komaz avare vü tenha beni manend-i safa
Yine derd-ü gam-i cananım ile eğlenirim
Dest-i ahım dokunup saz-i derunun teline
Nağme-i nale vü efganım ile eğlenirim
Söyleyip serd-i mihmetle nice taze gazal
Şeref eş'ar-i perişanım ile eğlenirim
ÃDİLE SULTAN
1825'te İstanbul'da doğdu, 1898'de yaşamını yitirdi. Sultan II. Mahmut ile eşlerinden Zernigar Sultan'ın kızı, Sultan Abdülmecit'in kız kardeşi. Sarayda özel eğitim gördü. Kaptan-ı Derya ve sonradan Sadrazam olan Mehmet Ali Paşa ile evlendi. Önce üç çocuğunu, sonra kocasını ve ardından da genç kızı Hayriye Sultan'ı kaybedince acıya boğuldu. Nakşibendi tarikatına girdi. Şiirleri 1996'da "Adile Sultan Divânı" adıyla yayınlandı. Şiirleri genellikle çocukları, eşi ve kızı Hayriye Sultan'ın ölümlerinden duyduğu derin üzüntüyü yansıtan manzumelerden oluşur. Çağdaşı olan Leylâ ve Fıtnat Hanımlardan daha az başarılı bir şair sayılır. Aruzun yanı sıra hece ölçüsüyle de şiirler yazdı. Türbesi İstanbul Eyüp'te Bostan İskelesi yakınında. İstanbul'da pek çok hayır eseri bıraktı, ayrıca babası onun adına birçok eser yaptırdı. Muhibbi (Kanuni Sultan Süleyman) Divanı’nın basılmasını sağladı.
GAZEL
Aşkta kanun imiş âşıklara cevr eylemek
Ãşık oldur kim cefâ-yı yâre sabretmek gerek
Aşk nâz ü şive evvel gösterir âşıklara
Ãşık ol demde ona cânı fedâ etmek gerek
Ãşıkın ancak murâdı dostunun maksûdudur
Çekse de bin derd ü mihnet hep sebât etmek gerek
Arzû-yı dü-cihândan geçmedir aşka nişân
Terk-i cân edip reh-i cânâna azm etmek gerek
Ãftâb-âsâ bilip her zerresin nûr-ı safâ
Her belâ dosttan gelir kim merhabâ etmek gerek
Havf-ı a'dâ eylemez olan müsellah aşk ile
Yanmadan Hakka erilmez pertev-i tevhid gerek
Nefsle cehd et tecelli eylesin aşk-ı Hudâ
Beyt-i kalbi Ãdile ma'mûr ü pâk etmek gerek
GAZEL
Aşktır min-evvel ilâ âhir kevn ü mekân
Aşktır gâhi dil ü cânda nihân gâhi ayân
Aşktır eden cemâl-i pâk-i cânâna nazar
Aşktır ol gonca gül rûyu için bülbül olan
Aşktır dü-âlem içre cânı yâra vasl eden
Aşktır dâim olan hem mahrem-i esrâr-ı cân
Aşktır çün dilde misbah-ı tecelliyi yakan
Aşktır bil "küntü kenz" birle miftâh-ı cinân
Aşktır bi-kayd pervâz eyleyip simurg-veş
Aşktır dost ellerini dâima seyrân eden
Aşktır mir'ât-ı kalbi eyleyen sâf ü celi
Aşktır dilde veren nûr-ı ziyâyı her zamân
Aşktır kalbi kılan pür-nûr mihr-i mâh-veş
Aşktır şem'-i cemâle karşı pervâne yanan
Aşktır hem saykal-ı mir'at-ı esbâb-ı derûn
Aşktır bir âteş-i cân-sûz ey dil sen de yan
Aşktır beyt-i dili meyhâne-i irfân eden
Aşktır Leylâları Mecnûn ü ser-gerdân eden
Aşktır fehm ile iş'âr eyleyen derd-i dili
Aşktır bak Ãdile çarhı eden keşf ü beyân
GAZEL
Duymayın can ü gönül dostuma pinhan gideyim
Akl ü can bana nedir bidil ü bican gideyim
Cismde can gibidir gözde hayâli yârin
Nice bir gurbet ü firkatle perişan gideyim
Korı canımda da âşk odını yaktı alevi
Yanmak âşk ile beşaret bana üryan gideyim
İderim kat'ı taalluk çü bu can ü tenden
O güle bülbül-i can itmede efgan gideyim
Adile Kâ'be-i kulın ideyim şöyle tavaf
Arz ide ruyını dildarıma mihman gideyim