İlk mektubu ben yazayım.
Canımın içi'ne..
Yine bahar geldi ve toprak yeşerdi.
Toprak ne kadar da inatçı. Her yıl üstündeki hayat ölüyor, bağrına yeni yeni ölüleri kabul ediyor ama o inatla yeniden, yeniden yeşertiyor hayatı.
Her bahar yaptığım gibi, bu bahar da başım göklerde geziyorum bir süredir, leyleklerin hatırına ve onları dün gördüm gökyüzünde. Geniş kanatlarıyla uyumlu bir leylek katarı Afrika’dan buraya ulaşmayı başarmıştı.
Ama sanki insanlar, insanların önemli bir çoğunluğu baharın geldiğinin farkında değiller ya da artık umursamıyorlar.
Ben, baharın geldiğini hep umursayacağım.
Ben, her bahar geldiğinde seni ayrı bir nedenle bir kez daha düşüneceğim çünkü beni doğurduğun mevsim ilkbahar.
Bugün, senden ayrı geçirdiğim 2.doğum günüm. Evde yalnızım. Oturmuşum baharın gelişi ile senin bir kış günü, bize el bile sallamadan gidişini düşünüyorum.
Biliyorum ki, hep eğlenirdin benim son birkaç yıldır doğum günlerimde sana çiçek almamla. O çiçekleri sana verir, sana sarılır ve bana verdiğin hayat için çok teşekkür ederdim her seferinde.
Mutlu olurdun ama benimle dalga geçmeyi de ihmal etmezdin. Aramızda geçen konuşmalarla neşelenir, gülerdik.
Ne tuhaf, hayat çok güzel olabilir bir insan için ama aynı insan için hayat çok kırılgan da olabilir.
Şimdi, burada düşünüyorum ve anlıyorum ki, sen beni böyle görmek istemezdin. Sürekli hüzünlü hallerde, her an dibe vurmalarda.
Güzel olan kısmını çok da iyi yaşayamadan geçtim ben hayatın, şimdi 2. boyutundayım. Kırılgan, kırıldıkça insanı yok eden boyutunda.
Ama kendimi iyi tanırım. Bu uzun sürmeyecek ve ben yine hayatın güzel yanına döneceğim çok geçmeden.
Her seferinde acıyla yaşadığım deneyimler beni hayata bağlanmaya zorluyor. Tıpkı toprağın her yıl yeniden yeşermesi gibi, ben de dibe her vurduktan sonra suyun yüzüne çıkmayı başarıyorum ve daha da önemsiyorum aldığım nefesi.
Ben de hayata olan umudumu yeşertmeliyim.
Senin hatırına ve leyleklerin gelişini her yıl görmenin hatırına.
Senin her seferinde yaptığın gibi.